๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:18:23



Konu Başlığı: Darulharpten gelen şüpheli kadının hükmü
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:18:23
 
Müslümanın Darulharpten Getirdiği Durumu Şüpheli Kadının Hükmü


483- Müslüman askerler düşman yurduna girdikten sonra düşmana esir düşmüş veya düşmandan eman almış yahut müs-lüman olup islam ordusuna katılmış olan bir müslümanin ya­nında getirdiği bir kadın. "Ben size eman almış olarak geldim" derse, bu müslüman da "Hayır, onu zorla getirdim" derse, ka­dının geldiği andaki durumuna bakılır. Silahlı müslümanların semtine yakın olanlara varıncaya kadar serbest ve elleri bağ­lanmadan gelmişse, eman için seslensin veya seslenmesin şer'an eman altındadır.

Çünkü durum bunu göstermektedir .Eman isteyen kadınlar gibi gelmiştir.

484- Bu şekilde yalnız başına gelirse, eman altında olur. Yolda bir müslüman ona refakat etse yine emin olur.

Sırf bu refakat sebebiyle ona ait oluşu sabit olmaz. Kadın kendi başına sayılır. İnsanın aklına gelen şey eman almak için o müslümanla refakati kabul etmesidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bir şeyin hakikatine vakıf olmak mümkün değilse, zahire göre ve galip kanaatla hüküm verilir.

485- Adam bağlıyarak zorla getirmişse, eman için seslensin veya seslenmesin fey' sayılır;

Çünkü zahirden anlaşıldığına göre adamın kendisi onu esir edip getir­miştir. Ona sahip oluşu da zor ve şiddet yoluÜe meydana gelmiştir. Bu da ona sahip olması için bir sebeptir. Çünkü kadın emanı bulunmayan düşman tara-fmdandır.

Ancak adam müslüman askerlerin gücü sayesinde onu alabildiği için bü­tün asker o kadının mülkiyetinde ortaktır. Çünkü düşman yurdundan yaka­lanması hepsinin emeği ile meydana gelmiştir.

Müslüman askerlerin yanına değilde, dârul İslama çıkarırsa, durum yine değişmez. Ancak baskı ve zorlama ile dârulİslâma yalnız başına çıka­rırsa, tek başına ona sahip olur.

Çünkü dârulİslamda yalnız başına ele geçirmiştir. Beşte bir vergi de düş­mez. Çünkü onu alışı Allahın sözünün üstün olması yolu ile değil, hırsızlık yapan kişinin dârulîslamda alıp mülkiyetine geçirmesi şeklinde olmuştur.

486- Kadın, onunla evlendim de çıktım derse ve adam, ya­lan söylüyor, onu zorla alıp getirdim, diyerek yalanlarsa yahut satın aldığını veya kendisine hediye edilen bir cariye olduğunu söylerse ve kadın eli kolu açık beraberinde çıkıp gelmişse, adam söylediklerinde tasdik edilmez.

Çünkü kendi başına serbesttir. Kendisi ile evlendiğini itiraf etmesi bile bağımsızlığını düşürmemektedir. Bunun için eman altında sayılır. Ancak adam zorla ahp getirmişse ve bu zorlaması dârulİslamda sabit ise o zaman onun sözü geçerli olur. Çünkü yerinde zorlaması sabit olduğundan kadın kendi bağımsız­lığını yitirmiş sayılır.

487- Yine yanına aldığı bazı şahısların kendi köleleri oldu­ğunu iddia etse ve onlar da köle değil, hür olduklarını söyle­seler ve elleri açık olarak serbestçe onun yanında gelmiş iseler, müslümanların bölgesine girdiklerinde eman için ister seslen­miş olsunlar ister seslenmesinler, onların sözü geçerlidir.

Çünkü kendileri yalnız başlarına bu şekilde gelmiş olsalardı emin olur­lardı. Kendisi ile beraber geldiklerinde de durum aynıdır.

488- Zorla esir aldığına dair müslümanlardan veya zimmî-lerden yahut eman altındakilerden adaletli kimselerden şahit gösterip iddiasını ispat derse, delili kabul edilir ve onlar da kölesi sayılırlar.

Çünkü delille sabit olan, hasmın itirafı ile sabit olmuş gibidir.

489- Dârulharpte zorla kendilerini aldığını itiraf etseler yahut bunu kendimiz yerinde tesbit etsek yine onun köleleri olurlar. Eman altındaki düşman savaşçıların şahadeti ile de bu durum sabit olur. Çünkü eman altındaki düşmanın başka bir eman altındaki düşman hakkındaki şahitliği makbuldür. Bu­nun için hepsinin şahitliği kabul edilmiştir.

490- Müslümanların bulunduğu bölgeye girdiğinde onları zorla getirmemişse ve kendi hakimiyeti altında olduklarını da bilmiyorsa, onlar da gerekli yerde eman talebinde bulunsun veya bulunmasınlar, emin sayılırlar.

Yine hepsi de erkek olup beraberlerinde müslüman bu­lunmadan yalnız başlarına çıkıp gelseler ve eman talebinde bu-lunmasalar eman talebi için geldiklerini gösteren üzerlerinde bir alamet yoksa ve müslümanm onları zorla getirdiği belli de­ğilse ülkemize eman almadan gelen düşman savaşçı sayılırlar. Böylelerin hükmünü yukarıda belirtmiştik. Netice olarak onları fiilen elinde yakalamamışsa hakikaten ve hükmen

bağımsız sayılırlar. İster onunla çıksınlar ister tek başlarına gelmiş olsunlar,

durum aynıdır.

491- Müslüman adam, eman almamış bir kadınla çıkıp gelse ve müslümanlar da fey1 olması için onu elinden almak isteseler ve o anda kendisinin karısı olduğunu iddia etse ve kadın ken­disini tasdik etse, onun karısı sayılır. Çünkü başka kimsenin hakkı onda sabit olmadığı bir anda nikah üzerinde birbirini tasdik etmektedirler. Nikah sabit olunca artık o kadın zimmî hür karısı olur.

Çünkü aralarındaki nikaha dayanarak onu İslam yurduna getirdiğinde kendisi ona eman vermiş sayılır. Düşmanın baskısından kurtulduktan sonra müslümanlardan birinin verdiği eman hepsinin verdiği eman gibidir.

Sonra, kadın müslümanm nikahında eman altındadır. Bu durumda müslümanla yahut zimmi ile evlense ülkemizde eman altındaki zimmî kadın gibi sayılır.

Çünkü konumda kadın kocasına tabidir. Kocası vatandaşımız olduğun­dan kendisi de ona tabi olarak vatandaşımız sayılır.

492- Yine ganimet aldığı kimseler için bunlar köle ve cariye-lerimdir, derse ve kendileri de bunu doğrulasa, onun sayılırlar.

Çünkü başkasının hakkı kendileri üzerinde sabit olmadan önce bu konu­da birbirlerini tasdik etmişlerdir. Burada İhtiyaç ve zaruret manası gerçekleş-

493- Biz düşmanın köle ve cariyeleriyiz. Eman almak için geldik, bu adamla bir ilişkimiz yoktur, derlerse, bakılır; Eğer^ zor ve şiddetle çıkardığı belli olursa, onun sayılırlar.

Çünkü köle olduklarını kendileri itiraf etmişlerdir. Bu da bağımsızlıkla­rını gidermektedir. Onun eli altında oldukları bilinmiyorsa bile alırken zorluk çektiği sabit olmasıyla hak sahibi olduğunun sebebi ortaya çıkmış olmaktadır.

494- Müslümanların bölgesine yaklaştıklarında eman için seslenmişlerse, artık emin olurlar.

Çünkü zorla eli altında tuttuğu sabit olmadığından hak sahibi olduğunu gösteren sebep de mevcut değildir, demektir. Sonra yerinde eman için seslen­mişlerdir. Zahire göre sözlerinde doğrudurlar ve eman için gelmişlerdir.

495- Bu şekilde yalnız başlarına gelmiş olsalar, yukarıda belirttiğimiz gibi emin sayılırlar. Çünkü eman istemek için bundan başka yol yoktur. Onunla çıkıp gelmiş olsalardı yine aynı yola başvuracaklardı.

496- Aynı şekilde müslümanlar sesleri işitmiyecek kadar uzak, yüksekçe bir yerden bunları görse ve eman talebi için geldikleri-düşüncesi zihinlerinde doğsa, sonra seslerini işitecek kadar yaklaştıklarında eman için seslenseler veya seslenme-seler, emin sayılırlar.

Çünkü boyun eğerek gelmeleri, eman istemek için geldiklerine dair bir delildir. Böyle bir yerde delil, sarih gibidir.

497- Düşmanın köleleri olduklarını iddia etseler, söyle­dikleri gibi kabul edilirler.

Eman hükmünde olduğu gibi sahipleri yanma dönmelerine müsaade

edilir.

498- Sahiplerinin istememelerine rağmen müslüman olmak yahut zimmî kalmak için kaçıp geldiklerini ifade etseler, hür sayılırlar ve sahipleriyle ilişkileri kalmaz.

Eman için de gelseler ve bunu delille ispat etseler, durum­ları yine bu şekildedir.

Çünkü yurdumuza girmekle sahiplerine karşı kendilerini korumuş sa­yılırlar. Hatta ülkemizde sahiplerini zorla yakalayıp getirseler kendi mülkiyet­lerine almış olurlar. Aynı şekilde kendilerini koruduklarında bağımsız sayı­lırlar.

Kendine sahip olan, azat edilmiş sayılır. Hiç bir kimsenin velayetin­de de kalmaz. Çünkü kendine sahip olmakla azat olmuş sayılır.

Bu konuda delil, Rasulullahın (s.a.v.) Taif günü buyurduğu rivayet

edilen şu hadisidir:

"Hangi köle yanımıza çıkıp gelirse hür olur." Yedi köle çıktı geldi ve hür oldular. Onlara Allah'ın azatlıları ismi veriliyordu.

Müslüman veya zimmî olarak gelmeleri farketmez. Çünkü vatandışımız olan zimmî, vatandaşlıkta müslüman gibidir. Her iki şekilde de kendilerine malik ve bağımsız olurlar.

499- Sahipleri gelerek ticaret için İslam yurduna çıkışla­rına izin verdiklerini iddia etseler, onların sözü kabul edilir.

Çünkü onların kölesi olduklarını kendileri daha Önce söylediler. Sonra sahiplerinin kendileri üzerinde hakları kalmadığını iddia ettiler. Bu da bir kız­gınlığın neticesi meydana gelmiştir. Bu konuda delil göstermedikçe sözlerine itibar edilmez. Sahibinin kendisini azad ettiğini iddia eden köle durumun­dadırlar. Sahipleri asıl normal olan duruma tutunmaktadırlar. Asıl olan da köle­nin tek taraflı çekip gitmemesidir. Yeminle beraber asla tutunanın sözü mute­berdir.

Devlet başkanı, köleler İstediği takdirde, sahiplerine Allah adına ye­min ettirir. Köleleri olduğuna dair yemin ederlerse ve köleler müslüman olmuşsa, onları satmağa mecbur edilirler.

Çünkü müslüman köle zimmînin eline terkedilmediği gibi, düşman yur­duna iade etmek için düşman savaşçı olana da verilmez. Satmaya mecbur etmek ise kafirlerin hakaretinden kurtarmak açısından onun haklarına riayetin ge­reğidir.

500- Eman istiyen de, zimnıî gibi bu muameleye tabi tutu­lur. Onlardan zimmî olmayı kabul edenler ve İslama girmi-yenler ise sahîpleine terkedilir, dilediği yere götürebilir.

Çünkü köle efendisine tabidir. Efendisinden habersiz tek başına zim-mîlik talebi geçerli değildir. Nitekim ülkemizde eman altında olan savaşçı düş­manın yanında bir köle varsa ve tek başına zimmî olmak istiyorsa, bu talebi bizce makbul değildir. Devlet başkam daha önce kendisinden haraç almışsa onu efendisine iade eder. Çünkü kölesinin kazancıdır. Efendisi gelmeden önce devlet başkanının haracı ondan almasında bir sakınca yoktur. Çünkü hüküm zahire göre verilir. Onu yalanlıyan çıkmadıkça söylediği sözünde tasdik edil­miştir.

501- Bütün bunlar ikrarı dışında başka bir delille bilindiği takdirde söz konusudur. Ama bunlar kölenin sadece ikrarı ile biliniyorsa, eman için seslendiğinde yahut müslümanlar onu gördüğünde köle olup efendisinin rızası ile geldiğini itiraf et­mişse, sözü tasdik edilir ve efendisine teslim edilir. Çünkü vatandaşımız olmadan ve üzerine müslümanların bir hakkı terettüb etmeden önce kendisi itiraf etmiştir. Böylece ikrannda töhmet sözkonusu

değildir.

502- Zimmî olup kendisinden haraç alındıktan sonra bu itirafta bulunursa, sonra eman altında biri çıkıp da onu eman ile ticaret için İslam yurduna gönderdiğini iddia ederse ve zim­mî de onu tasdik ederse, devlet başkanı, söylediğinin doğru olmadığını göstermek çin aldığı haracı geri verme ve düşman yurduna iade etmeye bakmayıp kendi ikrarına bakar ve bu ik­rar ile onu kölesi yapar.

Çünkü ikrar doğru ve yanlış ihtimali olan bir haberdir. Töhmet bulunan yerde hüccet olmaz. Ancak töhmet altında bulunmıyan kimse için hüccet olur. İkrarda bulunduğu kişinin mülkü olmasında bir töhmet yoktur.

Ama düşman yurduna iadesinde töhmet ortaya çıkmaktadır. Çünkü va­tandaşımız olmakla düşman yurduna dönüşü yasaklanmış olmaktadır. Zira ül­kemizden hoşlanmama ihtimali olup danışıklı döğüş şeklinde olduğunu söyler ve düşman yurduna döner şüphesi vardır.

Sonra, onun kölesi olmak düşman yurduna geri götürmesini gerektirmez. Nitekim yurdumuzda zimmî veya İslama girmiş bir köleyi satın alması halinde yine onu satmağa mecbur edilir ve düşman yurduna götürmesine izin verilmez. Kendisinden haraç olarak alman şeyler mücahidlere verilir ve düşman savaşçıya bunun iadesinin gerekliliği konusunda adamın sözüne itibar edilmez.

503- Ama düşman savaşçı, iddiasını doğrulamak için müslü-manlardan bir delil getirirse, köleyi düşman yurduna götür­mesine izin verilir ve alman haraç kendisine iade edilir.

Çünkü müslümanlara karşı delil olan bir şeyle hakkını ispat etmiş bu­lunmaktadır.

504- Ancak eman altında bulunan düşmandan bir grup ona şahitlik ederse, sözlerine itibar edilmez. Kendisi köle olduğunu itiraf etmemişse, köle de yapılmaz.

Çünkü zimmîdir. Savaşçı düşmanın şahitliği ise zimmî hakkında delil

olmaz.

505- Zimmet ehlinden bir cemaat aleyhine şahitlik ederse,

onun kölesi yapılır.

Çünkü bu hükümde şahitlik aleyhine olmaktadır. Ehli zimmetin şahitliği zimmî için delildir.

Kendisinden alınan haracın kendisine iade edilmesi ve düşman yur­duna iadesi konusunda şahidlikleri kabul edilmez.

Çünkü bu hükümde delil müslümanlarm aleyhinedir. Ehli zimmetin şa­hitliği ise müslümanlar aleyhinde delil değildir. İki hükümden birinin sübutu da diğerinin sübutunu gerektirmez.

506- Eğer müslüman olmuşsa onun hakkında sadece müslü-manların şahitliği geçerli olabilir. Müslümanların şahidliği o-lursa, eman altındaki adamın kölesi olmakla beraber onu satmağa mecbur edilir.

Kölenin bunu itiraf etmesi halinde de durum aynıdır.

507- İmam Muhammed der ki: Düşman savaşçı, müslü-manlardan eman ister ve müslümanlar da eman verdikten son­ra yanında bir kadın ve küçük çocuklarla çıkıp gelerek şu eşim, bunlar da çocuklarımdır, derse ve eman talebinde isimlerini zikretmeiiıişse kıyasa göre bunlar fey'idir.

Çünkü emanı sadece kendisi için istemiştir. Eman hükmü ise kendisin­den ayrı olanları içine almaz. Yine bunlar için eman talebinde bulunduğuna dair bir işaret yoktur.

Ama bu nahoş bir şeydir. Onun için istihsan yolu ile hepsi eman atında olurlar.

Çünkü kendisinin daha iyi bildiği bir sebepten dolayı düşmandan kaçıp bize sığınmakta yahut mümkün olduğu kadariyle ülkemizde ticaret yapmak için ülkemize gelmektedir. Eşini ve küçük çocuklarını yanında bu maksatla getirmiş olabilir.

Kişi aile efradı ile beraberdir, kuralına göre bu, onlar için eman talebi ifade eder, zaten kendilerini koruması ve geçindirmesi bakımından ona tabi­dirler, asıl zikredilince, aykırı br örf olmadıkça, ona tabi olan da zikredilmiş olur, halbuki geçerli olan örf bunu engellenıeip desteklemektedir. Nitekim zimmî ülkemizde cizye verirken eşi ve çocukları ile diğer tabileri için bir şey vermemektedir. Bütün bunlar eman altında olduklarını göstermez mi? dîye itiraz edilebiir.

508- Yine, ganimet aldığı birçok kişi ile çıkar gelir ve bunlar kölemdir derse, onlar da kendisini tasdik ederse, veya kendile­rinin ne olduğunu ifade edemiyecek kadar küçük iseler yahut yanında bulundurduğu yüklü hayvanları güden kişileri göste­rerek bunlar çocuklarımdır der ve kendileri de onu tasdik ederse, edeceği yeminle beraber sözü muteberdir.

Çünkü görünürdeki durum ona şahidlik etmektedir. İster ticaret için gelmiş olsun, İster düşman yurdundan kaçmış olsun malını bereberinde geti­rebilir. Yalnız başına hazırlıksız ve azıksız çıkıp gelirse ülkemizde açlıktan ö-lür. Zaten ülkemizde bir müddet kalabilmek için eman talebinde bulunmuştur. Böylece kendisine tabi olarak malı da emana dahildir.

Ancak yalan töhmetinin giderilmesi için devlet başkanı ona yemin ettirir. Yanında getirdiği kişilerden onu yalanhyan kişi, eşyası ile birlikte fey' olur.

Çünkü onu yal anlamasıyla kölelik durumu sabit olmaz. Emanda tabi oluş da bunun üzerine bina edilmektedir. Yalanhyan kişi ülkemizde hür düşman olup emandan yoksun olur. Eşyalariyle birlikte fey' olur.

509- Ne hayvanlar, ne de güdenler benim değildir, sadece eşya benimdir, bana yardım etsinler diye ücretle tuttum deyip kendileri de bunu tastık ederlerse, kıyasa göre hayvanlarıyle beraber fey' olurlar.

Çünkü kendisi veya onlar kendileri için delalet veya işaretle eman ta­lebinde bulunmamışlardır.

Ama istihsana göre hayvanları ile beraber eman altında olurlar.

Çünkü eman alan kimsenin ticaret yapmak için malı ülkemize kadar sır­tında getirmesi mümkün değildir. Böyle durumlarda personel veya vasıta ol­duğu ve amacının gerçekleşmesini sağlıyan birşey olduğu ortadadır. Bu yoldan işçi kiralamak zaten işadamlarının adetidir. Kendileri için eman istemiş gibi nasıl eşi ve çocuğu da eman kapsamına giriyorsa, ihtiyaçtan dolayı bu işçiler de eman kapsamındadır.

510- Beraberinde bulunan adamlar için; Bunlar çocukla­rımdır, derse onlar fey1 sayılır.

Çünkü onlar buluğ çağına ermekle ona bağlılıktan çıkmışlardır. Tabî değil, asıl olmuşlardır. Eman hükmü dışında kalırlar. Zımmî olmak yahut Isla­ma girmek meselesinde de ona tabî değildirler. Kendileri için ayrıca eman tale­binde bulunmaları gerekir. Eman almadıkları için fey1 olurlar.

511- Meramlarını ifade edecek yaşta küçük iseler ve bunlar benim çocuklarımdır, dediğinde onu tasdik etseler eman altın­da olurlar.

Çünkü erginlik çağma gelmedikçe ona tabidirler. Nitekim meramlarını ifade etseler bile İslama girmede veya zimmî olmada ona tâbîdirler. Emanda da durum aynıdır.

Yalanlıyacak olurlarsa, müslümanlara fey1 olurlar.

Çünkü meramlarını ifade ederek onu yalanladıkları takdirde onun nese­binden olmadıkları sabit olur. Emansız girdiklerinde zaten fey' olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bu konuda meramını ifade edenlerin sözü küçük de olsalar geçer­lidir. Durumu belli olmıyan kimsenin falancanın kölesi olduğunu itiraf etmesi ve o şahsın da bunu tasdik etmesi durumunda da netice aynıdır.

512- Yanında meramını ifade edemiyecek kadar küçük çocuklar varsa ve bunları düşman yurdundan çalıp çıkardı­ğını veya ailesinde yetim çocuklar olup yanına aldığını ifade e-derse, onlara bir şey düşmez ve kendisinin olurlar.

Çünkü meramlarını ifade edemiyecek durumda iseler zaten onun zim­metinde ve mülkiyetindedirler. Sonra, düşman yurdundan çaldığını ifade et­mektedir. Onun için kendisinin mülkiyetinde ve tabiiyetindedirler. Yahut aile fertleri arasında onların da geçimlerini sağladığı için ona tabidirler. Kendisi olmasaydı yurdumuza gelmeleri sözkonusu değildi. Bunun için kendisinin ehli mesabesinde sayılırlar.

513- Erginlik çağına gelen kızlarla yurdumuza gelerek, bunlar kızlarımdır derse ve onlar da kendisini tasdik ederse, kıyasa göre fey1 sayılırlar.

Çünkü erginlik çağına ermekle ona tabi oluşları son bulmuştur. Hatta kendisinin İslama girmesi halinde onlar da müslüman olmuş sayılmazlar. Ergin­lik çağma giren erkek çocukları mesabesindedirler.

Ama istihsana göre kızlar da eman altında olurlar.

Çünkü aile fertleri arasında ve nafakası altındadırlar. Evlenmedikçe onun nafakası ile geçinmektedirler. Bu hüküm zahire bakılarak verilmektedir. Adet olarak kadınlar tek başlarına kendileri için eman istemezler. Erkek çocukların hilafına babalan yahut kocaları ile beraber olurlar. Çünkü erkek çocukları savaşacak yaşa geldikten sona bizzat kendileri için eman istemedikçe emin sa­yılmazlar. Kadınlar ise öldürülmekten emindirler. Eman taleb etmeleri köle-teştirilmemeleri içindir. Eman hükmünde babalarına tabi olmakla eman hükmü kapsamına alınabilirler.

514- Buna göre yanında bulunan nine, hala, teyze, anne ve kızkardeş gibi kadınlar hepsi eman altında olurlar. Baba ve dedelerin durumu ise bunun aksidir. Kölesi ve ücretli hizmet­çisi ancak istihsan yolu ile ona emanda tabi olabilir. Ta ki tica­ret için yahut eşyasını onlar vasıtasiyle taşıyabilmek için yanı­na aldığı kimselerden maksat ihtiyacı yerine gelsin.

Eman hükmüne tabi olarak emin olanların tümü için bili­yoruz ki iddia ettiği şeylerde kendileri de onu tasdik ederlerse hepsi emin olurlar. Çünkü üzerinde müslümanların hakkı sabit olmadan önce bu konuda birbirlerini tasdik etmektedirler. Önce yalanlar, sonra tasdik ederlerse, fey' olurlar. Çünkü onu yalanlamakla üzerinde müslümanların hakkı sabit olmuştur. Bundan sonra tasdik etmesi müslümanların haklarını iptal etmektedir. Dolayi-siyle bu konuda çelişkiye düşmektedir.

Önce tasdik eder, sonra yalanlarsa yine fey' olur. Köle olduğunu kendisi önce itiraf etmiş bulunmaktadır. Kendi hakkın­daki bu itirafı da geçerlidir.

Ama kölesi ve meramını ifade edebilen küçük çocukları bundan müstesnadır.

Köleleri müstesnadır. Çünkü tasdik etmeleriyle onun kölesi oldukları sabit olmuştur. Mülkiyetini iptal konusunda artık sözleri muteber değildir.

Çocukları da nesebçe ona bağlılıkları ve eman hükmüne dahil olmaları sebebiyle müstesnadırlar. Kendilerinin köle olduklarına dair söyliyecekleri sözler muteber değildir. Nitekim nesebi belli ve aslen hür olan ve meramını ifade edebilen küçük çocuk kendisinin köle olduğunu söylerse sözü geçerli.

olmaz.

Ama kızı, eşi, kızkardeşi ve halası onu tasdik ettikten sonra tekrar yalan­larsa hepsi fey1 olurlar. Çünkü köle (cariye) olduklarını daha önce ifade ve itiraf etmişlerdir.

Onu tasdik edince kızının nesebi sabit olmuştur, diyerek itiraz edilebilir.

Cevap olarak diyoruz ki; Öyledir ama nesebinin sabit oluşu kendisinin köle olduğunu itiraf etmesinin hükmünü iptal etmez. Erginlik çağma gelenin kendi aleyhine ikrarı muteberdir. Ama meramını ifade edebilen küçüğün durumu böyle değildir. Onun sözü sadece yararına olan şeylerde muteberdir. Zararına olan şeylerde muteber değildir. Kendi tasdiki ile hürriyeti sabit olduktan sonra tekrar köle olduğunu ikrar etmesiyle köleliği sabit olmaz.

Durumu meçhul olan küçük çocuk bir adamın elinde olsa ve onun kölesi olduğunu ikrar etse, kölesi sayıldığı halde bu diğerinde durum neden farklı olmaktadır? diye sorulabilir.

Deriz ki, öyledir ama kendi ikrarı ile değil, o adamın iddiasıyla sabit olmaktadır. Ancak meramını ifade edebilen başkasının hakimiyeti altında değildir. Hür olduğunu iddia ettiği takdirde hür olur. Ama ben onun kölesiyim, deyince o adamın hakimiyeti altına girmiş olur. Dolayısiyle hakim olanın ifadesiyle ve hakimiyet hakkiyle onun köleliği sabit olur. Tıpkı meramını ifade edemiyenin durumunda olduğu gibi. Ama sadece kendi ikrarı ile köleliği sabit olmaz. Çünkü fayda ve zarar arasında tereddüt eden küçük çocuğun-Jkrarı geçerli olmadığı halde zararına olan şey hakkındaki ikrarı nasıl sahih olsun?

515- Müslümanlar bir kaleyi kuşattıklarında kaleden bir adam çıkıp yanlarına gelmek üzere eman isteğinde bulunsa ve kendisine eman verdikten sonra eşi, küçük çocukları, kölesi ve eşyası ile çıkıp gelse bütün bunlar fey1 olurlar.

Çünkü bu adam kendisi için korkuya kapılmış ve mecbur olmuştur. Canını kurtarmak için eman talebinde bulunmuştur. Bu amacına ulaşmak için diğer şeyleri de yanına alması şart değildir.

Birincinin durumu böyle değildi. Çünkü o evinde ve emniyet içinde idi. Eman istemesi, ülkemizde barınmak ve ticaret yapmak İçindir. Diğerlerini de yanına almadan bu amacı gerçekleşmez.

Halbuki burada, kalede bulunanların hepsinde müslümanları hakkı sabit olmuştur.Çükü kuşatma altına alman kişi, ele geçmiş gibidir. Onun için tasarrufları geçersiz olur. Sabit olduktan sonra müslümaların onlardaki hakkının iptali, durumun delaleti ile değil, nas ile olur.

Ülkemize gelmek için eman taleb eden kimsenin yanında aldığı kişilerde müslümanlann hakkı sabit olmuş değildir. Bunların da muhtaç oldukları şey, köle olmadıklarını ispat etmektir. Bu da durumun delaleti ile sabit olur ve bu delalet yeterlidir.

Ama kalede kuşatılan kimse halkın kuşandığı gibi atı üstünde silahı ve kendisine yetecek kadar parası ile çıktığı zaman, istihsan yolu ile hepsi onun­dur. Çünkü çıplak ve herşeyden soyutlanarak çıkması mümkün değildir. Nite­kim çıplak çıkacak olursa kendimiz ayıplarız. Arkadaşlarına savaşmak için çıktığını göstermek yahut çıkarken kendisine silah kullanacak olurlarsa karşılık vermek için silahını yanma almağa da muhtaçtır. Yine yaya çıkıp müslümanlara gelmesi de mümkün olmıyabileceğinden atını yanma alması da bir ihtiyaçtır. Müslümanlann karargahında kendisine yiyecek verilip verilmeyeceğini bilme­diğinden nafakasını da yanına almaya muhtaçtır. Çünkü müslümanlardan sade­ce canını kurtarması bile onun için yeterlidir. Yanına nafakasını almıyacak olur­sa açlıktan ölebilir ve canını kurtarmak amacı da gerçekleşmemiş olur.

Bütün bunları gözönünde bulundurarak yanına alacağı bu şeyler diğer şeylerden müstesnadır ve kendisinin olurlar. Yine görüşme yapan taraflardan herkesin diğerinden satın alacağı yiyecek ve giyecekler ortaklık hükmünden ha­riç olur. Çünkü istihsan yolu ile bu gibi şeylere ihtiyaç olduğunu biliyoruz.

516- Sonra muhasara altında olan ile ülkemize gelmek için eman almaya gelen arasındaki farkı belirterek şöyle demek­tedir:

Muhasara altında bulunan^ adam eman için seslense ve ema-na sahip olmadan Önce müslümanlann yanına çıkıp gelse, fey1 olur. Ancak müslümanlann en yakın hakimiyet bölgesine yak­laşan birisi müslümanlara eman için seslense ve müslümanlar ses çıkarmasa eman altında olur.

Bu şekilde anlaşılıyor ki burada delalet kafi geldiği halde, muhasara altında olan için kafi değildir.

517- Müslümanlar kalede kuşatılan birine eman verse ve adam mü si uman lar a şu veya bu şekilde yararlı olmak için çıkı­şını belirtmezse canı, malı ve küçük çocukları eman altında olur.

Çünkü bulunduğu yerde kalmak üzere kendisine eman verdiler. Orada kalabilmek için bunların yanında bulunması zaruridir ve emanda kendisine tâ-bîdirler. Ama kaleden dışarı çıkan adam sadece canını kurtarmak için çıkmak­tadır.

518- Müslüman ordusu düşmana yaklaştığında "ticaret amacı ile ülkemize yahut askerin karargahına yalnız başına gelenler emin olur" diye duyursa, geleler emin olurlar. Fakat onlardan müslümanlara açıklamadan yanlarında getirdikleri bütün şeyleri ellerinden alınır ve müslümanlara fey' olur. An­cak kaleden çıkan kimsenin yanına aldığı şeyler istihsan yolu ile kendisinin olur.

Çünkü getirecekleri şeyler için eman vermiyeceklerini daha önce ken­dilerine bildirmişlerdir. Eman verdikten sonra tekrar bozmak eman hükmünü bozar. Başka şeyler için eman vermiyeceklerini bildirmeleri de onlar için hükmü aynı şekilde iptal etmektedir. Biz ona delalet yolu ile kendi hakkı olan şeyler için eman verdik. Aksi belirtildiği zaman delalet yolu ile de kendisine bir şey sabit olmaz. Nitekim eman talebi için gelenlere müslümanlar eman ver­miyeceklerini bildirmelerine rağmen eman için çıkıp gelenler emin olmazlar. Ancak müslümanlar yeniden kendilerine eman verirlerse emin olurlar. Bu red cevabından sonra onların durumunun kalede mahsur olanın durumu gibi olduğu anlaşılmaktadır.

519- Bir müslüman yanında eman talebinde bulunan düşman bir kişi ile çıkıp gelse ve yanlarında her ikisinin tuttu­ğu veya hayvan üzerinde bulunan bir mal varsa ve müslüman, bu mal benimdir, bu da kölemdir, derse ve düşman kişi hayır, mal benimdir, ben de eman almak için geldim, diye hak iddia ederse, düşman kişi zorla yakalanıp bağlanmışsa, müslümanın sözü geçerlidir.

Çünkü onu zorla alınca kendisinin kölesi olur. Mal konusunda da efen­disine muhalefet yetkisi yoktur.

Zorlanmamışsa, hür ve eman altında olur.

İkisi de yetki sahibidir. Mülk ve hayvan ikisi arasında yarıya paylaşılır.

Çünkü görünürdeki durum ona şahitlik etmektedir. Sonra, mal üzerinde her ikisi de yetki sahibidir. Mal ve hayvan ikisi arasında yarıya paylaşılır.

520- Biri havana bindiği halde diğeri yandan tutup hayvanı çekiyorsa, hak sadece binmiş olanındır.

Çünkü binit, binen için yararlanma aracıdır. Binitin yükü de binite sahip

olanındır.

521- Eşya bir entari ise ve onu biri giymiş ve diğeri de elinde tutmuşsa, entari giyen kişinindir.

522- Aynı şekilde mülkiyet güdenin değil, binmiş olanın ve binek hayvanım yönlendirenindir. Mat kimin elinde ise sahibi kim olursa olsun, onun olur. Biri hayvanı çekiyor, diğeri de güdüyorsa, hayvan ve mal çekenindir.

Çünkü hayvanın yularım elinde tutmakla,  hayvanla beraber yüklendiği

eşyada onundur.

523- Düşman yurdundan ordugahımıza sevkedilen bir mal olup eman altındaki kişinin kendisine ait olduğunu söylese ve müslüman da onu yalanlıyarak "o mal benimdir, düşman yurdunda halk bana bağışladı yahut zorla onlardan aldım" derse ve kendisi de daha Önce ellerinde esir ise, malı da her ikisi elinde tutuyorsa, yarısı elinde tuttuğu için onundur. Diğer yarısı da müslümanlara ait fey1 olur. Çünkü diğer yarısı esirin elindedir. Onu askerin gücü ile ele geçirmiştir.

Kendisine bağışladıklarını iddia etmekle musiüman askerlerin ortaklık paylarım

iptal etmeğe çalışmaktadır.

524- Müslümanlardan bir delil getirmedikçe bu konuda sözü tasdik edilmez, zimmîlerden veya eman altındakilerden delil gösterirse eman istiyenin aleyhine bütün mal ona verilir.

Çünkü ortaya koyduğu delil eman altında olanın aleyhinedir. Bu malın tümü kendisinin de dahil olduğu müslüman askerlere fey' olur.

Çünkü ortaya koyduğu delil müslümanların hakkını iptal etmede hüccet değildir. İddia ettiği hibe ve sadaka sözleri de müslümanların hakkını iptal et­mede kesin değildir.

Müslümanlardan bir cemaat ona şahitlik ederse, mal kendisinin olur.

Çünkü iddiasını müslümanlar hakkında geçerli delil ile ispat etmiştir. Bu da gözle görülmüş gibi sabit kabul edilir.

525- Mal sadece eman altındakinin elinde ise ve müslüman bir cemaat, malın esire sadaka verildiğine ve onu eman altında-kine emanet ettiğine dair şahitlik ederek malı ona müslüman­ların hakim olduğu bir yerde emanet bıraktığını ifade eder­lerse, mal ona teslim edilir.

Çünkü delille sabit olan, görme ile sabit olmuş gibidir. Malı düşmanın hakim olduğu bir yerde eman altmdakine bıraktığı­na dair şahitlik ederlerse, eman altındaki kişiden bir şey alınmaz ve kendisine verilmez.

Çünkü bu, düşman yurdunda aralarında anlaştıkları bir sebepti. Eman altındaki kişi bizim hükümlerimize tabi olmayıp ülkemizde ticaretini yaptıktan sonra tekrar yurduna dönmek üzere gelmiştir. Böylece düşman yurdunda ara­larında geçen şeyler üzerinde hakim davalarına bakmaz. Nitekim bir müslü-manla eman altındaki bir kişi İslam yurduna girdikten sonra biri diğerine islam yurdunda borç verdiğini yahut bir emanet bıraktığını iddia etse ve iki müslü-manı da şahit gösterse, hakim bunların davasına bakmaz. Eman altındaki kişi Islama girerse yahut zimmî olursa, o takdirde her iki tarafın da karşılıklı dava­larına bakar. Çünkü eman altındaki kişi artık vatandaşımız olmuş ve yasa­larımıza muhatap olmuştur.

526- Aynı şekilde eman altında olan iki kişi ülkemizde biri diğerine borç verdiğini yahut emanet bıraktığını iddia etse ve muamele ülkemizde meydana gelmişse, hakim davalarına bakar.

Çünkü hakim yurdumuzda kaldıkları sürece aralarındaki davalara bak­maya ve kendilerine insaf ile davranmağa memurdur.

527- Ama muamele ülkemiz dışında   cereyan etmişse, bu-nunla ilgili davaya hakim bakmaz. Ancak Islama girmek ya­hut zimmî olmakla davalarına bakabilir. Yine düşman yurdun­da birinin diğerinden bir şeyler gaspettiğini iddia etse ve dava açsa, hakim bu davaya da bakmaz.

Çünkü düşman yurdu yağmacılık yeridir. Borç ve emanet dışında burada bir şey alan ve sonra İslama giren yahut zimmî olan kimse o şeyin sahibi olur. Zira borç ve emanet karşılıklı hoşnutlukla aralarında geçen bir işlemdir. Vatandaşlığımıza geçtikten sonra bunlarla ilgili davalarına bakılır.

528- Müslüman ile eman altındaki kişi birlikte çıkarken biri diğerinden bir şey gasbetse ve o gasbedilen şey mevcut olsa, sonra eman altındaki kişi İslama girse, hakim bunların da davasına bakmaz.

Çünkü müslüman gaspetmişse mubah bir malı almış demektir. Gasp e-den düşman ise almakla mal kendisinin olmuştur. Ama borç ve emanette du­rum değişiktir. Onda istila ve ele geçirme sözkonusu olmadığından bunlarla

ilgili davaya bakılır.

529- Müslümanla eman altındaki kişi birlikte çıkıp ikisi de mal yüklü bir katırı tutarak, bu hem elimde hem de malımdır, diye iddia etse ve taraflardan biri müslümanlardan delil getir­se, hakim onun lehine karar verir.

Çünkü davasını delille ispat etmiştir. Bu mesele ile bazı imamlarımızın şu şekildeki sözlerinde yanıldıklarını anlamaktayız:

Taraflardan herbiri, bu elimdeki malımdır derse, hakim bu davaya bak­maz ve şöyle der: Madem ki senin malındır, o halde benden ne istiyorsun?

Halbuki metinde taraflardan herbirinin getireceği delilin kabul edileceği belirtilmektedir. Aradaki anlaşmazlığı çözmek için hakim zaten bu delile muhtaçtır. Bu amaçla gösterilen delil makbuldür. Onun için hakime şöyle cevap verir: Onun davasını iptal etmeni ve malı bana vermeni istiyorum.

Malın birinin elinde olması durumunda olduğu gibi, bu mesele de aynı şekilde bağlanamaz mıydı? diye sorulabilir. Nitekim orada davaya bakılmı­yordu. Ama burada her birinin elinde malın yansı bulunmaktadır. Eman al­tındaki kişi ülkemizin vatandaşı olmadıkça davaya bakılmaması gerekmez mi?

Cevap olarak deriz ki; Burada herbiri îslam yurdunda malı elinde tuttu­ğunu iddia etmektedir. Onun için aralarındaki davaya bakmak lazımdır. Yani mesele, İslam ülkesinde her iki tarafın malı kendisinden diğer tarafın aldığını iddia etmesine benzemektedir. Şahitler derse ki gaspeden kişi düşman yurdunda düşmanın gücünden faydalanarak ve eman almadan önce atladığı gibi katıra sahibi ile beraber sarıldı, o zaman hakim yine bu davaya bakar ve mal sahibi lehine hüküm verir. Çünkü sahibinin eli ona asılı oldukça gaspeden kişi onu ne eline geçirebilmiş ne mal sahibinin elinden çıkmış demektir. Ama düşmanın hakimiyeti altında malı sahibinin elinden alırsa o zaman kendisinin olur. Çünkü düşmanın gücü ile malı eline geçirmiş demektir. Mal sahibi İslama girse bile artık ondan alacağı kalmaz.

530- Düşmanın yurdunda esir olan müslüman, bu katır da mal da eman altındaki kimsenindir, düşman yurdunda yahut çıktıktan sonra ondan aldım derse, eman altındaki kimse de; hayır, katır da yükü de benimdir, kendisi yalan söylüyor derse, katırı da her ikisi tutuyorsa, kıyasa göre tutması itibariyle yarıyarıya orada olanlarındır.

Çünkü esir bu ikrarı ile askerlerin sabit olan haklarını iptal etmeğe ça­lışmaktadır. Halbuki onlar hakkında sözü geçerli değildir. Istihsana göre malın tümü eman altında olanındır. Çünkü askerin hakkı esirin eli altındaki miktar itibariyle sabit olmaktadır. Bu malda hakkı olduğunu ispat konusunda söylediği sözleri kabul etmek zaruridir. Bu da, mal eman altındaki kişinindir, demesiyle sabit olmuştur. Bu adamın eli mala sahip kaldıkça esirin elinde bir şey yok demektir. Bunun için mal eman altındaki şahsındır. îslam yurduna yahut asker karargahına çıkmaları müsavidir.

531- Mal tamamen esirin elinde olup mesele de anlatıldığı şekilde ise ve eman altındaki kişi de düşman yurdunda kendi­sinden aldığına dair itirafta bulunursa, artık mal tümü ile onun olur ve eman altmdakinin hakkı kalmaz.

Çünkü eman altındaki adamın eli maldan tamamen kesilince müslüman onu tümü ile eline almış demektir.

Asker karargahına çıkarırsa hepsi fey1 olur. Ama islam yurduna çıkarırsa hepsi onundur.

Hırsızlık yapanın çıkardığı mal gibidir. Beşte bir vergi de ona düşmez.

532- Eğer eman altındaki kişi "onu müslümanların ha­kimiyet bölgesinde iken benden aldı", derse sözü geçerlidir.

Çünkü malın aslının eman altındaki kişiye ait olduğunu ikisi de tasdik et­miş durumdadır. Eman alması ile malı da özel ve dokunulmaz ama gasp edilmiş mal olmaktadır. Esir, mala temellük sebebini iddia etmektedir. Allah'a yemin ettiği takdirde sözü muteberdir. Sonra, eman altındaki kişiden onu alması sonradan olan bir şeydir. Yeni olduğu için en yakın zamana göre çözümlenir. O da îslam yurdunda bulunmalarından sonradır. Nitekim daha Önceki bir tarihte aldığını iddia edenin sözü ancak delille kabul edilir.[1]



1] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 1/321-339