๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Devletler Hukuku => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:11:44



Konu Başlığı: Başkası için eman istemek
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Şubat 2011, 13:11:44
Başkası İçin Eman İstemek


 
619- İmam Muhammed dedi ki: Kalede mahsur kalanlar­dan biri müslümanlara: Kale komutanı falan için bana eman verirseniz kaleyi size açarım, der ve müslümanlar da evet dedikten sonra kale kapısını onlara açacak olursa, hem kendisi, hem de kale komutanı eman içerisinde olur.

Çünkü kale kapısını açması için hem kendisi, hem de kale komutanı için açıkça eman istemiştir. Kinaye yoluyla kendisi için, açıkça da kale komutanı için eman talebinde bulunmuş ve kapıyı ancak bu şartla açacağını belirtmiştir.

620- Kale komutanı falan için emin olursam, kapıyı açarım, der ve müslümanlar da evet derlerse, yine ikisi eman altında olur.

Çünkü "evet" kelimesi yalnız başına anlamsızdır. Ama cevap verme kar­şılığında evet denildiği zaman hitap ona dahil olur. Şöyle ki, burada müslüman­lar ona şöyle cevap vermiş kabul edilirler: Kapıyı açman karşılığında kale ko­mutam için sana eman verdik. Dolayısıyla burada her ikisine emanı kabul etme vardır.

Bu, şöyle demelerine benzer: Kale kapısını açman karşılığında sana, ailene ve çocuklarına ya da ailene ve malına eman vereceğiz. Şayet: Bana falan kişi için eman sözü verin, demiş olsaydı yine ikisi emana dahil olurdu.

621- Yine falan için bana eman verin, derse hüküm aynı olur.

Çünkü kendisi ve falan için eman şartını açıkça belirtmiştir. Daha önceki meselede söylediği "Bana on kişilik eman verin" sözünden bu farklıdır. O du­rumda kendisi eman kapsamı dışında kalıyordu. Çünkü orada sözünden amaç "Benim sebebiyle onlara eman verin" şeklindedir. Böylece emanı kendine izafe etmiş olmazdı. Sadece belirsiz on kişi için aracı olup eman istemiş olmaktadır. Nice şefaatçılar (aracılar) var ki şefaat ettikleri şeyden nasipleri yoktur.

Burada ise bu mana gerçekleşmiyor. Bana eman yerin, sözü emanı şah­sına izafe ettiğini açıkça belirtiyor. Sonra "ala" harfini kullanarak falan için söy­lemiştir. Sözünün sadece başkasına aracılık için olduğunu kabul edersek, kul­landığı "ala" harfinin bir anlamı kalmaz. O zaman sözü sadece benim şefaatim ve aracılığımla falana eman verin, anlamından başka bir şey olmaz. Halbuki "ala" sözü şart içindir. Açıkça söylendiği zaman mutlaka anlamını gözetmek lazımdır. Bu da hem kendisi için eman aramış olması, hem falanın da kendi­siyle beraber eman altında olmasını istemiş olması şeklinde anlaşılır. Daha önceki meselede "ala" harfini söylemiş değildir. Sadece "Bana on kişilik eman verin" demiştir.

622- Kaledeki lider eman altında olmak üzere benimle akid yapın, derse, lider eman altında olduğu halde kendisi fey1 olur.

Çünkü emanı zikretmeden sadece akdi şahsına izafe etmiştir. Akdi yapan nice kişiler varki akidle kastedilen şeyden nasibi olmaz. Özellikle hakların akidle değil, ancak akdin kendisi için yapıldığı kişiye akdin izafesiyle gerçek­leştiği böyle yerlerde akdin şahsa izafeti zorunludur.

Nitekim müslümanlar ona "Kapıyı açman karşılığında seninle lider için eman akdi yaptık" derlerse, yine sadece lider eman kazanmış olur. Çünkü "Muâkade" sözü "müfaale" vaznindedir. Bu vezinle akid şahsına izafe edilmiş olur, ama akdin kapsadığı şey olan eman lider için gerçekleşmiş olur. Çünkü ona eman verilmesi için akid yapılmış olur.

623- Sonra, sadece liderin kendisi eman altında olur. Aile fertleri ve köleleri bu iki maddede belirtilen eman kapsamına girmez.

Çünkü eman kale kapısının açılmasından ve düşmanın yenilmesinden sonra meydana gelir. Böyle bir durumda ancak o elbiseyi giyinen kişi eman kapsamına girer.

624- Falana benimle eman akdi yapın veya bana eman yazın, der müslümanlar da "Evet" derlerse, sadece kendisi için eman istediği kişi eman kazanır. Emanı isteyen ise kazanamaz.

Çünkü falana eman yazmalarını istemiş, eline yazı verilen kişi de yazı­daki şeyden nasibi olmyabİlir. Bu sözü İle "Benimle akid yapın" sözü aynıdır.

Bazı nüshalarda "falan için bana eman yazın" şeklinde ibare yanlış yazıl­mıştır. Çünkü "Bana eman yazın" sözü "Bana eman verin" sözü gibidir. Çünkü yazılan emanın şahsına izafe edildiği açıkça belirtilmektedir. Onun için anlı­yoruz ki, ibarenin doğrusu "ila" harfiyle "Bana yazın" şeklindedir.

625- Ailem için yahut oğlum veya malım veya akrabalarım için benimle yahut bana eman akdi yapın derse, kendisi ve e-man altında olmasını istedikleri hepsi eman altında olur.

Bana eman akdi yapın sözünde bir kapalılık yoktur. Ama "Benimle akid yapın" dediği ve müfaale kipiyle getirdiği ibareyle kıyasa göre, birinci durum­da olduğu gibi, kendisi eman kapsamına girmez. Çünkü eman dışında sadece akdi şahsına izafe etmiştir. Ancak iki sebepen istihsan yolu ile eman kapsa­mına atamıştır:

Birincisi: Sözünde şahsı için emanı şart koştuğuna delalet vardır. Çünkü oğlu ve ailesi için emanı şart koşmuştur. Tâbîi ki bundan maksat sağ kalma­larıdır. Sağ kalmaları da geçimlerini kendisi sağladığı için onun sağ kalmasına bağlıdır. Bu da ancak kendisinin de eman kapsamına girmesiyle gerçekleşir Zira öldürülür veya köleleştİrilirse artık geçimlerini s ağlayanı ıyac aktır.

İkincisi: "Malım için" sözünde bu daha açıktır. Çünkü malı için eman istemesinden yegane maksadı malının kendisine kalması ve kendisinin malı başında kalmasıdır. Onu ihtiyaçları için kullanmak istemesidir. Bu da ancak kendisinin de eman altında olmasiyle gerçekleşir. Sonra, bu akidde kendisi elçi değildir, Malı için akid yapan kimse kendisi için çalışmış olup başkası yerine elçi olmaz.

Çocuk ve aile için istemesi de böyledir. Çünkü bunları kurtarmağa çalış­ması kendisine hizmet etmeleri için ihtiyaç duyması yahut onlara acıdığı için­dir. Şahsı için bu ihtiyaç yahut acıma daha açıktır. Bundan da anlıyoruz ki daha önceki durumun aksine, emanı şahsı için de istemiştir,

626- Falanın ailesi veya oğlu için benimle eman akdi yapın, derse, kendisi eman altında olmaz.

Çünkü şahsı için eman istediğini sözünde gösteren bir delil yoktur. Fala­nın ailesinin kalışı onun kalışına bağlı değildir. Kendisinin kalışı da onların kendisine hizmet etmelerine bağlı değildir. Bu sözü ile "Kale lideri için" sözü aynıdır.

Çocuk ve ailenin bağlı olduğu falan kişinin bu eman kapsamına girip gir-miyeceği zikredilmemiştir. îstihsanm iki şeklinden birine göre eman kapsa­mına girmesi gerekir. Çünkü falanın ailesinin kalışı falanın da kalışına bağlı­dır, istihsanm diğer şekline göre ise eman kapsamına girmez. Çünkü eman is-tiyen adam sadece falan aile ve çocuğuna şefkat etmiştir. Bu da falanın ken­disine şefkat ettiğine delil olmaz. İmam bunu sonra şöyle açıklamaktadır:

627- Kaledeki lider, ülkemin halkı veya evim için benimle eman akdi yapın derse, bu Iafizla herkes biliyorki liderin amacı ülkedeki yönetiminin devamı ve kendisinin işbaşında bırakıl­masıdır. Bu da ancak eman sabit olduktan sonra gerçekleşir.

628- Size kaleyi açmamın karşılığında kaledeki halk için bana eman akdi verin derse, kendisi ve kalede ne kadar insan varsa eman altında olur. Ama mallar, silah, at ve eşyanın tümü fey1 olur.

Çünkü eman ancak kapı açıldıktan sonra sabit olur. Böyle bir durumda mallar insanlara tabî olarak eman kapsamına girmez. Zaten kapıyı açması kar­şılığında lidere eman vereceklerini şart koşmuşlardır.

629- Eman kapsamına kaledeki insanlarla beraber mallar da girerse, müslümanlara kapının açılmasından bir fayda sağ­lanmış olmaz.

Bundan da anlaşılıyor ki, kapıyı açması karşılığında ona eman vermeleri kaledeki malları ganimet olarak almaya imkan bulmaları içindir. Kapının açıl­masını şart koşmaları ayrıca eman kapsamına giren kişilerin kalede ikamet etmelerinin de kabul edilmediğini göstermektedir. Malların eman kapsamına girmesi ikametin ancak onlarla mümkün olması sebebiyledir. İkamet söz konu­su olmayınca, malların eman kapsamına girmesi de söz konusu olmaz.

630- Size falan yerin yolunu göstermem karşılığında bütün kale halkının adına bana eman akdi yapın der, onlar da kabul ettikten sonra adam kalenin kapısını açarsa, kaledeki insan ve malların tümü eman altında olur.

Çünkü burada eman kapıyı açmak karşılığı değil, rehberlik etmek kar­şılığı şart koşulmuştur. İfadesi kale halkı ile beraber daha önceki durumlarında kalmak ve devam etmek için rehberlik yapacağını göstermektedir. Bu gibi emanlarda mallar da dahil olur.

631- Kaleye girmeniz ve orada namaz kılmanız karşılığın­da kalenin halkı için bana eman sözü verin, derse, müslüman-lar kaleye girdiklerinde mal ve şahıslardan birşey alamazlar.

Çünkü sözünde kapıyı açmanın sağlıyacağı yarar açıkça belirtilmiştir. O da halkı rahatsız etmeden girip namaz kılmaktır. Müslümanlar burada ibadet etmek istiyebilirler. Çünkü falan kalede müslümanlar cemaatle namaz kıldılar, haberinin yayılmasını ve müşriklerin kalbine böylece korkunun girmesini istemiş olabilirler. Yahut daha önce halkının Allah'a ibadet etmediği bir yerde Allah'a ibadeti düşünebilirler. Çünkü rivayet edildiği gibi ibadet yeri mümine kıyamet günü şahitlik yapar.

632- Kaleye girmeniz karşılığında kale halkı için bana eman verin, sözünden başka birşey söylemezse, bu eman sadece in­sanları kapsar.

Çünkü kaleye girmenin faydası ganimet almaktır. Açık olan budur. Bu­nun dışındaki şeyler ise muhtemeldir. Ne varki muhtemel zahire tekabül etmez. Muhtemel yönün tasrihi yapılmamışsa, sözü açık anlamı ile kabul edilir. Bu sözü ile imam ona işaret etmektedir.

Bunun bazısı diğerine yakındır. Ancak bu kelamın manalarının kapsamına göredir.

633- Kalemin halkı arasında veya kalemin halkı ile beraber yahut kalemin halkıyla bana eman vermeniz karşılığında ka­leyi size açıyorum, derse, bu ifadelerin hiçbiriyle mallar eman kapsamına girmez.

Çünkü onlara şart koşulan eman sadece kapıyı açmanın karşılığıdır.

634- Eman ile beraber bin dirhem verirseniz, size kapıyı açayım, derse, kendisi eman altında olurken, bütün malı ise fey' olur. Sadece devlet başkanı ona dilediği yerden bin dirhem verir.

Çünkü şahsının emanı ile beraber mutlak olarak kapıyı açma karşılığında sadece bin dirhem verilmesini şart koşmuştur. Bu türlü emanlarda malı kapsa­ma girmez. Ancak kapıyı açması karşılığında şart koştuğu bin dirhem eman kapsamına girer.

Kapıyı açarsa şart koştuğu bedel ona verilir.

635- Kaleyi açmamın karşılığında bin dirhem için bana eman verin, derse sonuç aynı olur.

Çünkü burada kullandığı "vav" harfi hâl ifade etmektedir. Yani bin dirhem için bana eman vermeniz halinde size kapıyı açarım, demektir. Bu da bir nevi şart olur. Eşine "Hasta olman halinde sen boş olursun" demesi gibi.

636- Bana yahut malımdan bin dirheme  eman verirseniz, kaleyi size açarım, derse malından sadece bin dirhem ona ait olur, gerisi fey1 olur. Malı bin dirhem çıkmazsa üzeri tamam­lanmaz.

Çünkü biliyoruz ki bin dirhemi şahsına bedel yapmamıştır. Malımdan, diyerek bini şahsına izafe etmiş, yani kendi malından şartını koşmuştur. Kapıyı açmanın karşılığında malı ona teslim edilmez. Belki şahsına eman verildiği gibi malına da eman verildiği için ona teslim edilir. Eman yolu ile malından fazla bir şey teslim edilmez.

Birinci durum ise bundan farklıdır. Orada "bin" ismini müminlere suna­cağı yarar karşılığında mutlak olarak zikretmiştir. Bu da bedel olur. Tıpkı üc­retli işçinin "Bu işi sana bir dirheme yaparım" demesi gibi. "Malımdan bir dir­heme bu işi sana yaparım" derse bu ücretle yapmak olmaz.

Malı dirhem olarak değil de eşya şeklinde ise ondan kendisine bin dir-hemlik verilir. Çünkü "malımdan" demiştir. Emanin karşılığında şart koşulan şey onun malındandır. Mal sıfatı itibariyle bütün mallar aynı cinstir. Ama dir­hemlerimden bin dirhem deseydi durum değişirdi. Çünkü eman karşılığında şart

koşulan şey dirhemlerinden bir parçadır. Adamın dirhemleri olmazsa bu eman yerini bulmaz ve geçersiz olur. Bunun benzeri kişinin "malımdan falana bin dirhem vasiyyet ettim" demesi olayıdır. Bu durumda dirhemleri olmazsa da malından bin dirhem adama verilir. Ama "dirhemlerimden" der ve dirhemleri yoksa adama birşey verilmez. Bir soru ile imam muhtemel bir soruyu şöyle cevaplandırmaktadır.

637- Malımdan bin karşılığında, dediğinde bu bin miktarı neden şahsına verilecek eman karşılığında müslümanlara veri­len bir şey sayılmasın? Sanki adam emanına karşılık olarak bin dirhemi ve kalenin açılmasını şart koşmuş olmaz mı?

Deriz ki; Çünkü böyle birşey bu şartı ilga etmektir. Zira bu

fazlalığı zikretmeden kapıyı açarsa, malı fey1 olur.

Böylece anlıyoruz ki "malımdan bine eman verirsiniz" sözünden maksa­dı, malından bu binin müslümanlara olması değildir. Ancak maksadı, eman yolu ile malından binin salim olarak ona kalmasıdır. Gerisi de müslümanlara fey' kalır. Nitekim, canım, malım, silahım gibi bir şeye eman verirseniz size kale kapısını açarım derse, bu söz şahsı ile beraber bu şeylere de eman istediği anlamına alınır. "Malımdan bin için" sözü de aynı şekildedir.

638- On köle veya on at için eman verin deseydi, bu miktar bedel olurdu. Tıpkı mutlak şekilde "Bin dirhem için" sözü gibi.

Çünkü dirhem gibi eşya (mal) olmıyan şeylere köle bedel olabilir ve bu yol ile kapı açılabilir. Bu durumda müslümanlar istedikleri yerden ona on köleyi verirler.

Ama kölem veya atım derse, durum değişir.

639- Kalenin açılmasını şart koşmayip sadece "Bin dirhem karşılığında bana eman verin, yanınıza ineyim" yahut "malım­dan bin dirheme" der ve müslümanlar ona eman verirlerse, her iki durumda da bin dirhem borçludur.

Çünkü istediği eman karşılığında müslümanlara bir yarar şart koşma-mıştır. Böylece anlıyoruz ki bini zikretmesi ona verecekleri eman karşılığında müslümanlara bedel olması içindir. Bunu ister mutlak söylesin, ister malımdan desin aynıdır. Zaten müslümanlar onun inmesiyle kaledeki malına da ulaşmak­tadırlar. Bu da malından bu miktar ile eman aradığına delalet etmektedir. Be­delin şart koşulması şeklinde bunu anlarsak, daha öncekinin aksine müslü-manlara yararlı olur.

640- Yine on köle veya kölelerimden on kişi karşılığında derse, bu bedel olur. Bununla şahsını kurtarmış olur. Bunu müslümanlar a vermesi gerekir.

641- Ehlim veya malım yahut oğlum karşılığında derse, kendisi de bu söyledikleriyle beraber eman altında olur ve ona birşey gerekmez.

Çünkü ehli ve oğlu mal değildir. Kişinin bunları şahsı karşılığında bedel verdiği uygulamada yoktur. Belki onları şahsı ile korur. Böylece anlıyoruz ki hem şahsı hem bunlar için eman istemiştir. Malı mutlak olarak zikrettiğinde de durum aynıdır. Çünkü bu durumda malın türü, niteliği ve miktarı belirsizdir. Fidye olmaya elverişli değildir. Sonra, normal olarak şahsının fidyesi olarak bütün malını vermez. Aksi halde açlıktan ölür.

642- İnmem karşılığında köleme eman verin, derse, kendisi de kölesi de eman altında olur. Kölemin yarısı için derse, bu fidye olur.

Mananın hakikati itibariyle aralarındaki fark açığa çıkmaz. Ama halkın örfü itibariyle kişi geriye kalan miktar ile yaşaması için elindekinin bazısiyle şahsını kurtarır (kurtuluşu için malının bir kısmını fidye verir) Yoksa herşeyini feda etmez. Malın yarısını veya malın cinsinden yarıyı zikrettiğinde genellikle amacı şahsı için malı fidye vermektir. Ama malın tümünü veya köle gibi malın cinsinin tamamını zikrettiğinde genellikle amacı şahsı ile beraber o cins için eman istemektir.

Oğlu ve eşi gibi mal olmıyan şeyleri zikrederse, genellikle onları feda etmek için değil, kendilerine eman almak içindir. Hepsini veya onlardan belirli sayıdaki kişileri zikretmesi aynıdır. Bu sözleriyle sanki benimle beraber falan kişiye de eman verin, demiş gibidir. Böylece o kişiyi şahsına feda etmek değil, eman altında olmasını sağlamayı istemiş olmaktadır.

643- Kölelerimden on kişiye eman verin ki yanınıza ineyim, derse bu feda etmektir. Eşi ve malı ile inecek olursa, hepsi fey' olur.

Çünkü belirttiğimiz gibi inecek adamın sadece üzerindeki elbisesi emana dahil olur. Nitekim feda etmenin bulunmadığı emana mal ve aile fertleri gir­mez. Feda etmenin bulunduğu emanda da durum aynıdır.

644- Ancak feda etmesinde şart koştuğunun benzeri ile iner ve "Üzerime şart koştuğunuz feda etme için onu getirdim" derse, kıyasa göre getirdiği şey fey1 olur ve başka bir şeyi fidye olarak vermesi gerekir.

Çünkü ona verilen eman inişinden sonra gerçekleşiyor. Bu da beraberin­deki malı kapsamıyor. Böylece mal müslümanlara fey' olur. Halbuki adamın üzerine aldığı fidyeyi müslümanlara ait olan fey'den verme yetkisi yoktur. Ancak istihsan yolu ile imam şöyle demektedir :

Fakat bu onun için fidye sayılır.

Çünkü müslümanların yanına inerken üzerine aldığını malından Ödeme imkanı vardır. Zaten müslümanların yanında malı yoktur. Beraberinde bu mik­tarda malı getirmezse kendini fidye ile kurtaramamış olur. Üzerinde fidyenin şart koşulması onu getirmesi için kendisine yetki vermek olur. Tıpkı mükatebe ile (antlaşma ile ücret mukabili azad olacak köleye) kitabet bedelinin şart koşul­masının kendisine kazanma yetkisinin verilmesi ve kazandığının onun mülkü ve kazancı sayılmasının kabul edilmiş olması gibi.

645- Ona şart koşulan on kişi olduğu halde kendisi onbir kişi getirirse, onunu fidye, diğer kişiyi de fey1 olarak alabiliriz.

Çünkü istihsan, fidye için muhtaç olduğu miktardadır. Bundan fazlası ise kıyasla alınır.

646- Yine "satmanız için getirdim" diyerek yirmi kişi ge­tirirse, hepsi ondan alınır.

Belirttiğimiz gibi bu da kıyas itibariyledir.

647- Köle dışında başka bir sınıf getirir ve "Bunları satıp paranızı vermek istiyorum" derse, istihsan yolu ile yemin etti­rildikten sonra bu kendisinden kabul edilir.

Çünkü mal sayılmıyan bir şeyin karşılığında köle, değer ile malın kendisi arasında bir miktarla sabit olur. (Yani köle nakid ile mal arasında değişen bir bedel olup ivaz olarak verilebilir). Onun için ikisinden (bedel veya maldan) hangisini getirirse kabul edilir. Böylece vereceği fidye ile getirdiği şeyler arasındaki cins benzerliği sabit olmuş olur. Onun için bu konuda sözü tasdik edilir.

648- Bu durum "on köle karşılığı" deyişine göredir. Ama "Kölelerimden on kişi" der ve köle yerine dirhemler getirirse, bu para fey1 olur ve üzerine aldığı şeyi getirmeğe mecburdur.

Çünkü köleyi şahsına izafe etmekle onları bizzat tayin etmiş olur. Sanki şahıslarını göstererek belirlemiş gibidir. Böyle durumda malın yerine kıymeti

alınmaz.

649- Kale halkı onları size getirmeme müsaade etmediği için parasını getirdim, derse sözü tasdik edilmez.

Çünkü getirdiği dirhemler müslümanlara ganimet olmuştur. Bunu müslü-manlara şahsı karşılığında fidye saymağa ilişkin sözü tasdik edilmez. Çünkü inmeden önce kale halkının köleleri getirmesini engelliyeceğini ve köle yerine parayı getirmesi için müs lü mani ardan izin istediğini müslümanlara bildirebilir­di. Bunu bildirmediği ve para getirmek için mü slü m an lar dan izin istemediği için kusur onundur. Müslümanlara durumu bildirir ve para için İzin istedikten sonra parayı getirirse, bu onun için fidye kabul edilir ve ona başka bir şey gerekmez.

650- Kale sahibi "size açmamın karşılığında kalem veya şehrim için eman verin" derse ve "Fethettiğinizde kalemi yık­manızdan veya şehrimi bozmanızdan korkuyorum" diyerek maksadının bizzat kalenin veya şehrin kendisini korumak olduğu açık ise, müslümanlar da "Kalene veya şehrine eman verdik" derse, bu eman kale veya şehirdeki malları kapsama-yıp sadece kalenin veya şehrin kendisini kapsar.

Çünkü sözün mutlaklığı daha önceki halin delaletiyle sınırlanmış olur. Ona verdikleri eman sadece kapıyı açması karşılığıdır. Müslümanların kapının açılmasından amaçlan da ganimet almaktır. Böylece anlıyoruz ki eman, göste­rilen şeye mahsustur. Ancak malı, çocukları ve aile fertleri eman altında olur. Çünkü kalesine eman alması burada kalabilmesi içindir. Kalması da bu şey­lerle mümkündür. Bu hükümde adamın durumu yurdumuza ticaret için eman istiyenin durumuna benzemektedir.

Ama tahsisin yapıldığına delil olacak bir söz geçmemişse, kıyasa göre hüküm yine böyledir.

Çünkü belirttiğimiz gibi kapıyı açmaktan maksat ganimet ve köle kazan­maktır. Sonra kale veya şehir kelimelerinde içindekilerin i ve ehlini ifade ede­cek birşey yoktur. Muhtemelen bu adamm kale veya şehir için bu şekilde eman istemesinin sebebi, kalenin yıkılmasını ve şehrin yakılıp tahrip edilmesini önlemektir. Çünkü doğum yeri ve atalarının yurdudur. Onun için istediği eman ile sadece kalenin veya şehrin kendisini kurtarmak istemiş, içindekilerini kastetmemiştir.

Ama istihsana göre bu kale ve şehrin hem kendisi hem içindeki bütün insan ve eşya için emandır. Çünkü örfün delaleti böyledir.

Çünkü burası mamur bir kale veya şehirdir, denildiğinde mamurluğu du-varlariyle değil, ehlinin çokluğuyla bilinir. Nitekim kaleyi size açmamın kar­şılığında memleketime eman verin, deseydi bundan memleketindeki bütün mal ve İnsanlar anlaşılırdı. Sonra, adamm amacı kalesinin veya şehrinin eskiden olduğu gibi kendisine salim kalmasıdır. Halkında Önceden olduğu gibi kendi­sinin tasarruf etmesidir. Bu da ancak halkının eman kapsamına girmesiyle gerçekleşir.

651- Kale halkından biri çıkıp da "malımdan bin dirheme

eman verirseniz size kale kapısını açarım" derse, bedel yolu ile

değil, eman yolu ile malından bin dirhem için ona eman vardır.

Tıpkı "malımdan bin dirhem için eman vermeniz karşılığında"

demesi gibidir.

Burada takdim ve tehir, mananın farklı olmasını gerektirmez.

"Bin dirhem için "deyip "ala" harfi ile kullansaydi, yine durum aynı olurdu.

Kapıyı açmasının karşılığı olarak şart koştuğu bin dirhem sözünü şahsın sözünden önce veya sonra getirmesinde fark yoktur.

652- "Bin dirhemle kapıyı size açarım, der ve "be" harfini kullanırsa, sadece şahsı eman altında olur ve kazanıp ödeyeceği bin dirhem de borçlu olur.

Çünkü "bin dirhemle" desin veya demesin kapıyı açmasiyle bütün malı fey' olur. Çünkü "be" harfi beraberinde karşılığı da ifade eder. "Be" harfi ile şahsının emanını bir arada söylediğinde bu, söylediği binin şahsının emanına karşılık olduğunu açıkça ifade etmiş sayılır. Şahsı da eman kazanmış olur. Bir de onun borcu olur. Tıpkı "şu cariyeni bana yüz dinara satmak karşılığında bu malı sana bağışladım" deyince, yüz dinarın cariyeye karşılık kabul edilmesi gibi.

653- "Size kapıyı açayım, bana bin dirhemle eman verir­siniz" der ve "be harfini kullanırsa, durum yine aynıdır.

654- Malımdan bin dirhem karşılığında bana eman verir­seniz size kapıyı açarım derse, bin dirhem yine şahsının ema­nına karşılık olur. Ancak malı varsa bin dirhemlik miktar alı­nır. Birinci durumun aksine, emanına karşılık borcu yerine alınır.

Çünkü burada üzerine aldığı borç için belirli bir yer tayin etmiştir. O da elindeki malıdır. Buna göre de ona eman vermişizdir. Onun için bu miktarı ken­disinden ganimet almak yolu ile değil, fidye yolu ile almamız lazımdır. Birinci durumda ona bir yer tayin etmeksizin bedel vermeyi üzerine almıştır. Onun için malı, mağlubiyetini tamamlama şeklinde kapıyı açmanın gereği olarak fey' kalır.

Müslümanlar malını göremezlerse, onlara ödeyeceği bin dirhem borcu olur.

Çünkü emanı yerine gelmiş olup karşılığında bedel Ödemesi gerekir. Malı olduğunda bubedeli malından veriyordu. Malı yoksa kazanıvereceği malı kast

ettiğini anlarız.

655- Kapıyı açmayı zikretmeyip sadece "malımdan bin dirhem ile size inmem karşılığında veya malımdan bin dirheme bana eman verin" derse, bu, şahsı karşılığında verdiği bir fidye

sayılır.

Çünkü burada "be" harfi karşılıkların olduğunu ifade eder. Adam emanı ancak karşılıkla istemiştir. İndiğinde de bu emanı aldığı için üzerine aldığı bin dirhemi vermesi lazımdır.

Burada "be" harfi yerine "ala" harfini de kullanmış olsa durum aynıdır.

Çünkü şahsı karşılığında müslümanlara bir yarar şart koşmamiştır ki bin dirhemi zikretmesi şahsı karşılığında müslümaniar üzerine koştuğu bir şarta karşılık sayılsın. İki halde de bin dirhem, emanı karşılığında bedel olur.

656- Ehlime ve bin dirheme yahut ehlim ve bin dirhem için bana eman verirseniz kapıyı size açarım derse, her iki ifade şeklinin sonucu da aynı olup ehliyle beraber malından bin dir­heme eman verilir, malının gerisi fey1 olur.

Çünkü ehil (aile fertleri) mal değildir. Bin sözünü zikretmesi alacağı emana bedel olarak anlaşılamaz. Bunu "be" veya "ala" harfiyle zikretmesi far-ketmez. Malından bin dirhem yanında ehlini de zikretmesi sadece onlara da eman istediğini ifade eder. Sonra "vav" harfi atıf içindir. Atfedilenin hükmü de üzerine atfedilenin hükmüdür. Üzerine atfedilen şey eman istemekse, atfedilen şey de eman istemek olur.

657- Maldan başlayıp "Bin dirheme, ehlime ve çocuğuma eman verirseniz size kapıyı açarım" derse, ehli, oğlu ve kendi­sine verilecek bin dirhem için eman almış olur. Diğer malları fey' olur.

Çünkü bütün bunları kapıyı açmanın karşılığı olarak zikretmiştir. Bedel olarak sayılabilecek bin dirhemi ona verirler. Aile fertlerini ve çocuğu da şahsı gibi eman altında olurlar. Çünkü kapıyı açmasının karşılığında onların da eman altında olmalarını şart koşmuştur.

658- Ehlim ve çocuğumla bin dirhem karşılığında bana eman verirseniz size kapıyı açayım, derse bin dirhem borçlu olup ehli ve çocuğu hepsi fey' olur.

Çünkü "be" harfi karşılıklarda kullanılır. Bin ile beraber söylemesi ema­nına karşılık olduğunu ifade eder. Sonra ehil ve çocuğunu da birlikte zikrederek yine bedele atfetmiştir. Bu da hepsinin şahsî emanına ivaz olduklarını ifade eder. (Yani bedel olacak bin dirhemi "be" harfi ile getirmiş, ehli ve çocuğu da yine "be" harfiyle getirerek ona atfetmiş, hepsi de aynı hükmü almıştır.)

659- Ehlinden başlayıp "Ehlim ve bin dirhem karşılığında bana eman verirseniz" derse, kıyasa göre hüküm yine aynıdır. Ama istihsana göre değişir. Çünkü ehil, mal değil ki bedel olabilsin.

Bundan da anlıyoruz ki kapıyı açmanın karşılığında eman istemesi, ehline eman alması içindir. Bin kelimesini de ehl'e atfetmiştir. Bu da fey' ola­cak bütün mallarından bin dirhemi istisna etmek olur. Nitekim "Bütün akra­balarımla ve bütün ehlimle ve çocuğumla ve bin dirhemle bana eman verirseniz size kapıyı açarım" deseydi, herkesin ilk anda aklına gelen bütün bunların fidye değil, fidye verilecek şeylerden istisna edilmesidir.

660- "Ehlim üzerine ve bin dirhemle" yahut ehlimle ve bin dirhemle beraber bana eman verirseniz, sözleri arasında fark yoktur. "Ala" veya "be" harflerinden hangisini kullansa değiş­mez. Ehli ile verdiği malından bin dirhem eman altında olur. Bunun dışında kalan malları fey1 olur.

Çünkü bini ehil üzerine atfetmiştir. Ehil için istediği de onları fidye vermek değil, eman altında sayılmalarını sağlamaktır. Ehil üzerine atfedilen şeyin hükmü de bu olur.

661- "Bin dirhem ve ehlimle" deyip "be" harfiyle kulla­nırsa, bu durumda ehil ve bin dirhem fidye olur. Ehlini ve bin dirhemi müslümanlara şahsına karşılık fidye vermesi gerekir. Çünkü "be" harfiyle zikredilince bin dirhem bedel olur ve ona atfedilen

de onun hükmünü alır. Bu da ikisinin fidye verildiğini ifade eder.

Bunlar aslında birbirine yakın meselelerdir. Ancak her bölüm ve meselede halkın konuşmasındaki anlamlardan galip anlam alınır ve ona göre amel edilir. Ama daha önce bir fidye veya emana delalet eden mukad­dime yahut delalet varsa, onunla amel edilir.

Çünkü her sözün bu iki manadan birine ihtimali vardır. İki manadan bi­rine delil olacak birşey önce geçmişse, o mana tercih edilir. Böyle birşey geç-memişse, iki ihtimalden galip olanla amel edilir. Tıpkı müşterek lafızda olduğu gibi, kipteki iki ihtimalden biri öne çıktığında o anlamı alınır.

662- Malımdan onbin dirheme eman vermeniz karşılığında size kapıyı açayım ve yüz dinar vereyim, derse, kapıyı açtıktan sonra müslümanlara yüz dinar vermesi ve şahsına ayırdığı on­bin dirhemi müslümanların malından ona vermeleri gerekir. Bu mal da fidye olmaz.

Çünkü yüz dinarı belirtmeseydi malından onbin dinara eman istemiş sa­yılırdı. Kapıyı açmak karşılığında müslümanlara vereceğini üzerine aldığı yüz dinarı zikretmesi durumunda da hüküm aynıdır. Yani şahsı ve onbin dirhem eman altında olurken, müslümantara yüz dinarı verir.

663- Bin dirhem ile bana eman verirseniz size kapıyı açar ve yüz dinar veririm, derse yüz dinar ve bin dirhem borcu olur.

Çünkü "be" harfiyle zikredince bin sayısının emanına karşılık olacağını açıklamış sayılır. Müslümanlara vereceğini şart koştuğu dinarları da zaten şahsi emanına karşılık olarak vereceğini açıklamıştır. Ama "Alacağım bin dirhem "yahut" vereceğiniz bin dirhem" şeklinde tasrih etmiş ise, o zaman şahsına karşılık müslümanlardan bin dirhemi aîmayı şart koşmuş sayılır, imamın "Bin dirhem sözünün iki manaya ihtimali vardır." sözünden amacı da budur. Yani ya benim size vereceğim yahut sizin bana vereceğiniz, anlamlarından biri muhtemeldir. Bir delil var ise, o alınır. Delil yoksa sözün anlamlarından galip olan alınır.

En doğrusunu Allah bilir.[13]

 


[13] İmam Serahsî, İslam Devletler Hukuku, Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir, Eğitaş Yayınları: 1/371-385