๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:29:41



Konu Başlığı: Emandan sonra müşriklerin saldırıya uğraması
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:29:41
Emandan Sonra Müşriklerin Saldırıya Uğraması


354- İmam Muhammed şöyle dedi : Bir müslüman bazı müşriklere eman verse müslümanlardan başka bir grup onla­ra saldırsa ve erkekleri öldürüp kadınları ve malı aralarında paylaşsa, kadınlarla evlenip çocukları dünyaya geldikten sonra kadınlara daha önce eman verildiğini öğrenseler, bu durumda öldürülenlerin diyetlerini ödemeleri lazımdır.

Müslümanlardan bir kişinin verdiği eman bütün müslümanlar için bağ­layıcıdır. Bu emana göre eman verilmiş olanların malı ve canı emniyet altında olur. Öldürenlerin emanmdan haberdar ise kasden, haberleri yoksa yanlışlıkla katil sayılırlar. Ancak kendileriyle savaşılmadığından Cenabı Hakkm şu hükmü ile diyet vacip olur:

"Şayet aranızda anlaşma olan bir kavİmdense, ailesine diyet ödemek ve mü'min bir köle azad etmek gerekir." [10]

Kadın ve mallar sahiplerine geri verilir. "Bulundukları yer eman al­tında olan bir yer ise köleleştirme olmaz", kuralına göre kölelik de geçersiz olur. Kadınları almalarına mukabil kendilerine mehir ödenir. Çünkü şüp­he altında (yani kadınların durumlarını tam bilmeden) onlarla evlendiler. Kendi mülkiyetleri altında olmayan kadınlarla münasebet kurdukları açıktır. Olayda şüphe bulunduğundan onlara zina cezası gerekmez. Mehir vacip olur, çocuklar da hür olur.

Hür kişilerin çocukları oldukları için kendileri de bedelsiz hür olurlar. Babalarına teslim edilirler. Çünkü evlad anne babadan dince üstün olan hangisi ise, ona tabi olur.

355- Mühelleb b. Ebi Sufra'nın bu konuda şu hadisi zikre­dilmektedir: Hz. Ömer (R.A.) devrinde Ehvaz bölgesinde bir şehri kuşattık ve fethettik. Daha önce Hz. Ömer'le bir antIaşmalari varmış. Onlardan aldığımız kadınlarla beraber ol­duk. Mesele Hz. Ömer'e ulaşınca bize şöyle yazdı: Çocukları­nızı alınız ve kadınları kendilerine geri veriniz.

Atâ da rivayet ederek şöyle demektedir: Tuster şehri savaş yapılmadan fethedildi. Sonra halkı kafir olunca muhacirler onlarla savaştılar ve yağmaladılar. Müslümanlar kadınlarıyla evlendiler ve çocukları dünyaya geldi. Bunu duyan Hz. Ömer kadınların hür bırakılmalarını ve evlendikleri kadınlardan ayrılmalarını emretti.

Bunun açıklaması şudur: Bunlar küfre dönerken o yere elkoymadılar ve şirk hükümlerini orda uygulamadılar. Orası darulharp da olmadı. Bunun için Ömer onlara bu şekilde davrandı.

Şüveys de şöyle naklediyor: Misan beldesinde sulbümden kızlar ve erkek­lerin bulunmasından korktum. Bu ne demektir? diye sorulunca; şöyle dedi: Bir zamanlar bir cariye almış ve onunla evlenmiştim. Ömer'in mektubu gelince halkla beraber ben de onu bıraktım.

Korkmasının sebebi şudur: Yanında hayız görmeden onu bırakmıştı, oysa Üç hayız görmeden onu bırakmaması gerekirdi, çünkü hür idi.

Onunla şüphe altında evlendiği için üç hayız müddeti iddet beklemesi ge­rekirdi. Gebe olup olmadığını anlayıncaya kadar onu bırakması doğru değildir.

356- Ebû Cafer Muhammed b. Ali şöyle rivayet etmek­tedir: Halid b. Velid'in Beni Cezîme'ye karşı yaptıkları Rasul-lullah'a ulaşınca koltukları görününceye kadar ellerini havaya kaldırdı ve şöyle buyurdu: "Allahim, Halid'in yaptıklarından beri olduğumu sana bildiririm. Üç defa tekrar etti." Sonra Hz. Ali'yi çağırdı ve şöyle buyurdu: "Şu malı al, Benu Cezîme'ye götür. Cahiliyye işlerini ayağının altına al." Cahiliyye döne­minde Mekke halkı ile Benu Cezîme arasında meydana gelen çatışma ve düşmanlıkları kast etmektedir. Halid onlardan ne aldıysa kendilerine geri götür, dedi. Ali de Halid'in aldığı malı aldı ve kendilerine götürdü. Hatta köpeğin yalağına varıncaya kadar istedikleri her şeylerini verdi. Sonra Ali'nin yanında biraz mal artması üzerine onlara döndü ve şöyle dedi: Bu arta kalan mal Rasulullah'tan size gönderilmiştir. Halid'in aldığı, ancak sizin de onun da tanımadığı maldır. Onu kendilerine terketti. Sonra döndü ve Rasulullah'a durumu anlattı.

Bundan anlaşılıyor ki müslümanlar eman veya ahid altında olan yerlerden mal ve kişi cinsinden aldıkları bütün şeyler sahiplerine iade edilir. Halid bunları hata ile almıştır. Bu gediği Rasulullah'ın kapatması gerekiyordu. Çünkü kuvvet ve desteğini ondan almıştır. Onun için bu şeyleri kendisi yerine getirdi yahut yerine getirilmesi için kendi malından teberruda bulundu. Bunu bu şekilde anlamak daha iyidir. Çünkü âkile[11] durumu, mallarda değil, kan diyetlerinde olur. Malın harcanmasında diyetin mutlak olarak kullanılması mecazidir ve fedakarlığın yapılmasını teşvik içindir. Hakikatte diyet ismi ferdin bizzat feda­karlığını ifade eder. Ancak ödeme manasında mutlak kullanıldığında mecaz olarak mal için de kullanılması caizdir ve fedakarlığın yapılmasını teşvik içindir.

Yine bu rivayet, malum mal ile meçhul haklar üzerinde anlaşmanın caiz olduğunu gösteren bir delildir. Çünkü Ali şöyle diyor: Bu mal sizin ve onun bilmediği şeyler karşılığıdır. Rasulullah da onun bu uygulamasını benimsedi.

357- Şöyle der: Müslümanlar bir kaleyi veya şehri muha­sara ederken oranın halkından müslüman olmaları halinde malı, canı ve küçük çocuklarına dokunulmaz. Çünkü Rasu­lullah şöyle buyurmaktadır: "Kelime-i Şehadet getirirlerse hak ettikleri dışında mal ve canlarını benden korumuş olurlar." Cenabı Hak Buyuruyor: "Eğer tevbe eder, namaz kılar ve ze­kat verirlerse yollarını serbest bırakın!..."[12]

Müslüman olanların eşi ve büyük çocukları İslama girme­dikleri takdirde fey' sayılırlar. Çünkü küçük çocukları baba­larına tabi olarak müslüman olmuş sayılırken, eşi ve büyük ço­cukları onun İslama girmesiyle İslama girmiş olmazlar. Bunlar harp ehli olarak kalırlar.

358- Buna delil olarak Zühri'nin rivayet ettiği şu hadis zikredilmektedir: "Sa'ye'nin çocukları Sa'lebe ve Üseyyid ile Üseyyid   bin Ubeyd Rasulullahın kuşatması altında bulunan Benu Kureyza'ya şöyle dediler: Ey Benu Kureyza halkı! İslama giriniz, kanlarınız ve mallarınız kurtulur. Allah'a yemin ederiz ki Heyyibân oğulları bunu daha önce size haber vermişlerdir." deyince: "Hayır, olmaz!" cevabını verdiler."

Heyyibân hikayesi meğâzî kitaplarında şöyle anlatılmak­tadır: Şam papazlarından biri Rasulullahin Peygamberliğin­den önce Medine yahudilerinin yanına gelmişti. Öleceği sırada onları topladı ve şöyle dedi: Şam bölgesini kastederek: İçki ve bolluk yerini bırakıp kıtlık ve zorluk yeri olan buraya gelişimin sebebini biliyor musunuz? Hayır, dediler. Şöyle dedi: Zamanı yaklaşan bir Peygamber için geldim. Burası da hicret edeceği yerdir. Ona yetişmeyi çok isterdim. Sizden kim ona ulaşırsa benden selam söylesin ve ona iman etsin.O peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin en hayırhsıdir.

Devamla şöyle dedi: Rasulullah'm hükmüne boyun eğdik­leri günün akşamı Sa'ye'nin çocukları ve Ubeyd oğlu R as ulu I -laha gelerek müslüman oldular ve kanları ile mallarını kurtar­dılar.

Bu da gösteriyor ki kuşatma altında olmayan kişinin İslama girmesiyle emniyete kavuştuğu gibi kuşatma altındakinin de müslüman olmasiyle herşeyi emin olur.

359- Hz. Ömer'in şöyle buyurduğu rivayet edilir : "Müslümanlardan birisi düşmandan bir adama parmakla işaret edip "Gelirsen öldürürüm" diye söylese ve o da gelse, e-min olur. Onu öldüremez."

Bundan sonra diyoruz ki, işaretiyle onu gösterse ve kafir de bunu anlamazsa, yine emniyettedir.

Çünkü işaretle onu kendine çağırmıştır. Bu şekilde korkan değil, ancak emin olan kimse çağrılır. "Gelirsen Öldürürüm" sözünü kafirin araştırmadan anlaması mümkün değildir. Bunu da ancak kendisine yaklaşmakla gerçekleş­tirebilir. Onun için işaretin zahiri ile emanın varlığını kabul etmek ve hıyaneti önlemek için bunun dışındaki ihtimalleri unutmak gerekir. Çünkü işaretin zahiri onun için bir emandır. Bu emanı kaldırıyorum manasında söylediği "gelirsen Öldürürüm" sözü, kafir bunu bilmediği sürece, bir şey ifade etmez; o kişi hala güvencede sayılır. Çünkü Cenab-ı Hak buyuruyor :

"...Sen de onlarla yapılan anlaşmayı aynı şekilde boz... " 178. Yani hem siz hem onlar emanın bozulduğunu açıkça bilmesi gerekir. "[13] Bu manaya işaret ederek şöyle buyuruyor: "Şüphesiz Allah hainleri sevmez."[14]

Eman sözün ihtimalinden anlaşılacağı gibi, işaretin ihtimalinden de anlaşılmaktadır.

360- Hürmüzan hadisinde bu olay şöyle anlatılmaktadır. Ömer onu getirtip konuşturunca şöyle dedi : Diri sözü mü yok­sa ölü sözü mü söyliyeyim? Diri sözü, deyince şöyle dedi: Biz de siz de cahiliye hayatı yaşıyorduk, iki tarafın da dini yoktu. Siz Arapları köpekler mesabesinde tutardık. Allah sizi dinle des­tekleyip aranızdan Peygamber gönderdi diye biz size boyun eğemeyiz. Ömer: Sen elimizde esir olduğun halde mi bunu söy­lüyorsun? Öldürün bunu, dedi. Hürmüzan cevap verdi: Esire eman verdikten sonra öldürmeyi Peygamberiniz mi öğretti size? Ömer: Ne zaman eman verdim, diye sorunca şöyle dedi: Diri sözü söylememi istedin. Kendinden korkan kimse diri olmaz. Bunun üzerine Ömer: Allah belasını versin. Ben farkın­da olmadan herif eman almış, dedi. Bu da eman konusunda genişliğin esas olduğuna delildir. Devlet başkanı bir kavme eman verdikten sonra onu bozmak isterse, bozabilir. Çünkü Cenabı Hak şöyle buyuruyor: "Sen de onlara karşı anlaş­mayı bozarak aynı şekilde davran."[15]

Eman, müslümanların kendi kuvvetlerini korumaları açısından o zaman Önemli sayılıyordu. Bu da belirli vakitlere mahsustur. Bu vakitler dışında müslümanlar eman anlaşmasını koruma veya bozmada serbesttir­ler. Çünkü güçlendikten sonra kafirlerle savaşma imkanına sahip bulun­maktadırlar.

362- Emanın kaldırılması, kaldırıldığının onlara duyurul­ması ve önceki vaziyetlerine iade edilmeleriyle gerçekleşir. He­nüz kaleleri içinde olsalar bile emanın bittiğini duyurduktan sonra kendilerine savaş açmanın bir sakıncası yoktur.

Çünkü sığmakları içinde önceki durumlarını hala korumaktadırlar.

363- Şayet sığmaklarından çıkıp müslüinanların kararga­hına gelmişlerse, eski yerlerine dönünceye kadar emin olup kendilerine dokunulmaz.

Çünkü eman dolayısıyla meydana çıkmışlardı. Eski yerlerine dönmeden emanları kaldırılacak olursa hıyanet olur. Halbuki Allah hainleri sevmez.

364- Cenabı Hakkın şu hükmü buna delalet etmektedir: "Müşriklerden biri sana sığınırsa, Allah'ın sözünü dinlemesi için onu güvene al. Sonra onu güven içinde olacağı yere ulaş­tır..."[16] Muaviye ile ilgili hadis de buna delil gösterilmiştir. Şöyle ki, kendisi ile Rumlar arasında bir ahid vardı. "Ahdi ye­rine getirir sonra kendilerine saldırırız." der gibi onların yur­dunu gösteriyordu.

Yani ahid belirli bir müddete kadardı. Müddetin sonuna doğru onlara yak­laşmak ve bitiminde saldırmak İçin ülkeleri istikametinde hareket etti.

O esnada yaşlının biri: Allahu Ekber! Hıyanet değil, ahde vefa! diye sesleniyordu. Bu yaşlı Amr b. Anbese es-Sülemi idi.

Sözlerinden anlaşıldığına göre Muaviye'nin davranışında ahde vefasızlık olduğu anlaşılmıştır. Çünkü kendilerine saldırmak niyyetiyle ülkelerine doğru yürüdüğünden onların haberi yoktu. Aksine eman için kendilerine yaklaştığını zannetmişlerdir.

Bunun üzerine Muaviye: Hıyanet değil, ahde vefa, demekle neyi kaste­diyorsun? diye sorunca; şöyle dedi: Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kendisi ile bir kavim arasında ahid bulunan kimse, ahdin süresi dolmadan, bozduğunu kendilerine duyurmadan ve kendi başına ne bir düğüm çözsün, ne de bağlasın."

Şeklen ve manen ahde hıyanete benzer herşeyden sakınmanın vacib oldu­ğuna bu bir delildir.[17]




[10] Nisa: 4/92

[11] Akile, öldürülen kişinin kan diyetinin katil yerine, başkası tarafından Ödenmesi demektir. (Çeviren)

[12] Tevbe : 9/5

[13] Enfal : 85

[14] Enfal : 85

[15] Enfal : 58

[16] Tevbe : 6

[17] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 1/261-266