๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:24:36



Konu Başlığı: Eman verilenin tasdik edildiği ve edilmediği yerler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:24:36
Düşmandan Eman Verilen Kişinin Tasdik Edildiği Ve Edilmediği Yerler


423- Müslüman ordusu bir sığmağa yahut kaleye uğrar ve yanında dururken orada bulunan savaşçılar: Malımız ve aile efradımız için bize eman verirseniz size kapıları açarız, derse ve kendileri de eman verdikten sonra kapıları açarsa, her ne kadar kendilerini belirtmemiş de olsalar, eman altında olurlar.

Çünkü "bize" anlamındaki zamir, konuşan kimsenin konuşacağı şeyleri kendi nefsine ilave etmekten kinayedir. "Ala" sözü de şart içindir. Nitekim Cenab-i Hak şöyle buyuruyor: "Allaha ortak koşmamak şartiyle sana biat etmek üzere geldikleri zaman..."[36]yine buyuruyor : "Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek gerekir"[37]Yani bu şartla. Böylece anlıyoruz ki bize eman verin, derken kendilerini de dahil etmişlerdir. Müslümanlar da eman verdikten sonra onlar emin olurlar.

424- Sığınakta bulunanlar eman aldıktan sonra dışarı çıkar ve müslümanlara : İşte bunlar bizim yiyeceklerimiz, bunlar da ailemiz ve akrabalarımızdır, derse adaletli iki müslüman şahi­din ifadesiyle beraber delil bulunmadıkça tasdik edilmezler.

Çünkü mahzende bulunan bütün şeylerde sebebin zuhura ile haklan da sabit olmuştur. Onlar, müslümanların hakkı sabit olduktan sonra hak iddia e-diyorlar. Delil olmadan sözleri tasdik edilmez. Adil müslümanların şahitliği dı­şında müslümanlan bir hüccet bağlamaz. Mesela alış verişte taraflardan birisi şart muhayyerliği[38] olduğunu iddia etse, bu iddiası ancak delil ile geçerli olur.

425- İmam Muhammed der ki; Bu konuda kıyasla amel etmek mümkün değildir. Çünkü kapıları açmadan Önce mah­zende mal ve yakınları için şahit gösterecek adalet sahibi iki müslüman şahit bulamazlar. Erkeklerin muttali olamadığı şey­lerde şahitlerden erkeklik şartı düştüğü gibi burada da zaruret sebebiyle şahitlik ile ilgili normal hükümler geçerli olmaz ve istihsanla amel etmek gerekir. Onun için diyoruz ki, ganimet alınanlar onların iddiasını tasdik ederse, sözleri sabit olur ve hepsi eman altında sayılırlar. Çünkü mahzende hepsi bir arada idiler.

Bir şey üzerinde birbirlerini tasdik ederlerse, ona itibar etmemiz lazımdır.

Çünkü aralarında bulunan şeyin hakikatine nüfuz etmek elimizde olma­dığından kendi tasdiklerinin zahirine bakılarak hüküm verilir. Söylediklerini yalanlarlarsa, fey1 olurlar.

Çünkü yalanlama halinde eman için gerekli sebeb sabit olmaz. Eman al­tında olanların mahzenden çıkanları kendi ehlinden sayan iddiaları ancak delil ile sabit olur. Bu konuda mücerred haber vermeleri delil olmaz. Çünkü birin­cinin hilafına yalanlama ile kendilerine karşı çıktılar. Burada sebep birbirlerini tasdik etmeleriyle sabit olmuştur. Biz de buna göre eman verdik ve onlar eman altında oldular.

426- Bunlar kendilerini yalanladığı zaman başka kimselerin yakınları olduklarını iddia etseler, sözleri tasdik edilmez.

Çünkü sözleri çelişmektedir. Sözü çelişkili olana itibar edilmez.

Yine biz sözlerini tasdik ederken istihsan kabilinden kabul ediyoruz. Bu da böyle batıl birşeyde birbirini tasdik etmeğe cesaret edemiyeceği kanaatinin hasıl olmasıdır. Bu ise iddia anında kaybolmaktadır. Onun için mahzendekilerin hepsi fey' olur. Ancak eman altında olanlar ve başlangıçta yakınları olduklarına dair kendilerini tasdik edenler müstesnadır.

427- Onlardan bir kişi, mahzenden çıkanların bir kısmı benim ehlimdir, başka bir kişi de, benim ehlimdir, diye iddia etseler ve çıkanlar da bunlardan birini tasdik etse onun ehlin­den sayılır ve eman altında olur. İkisini de tasdik etmezse fey1 olurlar.

Çünkü eman için gerekli sebep iki taraf arasında sabit olmamıştır.

428- Ehli demek; büyük küçük, kadın erkek, oğlu ve eşi gibi şahıslardır.

Kıyasta ise ehli sadece eşidir. Çünkü örfe göre evli olan kimseye müte-ehhil denir. Evli olmıyana da müteehhil olmıyan denir. Bir cemaat bu görüşte ise de İmam Muhammed şöyle demektedir :

Ehil sözü, erkeğin evinde barındırdığı ve geçimini sağladığı herkese şamildir.

Nitekim Hz. Nuh kıssasında çocuğun ehilden olduğu belirtilmektedir. "Şüphesiz oğlum ehlimdendir."[39] Hz. Lut kıssasında da Cenabı Hak eşi ehil-den istisna etmiştir: " Eşi hariç onu ve ehlini kurtardık"[40] Nuh kıssasında yine şöyle denilmektedir: "Her cinsten birer çifti ve aleyhinde hüküm verilmiş olanın (yani eşinin) dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir, dedik"[41] Böylece anlıyoruz ki ehil sözü kadın eş dışındaki aile fertlerini kapsı­yor. Bir kaç kişiye baktığı zaman: falancanın ehli çoktur, denilir. Bu durum, örfe göre ehil ve eş sözü eşit şekilde kullanıldığından ileri gelmektedir-

429- Kendisinden ayrılmış büyük oğlu ehlinden sayılmaz. Yine evli olup da kocasının evinde olan kızları da ehlin dışın­dadır.

Çünkü nafakası ona ait değildir. Ehil ise akrabası olsun veya olmasın evin­de barındırdığı ve geçimini sağladığı kimselerdir.

430- Bu konuda birbirlerini tasdik ederlerse emin olurlar. Taraflardan biri iddia eder, karşı taraf onu yalanlarsa, iddia eden taraf fey1 sayılır. Yalanlıyan taraf "ben yanildım" der ve sözünden dönerse, artık tasdik edilmez.

Çünkü sözünde çelişki bulunmakta ve yalanlamasiyle müslümanların hak­kı daha önce sabit olmuş bulunmaktadır. Sözünden dönerek diğer tarafı tasdik etmesiyle bu hak batıl olmaz.

431- Ailelerimiz için bize eman verin derlerse ve mesele aynı ise, onlardan her şahsın ailesi, ülkelerinde baba tarafından kendilerine nisbet edilen akrabalarıdır. Nitekim ülkemizde müminlerin emirinin ehli, Abbas oğulları, Hz. Ali soyundan ve Talha ile Zübeyr soyundan gelenlerdir.

Evden maksat, oturulan ev değildir. Ondan maksat soydur, aile nesebidir. İnsan babasının kavmine mensubdur.

Böylece anlıyoruz ki ehli, nesebini teşkil eden aile zinciridir. Kendisi ile tanındıkları babalarının ehli olmaktadırlar.

432- Eman altında olan kimsenin annesi, eşi, anne bir kar­deşleri, teyzeleri ve dayıları, evinde olsalar bile ehlinden sayıl­mazlar.

Çünkü kendisinin mensub olduğu kimseye değil, başka birine mensup­turlar. Nitekim halifelerin cariyelerden olan çocukları hilafet evine mensup olup halife olabilirler.

433- Yine âl'imiz için eman verin diyebilir. Ehli va âli, sözleri örfe göre aynıdır, cinsim için eman verin derse, yine durum aynıdır.

Çünkü insan anasının kavmi cinsinden değil, babasının kavmi cinsin-dendir. Nitekim Rasulullah (S.A.V.)'in oğlu İbrahim, annesi kıptî olmasına rağmen kendisi Kureyş'tendir. Yine İsmail annesi Hacer'in kavmi cinsinden değil, babası Hz. İbrahim'in kavmindendir.

434-  Akrabalarım, yakınlarım veya nesebime bağlı olanlar için eman verin diye taleb ederse;

Ebû Hanife'nin kıyasına göre bu bütün yakınları için geçerlidir. Bu ko­nuyu "ez-Ziyâdât" kitabında "vasiyetler" bölümünde açıklamıştık. Ancak bu konu ile vasiyyet konusu arasında iki açıdan fark vardır :

a- Ebû Hanife'ye göre vasiyyet en yakın akrabadan başlar ve geriye doğru gider. Burda ise yakını da uzağı da bütün akrabalar eman altına girer. Ara­larında fark yoktur. Çünkü bu sıla yolu ile gerekli olan bir şeydir. Sılada ise insan- yakın ile uzak arasında tercih yapar, yakından uzağa doğru tasnif eder. Ama can kurtarma durumunda insan yakın veya uzak akraba aynmı yapmaz.

Birinci durumda (yani vasiyette) uzağı ve yakını eşit tutmak yakına zarar getirir. Hakkını azaltır. Uzak olanı ortak yapılırsa, yakına zarar gelmez. Çünkü uzak olana eman verilse de, verilmese de kendisi eman atına girer.

b- Yakına yapılan vasiyette oğlu veya babası dahil olmaz. Herhangi bir sebepten dolayı ona varis olmasalar bile durum değişmez. Emanda ise istihsan yolu ile oğlu da babası da dahildir. İkisinde de kıyas aynıdır. Çünkü akrabalık sözü herhangi bir vasıta ile başkasına akraba olan kimseyi de içine almaktadır. Ama vasıtasız olarak başkasına yakın olan akrabalıkla mensub olandan daha yakındır. Cenabı Hakkın şu ayette akrabaları ebeveyne atfetmesi de bunu desteklemektedir.

"Ana babaya, yakınlara uygun bir tarzda vasiyet etmesi"[42], Ancak is­tihsan yolu ile şöyle demektedir :

435- Akrabaları için eman taleb etmesi onlara acıdığından onları kurtarmak içindir. Babasına ve oğluna olan şefkati diğer akrabalara şefkatinden daha büyüktür. Bu açık olduğundan onları da emana dahil ettik. Dahil etmeseydik kişinin babasına akrabamdır, demesi hakaret olurdu. Eman işlerinde de onu dı­şarıda bırakmak yahut başkasına eman isteyip onu kurtar­mamak insafsızlıktır. Burada onları da dahil edersek ilgisizlik ve ebeveyne itaatsizlik sözkonusu olmayıp iyiliğe daha yakın olur. Bunun için emana dahil edilmişlerdir.

436- Yiyecekleri için eman verildikten sonra daha kaliteli yiyecekler olduğunu iddia etseler mahzen sahiplerinin hangi­sinin elinden alınmışsa ondan sorulur. İddia ettikleri gibi çıkar­sa talebleri yerine getirilir. Aksi halde fey1 sayılır.

Çünkü anlıyoruz ki mal adamın elinde olduğu sürece onun sayılır. Nitekim kendi şahsı hakkında da sözü geçerlidir. Belirttiğimiz gibi bu iş esasında iddia eden kişiyi tasdik etme meselesine racidir. Yiyeceklerde de durum aynıdır. Daha önce elinde olan kimsenin tasdikine bağlı olur. Şu anda elinden çıkmıştır, denemez. Çünkü elinden çıkmasının sebebi ganimet olarak almmasıdu; Eman ile sabit olan, bu sıfata dahil olan mesabesinde olmaz. Yine bu mana nefislerde mevcuddur. Hükmen ganimet yolu ile alınmış gibi olmuştur. Bununla beraber onları bu konuda tasdik etmek esas ilkeye itibar edilmesi sebebiyledir.

437- Bu yalanlamadan sonra başka bir yiyecek iddiasında bulunsalar, tasdik edilmezler.

Çünkü ilk iddialarından anlaşılmıştır ki mahzende olduğunu iddia ettikleri yiyeceklerden başka şeyleri olmamıştır. Kitapta tercih ettiğimiz mefhum yolu ile de bu iş sabit olmuştur. Sonra ikinci iddialarında çelişkiye düşmüşlerdir.

438- Yiyecek elinde olan kimse onları yalanlıyarak bu şeyler benimdir, dedikten sonra tekrar onları tasdik ederse bu sözüne itibar edilmez. Çünkü bunda çelişki vardır. Yalanlama ile gani­met mah olma gerçekleşmiştir. Bu şeyler artık fey' olur.

439- Yiyecekleri eman altındakilerin elinde görürsek ve on­lar da: Bunlar, bize eman verdiğiniz yiyeceklerimizdir, derler­se sözleri muteberdir.

Çünkü sahip olma hakkı onlarındır. Zahire göre bu onlar için bir şahittir. Aksi ortaya çıkmadıkça hüküm ona göre verilir.

440- Sözü muteber kabul edilen herkese devlet başkanı yemin ettirir.

Çünkü haber verdiği şeylerde genel olarak doğru kabul edilir. Yemin de edecek olursa artık sözü tam geçerli olur. Ayrıca yeminle beraber, şer'an yalan töhmeti de kalkmış olur.

Sadece Allah adına yemin ettirilirler.

Çünkü Rasulullah (S.A.V.) : "Sizden kim yemin edecek olursa Allah'a yemin etsin, değilse yemin etmesin" byurmuştur. Ama eman altındaki kafir ise mukaddes şeyler üzerine ciddi bir şekilde yemin ettirilir.

Hristiyan ise: "İncili Hz. İsa'ya indiren Allah'a" Yahudi ise "Tevratı Hz. Musa'ya indiren Allah'a" şeklinde yemin ettirilir.

Çünkü bu ziyadelik halinde yalan yeminden kaçınma ihtimali daha büyüktür. Zaten burada yemin ettirmekten maksat da budur.

Mecûsîise : "Ateşi yaratan Allah'a" yemin ettirilir.

Bu da aynı amaçla yapılmaktadır. Ancak birçok alimlerimiz Mecüsîye ancak Allah adına yemin ettirilir, çünkü bu ziyadelikte ateşe bir tazim vardır.

Halbuki ateş diğer yaratılmış varlıklardan farklı değildir, görüşündedirler. Ama hıristiyan ve yahudiye ettirilen yeminde durum böyle değildir. Her iki yemin şeklinde de iki Peygamber ve iki kitaba ta'zim vardır. Bu da doğrudur.

441- Yakınları için eman aldıktan sonra adam: Bu benim ehlimden değildir derse ve esir alınan da tasdik ederse, sonra adam; hayır, ehlimdendir, diye kendi iddiasını yalanlarsa, sözüne itibar edilmeyip esirin dediği geçerlidir.

Çünkü ilk iddiasiyle esir eman sahibi olmuştur. İkinci sözü (kendini yalanlaması) ile bu emanı iptal etmeğe çalışmaktadır.

442- Sözünde çelişki olmadığında bile tasdik edilmezken, bunda nasıl tasdik edilebilir. İddai eden değil de, ehlimdendir diye iddia edilen kişi sözünden dönerse, bu kişi fey' olur.

Çünkü müsümanlann kölesi olduğunu kendi diliyle söylemiştir. Söz-konusu kişi eman verilenin ehlinden olsa da artık kendi ikrarı önem kazanır.

Ama idia eden kişi onun kölesi veya cariyesi olduğunu iddi etse ve iddia edilen kişi de onu tasdik ettikten sonra, ben köle değilim, derse, artık sözükabl edilmez ve köle olur.

Çünkü tasdik etmesiyle onun ölesi olmuştur. Bundan sonra onun mül­künü iptal etmede sözü geçerli olmaz. Kişinin mülkü kendi ehlinden olduğu için ona masraf eder ve eman kapsamında olur.

443- İddia jsahibi: Bu ehlimden değildir, kölem de değildir, derse ve hakkında iddia varid olan kimse onu yalanlarsa, o zaman fey' olur.

Çünkü iddia sahibi mülkünde ganimet sahiplerinin hakkı olduğunu itiraf etmiştir. Bu da onun bizzat kendi aleyhinde itirafıdır.

Ancak devlet başkanı onu öldüremez.

Çünkü başlangıçta ikisinin de köle olduğunu kabul etmeleriyle bu adam eman altına girmiş olur. Bundan sonra öldürülmesi mubah olursa iddia sahibi­nin iddiası ile ancak öldürülmüş olur. Halbuki kanının dökülmesinin cevazında onun sözü hüccet değildir.

444- Kısasa müstehak olduğunu itiraf etmesi gibi sözünde çelişki olmadığı hallerde durum böyle olunca, çelişki olduğun­da sözü hiç muteber olmaz. Şayet iki taraf da mülkü olmadığını itiraf ve birbirlerini tasdik ederse o zaman devlet başkam er­kek olanı öldürebilir. Kadın ise öldüremez.

Çünkü iddia edenin itirafı ve iddia edilenin tasdiki ile onun mülkü olma­dığı sabit olmuş ve eman kapsamına girmediği anlaşılmıştır. Kanının mubah olduğuna dair itirafından dolayı da töhmet altına girmiş olmaz.

445- Nitekim kendi aleyhinde kısasla itirafta bulunsa ikrarı sahih olur. İster hür, ister köle olsun fark etmez.

İddia sahibi: Bu ehlim arasında bulunan oğlumdur" derse ve erkek olan esir onu tasdik etse ve devlet başkanı ikisinden de şüphelense, sadece iddiaya konu olana yemin ettirir. Yemin ederse hür olur, etmezse fey' sayılır.

Ganimet toplıyanların malı olduğunu kendisi itiraf etmiş olur. Çünkü caymak ikrar etmek mesabesindedir.

Ancak öldürülmez.

Çünkü karşılıklı tasdikleriyle eman altına girmiştir.

Bundan sonra ölürülmesi caiz olrs, inkar ettiği için caiz olur. İnkar et­mek, öldürmenin mubah olması için delil olmaya elverişli değildir. Delili de, kısas cezasını hak ettiği idia edilen kişinin yemin etmeyi kabul etmeme­si halinde kendisine kısas cezasının uygulanmamasıdır. Bu da onun gibidir.

İsa bin Ebn bunun yanlış oldğunu söledi. Çükü brada ödürmenin mubah olması, inkar itibarile değil,aslın mubah olmasıladir.Kişininkanım dökülmesi mubahtı ve iar etmesiyle ödürülmesine engel olan eman da ortadan kalkmış olur. Bu da katilin, organını velisinin kestiğini iddia etmesi ve velisinin bunu inkar edip yemin etmesi mesabesinde olur. Bu durumda kısas uygulanır ve bu yemin ile öldürme sayılmaz.

Fakat kitapta söylenen, daha doğrudur. Çünkü temelde var olan mübah-lık, adamın iddia eden kişinin ehlinden olduğuna dair karşılıklı birbirlerini tsdik etmesiyle ortadan kalkmıştır. Bundan sonra ödürülmesi caiz, olrusa, inkar ettiği için caiz olur. Halbuki inkarda şüphe ve ihtimal olduğundan o da caiz olmaz. Yalan yeminden kaçınmak sebebiyle olabileceği gibi, doğru yemine yanaşmamak sebebiyle de olabilir İddia eden kişiye yemin ettirilmez. Çünkü yemin ettirmekten amaç gerçekleşmemiştir. Çünkü köleliğin hak edilmesi ve Öldür­menin mubah olması ile ilgili şeylerde oğlu hakkında sözü geçerli değildir. Ye­min ettirmekten maksat da odur.

446- Yiyecek şeyleri için eman verilen kimse henüz kimsenin mülkiyetine geçmiyen eşya için: Bunlar da benimdir, der­se ve o şeyler de söylemeden Önce müslümanların eline geçmiş­se, ancak müslümanlardan getireceği adaletli bir delil ile sözü tasdik edilir. Değilse edilmez.

Daha önce kimsenin malı olduğu bilinmediğine göre zahire bakarak o anda kimin elinde ise ona ait kabul edilir. Buna göre onda hak müslüinanlarındır. İddia sahibi bu iddiası ile müslümanların ona sahip olmalarını gerektiren zahir bir sebebi iptal etmektedir. Sözü de bunun için hüccet olmaz. Müslümanlardan adaletli bir delil getirmesi lazımdır.

447- Mal müslümanların eline geçmeden önce bunu söyle­seydi yemin ettirildikten sonra sözü geçerli olurdu.

Çünkü mahzende olan şeyler orada olduğu sürece kendisi onlara müslü­manlardan daha yakındı. Bu iddiada bulunduğu zaman sanki o şeyler onun mülkiyetinde idi.

448-  Her iki tarafın elinde ve ikisi de kendi malları oldu­ğunu iddia ettikleri halde devlet başkanının yanma varırlarsa, yemin ettirildikten sonra mal eman altında olan kimsenin olur.

Çünkü asıl itibariyle onun mala yakınlığı müslümanlardan önce idi. Bili­yoruz ki müslümanlar sonradan ona ulaştılar. Asıl baki oldukça müslümanların ulaşması muteber değildir.

Nitekim onu eman altındaki birinden aldıklarını bildiğimizde bu mal hak­kında onun sözü geceli olursa, burada evleviyetle geçerli olur.

449- Ancak mahzen sahiplerinden bir gurup ve müslüman­lardan bir gurup ona tutunmuş olarak devlet başkanına gittik­lerinde mahzen sahipleri onun eman atında bulunan kişiye ait olduğunu ikrar ederlerse, onların sözü kabul edilir.

Çünkü temelde onların elinde di. Onun için müslümanlarm elinde olma­sına İtibar edilmez.

450- Ama onlar emirin yanına varırken mal sadece müslü-manlarm elinde ise, ona itibar edilir.

En başta elinde bulunduranın hakkı yok olmuştur. Gerçekten müslü­manlarm mı, tasdik edenlerin mi, yoksa başkalarının mı olduğu bilinmez.

Onun için buna itibar edilmez.

Ancak o anda kimin elinde ise ona itibar edilir. O anda d müslümanlarm elindedir. Adil müslümanlarm getirecekleri delil olmadan bunu izale etmek caiz değildir.

451- Müslümanlardan bir zümre malı eman altmdaki-

lerden aldıklarına dair şahitlik yapar; yahut malı elinde tutan­lar onu eman altındakilerden aldıklarını itiraf ederlerse veya mahzendekilerden aldıklarını söylerlerse, onlar da bu malın e-man altındaki kişilere ait olduğunu söylerlerse veya onu mah­zende olanlardan aldıklarına dair şahitler şahidlik yaparsa ve onlar da malın eman altındaki kimselere ait olduğunu söyler-lerse, mal onlarındır.

Çünkü delil ile sabit olan, görme ile sabit olmuş gibidir. İtiraf ile sabit o-lan da görme ile sabit olmuş gibidir. Müslümanlara aidiyeti de ellerine geçme şekli itibariyle sabit olmayıp eman altındaki şahıslara iadesi vaciptir. Müslü­manların onlardan aldığı kimseler malın eman altındaki kimselere ait olduğunu aldıktan sonra da itiraf etseler yine onlarındır. Almadan önce itiraf etseler haliyle onlara iade edilir. Çünkü öncelikle onların mülkiyeti olduğunu ve hak­kın eman altındaki kişilerle karşılıklı tasdikleri sebebiyle devam ettiğini bili­yoruz. Almaktan sonraki itirafları almadan önceki itirafları mesabesindedir.

452- Müslümanlar eşyayı paylaştıktan yahut eşya satıldık­tan sonra eman altındakiler eşyanın kendilerine ait olduğunu iddia ederlerse, kendilerine yahut krala yakın kimselere ait o-lup onlardan alındığına dair delil olmadıkça sözleri tasdik edilmez.

Çünkü maldan pay alanlar veya satın alanların malik olma hakkı daha ön­cedir. Sonra mülk mücerred zahirle değil, tam hüccetle sabit olur. Ancak zahir, hak iddiasını telafi etmek için geçerlidir. Eman altındakilerin malı mülkiyet­lerine geçirmek ve onu ellerinde tutan kimselerden almak için şahitlik yapacak bir hüccete dayanmaları gerekir.

453- Malı alan müslümanlar onu eman altındakilerden ya­hut eman altındakilere ait olduğunu itiraf eden kimselerden aldıklarını itiraf ederlerse, sözleri tasdik olunmaz.

Çünkü malda ne hakları ne de malik olma durumları kalmıştır. Bu ikrarda onların durumu diğer müslümanlar gibidir.

Ancak itiraf eden müslümana bu maldan pay düşmüşse, kendi payı için sözü tasdik edilir ve elinden alınarak eman altındakilere iade edilir.

Çünkü kendi mülkü hakkındaki itirafı onun için bir delil gibidir. Hatta delilden de üstündür,

Ancak bedeli ödenmez.

Çünkü istihkak kendi itirafı ile olmuştur. İtirafı ise diğer ganimet alanlar için geçerli değildir. Kendisi onlar yerine payını itlaf etmiş sayılır. Onun için ganimetten bedel almağa müstahak değildir.

454- Ganimet alınanlar ise dârulharpte olsun yahut oradan çıkarılmış olsun paylaşılmamış veya satılmamış iseler, müs­lümanlarm eline düşmüş olsalar bile eman altında olduklarına dair tasdik edilirler.

Çünkü kendileri hakkında sözleri ve tasarrufları, köleleştirilmedikçe mu­teber sayılır. Köleleşmeleri de ihraz etmeksizin paylaşmak yahut satmakla ger­çekleşir. Nitekim ihraz ettikten sonra devlet başkanı onları öldüremez. Yine dilerse bir ihsanda bulunup onları zımmi sayabilir. Bunu yaparsa emniyet altma girmiş olurlar.

455- Ama paylaşılmış yahut satılmışlarsa artık sözleri tasdik edilmez.

Çünkü onlar için kölelik gerçekleşmiştir. Bundan sonra sözleri muteber değildir. Kendileri hakkında da tasarruf yetkileri yoktur.

Ancak satılma ve paylaşmadan önce eman altındakilerin ehlinden oldukları konusunda eman altındakilerle karşılıklı birbirlerini tasdik ettik­lerine dair müslümanlar şahitlik yaparsa, artık kendilerine dokunulmaz.

Çünkü delil ile sabit olmak, görme ile sabit olmak, gibidir.

456- Eşya hakkında da durum aynıdır. Ellerinden alınma­dan önce karşılıklı birbirlerini tasdik ettiklerine dair bir delil varsa ona da dokunulmaz.

Malın ellerinden alınması, taksim ve satışla köleleştirilmeieri gibi sayıl­mıştır. Ancak bu, önceden kimin mülkiyetinde olduğu bilinmiyen mallar için geçerlidir.

457- Ama delil ile istihkak bu şekilde sabit olduktan sonra satılanları, satın alanlar ücret karşılığında iade eder. Ganimet­ten kendisine pay düşen gazilerden ise bütün ganimetler pay­laşılmış olsa bile beytulmaldan bedeli ödenerek iade edilir.

Çünkü onların  payı gerçekleşmiştir. Ganimet sahiplerine bedel ödenerek verdikleri karşılanır.

458- Zahire göre dağıldıkları için iade edilmesi zordur. Onun için bu müslümanlarm uğradıkları bir zarar olarak kabul edilir ve beytulmaldan telafi edilir.

Nitekim ganimetten artakalan cevher ve benzeri şeyler varsa dağıtılmayip betulmale terkedilir. Yine satış akdi tamamlandığı halde Ödenmiyen bir şey varsa o da beytulmale verilir. Çünkü külfet nimet karşılığıdır.

459- Buna şahitlik yapanlar satın alan- yahut kendilerine maldan pay düşenler ise ikrarları sebebiyle kendileri hakkın­daki sözleri tasdik edilir. Beytulmal işin sözleri tasdik edilmez. Bedel veya ücretle iade haklarına sahip olamazlar. Ellerindeki şeyler alınır ve eman altındakilere iade edilir. Silah, at ve köle­ler dışında bütün bu şeylerle düşman yurduna çıkmalarına müsaade edilir. Çünkü at, silah ve köleler İslam diyarında alıkonmuş ve paylaşmak yahut satmak için bekletilmiştir. Bu alıkoyma da şeriatın ve müslümanlarm hakkına riayet, yani düşmanın güçlenmemesi için yapılmıştır. Müslümanların hak­kını iptal konusunda bu malların sahiplerinin sözlerine itibar edilmez.

Bu şeyleri, eman altındakilere satmış veya bağışlamış mesabesinde olur. Onun için düşman yurduna bu şeyleri götürmelerine müsaade edilmez. Ama müslümanlar tarafından bir delil ile sabit olmuşsa durum değişir. Çünkü delil burada müslümanlarm aleyhinedir.

460- Ehli ve eşyaları hakkında eman almış olanlar: Mahzen-dekiler hepsi ehlimiz ve eşyamızdır, biz de onların sahibiyiz, derse ve mahzenden çıkanlar da tasdik ederse sözleri kabul edilir.

Çünkü bazılarını iddia etmeleri halinde sözlerini tasdik etmeğe sebep olan mana tümünde mevcuttur.

Aneak bu, aksi bilinmediği sürece böyle kabul edilir.

Mahzendekilerin ileri gelenleri olduğu bilinen bir topluluk ise durum böyledir.

Ama bunun aksi biliniyorsa sözleri tasdik edilmez.

Çünkü burada tasdik bir nevi zahire itibardan dolayıdır. Yalan olduğuna dair delil açığa çıkınca zahire itibar edilmez.

461- Para, külçe altın, kadın süs eşyası ve mücevherler eş­yaya dahil değildir.

Çünkü meta' esasta kendisinden faydalanılan şeyin ismi ise de altın, gü­müş ve süs eşyası başka isimle meşhur olmuştur. O da ayn yahut cevherdir. Bu da mutlak meta1 (eşya) isminin kapsamına girmesini engeller. Sonra, meta' kendisinden faydalanmakla tükenebilen ve yaygın olan şeydir. Halbuki altm ve benzeri şeyler çok değerli olduklarından bu özellikte değildirler.

Meta' ismine elbise, yatak, örtü ve bütün ev eşyası dahildir. Buna kı­yas ederek kapları dahil etmemek lazımdır.

Çünkü örfteki kullanışa göre kaplar eşyaya atfedilir. Halbuki aynı şey ken­dine atıf yapılmaz. Atıf da gösteriyor ki kablar meta'dan ayrı şeylerdir.

Ama istihsana göre evde yararlanılan kaplar meta' sınıfına dahildir.

Çünkü halk arasında meta' isminden maksat evlerde kendisinden fayda­lanılan ve yaşmaa imkan sağlayan şeylerdir. Bu Özellik kaplarda da vardır. Bunun için atlar, silah ve eğerler buna dahil değildir.

Çünkü evde bunlardan faydalanma olmamaktadır. Bunlardan evde değil, harpte faydalanılır. Evin bir bölümü de değildir. Meta' kelimesinin genel kap­samı içine de girmez. Nitekim para, mücevher ve benzeri şeyler de buna dahil değildir.

462- Herşeyimiz için bize eman verin, diyecek olurlarsa bütün mallan dahil olur. Çünkü şey kelimesine mevcut bütün varlıklar girer. Yine sahip olduğumuz şeylere yahut mala eman verin, diye talebte bulunursa bütün malları buna dahil olur.

Çünkü mal kelimesi mülkiyete geçme ve kendisinden yararlanma itibariyle hepsini kapsar. Nitekim adam malının üçte birini başkasına vasiyet etse bütün malının üçtebiri buna dahil olur. Eman konusunda da durum aynıdır.

Ancak istihsan kabilinden sadakanın üçte biri adak olarak ayrıldığında bu mal zekat malı olarak anlaşılır. Bu da Cenabı Hakkın kendisine vacip kıldığı şeyi kendi şahsına vacip kılmasına itibar etmektir. Emanda ise bu yoktur. Daha doğrusu bu vasiyetin karşılığıdır. Çünkü vasiyet mirasın kardeşidir. Varislik her çeşit malda sabit olduğu gibi vasiyet de sabit olur.

Burada da mal için eman vermek, malı ganimet almanın karşılığıdır. Ganimet almak her mal için geçerli olduğu gibi eman hükmü de genel lafzı ile verildiği zaman her çeşit mal için geçerli olur.

463- Ehlimiz için eman veriniz, diye müslümanlardan isterlerse ve onlar da; olur, eman verdik, diye cevap verirlerse, onların kendisi fey' olur, ama ehilleri eman altında sayılır.

Çünkü emanı kendileri için değil, ehilleri için taleb ettiler. Sarahat, kinaye ve delalet yolu ile kendilerini zikretmediler. İnsan kendi şahsının ehlinden olmaz. Çünkü ehli başkalarıdır. Zira "ehlimiz" dediği zaman ortaya çıkan tamlayan ve tamlanan birbirinden ayrı şeylerdir.

Onlar bu sözlerle kendilerini iki yönden kastetmişlerdir, deyip şöyle itiraz edilebilir:

a- Onlar akrabalarına acıdıkları için onlara eman taleb etmişlerdir. Halbuki kendilerine olan şefkatleri yakınlarına olan şefkatten daha fazladır.

b- Yine bununla yakınların d doknulmamasını kastetmişlerdir. Korun­maları da onlara bakan ve infak eden kimselerin bekası ile olur. Bunlar da kendileridir.

Cevap olarak diyoruz ki; evet bunu kastettiler. Ancak Cenabı Hak ken­dilerini yardımsız bırakıp da kendi şahıslarını unutunca, bu kastettikleri şey­lerden mahrum kaldılar. Daha doğrusu, müslümanların onlara eman vermesiyle kendileri mahrum oldular. Çünkü müslümanlar: Size eman verdik, demeyip onlara eman verdik, dediler.

Muaviye zamanında buna benzer bir olayın meydana geldiği rivayet edi­lir. Bir zümre için eman almağa çalışan kimse müslümanlara çokça eziyet et­mişti. Muaviye şöyle dua etti. Allahım, Onu unuttur. Yakınları ve kavmi için eman taleb etti, ama kendisini hiçbir şekilde zikretmedi. Onun için yakalandı ve öldürüldü.

Sonra, insan böyle durumlarda kendi şahsını kastetmeksizin ehil ve ya­kınlarını kurtarmağa çalışır. Bu da ya eman almaktan ümidini kesmesi yahut fazla sıkıntı ve bedbinlikten hayattan bıkması şeklinde olur. Maksat itibariyle delil müşterektir. Ama lafız itibariyle kendisi zikredilmemektedir.

Yine kendileri elele verelim de kadın ve çocuklarımıza eman verin derse ve müslümanlar kabul ederse, kendileri emana dahil olmazlar. Çünkü sözle­rinin manası şudur: Size elimizi verelim hakkımızda dilediğiniz gibi davranın. Daha önce geçen mesele de bunun gibidir.

Ehlimiz için eman almak kastiyle sizinle anlaşmak üzere yanınıza gelelim, derlerse ve müslümanlar da geliniz, diye kabul ederse ve onlar da gelip yakın­ları için eman alırsa, kendileri de eman altında olurlar. Bu da yakınlarına eman verdikleri için değil, çıkmalarını istedikleri için eman sayılır. Çünkü müslü­manlar çıkış için emir verdikleri zaman zımmen eman vermiş sayılırlar.

Nitekim eman İçin aralarında bir anlaşma sağlanamazsa onları güven içinde olacakları yere iade etmeleri ve dokunmamaları gerekmektedir.

Bu da birinci durumun aksinedir. Çünkü onlar bunu söylerken henüz mah­zenden: ehlimize eman verin diyordu, Akrabalarına eman verdik ama bu eman onları kapsamaz. Sonra eman talebinden başka bir şey için çıktıklarında fey' olurlar.

464- Zürriyetimizden olanlara eman istiyoruz, deseler ve müslümanlar kendilerine eman verseler, kendileri de dahil bütün çocuk ve torunları emin olur.

Çünkü zürriyet kelimesi bütün bunları içine alır. Kişinin zürriyeti kendi­sinden doğduğu soyudur. Bu da zürriyetin aslıdır. Nitekim bütün insanlar Hz. Adem ile Hz. Nuh zürriyetinden gelmişlerdir. "İşte onlar Adem'in ve Nuh'la beraber taşıdıklarımızın soyundan..."[43]

465- Kızların çocukları buna dahil değildir.[44]İmam Mu-hammed burada böyle söyledi.

Gerekçe olarak kızların çocukları annenin zürriyetinden değil, babanın zürriyetindendirler. Nitekim halifelerin cariyelerden olan çocuklan babalarının zürriyetindendirler. Hatta Me'mun şöyle diyor: Kişinin Rum veya siyah ya­bancı bir anneden olması ayıp değildir. Çünkü halkın anneleri, çocukların ema­net edildiği kaplardır. Neseblerde intisab edecekleri anneler değil, babalardır.

466- Bundan sonra kızların çocuklarının da bunlara dahil olduğunu söyledi.

Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi zürriyet asıldan doğan fer'in adıdır. Baba da anne de çocuğun iki aslıdır. Anne de zaten kendi babasının zürriyetindendir. Ondan doğanlar zürrüyetinden olurlar. Hatta asliyyet ve tevellüd manası annede daha açıktır. Çünkü erkeğin erlik suyu onun rahminde hayat kazanır. Yani ço­cuk babanın erlik suyu vasıtasiyle anadan doğmuş olur. Torun, babanın babası­nın zürriyetinden olduğu gibi aynı zamanda anne babasının da zürriyetin­dendir.

Bu mesele ile ilgili olarak Yahya b. Ya'mer'den şöyle bir hikaye nak­ledilir: Günün birinde Haccac onu öldürmek kasdiyle yanma girer ve öl­dürmek için bir bahane olsun diye ona gücü üstünde şu teklifte bulunur. Ya alevilerin Rasulullah'ın zürriyetinden olduğunu gösteren Kur'an'dan bir ayet okursun, yahut seni öldürürüm. Okuyacağın ayet "Çocuklarımızı ve sizin de çocuklarınızı çağıralım"[45]ayetinden başka olsun.

Bunun üzerine şu ayeti okudu: "Ve onun zürriyetinden Davud'u, Süleymanı... Zekeriyya, Yahya ve İsa' yi..."[46]Sonra sordu: İsa, baba tarafından mı yoksa anne tarafından mı Nuh1 un zürriyetindendir? Haccac afalladı ve bahşişler vererek onu memnun etti. Sonra, Bu ayeti sanki yeni duyuyorum, dedi.

467- Çocuklarımız için eman verin derlerse, bu emana sulblerinden olan çocukları ve erkekler tarafından olan torun­ları dahildir. Kızlardan olan çocuklar ise onların çocukları değildir.

Burada böyle denilmektedir.

Hassâf bunların da emana dahil olduklarını İmam Muhammed'den rivayet etmektedir. Çünkü "çocuklar" kelimesi az önce belirttiğimiz gibi onları da kapsamaktadır. Rasulullah'ın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i tutarken buyurduğu "Çocuklarımız ciğerparem izdir" sözü bunu desteklemektedir:

Bu hadis mecaz olarak kabul edilmektedir. Delili de Cenabı Hakkın şu ayeti kerimesidir: "Muhammed sizin adamlarınızdan hiç birinin babası değildir."[47]

Gerçekten oğlun olan kimsenin sen de gerçekten babasısın, demektir. Yahut özel olarak bu babalık Hz. Fatıma'nın çocukları içindir. Nitekim Pey­gamber efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir.

"Bütün çocuklar babalarına nisbet edilir. Ancak Fatıma'nın çocukları bana nisbet edilir. Onların babası benim."

468-  Torunları için eman isteyince kızların çocukları da buna dahil olur.

Çünkü oğlun oğlu (torun) ismi hakikaten onu doğuranın oğludur. O da oğlu ve kızının oğludur. Kızından doğan çocuklar aynı zamanda hakikaten oğ­lunun oğludur. Halbuki birincide durum böyle değildi. Orada çocuklarını zik­retmiştir. Halbuki onlar hakikatte kendisinin çocuklarıdır. Hükmen de doğum­dan ona mensub olanlardır. Bunlar da kızların çocukları değil, erkeklerin ço­cuklarıdır.

469- Mevâlinıiz için eman verin, derlerse ve onların mevâlisi ve mevâlilerin de mevâlisi varsa, istihsan yolu ile hepsi eman altında olurlar.[48]

Kıyasta ise mevâlinin mevâlisi buna dahil olmaz. Çünkü bu isim hakika­ten kendi mevâlisi içindir. Mevâlinin mevâlisi için ise mecaz olarak kullanılır. Nitekim, onlar mevâlisinden değildir, diye inkar ederse, bu inkâr sahih olur. Bunun için mevaliye yapılan vasiyette bunlar dahil olmaz. Ta ki onun mevâ-lisine engel olmasınlar. Ancak istihsan kabilinden şöyle demektedir:

470- Mevâlilerin mevâlileri mevâli olmakla ve vela ile ona mensup olurlar. Onlar çocuklarla beraber çocukların çocuk­ları (torunları) mesabesindedir.

Vasiyette mevâlisi yoksa mevâlilerin mevâlileri dahil olur. Ama iki taraf var ise dahil değildir. Muzaheme (darlık yapma) yi kabul edersek mevâlinin payı düşer. Daha uzak olanın sıkıştırmasiyle yakın olanın payını azaltmak caiz değildir. Emanda da bu yoktur. Mevâlilerin mevâlisi dahil olsun veya olmasın mevâlisi bir suretle emana dahil olur. Anlaşıldığına göre bundan maksat her iki tarafı da kurtarmaktır.

Sonra, hakikatle mecazın birleştirilmesini de söylemiyoruz. Ancak meva­liye verilen bu isim hakikattir. Mevâlilerin mevâlisi için de hakikat ve suret vardır. Bu suret itibariyle haklarında şüphe meydana gelmektedir. Ancak emanda vus'at esastır. Nitekim enin, suret olarak mücerred işaretle sabit olur. Böyle olduğu için bu lafızla evleviyetle sabit olur. Vasiyet de bundan dolayı

farklı olur.

471- Kardeşlerimiz için eman verin, derlerse bütün erkek ve kizkardeşleri emin olurlar.

Çünkü kardeşlik ismi erkek ve kızları içine alır. Cenabı Hak buyuruyor :

"Eğer mirasçılar erkek ve kadın kardeşlerse..."[49]

Hakikatte bu kip erkekler için kullanılır. Ancak Araplar arasında erkek­lerle kadınlar bir arada zikredildiği zaman tağlib yolu ile erkekler için kullanı­lan kip kullanılır. Bu kip ile kullanılanlar hakikat mesabesinde olur.

Diyoruz ki; Erkek kardeş bulunmayıp sadece kız kardeşler varsa, onlar emana dahil olmazlar. Çünkü erkekler için kullanılan kip, tekil dişileri içine almaz.

Yüce Allahm"Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir"[50]avet itiraz için delil gösterilir ve tek kız kardeşler, annenin payını üçte birden altıda bire indirir, deyip itiraz edilirse, deriz ki;

Azaltma bu ayetle değil, sahabenin ittifakı ve hacb (engelleme) manasına itibar edilmesiyle meydana gelmiştir. Bunu da feraiz kısmında belirtmiştik. Bununla beraber serî nasslarda bu manayı var saymak-caizdir. Ama kulların lafızlarında şahsi yorum yapmadan bizzat lafza riayet edilir. "Kardeşler" keli­mesi de tekil dişi lafızları ne hakikaten, ne laf zan kapsar.

472- Çocuklarımız için eman verin, derlerse ve onların da kız ve erkek çocukları varsa hepsi eman altında olurlar.

Sebebini "kardeşler" konusunda açıkladık. Hanefi mezhebi imamlarından bazılarının İfadesine göre kardeş ve çocuklarla ilgili cevap iki imam ile Ebû Hanife'nin ilk kavline göredir. Ama ikinci kavline göre vasiyette falanın çocukları denildiğinde sadece erkek çocuklar ve falanın kardeşleri denildiğinde de sadece erkek kardeşleri anlaşılır.

Ancak en doğrusuna göre hepsi de bu görüştedirler. Çünkü eman bahsinde vasiyyet bahsinden daha çok genişlik vardır. Ebû Hanife vasiyette sadece hakikate itibar etmektedir. Emanda ise hakikati de ve kullanış şekliyle hakikate benziyenleri de kabul etmektedir.

473- Şayet aralarında erkek bulunmayıp hepsi de kız iseler tamamen fey' sayılırlar.

Çünkü bu kip tamlananın kabile reisi olması durumu dışında tekil dişileri kapsamamaktadır. Vasiyyetler bölümünde de belirttiğimiz gibi falanca oğulla­rına vasiyyette bulunulsa ve o da kabilenin reisi ise bu vasiyyetten maksat kabi­lenin kendisidir. Bu nisbette tekil dişiler de erkekler gibidir. Ama mezkur kişi­nin sadece erkek çocukları varsa durum değişir.

Alimlerden bazıları şu görüştedir: Bu kızlardan veya kız kardeşlerden başka kimsem yoktur, diyerek onlara eman talebini gösteren bir ifade kullan­mışsa, o zaman maksadının dişilere eman almak olduğu ve bunların emin bu­lunduğu sabit olur.

474- Çocuklarımız için eman verin, derlerse buna bütün kız ve erkek çocukları dahil olur.

Çünkü çocuklar kelimesi iki tarafı da içine alır. Cenabı Hak buyuruyor : "Allah çocuklarınız hakkında size tavsiye ediyor..."[51]yine buyuruyor; "Allah size çocuklarınızın alacağı miras hakkında erkeğe kadının iki mislini tavsiye eder..."[52]Çocuklar kelimesi tekil dişilerle tefsir edilmiştir.

475- Kızlarımız ve kız kardeşlerimiz için eman verin, der­lerse bundan sadece dişiler kastedilmiş sayılır.

Çünkü talebte kullanılan kip, sadece dişiler İçindir. Ne hakikatte ne de kul­lanışta erkekler buna dahil olmaz. Sonra, savaşta fonksiyon itibariyle kadın kıs­mı erkeklere göre zayıf olduğundan yalnızca onlar için eman istenmiş olabilir. Yine erkeklerin müsİÜmanlara zararlar verdiğini bildiği için eman talebinde bulunsa bile kendilerine eman verilmiyeceğini anladığından sadece kadınlara eman istemiş olabilir.

476- Çocuklarımız için eman verin, derlerse, içlerinden sa­dece bir kişinin bir tane erkek çocuğu varsa hepsi de emin olur.

Çünkü bir kelime ile hepsi için eman istediler. Bu kelime de karışık olma­ları halinde hem erkekleri hem de kız çocukları kapsamaktadır. İçlerinden birinin bir tek erkek çocuğu bulunmasiyle karışma meydana gelmektedir.

477- Herkesin oğullarına ayrı ayrı eman verin diyerek er­kek kipini kullansalar ve meseleye başka açıklık getirmeseler, bütün kız çocukları fey1 olur. Ancak erkek çocuğu olan adamın çocukları eman altında sayılır.

Çünkü "küll= hepsi" lafzı tekilleri içine alması için kullanılmıştır. Nitekim Cenabı Hak şöyle buyuruyor: "(Küllü nefsin) her bir nefis ölümü tadacaktır."[53]

Her biri için lafız münferid olması itibariyle bu söz birinci meselenin hilafına sadece erkek çocuğu olan kimseyi ifade eder. Çünkü birinci meselede çocuklarımız için eman verin, derken toplu ifade etme kabilinden söz ihata için kullanılmıştır. Bu meselede erkek ve kız kardeşler oğul ve kız çocuklar mesabe­sindedir.

478- Babalarımız için eman verin, derlerse ve anne ile ba­baları varsa hepsi eman altında olurlar.

Çünkü "babalar" sözü hem anaları hem de babalan kapsar. Nitekim ikisine

ebeveyn denilmektedir. Cenabı Hak buyuruyor :

"Ana babadan her birine yaptığı vasiyyetten altıda biri"[54]

İçlerinden sadece bir kişinin babası olsa bile hepsi de eman altında olurlar.

Çünkü hakikatte bu isim hepsi içindir. Kullanışta da karışık oldukları zaman

kullanılır.

479- Oğullarımız için eman verin, derlerse ve onların oğul­ları ve torunları varsa, istihsan yolu ile hepsi   eman altında olurlar. Halbuki kıyas yolu ile olsaydı sadece oğulları eman altına girmiş olurdu.

Çünkü isim hakikatte çocuklar için, mecaz olarak da torunlar hakkında kullanılmaktadır. Hakikat ile mecaz bir kelimede birleştirilmez. Bu lafza bakarak Ebû Hanife vasiyyeti oğullara tahsis etmektedir.

Ama oğulları yoksa torunları da vasiyyet altına girer. Çünkü hakikat or­tada olmayınca lafzı mecaz olarak anlamak vacip olur. Ancak imam Muham-med şöyle demektedir:

480- Eman, çocuğu bulunup kendisine mensub olan ve şekil itbarıyle oğlu sayılan kimse için taleb edilmektedir. Bu vasıf torunlarda da vardır. Bu da emin olmaları için lehlerinde bir şüphedir. Halbuki vasiyyete şüphe île veya suretle müstehak olamazlar. Sonra, vasiyyette hakikat İle mecaz bir arada otursa oğulların paylarında bir azalma meydana gelmektedir. Eman da ise böyle bir şey sözkonusu değildir.

Bu, yakınlarım için, deyip eman isteme meselesine benzemektedir. Çünkü bu lafızla eman taleb etmek, oğul olarak kendisine mensup olanlara duyduğu şefkati belirtmek içindir. Bu şefkat bazan torunlarında daha çoktur. Nitekim, torun kişiye kendi sulbünden daha sevimlidir. Bu şekilde bazılarının kendi oğullan varsa, bazılarının da torunları varsa hepsi eman altında sayılırlar.

481- Oğullarımız[55] için eman verin, derlerse ve dedeleri olduğu halde

babaları yoksa, dedeler bu emana dahil olmaz.

Bu mesele çok girifttir. Bir kere baba adı hakikat olarak dede adını kap­samaz ki başkalarının ona nisbetini nefyetmek caiz olsun. Mesela, O dededir, ama baba değildir, denir.

Ancak mecaz yolu ile babalık özelliğini de taşımaktadır. Nitekim îbn Ab-bas'ın bir adama şöyle dediği rivayet edilmektedir: Hangi baban daha büyük­tür? Adam soruyu anliyamadı. Bunun üzerine İbn Abbas, "Ey Adem oğlu!" ayetini okudu ve şöyle dedi: Kimin oğlu isen baban odur, bilmiyormusun? dedi.

Bu, mecaz yahut suret kabul edilerek torunlar konusunda belirttiğimiz gibi, bunların da eman altında olmaları gerekir. Ancak başka bir mana sebebiyle iki tarafı ayrı mütalaa etmekte ve şöyle demektedir:

482- Mecaz hakikate tabidir. Bunu da torunlar için kabul etmek mümkündür. Çünkü bunlar da çocuklardan meydana gelmişlerdir. Onların tabileridir. Ama dedelerde durum böyle değildir. Çünkü onlar babaların aslıdır. Belirli isimleri vardır. Kendilerinden sonra gelenlere tabi kılarak babalar ismi onları kapsayamaz.

Mesela, annem için eman verin, derse ve annesi değil de ninesi varsa, bu eman onu kapsamaz. Nineye de anne ismi verildiği için onu da kapsar, di­yenlerin görüşü geçerli değildir. Çünkü Cenabı Hak teyzeye de anne ismini vermiştir. Şöyle buyuruyor: "O, anasını ve babasını bağrına bastı"[56] Yani ba­basını ve teyzesini. Yine amcaya baba ismi verilmiştir. "Senin ve babaların İb­rahim, İsmail ve İshak'ın ilahına ibadet ederiz, dediler"[57] İsmail baba değil, amca idi.

Sonra, amca ve teyzenin babalar için alman emana dahil olduğunu kimse iddia edemez. Çünkü her birinin adı diğerinden değişiktir. O isimle bilinmek­tedir. Dede ve nine de böyledir.

Ama torunlar böyle değildir. Oğullar adı ile ona nisbet edilirler. Ancak bu nisbet oğlu vasıtasiyledir. Onun için eman bu isimle onları da kapsamaktadır. Arap dilinde" böyle ifade edilmiştir. Her kavmin dilinde dede, baba gibi, torun da oğul gibi olup o da emana dahildir. Farsçada da böyledir. Dedeye babanın babası denilir. Toruna da oğlun oğlu adı verilir. Başarı Allahtandır.[58]



[37] A'raf:7/105

[38] Şart muhayyerliği: Akdin fesih veya devamında muhayyer olma şartının bulunmasıdır. Yani tarafların, belli bir müddet içerisinde yapmış oldukları akdi geçerli kılıp kılmamaları hususunda muhayyer olmaları ve bunu şart koşmalarıdır. Çeviren

[39] Hud: 11/45

[40] Araf: 7/83

[41] Hud: 11/41

[42] Bakara: 2/18O

[43] Meryem: 19/58

[44] Bir sonraki madde ile beraber dikkate alınır ve değerlendirilirse, kızlardan olan torunların da "zürriyet" kavramına dahil olduğu anlaşılacaktır. Editör.

[45] Âli İmran: 3/61

[46] ErTam: 6/84-85

[47] Ahzâb: 33/40

[48] Mevâlî kelimesi yardımcı, koruyucu, sahip, kölenin efendisi ve azatSi köle gibi değişik an­lamlarda kullanılmaktadır. Burada kastedilen asıl anlam, yardımcı ve anlaşmalı/sözleşmeli koruyucudur. Editör

[49] Nisa: 4/176

[50] Nisa: 4/11

[51] Nisa: 4/11

[52] Nisa: 4/11

[53] Âl-i İmren : 3/185

[54] Nisa : 4/11

[55] Kitapta "ebnâinâ" şeklinde yazılan kelimenin doğrusu "âbâina" olmalıdır. Çünkti aşağıda yapılan izah, babalar adına islenen emanın dedeleri içerip içermediği meselesi ile ilgilidir. Öyleyse 481. Maddeyi şöyle anlayabiliriz: "Babalarımız için eman verin, derlerse ve dedeleri olduğu halde babalan yoksa dedeler bu emana dahil olmaz. " Editör.

[56] Yusuf: 12/100

[57] Bakara : 2/İ33

[58] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 1/299-320