๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 17 Şubat 2011, 14:32:33



Konu Başlığı: Düşman ülkesinde ücret vermek
Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Şubat 2011, 14:32:33
Düşman Ülkesinde Ücret Vermek Ve Ganimet Vadetmek


1548- Savaş yerinde müslümanlar bir sığınak keşfetseler ve devlet başkanı (emir), içinden düşman kimse çıkmaması için bu gece sığınağı bekleyen her adama bir dinar pay verilecektir, derse ve sabaha kadar sığınağı yüz adam beklese, verilmesi vadedilen dinar sığınaktan alınan ganimet malından ise ve adamlardan her birine vadedilmişse, uu tahsis geçerli olur. Çünkü sığmak sahipleri kendilerini savunmakta ve kaçmalarını önlemek için ganimet vadederek teşvik yapma ihtiyacı zorunlu bulunmaktadır. Diğer taraftan askerlerin cihaddan kaçmalarını önlemek için de ganimet vadinde

bulunmak gerekli olmaktadır. Bu bakımdan yapılan tahsis sahihtir.

1549- Ama devlet başkanı onlara bu tahsisi müslümanların aldığı ganimetlerden yapmışsa, bu tahsis geçersiz olur.

Çünkü ganimetten onlara bu mah tahsis etmek doğru değildir. Zira ganimet alındıktan sonra ondan pay vadetmek doğru olmaz. Ücret suretiyle de olmaz. Çünkü bu iş bir cihaddır ve cihad karşılığında müsîümanm ücret alması caiz değildir. Sonra, cihaddan dolayı ganimetten pay almaya hak kazanırken ondan ücret de almaları nasıl doğru olabilir?!

Diğer taraftan, cihad farzı kifaye olmakla beraber ona başlıyan kişi farzı yerine getirmektedir. Ücretle namaz kılmak batıl olduğu gibi farzı yerine getirmekten dolayı ücret almak da batıldır.

1550- Devlet başkanı onlara nereden vereceğini belirtme-mişse, bu tahsisi sahih olup sığınaktan elde edilen ganimetten onlara verilir.

Çünkü akıllı kişinin mutlak olarak söylediği sözler şeriatta doğru olacak şekilde yorumlanır, yanlış olacak şekilde yorumlanmaz.

1551- Sığınakta çarp ışma olmayıp içinde kadınlar ve mal­lar bulunca ve devlet başkanının konuştuğu şart da aynı ise, buradan alınan ganimetten her bir adama bir dinar verilir.

Çünkü buradaki korumaları cihad değildir. Sadece belirli bir iş için belirli bir ücretle adam kiralamadır.

Devlet başkanının sözünü işitip bu işi yapan herkese ücret verilir. Ama sözünü işitmeden yapanlara ücret verilmez.

Çünkü bu kişiler bu işi ücret karşılığında değil, teberru olarak yapmış­lardır. Çünkü devlet başkanının sözünü işitmemişlerdir.

Devlet başkanının şöyle demesine benziyor: Şu hara hayvanlarını şu yere kadar götüren her kişiye bir dinar verilecektir, sözünü işitip götüren bir toplulu­ğun her adamına bir dinar ücret verilir. Her türlü ganimet taksimi ve pay tahsi­sinden önce bunların ücreti ganimetten verilir. Bütün ganimetler tükenecek o-lursa, o zaman ücretle bu işi yapanlar devlet başkanından birşey alamazlar. Çün­kü onları ganimet alanların yararına olacağına inandığı için ücretle çalıştırmış­tır. Onun için onların ücreti ganimettedir ve ganimetten de elde birşey kalmamış bulunmaktadır. Devlet başkanı değerlendirme sonucu karar verdiği şeylerde söz vermiş sayılmaz. Onun için şahsının malından ona birşey gerekmez ve ganimete de bir yükümlülük getirmez. Çünkü müslümanlar üzerindeki velayeti, onlara zarar vermeden onların çıkarlarını korumakla kayıtlıdır. Üstelik henüz onlar ganimet de almış değildir.

Mesela devlet başkanı esirleri öldürebilir. Ama iş onlara verildiği taktirde akit yolu ile onlar için bedel vacip olur. Bu da onların mülkiyetine teslim yolu ile hakikaten veya hükmen mevcut olmuş değildir.

1552- Karargahın etrafına askerlerin mızraklarını diken kişiye bir dinar verilecektir, derse ve bu işi bir adam yaparsa, bir dinar hak eder.

Çünkü bu savaştan değildir. Adamın yapması vacip olup devlet başkanının bundan dolayı kendisini belirli bir ücretle çalıştırması caiz olan bir iş de değildir.

1553- Kim mızrağını dikerse ücret olarak ona bir dinar vardır, demesi caiz değildir.

Çünkü kişinin kendi malına yaptığı işten dolayı başkasının ücretlisi olmaz. Yani kendi malında yaptığı bir işten dolayı ücret alamaz. Mızrağı dikmek de onunla düşmanı vurmak gibi savaş işlerindendir ve bundan dolayı ücret almayı hak edemez. Ama başka müslümaniartn mızraklarını dikerse durum değişir.

1554- Kim birini öldürür ve başını getirirse, kendisine bir dinar verilir, demesi sahih bir tahsis olur. Bundan sonra alınan ganimetten veya yöneticinin uygun görmesi halinde beytui-maldan bu işi yapan kişilere birer dinar verilir. Ama daha Önce alman ganimetlerden verilemez.

Çünkü ganimet alındıktan sonra pay vadetmek olmaz. Onun için daha önce alınan ganimetten ücret olarak veya tahsis edilen pay olarak bu dinarı vermez. Çünkü düşmanı Öldürmek cihaddır ve bundan dolayı müslüman ücret alamaz.

1555- Bu hüküm savaşan müslümanlar için geçerli olduğu gibi müslüman tüccar ve köleler için de geçerlidir.

Çünkü bu işleri de cihaddandır. Bundan dolayı müslüman tüccar bu işi yaptığı zaman ganimetten vadedilen payı almaya hak kazandığı gibi müslüman köle de bahşiş almaya hak kazanır.

1556- Zimmet ehli de böyle bir iş için devlet başkanı kendilerinden yardım isteyip belirli bir mal vereceğim vadetmişse, bu ücreti almaya hak kazanır.

Çünkü yaptıkları cihad değildir. Zira cihadla sevap kazanılır, kafir ise buna ehil değildir. Cihadla kul Allah'a yakınlık kazanmaya çalışır, kafirlerin ise böyle bir durumları yoktur.

Nitekim bir insan başka bir insanın yerine Allah yolunda cihada çıksa, ücret alamaz.

Zira Allah'a yakınlık kazanmaktadır. Ücretini de Allah verecektir. Allah'a yakınlık kazanmaya çalışan kişi kendine çalışmış olur. Onun için başkasından nasıl ücret alır? Ganimet alınması durumunda da pay, onu yerine gönderen kişinin değil, onun olur. Bundan da anlaşılıyor ki bu adam kendisi için çalışmaktadır.

Nitekim Cihad için ücretle adam tutmak hac, ezan ve kaamet için ücretle adam tutmak gibidir.

Şerhu'l-Muhtasar'da ibadetler için ücret meselesini açıkladık.

1557- Müslümanların kuşattığı bir kalenin çevresinde bulu­nan oyun araçlarını ve boş kiliseleri yıkmak için devlet başkam birtakım müslümanları belirli bîr ücretle tutsa, caiz olur.

Çünkü bunların yıkılması cihad işlerinden değildir. Müslümanların eline geçmiştir. Yıkılması için savaş da gerekmiyor.

1558- Ama halkı içinde korunmakta olan bir kaleyi ve bir kapıyı yıkıp kırmak için ücretle müslümanları tutacak olursa, bu caiz olmaz.

Çünkü bu cihad işlerinden olup yerine getirilmesi ancak savaş ile

mümkündür.                .   .

1559- Düşman, gemileriyle müslümanlar üzerine yürüdüğü bir sırada devlet başkam savunmak için hür müslümanlardan veya müslümanların kafir yahut müslüman kölelerinden bir topluluğu ücretle tutsa, tutulan kişilere ücret verilmez.

Çünkü bu cihad işlerindendir. Bu işte de kölenin dini değil, efendisinin dini muteberdir. Çünkü müslüman atı ile cihad ettiği gibi kölesiyle de cihad eder.

Ama teşvik için bunu alacakları ganimet karşılığında onlara yaptırması caizdir.

1560- Karada düşman kalelerini mancınıkla döven bir topluluğu ücretle tutması da aynı şekildedir. Bu iş için zimmet ehlinden kişileri ücretle tutması da caizdir.

Ehliyete sahip olmadıklarından yaptıkları iş cihad değildir.

1561- Sandal veya tekneleri kürekle çekmek için müslüman-lardan bir topluluğu ücretle çalıştırması da caizdir.

Çünkü bu cihad işlerinden değildir. Karşılığında ücret almanın caiz olduğu belirli bir iştir. Zaten bunlar düşmanla karşilaşsa da karşılaşmasa da bu işi yapıyorlar. Denizciler de bundan dolayı ücret alıyorlar ve onlar için helal olmaktadır.

1562- Müslümanlar dağınık birtakım ganimetler elde etse ve devlet başkanı "Bu ganimetleri bir araya toplayan kişiye bir dinar vardır" derse, caiz olur.

Çünkü bu da cihad işlerinden değildir. Bilinen bir iştir. Belirli bir bedel ile o işi ücretle yaptırmak caizdir.

1563- Elde edilen ganimetleri satması için bir müslümam ücretle tutacak olursa, bu fasit bir işlem olur. Ama süreyi belirterek "Ganimetleri satmak için seni on günlüğüne ücretle tuttum" derse,sahih olur.

Çünkü sürenin belirtilmesi durumunda akit o kişinin yararlarım kapsamış olmaktadır. Bundan dolayı da satsın veya satmasın, ücretle kendini kiraladığı için ücreti hak etmiştir. Süreyi belirtmiyecek olduğunda üzerinde akit yapılan konu satış olduğundan bu iş caiz olmaz. Çünkü satıp satmıyacağı belli değildir. Satış bir kelime ile olabileceği gibi on kelime İle de olmayabilir. Yani alıcının yardımı ve kabulü olmadan satış işi meydana gelmez. Bu bakımdan satış için ücretle tutmak fasit olur. Bu sadece ganimetleri satan kişi için değil, bütün satıcılar için aynıdır.

1564- Ganimeti alan mücahidler arasında paylaştırmalar için belirli bir ücretle birini tutması da caizdir.

Çünkü paylaştırmak da belirli bir iştir ve bundan dolayı ücret almak caizdir.

Nitekim rivayet edildiğine göre Hz. Ali'nin ganimetleri ücretle paylaş­tıran bir adamı olmuştur. Burada sürenin belirtilip belirtilmemesi aynıdır.

Çünkü yapılan iş zaten bilinmektedir.

Ücretini de ganimetten ve vadedilen paydan önce alır.

Çünkü bu bir borçtur ve ganimet taksimi de miras taksimi gibidir. Vade­dilen ganimet payı ise vasiyet gibi olup borç ondan önce gelir.

1565- Bu iş için ödenen ücretten fazla bir ücretle tutmuş ise bakılır. Fazlalık basit birşey ise, caiz olur. Aksi hade misil (üc­ret) den fazla alamaz.

Çünkü bu tasarrufta devlet başkanı memur gibidir. Velayeti de memuriyet şartına bağlıdır. Tıpkı yetim için ücretle adam tutmada baba ve vasinin durumu gibi. Yani zararına olacak fazla miktarlar geçerli olmaz.

.

1566- Misil ücretten fazla aldığı miktar kendisinden isten­diği takdirde ücretle bu işi yapan kişinin "Ben bunu ücretle beni tutan kişiye vereyim" demeye hakkı yoktur.

Çünkü onu ücretle tutan kişi bu akdi kendisi için yapmış değildir. Sadece verdiği kararla bunu müslümanlar için yapmıştır. Ne varki bunda hata etmiştir. Bundan dolayı da şahsına birşey gerekmez. Halbuki ücretli tutma konusunda vekil böyle değildir. Akdi misilden fazla bir ücretle yapacak olursa, fazla miktar kendisinden tazmin edilir. Devlet başkanına da bundan dolayı birşey gerekmez. Çünkü ücretli tutmada fahiş tarafgirlik yapmış ve akit satın alma mesabesinde sadece onu bağlamış olur. Devlet başkanını ise akit bağlamaz. Çünkü hüküm verdiği şeyde uhdesine birşey girmez.

Devlet başkanı bu durumda belirli bir ücret karşılığında yetim için iş yapacak birini tutan yargıç gibidir. Verdiği ücrette açık bir aldanma olduğu an­laşılınca, tutulan kişiye misil (benzer) ücret verilir, geri kalan yetime verilir ve yargıca da birşey gerekmez. Çünkü ücretle adam tutması, verdiği bir hüküm şeklindedir.

1567- Devlet başkanı ve yargıç "Yapmamamız gerektiği halde bunu yaptık" diyecek olsa, bütün ücret onların malından verilir. Çünkü ikisi de bile bile haksızlık yapmış ve hüküm verme konumunun dışına çıkmışlardır.

Haksızlık yaptığı zaman devlet başkanının azledileceğine inananlar bunu delil göstermektedirler. Bizim görüşümüz ise, böyle değildir. Tahkim bölümün­de "Şerhu'z-Ziyâdât"da bu meseleyi açıkladık.

Burada söylenenlerin izahı şudur: Verdikleri hüküm serî bir delile daya­nıyorsa geçerlidir. Ama burada verilen hüküm böyle değildir. Tıpkı delilsiz hü­küm veren yahut dinin hükmüne aykırı olarak kendi görüşü ile hüküm veren yargıç gibidir. Bunun verdiği hüküm uygulanmaz ve yargıçlığı devam eder. Bu yolla hükmü geçersiz olunca, yaptığı akit kendi aleyhine işler. Zira akdi yapanın aleyhine akit uygulandığı zaman yapanın aleyhine işlerlik kazanır.

Yargıcın kuralları bölümünde belirttiğimiz gibi yargıcın yanlış hükmü kulların haklarıyla ilgili ise, haksızlığa uğrayan kişinin zararını kendisi öder, yanlış hüküm Allah'ın haklan ile ilgili ise, zarar beytulmaldan karşılanır, ama yargıç bunu bile bile yaptım, derse, o zaman zarar onun malından karşılanır. Devlet başkanının yaptığında da durum bu şekildedir.

1568- Devlet başkanı kara hayvanlarını sürecek bir toplu­luğu ücretle tutsa ve sürerken hayvanlardan bir kısım zarar görse yahut telef olsa, bakılır. Bu durum darulislama varma­dan darulharpte meydana gelmişse, ister bilgileri dahilinde, ister bilgileri dışında meydana gelsin, zararı tazmin etmeleri sözkonusu değildir.

Çünkü darulharpte ganimetleri telef edecek olurlarsa tazmin etmezler. Zira ganimeti alan kişilerin hakkı o ganimette henüz kesinlik kazanmış değildir. Yani kime hangi ganimetten ne miktar düşeceği yahut tekrar düşmanın eline geçip geçmiyeceği henüz kesin değildir.

Bu durum darulislama vardıktan sonra meydana gelmişse, durumları ortak ücretlinin durumu gibidir.

"Şerhu'l-Muhtasar" da belirttiğimiz gibi ortak ücretlinin elinde istemiye-rek telef olanı tazmin etmek Ebu Hanife'ye göre gerekmez. Telef olmak ister önüne geçilebilecek bir sebeple olsun, ister önüne geçilemeyecek bir sebeple olsun, teief olanı tazmin etmesi gerekmez. Ama iki imama göre tazmin etmesi gerekir. Telef etme, önüne geçilmesi imkansız bir sebeple olursa, tazmin etmez. Ancak kendi eliyle işlediği cinayetten dolayı telef olanı üç alimin (Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Muhammed) görüşüne göre tazmin etmesi gerekir. Sanki o malı kendisi tüketmiş veya yoketmiş gibi olur. Burada da hayvanları güderken veya birbirlerini süsmeleri sebebiyle zarar görmeleri yahut telef olmaları güdenlerin suçu sayılır ve zararı tazmin etmeleri lazımdır.

Ancak telef olanın kıymetini (değerini) telef olduğu yerde tazmin ederler. O yere kadarki hizmetleri için de ücretlerini alırlar.

Halbuki kumaşı telef eden terzi de durum böyle değildir. Burada mal sa­hibi tercih sahibidir. İsterse malının işlenmeden önceki değerini terziden alır ve işleme ücreti ödemez. İsterse işlendikten sonra malının değerini alır ve terziye ücretini verir.

Çünkü akdi yapan için satışın parçalanması sebebiyle akit sahibinin akdi feshetmesi mümkündür. Ücretlinin bu yolla malı teslim almasından itibaren zararı tazmin etmesi gerekir. Çünkü bu esnada malı helak edecek olursa, yine ö-demesi gerekirdi. Ama yukarıdaki meselede malın kendilerine teslim vakti iti­bariyle onlardan tazminat almak mümkün değildir. Çünkü henüz darulharpte iken mal yok olacak olursa, birşey tazmin etmeleri gerekmiyordu. Nitekim taz­minat ödemelerinin gerekli olması için yaptıkları iş oranında akdin gözetilmesi lazımdır. Bu bakımdan söz konusu yere kadarki işleri sebebiyle ücretlerinin Ödenmesi lazımdır.

Zararın önlenmesi mümkün olan durumlarda kendilerinin yapmadıkları telef sebebiyle ortaya çıkan farklı durum da bu şekildedir. Darulharpte, belit-tiğimiz sebepten, o mallardan birşey telef olacak olsa, tazminat ödemeleri gerekmez. Ama Ebu Hanifeye göre kendileri telef etmemişlerse, yaptıkları iş oranında ücret alırlar. Çünkü kendilerine teslim edilen ve başka sebeple telef olan miktarı geri vermiş olmazlar.

Ama kendileri telef edecek olursa, ücret alamazlar. Çünkü işi yapmamış gibi olurlar. Sonra, onlara tazminat gerekmediğinden ganimeti alan kişilerin eline de birşey geçmemiş olur. Bundan dolayı da onlara ücret verilmez. Ama darulislamda kendilerinin telef etmesi durumunda iş değişir. Zira darulislamda tazmin etmeleri gerekirdi. Bu şekilde işin ganimeti alanlara bu yolla verildiği anlaşılmış olmaktadır. Böylece anlaşılıyor ki yaptıkları iş hükmen yok gibidir ve bundan dolayı da ücret alamazlar.

Şöyle bir örnekle açıklayalım: Darulislamda bir adam dabaklamak için ölmüş hayvan derilerini taşıyacak birini ücretle tuttu. Adam derileri taşırken tökezleyip düşdü. Deriler de düşüp yandı. Yahut adam düşürdüğünde ateşte yandılar. Bu durumda adama tazmin etmesi gerekmiyor. Çünkü sözkonusu deriler değeri olan (ve şeriatta geçerli) mallar değildir. Adam da ücret alamaz. Çünkü yaptığı telef sebebiyle işi yapmamış oldu, onun için ücret alamaz.

Belittiğimiz ölçülerde ganimeti kişinin kendisinin telef etmesi veya başka bir sebepten telef olması durumunda ganimetlerin durumu da bu şekildedir.

1569- Düşman o hayvanları açıkça onlardan almışsa, güt­tükleri yere kadar ücretlerini alırlar.

Çünkü burada malın telef olması önüne geçilmesi imkansız olan sebeple olmuştur. Böylece yaptıkları işi kendileri yapmamış sayılmazlar. Düşmanın ga­nimetleri aldığını kendileri iddia edecek olurlarsa, Ebu Hanife'ye göre söyledik­leri kabul edilir, ama yemin ettirilirler. Çünkü malı almaları emaneti teslim al­mak gibidir. Emaneti taslim alan kişinin sözü kabul edirlir, ama yemin ettirilir.

İki imama göre ancak delilleri varsa, söyledikleri kabul edilir. Çünkü ma­lı teslim almaları, daman (kefalet, borç) almaları gibidir. Onun için darulislama girdikten sonra mal telef olacak olursa, tazmin etmeleri gereiyor. Tazmin eden kişinin söylediği de ancak delil ile kabul edilir. Tıpkı gaspeden kişinin duru­munda olduğu gibi.

1570- Komutan belirli bir yere kadar büyük küçük köle ve esirleri kendi hayvanlarıyla taşımak için bir adamı ücretle tutsa, o da onları taşısa ve ister hayvanları sürmesi sebebiyle olsun, ister başka bir sebeple olsun, kaçınılması mümkün olan veya olmayan bir sebeple bu insanlar ölecek olsa, adamın tazminat ödemesi gerekmez.

1571- Darulislamda da yitirmek, kötü gütmek veya telef etmekle yok ettiği bilinmiyorsa tazminat ödemesi gerekmez.

Ama yük insan değil de, başka bir şey ise, darulislamda hayvanları kötü sürmesinden dolayı telef olacak olursa, tazminat ödemesi gerekir.

Zira insan için ödenmesi gereken tazminat, cinayet tazminatıdır. Akid tazminatı türünden değildir. Ortak ücretliye tazminatın gerekliliği akit itibariy­ledir. Akit tazminatı cinsinden olmayan bir tazminatta akdi kabul etmek müm­kün değildir. Ama malların tazminatı öyle değildir. Sonra, hakkında akit yapılan insan türünden ise, biniciye teslim edilmiş olur ve ücretlinin tazminatı dışında kalır. Ama mallar için durum böyle değildir.

Onları taşıdığı yere kadar ücretini alır.

Çünkü üzerinde akit yapılan şey kiraya veren kişinin teslimini istediği kişiye teslim edilmiş olur. Ücretliye de tazminat gerekmediğine göre telef olan­dan birşey geri vermiyeceği de anlaşılmış olur.

1572- Hayvanları darulharpte şiddetle güder veya telef ederse, tazminat vermesi gerekmez.

Çünkü ganimet olarak alan kişilerin o mallarda hakkı henüz kesinlik kazanmamıştır.

Kendisi de bir ücret alamaz. Çünkü telef ederek üstlendiği işi yapmamış olur.

Yaptığından dolayı devlet başkanı onu tedip eder eder. Çünkü ganimet olarak alanların haklarını telef ederek haksızlık etmiştir.

Darulislamda telef edecek olursa, telef ettiğini tazmin eder. Çünkü artık ganimet alanların hakkı olduğu kesindir.    -Belirli bir yere kadar getirdiği için de ücretini alır. Çünkü telef ettiğinin değerini bu yerde tazmin eder. Bu da hayvanları geri verdiği kabul edilerek değil, teslim ettiği kabul edilerek uygulanır.

Ancak esir erkekler için tazminat ödenmez.

Çünkü yakalayan kişilerin onlarda hakkı henüz kesinlik kazanmış değildir.

Nitekim devlet başkanı onları öldürebilir de. Bu işi darulislamda da, darulharpte de yapması aynıdır. Onları taşıdığı için de kendisi ücret alamaz. Çünkü onları taşımak için üstlendiği işi yapmamış olur. Zaten onlardan dolayı kendisi tazminat Ödemez.

1573- Devlet başkanının hara hayvanlarını gütmek için günlük veya aylıkla bir topluluğu ücretle tutması caiz olur.

Çünkü belirli bir bedel ile belirli bir menfaat için akit yapmıştır.

Darulislamda veya darulharpte güderken kestiği için kişinin tazminat ödemesi gerekmez.

Çünkü tek kişinin tuttuğu ücretlidir. Böyle bir kişi mutad olarak bu işi işlemişse, yaptığından dolayı tazminat ödemez. Çünkü üzerinde akit yapılan şey kendi çıkarlarıdır.

Nitekim bu süre içinde Ölecek olursa ücreti ve diğer yararlan almayı hak eder. Ortak ücretlinin aksine, burada işin kusursuz olmasına da bakılmaz.

1574- Darulislamda kötü güder veya telef ederlerse, bun­dan dolayı tazminat öderler.

Çünkü hak sahiplerinin hakkı kesinleştikten sonra haksızlık yapmışlardır.

Getirdikleri yere kadarki ücretlerini ise alırlar. Çünkü şahsı belirlenen süre içinde teslim ettiğinden ücret gerekli

olmuştur. Haksızca muamele yaptıklarından dolayı hakları geçersiz olmaz. Bu fark şöyle açıklanmaktadır:

Nitekim devlet başkanı önceki hayvanlardan başka güçleri yettiği kadar hayvanlarda teslim edebilir. Önceki hayvanlar­dan öleceklerin yerine yenilerini verebilir. Halbuki ortak ücretlide devlet başkanının bunu yapmaya hakkı yoktur. Bundan da anlaşılıyor ki orada yapılan akit, işi kapsamaktadır, mufavaza

olayı ile kusurdan uzak olma sıfatıda sabit olmaktadır. Ama burada akit, işi değil, yararı kapsamaktadır.

1575- Devlet başkanı hür veya köle bir müslümana "Şu düşman süvariyi öldürürsen sana yüz dinar ücret vereceğim" derse ve o da öldürürse bu kişi ücret alamaz.

Çünkü ücreti belirtince, sözünün ganimet vadi anlamına alınması müm­kün değildir. Zaten teşvik ettiği iş de cihaddır ve cihad üzerine ücret vermek caiz değildir.

1576- Bunu zimmet ehlinden bir adama da söylese, durum aynıdır.

Ebu Hanife ve Ebu Yusuf un görüşüne göre durum budur. Ama îmam Muhammed'e göre zimmet ehli adama belirlenen ücret verilir.

Bu meselenin esası şudur. Ebu Hanife ve Ebu Yusufa göre, haklı veya haksız olarak öldürmek için ücret vermek caiz değildir. Ama îmam Muham­med'e göre öldürmek için ücret vermek caizdir. Çünkü belirli bir iş olup ücretli kişiye bu işi yaptığından dolayı ücret takdir edilir. Koyunu kesmek ve bazı organları kesmek için ücret ödemek caiz olduğu gibi öldürmek için de ücret vermek caizdir. Mesela devlet başkanı hırsızın elini kesmesi veya organlarda kısası uygulaması için ücretle bir adam tutması ittifakla caiz olur.

Bunun izahı şudur: Öldürmek boyun kesilmeyle olur. Ücretle tutulan kişi­nin buna güç yetirmesi bakımından başı bedenden koparması ile organı vücut­tan ayırması arasında fark yoktur.

Öldürmek ücretlinin yaptığı iş değidir, demelerinin anlamı da şudur: Öldürmek ruhun çıkmasına sebep olmakla olur. Bu da gücünün üstünde olan bir şeydir ve onun işi sayılmaz. Tıpkı çocuğun meydana gelmesi ve ekinin bitmesi gibi. Bu işin ona nisbeti de, onun işi olduğu itibariyle değil, kesbiyle meydana gelmesi sebebiyledir.

Görmüyor musunuz, onun yaptığı iş kılıçla vurmaktır? Nitekim kılıç vur­duğu halde ölüm meydana gelmeyebilir. Ücret vermek ancak getireceği yararlar veya yapılan işin ortaya çıkardığı şeyler için caiz olabilir. Ama hayvanı kesmek için ücret vermek böyle değildir. Çünkü hayvan kesmek için ücret vermek, hayvanın arındırılma işinden dolayıdır. Bu iş temiz ve murdar olanı birbirinden ayırdetmektedir. O da gırtlak ve can damarlarının kesilmesiyle olur. Bu da kişinin yaptığı iştir. Organların kesilmesi işi de bu şekildedir. Bunda ruhu gidermek diye birşey yoktur. Sadece organı vücuttan ayırmaktır. Bu da tıpkı ipi ve tahtayı kesmek gibi kişinin yaptığı işlerdendir.

1577- Esirlerin ölü olması halinde, devlet başkanı "Kim

bunların kafasını keserse ona on dirhem ücret vardır" derse, bu işi yapan müslüman veya zimmet ehlinden kişi ücret almayı hak eder.

Çünkü bu cihad işlerinden değildir. Ücret verilen kişinin gücü dahilinde yapacağı bir iştir. İpi veya tahtayı kesme karşılığında ücret verildiği gibi bunun

için de ücret vermek caizdir.

1578- Devlet başkanı düşman bir süvari görüp müslüman hür veya köle birine "Onun malını bana getirirsen sana on dirhem ücret vardır" derse, o da süvariyi öldürüp malı (atı)nı getirse, ama ğeririrken elinden kurtulsa, adam bir ücret alamaz. Çünkü.cihad olan bir iş için ücret vadetmiştir.

1579- Ama bunu bir zımmî için söylerse, zimmi ücretini alır.

Çünkü onun yaptığı iş cihad değildir.

1580- Yine ona "Düşman kişinin elini kesersen sana şu kadar vardır" derse, durum aynıdır.

Çünkü kendini savunan düşmanın elini kesmek cihad bir iştir. Bunun için müslüman ücret alamaz. Ama zimmi yaparsa ücret alır. Çünkü onun yaptığı bu iş cihad bir iş değildir.

1581- Devlet başkanı esirleri öldürmek isteyip bu iş için müslüman veya zimmi bir kişiyi ücretle tutsa, durum hakkında kısas hükmü verilen kişiyi öldürmek için ücretle adam turna­daki hükmün aksi olur.

1582- Devlet başkanı askerlerden bir topluluğa "Nehrin akıp şu şehrin halkını boğması için şu tarafından bu tarafına kadar önünü kazınız, size yüz dinar ücret verilecektir" derse ve onlar da bu işi yapsalar, bakılır. Söz konusu yerde çarpışan ve bu işin önüne geçmeye çalışan düşman varsa, bu işi ücretle yapanlar müslüman iseler bir ücret alamazlar.

Çünkü ücretle yapmakta oldukları şey cihad işlerinden bir iştir. Ama zimmet ehlinden iseler, ücreti alırlar. Yirmisi müslüman, yirmisi de zimmet ehlinden ise, zimmet ehli olanlar ücretin yansını alırlar. Çünkü her tarafın payı diğer tarafın payı kadardır.

1583- Sözkonusu yerde düşmandan çarpışan ve savunan kimse yoksa, o zaman belirlenen ücreti alırlar.

Çünkü yeri kazmak cihad işlerinden değildir. Bunun için hem müslüman hem zimmi ücreti hak eder. Müslümanların eline geçtikten sonra kalenin dışın­da bulunan oyuncakları ve boş kiliseleri yıkmak olayının benzeri bir durumdur.

1584- Yine ağaçları kesmek için sözkonusu kişileri ücretle tutsa, bu taksimata göre olur.

Çünkü karşılığında ücret verilecek olan iş bir cihad işi değildir. Bu işi engellemeye çalışan ve savaşmaya mecbur eden düşman var ise, bu iş cihad olur. Ama bu işten alıkoyacak ve çarpışarak engelliyecek varsa, o zaman bu iş cihad işi olur.

1585- Düşmanı mancınıkla vurması için bir topluluğu ücretle tutsa, bakılır. Bunlar zimmet ehlinden iseler, vadedüen ücreti alırlar. Ama hür veya köle müslüman kişiler ise, ücret alamazlar.

Çünkü bu cihad işlerindendir. Düşmanın sığındığı ve savunduğu kaleyi yıkmak için mancınıkla atmak, kişileri öldürmek için ok atmak gibidir. Müslü­manların himayesinde attıkları için bunların yaptığı cihad değildir, denilemez. Çünkü müslümanlann himayesinde de atsalar, attıkları düşmanın savunduğu yere düşmektedir ki maksat da budur.

Savunan düşman bulunmadığı zaman nehrin önünün kazılması olayında da bu durum mevcuttur. Çünkü düşmanı sığındığı ve savunduğu yerinde boğun-caya kadar su akar. Nitekim mancınıkla atılan şeyler gider ve düşmanı sığındığı ve korunduğu yerde öldürür, diye itiraz edilirse, şöyle deriz:

Evet, ama mancınık ve ok kişilerin el işlerindendir. Yani meydana gelen iş onların yapmasıyla onlara nisbet edilmiş olur, Ama boğulma nehrin önünü kazan kişiye nisbet edilmez. Burada yapılan iş sadece kazmaktır. Bu ikisi ara­sındaki fark cinayet olan bir işde açıkça görülür. Kendi toprağında durup bir insana ok atarak onu Öldüren kişi onu kendisi öldürmüş olur ve kısası hak eder. Ama kendi toprağında bir nehir yatağı kazar ve suya yenik düştükten sonra su komşunun tarlasını basıp ekini batınrsa, nehir yatağı kazan kişinin tazminat ödemesi söz konusu olmaz. İki olay arasındaki fark bu şekilde açığa çıkmaktadır.

Allah en iyi bilir.[10]



[12] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 2/337-340