Konu Başlığı: Ganimet tahsisinde istisna ve özel tahsis Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Şubat 2011, 14:53:39 Ganimet Tahsisinde İstisna Ve Özel Tahsis 1254- Komutan "Kim altın veya gümüş getirirse, dörtte biri onundur" derse, sözü, ister müslümanlar, ister müşrikler tarafından işlenmiş olsun, külçe ve işlenmiş altını kapsar. Çünkü altın ve gümüş adı hakikaten hepsini kapsar. Almaya hak kazanmak da ona binaendir. Nitekim "altın ve gümüş dışında kim ne getirirse, kendisinindir" dediğinde bütün çeşitleriyle altın ve gümüş bunun dışında kalmaktadır. İstisna yapılmadan tahsis genel olarak altın ve gümüşten yapıldığında da aynı şekilde almaya hak kazanılır. Nitekim altın ve gümüşte zekat ayn (eşyanın kendisi) itibariyledir, aynı cinsten mübadele yapıldığında değişik cinslerden vermek haram olduğu gibi, aynı cinsten mübadele de değişik cins alıp vermek veya az yahut çok alıp vermek haramdır. Bunda külçe ve işlenmiş cinsler aynıdır. Yani külçeden külçe ve işlenmişten işlenmiş alınıp verildiği gibi alınıp verilen şeyler de eşit miktarlarda olması lazımdır. Bu durum şunun tersinedir: Adam altın veya gümüş satın almıyacağına yemin eden bir kişi ise, dirhem veya dinar (metal gümüş ve altın para) alırsa, yeminini tutmamış sayılmaz. Çünkü satın almıyacağına dair yemin etmiştir. Bu da ancak birinin satmasıyla ortaya çıkar. İşlenmiş altın veya gümüşün satıcısına ise sarraf adı verilmektedir. Altın veya gümüş satıcısı adı da ancak birinin satmasıyla ortaya çıkar. Bu ad, işlenmiş altın veya gümüş satan kişiye verilir. Burada her hak kazanma, ismin hakikati şartına bağlanmıştır. "Altına veya gümüşe dokunmayacağım" diye yemin etseydi, o zaman yeminini tutmamış olurdu. Çünkü bu, işlenmişi de, işlenmemişi de kapsamaktadır. Zaten ganimet tahsisi ile hak kazanma, vasiyetle hak kazanma mesabesindedir. Malı olan altın ve gümüşten vasiyet etseydi, işlenmiş ve işlenmemiş olanın tümünü kapsardı. 1255- "Kim demir getirirse, onundur. Demirden başka bir şey getirirse, yarısı onundur" derse ve adamın biri demir külçesi yahut demirden tabak, silah, bıçak, kılıç getirse, hepsi onundur. Çünkü demir ismi hepsini kapsamaktadır. İşlenmekle ayn (eşya)m adı değişmez. Çünkü aynından yapılan işle maddesi yok olmayıp şekil kazanmakta ve devam etmektedir. Amacı olan şeyden de sapmamıştır. Yüce Allah onu şöyle belirlemektedir: "Pek sert olan ve birçok faydası olan demiri var ettik."[3] Ama kılıç kını, bıçak sapı ve kını getirirse, getirene ait olur. Çünkü demir değildir. "Bundan başkasını getirene yansı vardır" dediği için bu yarıya müstehak olur. Ancak bunun yarısı kendisinden alındığında eşaya zarar getiriyorsa, kıymeti alınır. Çünkü aslın (temel malın) sahibi odur. Diğer askerlerin ganimet hakkı ise bu asla tabî olan şeyde tahakkuk etmiştir. Lakin zarar vermemek için bu yarının kıymeti alınır. Birinin arazisinde bulunan ortak bir bina gibi. Zarar vermemek için arazi sahibi binanın yarısını ortağından kıymeti ile alabilir. 1256- "Kim pamuklu kumaş getirirse, o kendisinindir" derse ve biri dibac, yün ve ipek kumaş getirirse, almaya hak kazanamaz. Çünkü "Bez pamuklu kumaş" adı bu şeyleri kapsamaz. Sadece keten ve pamuklu kumaşları kapsar. Nitekim bezzaz (manifaturacı), halk arasında (önceleri) pamuklu ve keten kumaşları satan kişiye verilen isimdir. Bezzazlar çarşısı da dibac ve konfeksiyon kumaş satanların dışında sadece keten ve pamuklu kumaş satılan çarşıdır. Yani Küfe halkının adetine göre düzenlenmiştir. Ama muhitimizde keten ve pamuklu kumaşları satanlara kerabîsî adı verilmektedir. Eğirilmiş veya eğirilmiş olup henüz dokutulmamış keten veya pamuklu getirse, bundan bir şey alamaz. Çünkü "bez" ismi, normal olarak iplik halin-dekini değil, dokuma işleminden geçmiş giyilen kumaş için kullanılmaktadır. Nitekim bunu satan kişiye bezzaz değil, kattan (pamukçu) ve gâzzâl (iplikçi) denilmektedir. 1257- "Kim bir elbise getirirse, o kendisinindir" der ve biri dibac veya iplik veya kürk yahut başka elbise getirse, onu almaya hak kazanır. Çünkü elbise ismi normal olarak insanın giydiği şeylere verilir. Halkın giydiği bütün şeyler bunun kapsamına girer. Sadece ayakkabı, sarık ve külah bunun dışındadır. Bu şeyleri getiren kimse almaya hak kazanamaz. Çünkü elbise giyinmek için giyilen şeydir. Sarık, külah ve ayakkabı ile giyinme meydana gelmez. Nitekim yemin kefareti her miskine bir takke, külah veya ayakkabı verilirse yerine gelmez. Ancak bu şeylerin kıymeti, yiyecek tutarı olduğunda bunlar yemek bedeli olarak verilir. Elbise giymiyeceğim, diye yemin eden bir kimse külah veya sarık giydiğinde yemini yemiş (tutmamış) sayılmaz. 1258- Bir keçe, kilim, perde, yatak getirse, bunları almaya hak kazanamaz. Çünkü bunları halk normal olarak giymez. Sadece evlerde kullanır. Bunlar elbise İsmi kapsamına değil, eşya kapsamına girmektedir. "Kim bir eşya getirirse, onundur" derse, halkın giydiği şeyler de dahil bütün bunları almaya hak kazanır. Çünkü bütün bunlar eşyadır. Eşya, faydalanılan şeyin adıdır. İsmini özellikle belirtmese bile eşya ismini mutlak söylemesi halinde alan kişi tabaklan da almaya hak kazanır. Çünkü "kaplar dışında" derse ve biri tas, ibrik, şişe ve bakır kazanlar gibi şeyleri getirse, almaya hak kazanamaz. Çünkü bunlar hepsi kaptır ve onları eşyadan istisna etmiştir. Bu da istisna edilmediği durumlarda bunları almaya hak kazandığına delildir. 1259- "Kim altın veya gümüş getirirse" derse ve biri altın yahut gümüşle kaplı bir kılıç getirirse, sadece kablamasını almaya hak kazanır. Çünkü altın veya gümüş ismi hakikaten onu kapsar. Nitekim satışta altın hükmü sadece kaplama hakkında sabit olmaktadır. Yine adam gümüş yaldızlı ve gümüşle süslü bir eğer getirse, sadece gümüşünü almaya hak kazanır. 1260- İçinde altın ve gümüş çiviler bulunan ve bu çiviler söküldüğü zaman dağılan kapılar getirse, bir şey almaya hak kazanamaz. Çünkü ekseriyeti altın veya gümüş değildir. Yani kapı tahtalarına batmış çiviler yok hükmündedir. Altın ve gümüşten maksat ise, onlarla süslemektir. Çivilerde ise süs maksat değil, yararlanma maksattır. Halbuki eğer ve kılıç kaplaması ve yaldızı böyle değildir. Bunlardan süsleme kastedildiği açıktır. Kaldı ki çivi tamamen kapıya tabî ve onda kaybolmuştur. Çünkü söküldüğü zaman kapı diye bir şey kalmıyacaktır. Halbuki getirilen ganimet kapıdır. İçinde altın çiviler olsa bile normal olarak buna altın kapı da denilmez. Halbuki eğer ve gem böyle değildir. Çünkü üzerindeki gümüşlere bakılarak gümüş yaldızlıdır, denilir. 1261- Altın veya gümüş üzerinde inciler varsa yahut yüzüğün taşı inci ise, altın ve gümüş dışındaki bütün bu mücevherler ganimettir. Çünkü altın ve gümüş ismi hakikaten bunları kapsamaz. Diğer süs eşyası ise getirenindir. Çünkü altın ve gümüş adı bunları hakikaten kapsar ve başka bir isimle anılmazlar. Nitekim altın veya gümüş yüzük denildiği halde taşma nisbetle inci veya başka mücevher yüzüğü denilmemektedir. 1262- Yine üzerinde değerli taşlardan bulunan altın veya gümüş haç getirse, bu taşların tümü ganimettir. Çünkü altın ve gümüşe başka bir isim galip olmamıştır. Nitekim haç, üzerindeki mücevherata bakılmaksızın yapıldığı altın veya gümüşe nisbet edilmektedir. 1263- "Kim yakut veya zümrüt getirirse..." derse ve biri yakut ve zümrütle süslü gümüş yaldızlı bir süs eşyası getirse, yakut ve zümrüt sökülür ve kendisine verilir. Çünkü yakut ve zümrüt ismi, altın ve gümüş Üzerine yerleştirilmiş olsa bile, hakikaten devam etmektedir. Çünkü onun ismini yok edecek başka bir şeye maruz kalmamıştır. 1264- Yine taşı zümrüt veya yakut bir yüzük getirse, bunlar sökülür ve kendisine verilir. Çünkü sökülmesiyle müslümanlara herhangi bir zarar ulaşmaz. Zira getirilen şeyin maliyeti amaçtır. 1265- "Kim bir demir getirirse, onundur" derse ve biri Üzengileri demir olan bir eğer getirse, üzengiler sökülür ve kendisine verilir. Çünkü demir ismi onlarda hakikaten devam etmektedir. Mesela demir özengi, ağaç Özengi denilmesi gibi. Sökülmesinde de bir zarar yoktur. 1266- Eğerde demir çiviler veya halkalar varsa ve bunlar söküldüğünde eğer dağıtacaksa, getiren kimse birşey alamaz. Çünkü bu şeyler eğerin menfaati için kullanılmış olup süs için değildir. Kapılardaki çiviler gibi. Nitekim demir köşebent ve benzeri demirlerle monte edilmiş ve bu demirler söküldüğünde dağılacak olan bir gemiyi ele geçiren bir kimsenin alacağı bir şey olmaz. Bu nevi konularda prensip şudur: Süs amacı ile olmayıp yararlı olması için ve tahsisin yapıldığı şeyin ismi dışında bir isimle başka bir şeyde kullanılan şeyler tahsis kapsamma girmez. Başka şeyde süs için kullanılan ve tahsis edilen şeyin ismini taşıyan şeyler de tahsis kapsamma girmektedir. Çünkü süs, ayndan (eşyanın kendisinden) sağlanmak istenen yarardan fazla olan bir özelliktir. Fahiş bir zarar meydana getirilmeden sökülebiliyorsa, hakkın gereği olarak sökülür, şayet sökülünce zarar büyük oluyorsa, eşya satılır ve tutarları tahsisin miktarı kapsamına giren ve girmeyen payiara bölünür. Mesela birinin mülkiyet oranına göre aralarında bölünür. 1267- Buna göre "Kim bir ipek getirirse, onundur" derse ve biri iç dolgusu ipek olan bir cübbe veya kaftan getirse, bir şey almaya hak kazanamaz. Çünkü iç dolgu üzeri örtülüdür. Cübbe veya kaftanda kullanılması süs için değil, yarar sağlaması içindir. Böylece içinde tüketilmiş bir eşya mesabesinde olmaktadır. Nitekim savaş durumu dışında erkeklerin ipek giymesi haram olduğu halde böyle bir cübbe veya kaftanın erkekler tarafından giyilmesinde bir sakınca yoktur. Kendisine tahsis yapılan kişi bunu almaya hak kazanır, diye iddia edilirse, bunun neticesi olarak "Örgü ipleri ipek olup diğer ara maddesi ipek olmayan bir elbise getiren kişinin de örgü iplerini almaya hak kazandığı" kabul edilmesi gerekecektir ki, bu da makul olmıyan uzak bir sonuçtur. 1268- "Kim ipek bir elbise getirirse, onundur" der ve biri yüzü yahut astarı ipek olan bir cübbe getirirse, ipek olanları alır, diğerleri ganimet olarak kalır. Çünkü "elbise" ismi, ayrı ayrı yüzü de astarı da içine alır. Her biri diğerinin yerini tutmaz. Aksine her biri hakikati üzere farklıdır. Hüküm açısından bu nevi elbiseleri erkeklerin giymesi mekruhtur. Kılıcın kılıfı mesabesindedir. Getirilen bu elbise satılır ve tutan yukarıda belirtildiği şekilde paylaşılır. Çünkü yüzü ve astarı birbirinden ayırmak fahiş bir zarar meydana getirir. 1269- "Kim ipek bir cübbe getirirse, onundur" der ve biri yüzü yahut astarı ipek olan bir cübbe getirirse, burada muteber olan onun yüzüdür. Çünkü normal olarak cübbe denilince yüz kısmı anlaşılır. Astan ise yüzüne nisbetle ona tabidir. Zaten tahsiste cübbe ismi kullanılmışsa, cübbenin astarına da, yüzüne de hak kazanır. Halbuki bir önceki meselede durum bunun zıddıdır. Orada hak kazanma elbise adıyla olmuştur. Astar olmaksızın elbisenin yüzüne de elbise denilir. 1270- "Kim altın getirirse, onundur" der ve biri altınla dokutulmuş bir dibac (kumaş) getirirse, bakılır, şayet altın kumaşın çözgüsünde kullanılmışsa, bir şey almaya hak kaza- namaz. Kumaşın çözgüsü (iskelet ipliği) olan ipek mesabesindedir. Altın açık bir şekilde belli oluyorsa, sadece onu almaya hak kazanır. Çözüm yolu da satmaktır. Çünkü muteber olan çözgü değil, ara dokudur. Nitekim çözgüsü ipek ve ibrişim olan kumaşı erkeklerin giymesi caizdir. Ama ara dokusu ibrişim olan kumaşı erkeklerin giymesi helal değildir. Çünkü kumaş ancak ara dokularla kumaş özelliğini kazanır. Onun için bunda nisbeti çözgüye değil, ara dokuya olmaktadır. 1271- Kim ipek ve bir tarafı ipek olan bir cübbe yahut aradokusu ipekten olan bir elbiseyi ele geçirirse, ondan birşey Çünkü bu tamamen ona bağlıdır. Nitekim bu nevi elbiseleri erkeklerin giymesinde bir sakınca yoktur. 1272- Yine "Kim altın getirirse, onundur" derse ve biri üzerinde altın çivi bulunan bir yakutu yahut taşında altın çivi bulunan gümüş bir yüzüğü getirirse, bundan birşey almaya hak kazanamaz. Çünkü bu kaplama olup tamamen ona tabidir. Nitekim dişleri altın kaplama olan bir esir getirse, dişlerindeki altını almaya hak kazanamaz. Ama altından burun takılmış bir esir getirirse, bu altını almaya hak kazanır. Çünkü burun vücuttan dışa uzanmakta ve dilediğinde sahibi takıp sökmektedir. Onun için katıksız tam tabî sayılmaz. Halbuki dişler böyle değildir. Bütün bunlar istihsana göredir. Kıyasta ise esas adı hakikaten koruduğu için bütün bunları almaya hak kazanır. 1273- "Kim ipek bir elbise getirirse, onundur" derse ve biri astarı samur yahut başka bir kürk olan cübbe getirirse, yüzü dışında bir şey almaya hak kazanamaz. Çünkü elbise ismi ile ona tahsis yapılmıştır. Böyle durumlarda astarın ipeklikte yüze tabî olmıyacağını belirtmiştik. Ganimet tahsisi cübbe ismi ile olsaydı cevabı da "tabidir"şeklinde nisbette ipeke tabî olmaz. Çünkü böyle cübbelere samur veya kürk cübbesi[4] adı verilmektedir. İpek şeye hak kazanması, ona hiçbir şekilde tabî olmıyan şeylere de hak kazanmasını gerektirmez. 1274- Yine "Kim kürklü bir elbise getirirse* onundur" derse ve biri astarı kürk bir elbise getirse, sadece yüz kısmını almaya hak kazanır. Çünkü elbise ve cübbe ismi yüz dışında kürkü kapsamaktadır. Yüz kısmı da nisbette astara tabî değildir. 1275- "Kim büzyun (sündüs denilen altın işlemeli atlas) birşey getirirse, onundur" dese ve biri gövde kısmı büz-yun, kol ve kenarları dibac olan bir cübbe getirirse, sadece gövde (beden) kısmını almaya hak kazanır. Çünkü bu elbisede değişik mallar birbirine tabî değildir. Yakası dışında her tarafı büzyun olan bir cübbe getirse, hepsi getirene ait olur. Çünkü yaka tümüyle cübbeye tabidir. 1276- "Kim büzyun bir cübbe getirse" derse ve biri bedeni büzyun diğer tarafları dibac olan yahut aksi olan bir cübbe getirse, ondan birşey almaya hak kazanamaz. Çünkü getirdiği şey büzyun cübbe değildir. Nitekim dibac kısmı sökülüp alındığında cübbe denen bir şey ortada kalmaz. Halbuki tahsiste şart, büzyun cübbe getirmek, şeklinde belirlenmiştir. 1277- "Kim altın veya gümüş getirirse, onundur" derse ve biri altın ve gümüşle kaplı bir tabak getirse, bakılır. Eğer altın ve gümüş süs için kaplanmışsa, bu tabak getiren şahsa ait olur. Süs için kaplandığının delili de, söküldüğü zaman tabağın şeklinin bozulmamasidır. Şayet kaplama tabağın kırığını tutturmak için yapılmış ve söküldüğü zaman tabak dağılacaksa, bunu almaya hak kazanamaz. Çünkü kapılara çakılan çivi mesabesindedir. Çünkü altın ve gümüş bu tabakta süs için değil, yarar sağlasın diye kullanılmıştır. Böylece tümüyle ona tabî olmuştur. 1278- "Kim kıl getirirse, onundur" derse ve biri keçi postu kıldan kilim, örtü veya kıl aba getirirse, bunlardan hiçbir şey alamaz. Çünkü kıl ismi deriden kırpılan kıldan başka şeyleri normal olarak kapsamaz. Kıldan dokutulan şeyleri kapsamaz. Nitekim böyle bir elbise ile ana maddesi arasında bir benzerlik de yoktur. İşlenmekle başka bir şey olduğunu böylece anlıyoruz. 1279- "Kim ipek getirirse..." derse ve biri ipek deri yahut deri üzerinden kırpılmış ipek getirse, iki durumda da eşya onundur. Çünkü ipek adı hakiki olarak ikisini de kapsamaktadır. Kırpıldıktan sonra deri ipeke nisbet edilir mi? diye sorulacak olursa, cevap olarak, evet, deriz. Halbuki koyun ve keçi derilerinde durum böyle değildir. Çünkü üzerindeki yün ve kıllara nisbet edilmez. Ve kimse yün deri, demez. 1280- İpek bir elbise getirirse, onundur. Çünkü elbise mutlak olarak ipeke nisbet edilmektedir. Ama "yün veya büzyun getirirse" dediğinde, yün elbise veya büzyun elbise getirildiğinde durum değişir. Çünkü dokumadan sonra mutlak olarak artık yün veya büzyun şeklinde değil, elbise kaydıyla isimlendirilir. Yün elbise, büzyun elbise gibi. Pamuk ve ketende olduğu gibi. Eğirılmiş ipek getirirse, onundur. Çünkü eğirmeden sonra mutlak olarak İpek ismini taşır. Halbuki keten ve pamukta böyle değildir. Netice olarak ipek İsmi, ne olursa olsun İpeke verilmekte ve adı değişmemektedir. 1281- "Kim ipek cübbe veya merv cübbesi getirirse, onundur" derse ve biri yüzü ve astarı kürk yahut samurdan bir cübbe getirse, bu ganimet olur. Yüzü Merv işi, astarı da kürk veya samur olursa, yine ganimettir. Çünkü bu normal olarak ipek ve samur dışında kürke nisbet edilmektedir. Yani yüzü dışında bu isim kürk ve samura verilmekte ve yüz kısmı bunun kapsamına girmemektedir. Yüz kısmının tümüne cübbe adı verilmektedir. Çünkü nisbette asıl, tek başına ismin kapsamına girmeyen şeylerin dışında ismin yalın halinde kapsamına giren şeylerin nisbet edilmesidir. 1282- Astarı Merv işi veya kuhi (bir nevi beyaz elbise) olan ipek bir cübbe getirse, sadece dışını almaya hak kazanır. Astar kısmı ise ganimet olur. Çünkü bu cübbe astara nisbet edilemez. Zira tek başına astara cübbe adı verilmez, ipekten olan cübbe-nin sadece dışına cübbe ismi verilebilir. İpek konusunda daha önce yüze de astara da hak kazandığı zikredilmişti. Bu konuda iki rivayet olduğu söylendiği gibi, ikisinin arasında fark olduğu da ifade edilmiştir. Çünkü astar olmadan tek başına ipek (harir)[5] olan dış yüze, cübbe adı ne hakikaten ne mecazen verilir. Ama ipek (hazz)den mecazen cübbe ismi verilmektedir. Astar samur veya kürk olup lafız hakikaten kullanıldığında mecaz îtiban kalkmaktadır. Merv işi olup lafzın hakikaten kullanılması imkansız ise, mecaz yolu ile kullanılır ve getirene sadece dış yüzü ait olur. Nitekim "kim ipek veya samur yahut kürkten bir cübbe getirirse" der ve biri dışı ipek yahut karışık renkli bir cübbe getirirse, dış yüzü dışında ancak diğer tarafları almaya hak kazanır. Çünkü cübbe ismi ya hakikaten veya mecazen dış yüz dışındaki şeyleri kapsamaktadır. Dış yüz de hiçbir şekilde astara tabî olmaz. 1283- "Kim merv işi bir cübbe getirirse..." der ve biri dışı merv işi, astarı başka şeyden olan bir cübbe getirirse, hepsi onundur. İpek olması durumunda da durum aynıdır. Çünkü bu durumda astarsız dış tarafa cübbe değil, iç gömlek adı verilir. Durumun böyle olduğunu şöyle demesinden de anlıyoruz. "Kim dışı yukarıdaki şeylerden, astarı ise başka şeyden olan bir takke getirirse, onundur" derse ve biri getirirse, hepsi onundur. Çünkü astar ve iç dolgusu olmadan takke meydana gelmez. 1284- Herhangi bir kişi üzerinde gördüğü belirli bir cübbeyi göstererek "Kim bu ipek cübbeyi getirirse, onundur" derse ve biri getirdiğinde astarının samur veya kürk olduğu anlaşılsa, hepsi getirene ait olur. Çünkü burada istihkakı, isim zikretmeksizin ve nisbet de yapmaksızın işaret ile kesinlik üzerine bina etmiştir. İşaret ve isimle nisbetin hepsi bir şeyi tarif içindir. Ancak işaretle tarif halinde, nisbet itibarı sakıt olmaktadır. Çünkü daha önce geçen bütün şeylerin aksine, işaret daha açık ve beliğdir. 1285- "Kim merv işi cübbe getirirse..." sözünden yüz kasde-dildiği kabul edilir. Çünkü belirttiğimiz gibi nisbet dışa yapılmıştır. Halbuki astarsız buna cübbe denilmez. İç dolgu da yüz ve astarın ikisine tabidir. Dolayısiyle cübbenin tümünü almaya hak kazanır. 1286- "Kim ipek bir cübbe getirirse..." derse ve biri astarı ipek olmayan, iç dolgusu pamuk veya ipek olan ipek bir cübbe getirse, sadece dışını almaya hak kazanır. Çünkü mecaz olarak ipekten dış tarafa cübbe adı verilmektedir. Bu isimle astarı da almaya hak kazanamaz. Astarı alamayınca iç dolguyu da alamaz. 1287- "Kim merv işi bir kaftan getirrise..." der ve biri, astarı da iç dolgusu da merv işi olmiyan bir cübbe getirirse, sadece dışını almaya hak kazanır. Çünkü yalnızca dışa kaftan denilir. Bir şallı, iki şal kaftan denilmesi gibi. Ama cübbe böyle değildir. Cübbede yalnızca dış kısım, cübbe değil, gömlek diye isimlendirilir. Dışı da astan da merv işi olduğu halde içdolgu başka şeyden ise, hepini almaya hak kazanır. Çünkü dışa ve astara sahip olmaya hak kazanınca bunlara tabî olan iç dolguya da hak kazanır. Nitekim "kim bir kaftan getirirse" dediğinde, içdolgu kaftan değilse bile, dışa ve astara tabî olduğu için kaftanı getiren kişi onu almaya hak kazanır. Sınırlandırma durumunda da, merv işi olmasa da, iç dolguyu almaya hak kazanır. Bütün söylediklerimiz şalvar için de geçerlidir. Çünkü astarlı olsun veya olmasın, yalnızca tek tarafına şalvar denilmez.[6] [3] Hadid. 57/25 [4] Günümüzde bunlara kürk ve benzeri değişik isimler verilmektedir. (Çeviren) [5] Harir ve hazz (yahut kazz) değişik ipek türleridir. (Çeviren) [6] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/219-229 |