๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 12:48:34



Konu Başlığı: Ganimet tahsisi ve Rasulullah ın özel payı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 12:48:34
Ganimet Tahsisi Ve Rasulullah'ın Özel Payı

 

976- İmam der ki: İhtiyacım açığa vuran kişiye yardım olarak devlet başkanının beşte birden bağış yapması ve gani­met alındıktan sonra bunu kendisine tahsis yapmasında bir

sakınca yoktur.

Çünkü beşte biri muhtaçlara harcamakla mükelleftir. Bu adam da muh­taçtır. Savaşmıyan muhtaç birine bunu vermek caiz olunca, savaşan ve sıkıntı çeken muhtaca verilmesi evleviyetledir. Üstelik bu ve benzerlerinin savaşması sonucu beşte bir ganimet ele geçmişdir.

Bu mesele düşmanın bir definesini bulan kimseye muhtaç olduğunu gören devlet başkanının beşte birini bağışlamasına benzemektedir, Bu da caizdir. Hz. AH1 nin böyle define bulan kimseye şöyle dediği rivayet edil­mektedir: "Beşte biri bizim, beşte dördü ise senindir. Ama hepsini sana vereceğiz" Sonra bu işlem Said b. el-Müseyyib'in Rasulullahtan rivayet ettiği şu hadisin de açıklamasıdır: "Ganimet tahsisi sadece beşte birden

yapılır."

Said'in de şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ganimet tahsisi beşte

birden yapılıyordu."

Yani Rasulullah devrinde ganimet alındıktan sonra muhtaçlara beşte bir

payından tahsis yapılıyordu.

Bundan da anlaşılıyor ki, Rasulullah'ın alınmış bütün ganimetten tahsis yaptığını delil göstererek ganimetin bütününden tahsisin yapılmasını caiz gö­renler yanılmaktadır. Çünkü; Rasulullah'ın hangi paydan tahsis yaptığını bil­memektedirler. Halbuki Rasulullah kendine mahsus paydan tahsis yapıyordu. Rasulullah'ın ganimetlerden üç hisse alma hakkı vardı : Safi, beşte birin beşte biri ve ganimet ortaklarından birine düşen pay kadar pay.

Safi'nin anlamı şudur: Rasulullah ganimet pay edilmeden önce uygun göreceği kılıç, zırh, cariye ve benzeri şeylerden kendine ayırırdı. Bu hak cahiliyyede başka paylarla beraber ordu kumandamnındı. Şair onu şöyle dile getir­miştir: "Dörtte bir ve seçeceğin şeyler, kendine ayıracağın pay, karışımdan önce aldığın ganimet ve dağıtımdan arta kalanlar senindir."

Safi dışında yöneticinin aldığı şeylerin tümü neshedildi. Kalan safi de Rasulullah'a mahsustu. Vefatından sonra o da kaldırıldı. Onun vefatından sonra devlet başkanı için böyle bir hak kalmadı. Ancak Rasulullah'a ait beşte bir pa­yın kendisinden sonra halifelere geçip geçmiyeceği konusunda ihtilaf vardır. Bunu da "es-Siyeru's-Sağir" de açıkladık.

977- Zühri'nin şöyle dediği zikredilir: "Beni Nadir muhiti sadece Rasulullah'a mahsustu. Onu Muhacirler arasında tak­sim ederek Ensardan Sehl b. Hanif ve Ebû Ducane dışında kimseye bir şey vermedi. Çünkü ikisi muhtaçtı. Onlara verdi.

Rasulullah'a mahsus olduğu belirtilenler, şu ayetle belirlenmiştir: "Siz bunun için ata veya deveye binip koşmadınız"[13] Ashabı kiram Beni Nadir'i sa­vaş ve zorla fethetmediler. Beni Nadir, silah dışında, hayvanlarının taşıyabil­diği kadar eşya yüklemelerine izin verilmesi şartiyle teslim olma antlaşması yapmıştır. Yükleyebildikleri şeyler dışında bütün mallan Rasulullah'a kalmış­tır. Bu antlaşmayı yapmalarının sebebi de Allah'ın kalblerine verdiği korkudur.

Günümüzde devlet başkanı bir kaleyi muhasara etse ve bu şekilde kale halkı ile antlaşma yapsa mallan onun mudur, yoksa asker için ganimet midir? diye sorulsa;

Ganimettir, deriz. Çünkü korkulan başkanın şahsından değil, kuvvetin-dendir; Kuvveti de askerledir. Rasulullah zamanında ise onun saldığı korku etrafındakilerle değildi. Ancak etrafındakiler onun himayesinde yaşardı. "Allah seni insanlardan korur."[14]

978- Rivayete göre Rasulullah bu işleminde Ensar'ın da gönlünü etmiştir. Çünkü Muhacirler Ensarın evinde kalıyordu. Ensar'a şöyle buyurdu: "İsterseniz Beni Nadir'i onlar arasında paylaştırayım. O taktirde Muhacirler evinizde kalmaya devam ederler."

Bunun üzerine Sa'd b. Muaz kalktı ve şöyle buyurdu: "Beni Nadir'i Muhacirler arasında paylaştır. Ancak yine bizimle kal­malarına razıyız". Bunun üzerine şu ayet inmiştir:"Onlardan önce (Medineyi) yurt ve iman (evi) edinmiş olan kimseler, ken­dilerine hicret edenlere sevgi beslerler..."[15] Rivayet edildiğine göre o gün Rasulullah ganimetten bir bağış olarak İbnu Ebİ'l-Hukayk'ın kılıcını Sa'd b. Muaz'a vermiştir. Kendine mahsus mal olduğu için Beni Nadir mallarını aldıktan sonra ona vermiştir.

Hz. ömer şöyle der: "Rasulullah'ın üç safisi vardı: Beni Na­dir, Fedek ve Hayber. Beni Nadir sadece karşıladığı ziyaretçi şahıs ve heyetlerin masrafları içindi.

Yani Rasulullah'ın gelen ziyaretçilere ve heyetlere verdiği hediyeler. Fedek ise İbnu's-Sebil içindi. Hayber'i ise üç kısma ayırdı: İki kıs­mını Muhacirlere verdi. Bir kısmı ile de ehlinin geçimini sağlıyordu. Bun­dan bir şey artarsa, onu da fakir Muhacirlere veriyordu.

Burada zikredilen Hayberin tümü değil, bir kısmı içindir. Çünkü bütün rivayetler " eş-Şik" ve "en-Natat" kalelerini müslümanlar arasında onsekiz paya ayırdığında ittifak etmektedir. Bunu paylaşma bölümünde belirtmiştik.

979- Urve'nin rivayetine göre Rasulullah Zübeyr'e Beni Nadir mallarından mamur ve mevat (işlenmiş ve işlenmemiş arazi) iktaında bulundu. Zühri'nin de rivayetine göre Rasulul­lah Beni Nadir'in mamur mallarından Ebû Bekir, Ömer, Sehl ve Abdurrahman b. Avfa ikta yapmıştır. Bazı rivayetlerde ise bataklık araziden vermiştir.

Muhammed der ki, bu haberleri duyan kimse şeriatın bir hükmü olarak ganimet alındıktan sonra tahsis yaptığını sanır. Halbuki böyle bir şey bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa, o da Peygamberin kendisine mahsus paydan bağışlamış olmasıdır. Hz. Ömer'in sorusuna Rasulullah'ın verdiği cevabı bir düşü­nelim: "Ya Rasulullah, Beni Nadir'in mallarını Bedirde alınan ganimet gibi beşe ayırmıyacak mısınız? Şöyle buyurdu: Hayır,

Allah'ın müminlerden ayrı bana tahsis ettiği şeyi onlara mah­sus şey yapmam. Ardından şu ayeti okudu: "Allah'ın beldeler halkından Rasulüne verdiği fey\.."[16]

980- Said b. Müseyyibten ganimetler sorulduğunda şöyle dedi. "Rasulullahtan sonra ganimet bağışı (tahsisi) yoktur.

Daha önce belirttiğimizin aynısını belirterek Rasulullah'tan sonra kimse­nin ganimetten hususi payı olmadığını ve Rasulullah'ın ganimet tahsisi gibi ya-pamıyacağını söylemektedir.

981- İbnu'l-Hanefîyye'den rivayet edildiğine göre Rasulul-lah Bedir günü ganimetten Sad b. Ebi Vakkas'a, As b. Said'in kılıcını bağışladı.

982- Bunun yorumu şöyledir: Rasulullah ona beşte bir pa­yından vermiştir. Çünkü kılıca muhtaçtı. Yahut Cenab-i Hak­kın "Deki; ganimetler Allah ve Rasulünündür" ayetinde bu­yurduğu gibi Bedir ganimetleri tümü ile ona terkedilmişti. O kılıcı kendine almış, sonra Sa'd'a vermiştir.

Bu olay Bedir günü Zülfikan kendine ayırdıktan sonra Hz. Ali'ye verme­sine dair rivayetin benzeridir. Onunla savaşıyordu. Zülfikar Mürebbih b. Haccac'm kılıcı idi.

Rafizilerin Zülfikar'ın gökten Hz. Ali'ye indiğini iddia etmelerini Nubeyh b. Haccac'ın bu rivayeti yalanlamaktadır. Sonra, Rafizilerin bu iddiası yalan ve iftiradan başka birşey değildir. Zaten onların mezhebi yalan üzerine kurul­muştur. Ona Zülfikar adının verilmesi üzerindeki bir yarıktan dolayıdır.

983- Zühri'nin şu hadisi de bununla ilgilidir. "Rasulullah Bedir günü herkesin elindeki ganimetleri vermelerini emre­dince Ebû Üseyd es-Saidi, İbnu Aiz el-Mahzûmî'nin kılıcım getirdi ve ganimetler üzerine attı. Rasulullah'tan bir şey isten­diği zaman onu verirdi. Erkam b. Ebi'I-Erkam yanına geldi ve kılıcı tanıdı. Onu kendisine vermesini istedi ve ona verdi."

984- Seleme b. el-Ekva'ın şu hadisi de bununla ilgilidir. "Rasulullah ashab ile beraber bir seferde iken yanlarına müş­riklerin bir casusu geldi. Beraber yedi, oturup kalktı, sonra ay­rıldı. Rasulullah "ona yetişin ve öldürün" buyurdu. Seleme maratoncu idi. Atla yarışırdı. Ona yetişti. Devesinin yutarını tutarak öldürdü. Rasulullah'a devesini ve eşyasını getirdi. Rasulullah da ganimet olarak ona verdi.

Sanki bunu beşte birden saymış, sonra muhtaç olduğundan ona ganimet olarak vermiştir. Devlet başkanı bu gibi şeylerde yetki sahibidir.

985- İkrime'nin şöyle dediği zikredilmektedir: "Beni Kurey­za muhasarası esnasında Rasulullah, kim düelloya çıkacak? buyurdu. Zübeyr b. el-Avvam çıktı. Safîyye: "Vah biricik yav­rum" dedi. Zübeyr rakibini yendi ve öldürdü. Rasulullah da onun eşyasını ganimet olarak Zübeyr'e verdi.

Vakidi "Meğâzî" de şöyle demektedir: "Bu olayın Beni Kureyza'da oldu­ğunu söyleyen yanılmaktadır. Aksine bu Hayber'de oldu. Düello ve kıtal o gün oldu. Beni Kureyza gününde ne onlardan ne de bizden kimse düelloya ve kitala çıkmadı.

Safiyye de Zübeyr'in annesidir. Ondan başka oğlu yoktu. Düelloya çıkın­ca ona üzüldü ve "Vah biricik oğlum, ondan başka oğlum yok" dedi. Rasu­lullah buyurduğu sözlerle gönlünü yaptı. Öldürdüğü rakibinin eşyasını gani-met olarak Zübeyr'e verdi.

Bu da belirttiğimiz gibi önce kendine mahsus saymış, sonra onu Zübeyr'e

bağışlamıştır.

986- İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre Rasulullah Ne-cid tarafına bir seriyye göndermiş, onlar da çok deve ganimet almışlar. Herbirine oniki deve düştü. Ayrıca birer deve bağış olarak ganimetten aldılar.

Bunun yorumu şudur: Herbirine muhtaç olduğu için beşte bir payından birer deve bağışlamış yahut ganimetten bağışla­nan bu develeri aralarında eşit paylaşmışlardır. Hepsi yaya veya süvari idi. Bize göre ganimetler alındıktan sonra bu nevi bağış caizdir.

Çünkü taksim etme anlamındadır. Ganimet alındıktan sonra bağış (gani­met tahsisi) sadece belirli kişilere mahsus olması halinde caiz değildir.

987- Ganimet alındıktan sonra ve taksim edilmeden önce iç-tihad ve nazar yolu ile meşakkat ve çaba gösteren birine devlet başkanı ganimetten bağış yapsa, sonra ganimet alındığından itibaren bağışı caiz görmiyen bir valiye iş havale edilse, vali uygulamayı bozamaz ve tatbik eder.

Çünkü içtihad sonucu yapılan bir bağışı yerine getirmektedir. İçtihad ko­nusu şeylerde hakimin hükmü geçerlidir. Mesela gaip hakkında delil ile hüküm verildiği zaman bu hüküm tatbik edilir. Çünkü içtihad mahsulüdür.

988- Buna delil olarak İbni Ömer'in şu hadisi gösterilmek­tedir: Şöyle demektedir: "Dahkan ile düello yaptım ve öldür­düm. Komutan bana eşyasını ganimet olarak bağışladı. Ömer de bunu caiz gördü."

Hz. Ömer'in ganimet alındıktan sonra ondan bağışı caiz görmediği sahih olarak rivayet edilmiştir. Çünkü "Ganimet alındıktan sonra ondan bağış yapılmaz" dediği rivayet edil­mektedir. Kendisi vali olsaydı ganimet alındıktan sonra ona bir şey bağışlamazdı.

Ne varki komutan bu bağışta bulunup uyguladıktan sonra Ömer de caiz

görmüştür.

989- Şabara b. Alkama'dan şöyle zikredilmektedir: "Arap olmayan biri ile düello yaptım ve öldürdüm. Sa'd onun eşyasını ganimet olarak bana bağışladı. Sonra bu uygulama Ömer'e anlatıldı. O da tasvib etti.

990- Komutan bütün askere: "Ganimet olarak ne alırsanız beşte birin dışında hepsi eşit olarak sizindir, derse bu caiz olmaz.

Çünkü ganimet bağışından amaç savaşa teşvik etmektir. Bu da bazı ki­şilere özel bağış (tahsis) yapıldığı zaman ancak meydana gelir. Hepsine tahsis yaparsa ondan maksat olan teşvik meydana gelmez. Böyle bir durumda Ra-sulullah'ın vacip kıldığı iki pay ile süvarinin piyadeye üstünlük (iki pay) hakkı iptal edilmektedir. Bu da caiz değildir.

991- Yine "Beşte birin dışında" demeyip "ne alırsanız sizin­dir" derse, bu da caiz olmaz.

Çünkü Allah'ın ganimetlerde vacip kıldığı beşte bir pay iptal edil­mektedir.

992- Mekhul'un şöyle dediği nakledilmektedir: "Devlet baş­kanının beştebir dışında ganimetten bağış yapması doğru değil­dir. Çünkü o fakir müslümanların hakkıdır ve onlara verilir.

Bunun anlamı şudur: Beşte bir dışında kim ne alırsa kendisine aittir, de­mesi caiz değildir. Çünkü bu şekilde bağış fakir müslümanların hakkını iptal etmektedir. Bu da caiz değildir. Bir rivayete göre Rasulullah'a: "Biri halkı korur, diğeri silah taşıyamaz iki kişi ganimetlerde eşit olur mu?" sorulduğunda şöyle buyurdu: "Sizin zafer ve rızıklanmaniz zayıflarınız sebebiyle değil midir."

993- Altın, gümüş ve diğer bütün ganimet mallarından ba­ğış yapılır.

994- Devlet başkanı "kim bir düşmanı Öldürürse Selebi (eş­yası) onundur" dediğinde altın, gümüş ve diğer bütün eşyası ne olursa olsun onundur.

Şam alimlerine göre altın ve gümüşten ganimet tahsisi ya­pılmaz. Tahsis sadece eşyadan olur. Malların ayanından olmaz. Alim ve gümüş de böyle mallardır ve ganimet kapsamında sa­yılırlar. Bunu da ganimet alan kişilerden her birinin muhtaç olduğu kadarını alabilmesinin mubah olmasına kıyas ettiler. Bu şeyler de altın ve gümüş dışmda yiyecek ve hayvan yeminde olur. Hatta bir kişi kendine yiyecek almak için ganimetten para almak isterse, alması caiz değildir.

Fakat bize göre ganimet tahsisi düşmana karşı savaşmak için canı tehlikeye atmak amacıyla yapılan bir teşviktir. Bu amacın gerçekleştirilmesinde bütün mallar aynıdır. Hatta altın ve gümüş evleviyetle bağışlanır. Çünkü fert en değerli şeyini tehlikeye atmaktadır. Nefis olan malın kendisine verilmiye-ceğini bilirse, kendini bu tehlikeye atmaz.

Selebin, çarpışma sonunda alınan eşyanın adı olduğunu daha önce be­lirtmiştik. Rakib düşman öldürüldüğü zaman alınan bütün eşyası Selebdir. Se­leb adı mutlak olarak bu eşyanın tümünü kapsar ve öldüren kişiye aittir.

İmanı, Bera' b. Malikin İranlı Merzubam öldürmesi ve üzerinde otuz bin değerinde cevher ihtiva eden altın ziynet eşyasının bulunduğu ola­yı ile ilgili Ömer'in hadisini buna delil olarak göstermektedir.

Daha Önce bunun değerinin kırkbin olduğu zikredilmişti. Bu taktirde altın ve mücevher süs eşyasının değeri otuzbin, geri kalan eşyanın da değeri onbin demek lazım yahut yukarıdaki rivayette ravinin yanıldığını kabul etmek lazım­dır. Doğrusu, burada zikredilendir. Enes'ten rivayet edilen hadiste şöyle de­mektedir: "Beşte bir payı olarak altıbin dirhemi Ömer'e gönderdik." Bundan da anlaşılıyor ki Merzuban'dan alınan eşyanın değeri otuzbindir.

Rasulullah'm Bedir günü Ebû Cehlin gümüş kaplamalı kılıcını İbni Mesud'a bağışladığı rivayet edilmiştir.

Bu da gösteriyor ki, gümüş ve altından bağış (tahsis) yapmak caizdir.

995- Mekhul şöyle demektedir: "Seleb ancak bir kafiri öl­düren veya esir eden kimse için olur. Düşmanın yenildiği veya fetih günü Seleb olmaz. Elbise, silah, kemer ve hayvan Seleb edilir. Bunun dışında kalan şeylerde ve yiyecek eşyasında Seleb olmaz.

Seleb, bir kafiri öldüren veya esir eden içindir, sözü doğrudur. Çünkü ga­nimet tahsisi ancak gayret ve meşakkat itibariyle olmaktadır. Bu da esir etmek veya öldürmekle meydana gelir.

"Fetih veya hezimet günü Seleb olmaz" sözünden maksat, komutan (ve­ya devlet başkani)nın savaşta öldürülen veya esir edilen kişilerin Selebini ga­nimet olarak dağıtması caiz değildir. Lakin şöyle demesi gerekir: Kim bir düş­manı öldürür veya hezimetten önce esir ederse Selebi onundur. Taki müslü-manların yararını gözetmiş olsun. Çünkü yenik düşenin öldürülmesinde büyük çaba ve mükafat vermeye ihtiyaç yoktur. Fetihten sonra da durum aynıdır.

Ama, "kim bir düşmanı Öldürürse Selebi onundur. Kim de bir düşmanı esir ederse o da onundur." şeklinde mutlak söylerse, hezimet halinde olsun, baş­ka hallerde olsun, İmamın söylediği bu şart müslüman fertlerden herbiri için aynı derecede geçerlidir. Çünkü lafız geneldir. Sadece bir şeyin belirtilmesiyle umumi olan şey tahsis edilmiş olmaz. Belki umumi olarak tatbik etmek lazımdır.

Nitekim Bedir günü müslümanlar müşrikleri yendikten sonra esir aldılar. Sonra Rasulullah esirleri müslümanlara teslim etti. Onlar da fidyelerini aldılar.

"Seleb silah, elbise, kemer ve hayvandan olur. Kafirin diğer eşyası Seleb olmaz" sözü, doğrudur. Yani kafire ait olup da üzerine almıyarak karargahta bıraktığı şeyler Selebe dahil değildir. Çünkü Seleb, şahsın bizzat kendisinden alman şeyin adıdır. Yani müslüman, bir kafiri öldürdüğünde hiçbir engelle karşılaşmadan alabileceği bütün eşyasını kapsamaktadır. Halbuki karargahta bıraktığı eşya için bu mümkün değildir. Kafiri öldürmekle müslüman tek başına buna imkan bulamaz.

Yine, kafirin yiyeceğni yüklediği hayvan varsa, onu da Seleb olarak ala­maz. "Yiyecek eşyası Seleb olmaz" sözünden maksat bu olabilir. Yani bunu savaşta muhtaç olduğu için beraberinde getirmeyip ticaret eşyası mesabe­sindedir.

"Eşyada Seleb yoktur" sözünden maksat, yanında bulundurduğu eşya maldır. Bu da Şam alimlerinin mezhebidir. Biz onunla amel etmiyoruz. Bize göre düşman kişinin elinde bulundurduğu her şey Selebdir ve öldüren kimseye mahsustur.

Doğrusunu Allah bilir.[17]


 
[17] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/123-131