> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Kültürü > İslam Kültürü K-Z > Münakaşa
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Münakaşa  (Okunma Sayısı 1025 defa)
28 Ocak 2010, 14:37:33
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 28 Ocak 2010, 14:37:33 »



Münakaşa-Münazara
Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Harb (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retleri zamanında ve Bizanslılar devrinde, İstanbul´da bir doktor yaşı­yordu. Hiç­bir dîne inanmadığı gibi, Allahü teâlânın varlığını da inkâr edi­yor ve; "Her şey kendi kendine var olmuştur." diyordu. Âlemin bir yaratı­cısı olduğunu kabûl et­miyordu. Mesleğinde mütehassıs olup, sorulan her soruya cevap veriyordu.
Hıristiyanlardan hiç kimse bu doktora cevap veremez hâle gelmişti. Yalnız; "Dünyânın bir yaratıcısı olduğuna delil getirip beni iknâ eden olur- sa, bu dâvam­dan vaz geçerim." diyordu. Karşılaşıp münâzara ettiği herkesi mağlûb ediyor, cevapsız bırakıyordu. Kendisini dinleyen herkese dinsizliği aşılıyor, fikirlerini karıştırıyordu.

Bu doktor karşısında hıristiyanlar âciz kalmıştı. Durumu krallarına an- lattı­lar. Buna ancak müslümanların cevap verebileceğini söylediler. Bi- zans kralı, Abbâsî halîfesi, Me´mûn´a bir elçi ile mektup gönderdi. Mek- tubunda; "Size gönderdiğimiz bu doktor dehridir (dinsizdir). Bir yara­tıcı olmadığına inanmak­tadır. Yanınızda münâzara edecek ve bunu iknâ edip, mağlub edecek bir âlim bulunursa çok iyi olur." yazmaktaydı. Ab­bâsî halîfesi müşavirlerini toplayıp, onlara danıştı. Oradaki ilim sahipleri dediler ki: "Ey halîfe! Önce onu, mütehas­sıs olduğu tıp ilminden imtihan edelim, deneyelim. Sonra duruma göre ne yapa­cağımıza karar verelim."

Ertesi gün, kalabalık hâlinde geldiler. Doktor da oradaydı. Herkes bir şişeye idrarını koyarak birbiriyle değiştirdiler. Her şişenin kime aid oldu­ğunu bilmek için de özel işâretler koydular. Hepsini getirip, bu inkârcı doktorun önüne koy­dular. Doktor önce şişelere, sonra da orada bulunan insanların yüzlerine baktı. Ve hiç yanlışlık yapmadan, bu falancanın, bu da falancanındır diye tek tek saydı. Şişelerin üzerlerindeki işâretlere baktıklarında, hepsi dediği gibi oldu­ğunu gördüler. İki kişinin idrarını ka­rıştırdığı şişelerdeki idrara da bakıp; "Bu falanca ile filancanın idrarıdır. Onlarda şöyle şöyle hastalıklar vardır. İlaçları da şunlardır." dedi.

Hepsini doğru söylemişti. Herkes onun işine şaşırıp âciz kalmıştı. Sonra; Bağdat´ta onunla münâzara edecek bir kişi bilmiyoruz." dediler. İçlerinden bi­risi; "Büyük âlim, evliyânın üstünlerinden olan Nişâburlu Ahmed bin Harb haz­retleri dün gece buraya geldi. Hacca gidiyor. Bu­nunla ancak onun münâzara edebileceğini sanırım." dedi.

Halîfe, Ahmed bin Harb hazretleri´nin yanına birini gönderip durumu ona bildirdi. O da buyurdu ki:

"Siz münâzara meclisini falan saatte, halîfenin sarayında hazırlayın ve onu lafa tutun! Ben biraz geç geleceğim. Geldiğim zaman bana, niçin geç kaldınız? dersiniz. Ben de cevap veririm."

Dediği gibi yaptılar. Ahmed bin Harb hazretleri gelip oturunca halîfe ona; "Niçin geç kaldınız?" diye sordu. O da; "Abdest için Dicle Nehri ke­narına git­tim. Tuhaf bir şey gördüm. Ona bakarak geciktim." dedi. Halîfe; "Ne gördünüz ki?" diye sorunca şöyle cevap verdi:

"Gördüm ki topraktan bir ağaç çıktı, büyüdü, kimse kesmeden yıkıldı. Kimse müdahale etmeden de tahta şeklini aldı. Bu tahtalar kendiliğinden birle­şip marangozsuz, çivisiz sandal oldu. Bir kayıkçı olmadan da suyun üzerinde gitmeye başladı. Bunu seyre dalıp geç kaldım."

Bu saçmalıkları duyan inkârcı doktor dayanamadı:

"Bu saçma sapan konuşan ihtiyar mı bizimle münâzara etmeye gel- di? Bu delidir. Bununla münâzara etmeye değmez."

Bunun üzerine Ahmed bin Harb şöyle cevap verdi,

"Niçin saçma konuşayım ve deli olayım?"

Doktor kendinden emin bir şekilde konuştu: "Olmayacak şeyler söy­lüyor­sunuz. Koskoca ağaç birdenbire büyür, kesilir ve tahta olur. Bu tah- talar maran­gozsuz birbirine bitişir ve sandal olur. Kayıkçı olmadan su üzerinde gider dedi­niz."

O zaman Ahmed bin Harb son sözünü söyledi:

"Ey doğruluktan uzak insan! Bir sandal için bu imkânsız olunca, yâni ustası, bir yapıcısı olmadan sandal olmaz, su üzerinde gidemez ise, bu güneş, ay ve yıldızlarla, ağaçlar ve çiçeklerle süslü ve intizamlı âlem, bir yapıcı olmadan, bu dünyâ bu sağlamlığı ile binlerce güzel yaratıklar, sa­nat erbâbını hayran bırakan eşsiz tabloları ile kendi kendine nasıl var ol­sunlar? Asıl, bir yapıcı, yaratıcı yoktur diye böyle hezeyan söyleyen, saç- malayan delidir."

İnkârcı doktor, bu cevap karşısında şaşıp kalmıştı. Bir an düşündü. Başını kaldırdı, insafla kendi kendine; "İnsan bilgisine güvenip böbür­lenmemeli ve in­kârcı olmamalıdır. Şimdi inanıyorum ki, Allahü teâlâ var­dır." deyip müslüman olmak istedi. Ahmed bin Harb ona kelime-i şehâdet söyletip mânâsını öğretti. Böylece bir insanın inkârdan kurtulup sonsuz saâdete kavuşmasına vesile oldu.

Kerâmet sâhibi evliyâ zâtlardan ve Hanbelî mezhebinin meşhûr fıkıh âlim­lerinden Hasan bin Ali Berbehârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Münâkaşaya oturmak, fayda kapılarını kapatır."

Peygamber efendimizin arkadaşlarının yetiştirdiği âlim ve velîlerden Bilâl bin Sa´d (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Bir kimsenin mü­nâzara ve muhâlefet yaptığını, sâdece kendi görüşünü beğendiğini, ıs­rarlı bir tutum içeri­sinde olduğunu görürsen; hüsrânın tamam olduğunu bil."

Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr bin Sa´dân (rahmetullahi teâlâ aleyh) kimseyle münâkaşa etmeye izin vermezdi. Herkesi münâkaşadan meneder, an­cak nasîhat için bir başkasına söz söylemeğe izin verirdi. Buyurdu ki: "Bir kimse, Allahü teâlâdan gâfil olduğu hâlde, münâzara etmek için oturursa, onun için üç ayıp vukû bulur. Birincisi; münâzara et­tiği kimseye cidâl ve bağırıp ça­ğırmaktır ki, o kişi bundan men edilmiştir. İkincisi; halka karşı kendini üstün görmek sevgisi ki, o kişi bundan men edilmiştir. Üçüncüsü; münâzara ettiği kimseye gadap, öfke ve kindir ki, o kimse bundan men edilmiştir. Allahü teâlâ bunları haram kılmıştır."

Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biri ve büyük velîlerden Ebü´l-Ha­san-ı Eş´arî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında Ebû Ab­dullah ibni Hafîf şöyle anlatmıştır: "Gençliğimde, İmâm-ı Eş´arî hazretle­rini görmek için Basra´ya gitmiştim. Basra´ya vardığımda, heybetli ve gü­zel yüzlü, yaşlıca bir zât gördüm. Ona, "Ebü´l-Hasan Eş´arî hazretlerinin evi nerededir?" dedim. "Onu ni­çin arıyorsun?" dedi. "Onu seviyorum ve görüşmek istiyorum." dedim. Bana, "Yarın erkenden buraya gel." dedi. Ertesi gün erkenden söylediği yere gittim. Beni yanına alıp, Basra´nın ileri gelenlerinden birinin evine götürdü. İçeri gi­rince, o zâta yer göster­diler. O da oturdu. Mûtezilenin meşhûr âlimleri, münâ­zara için orada top- lanmıştı. Biz girip oturduktan sonra, o mecliste bulunanlar, aralarında oturan bir Mûtezile âlimine çeşitli meseleler sormaya başladılar. O şahıs cevap vermeye başlayınca, beni oraya götüren zât karşısına çıkıp, söyle­diği yanlış şeyleri reddediyor, doğrusunu söyleyip, onu susturu­yordu. Öyle ko­nuşuyordu ki, dinleyenleri tam iknâ edip, doyurucu bilgi veriyordu. Ben, bu za­tın hâline ve ilmine hayran oldum. Yanımda bulu­nan birine "Bu zat kimdir?" dedim. "Ebü´l-Hasan Eş´arî´dir." dedi. İmâm-ı Eş´arî evden çıktıktan sonra, yine peşinden gittim. Yanına yaklaşınca, "İmâm-ı Eş´arî´yi ve hizmetini nasıl bul­dun?" buyurdu. "Fevkalâde." de­dim. Sonra; "Efendim, o mecliste neden siz baştan bir mesele sormadı­nız? Başkaları sorduktan sonra mevzuya girdiniz?" dedim. Biz, bunlarla konuşmak için söze girmiyoruz. Ancak Allahü teâlânın dî­ninde yanlış ve sapık şeyler söylediklerinde reddediyoruz. Yanlış olduğunu isbât edip, kendilerine doğrusunu bildiriyoruz." buyurdu."

Meşhur tefsîr âlimi ve velî İmâm-ı Fahreddîn-i Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Âl-i İmrân sûresinde, 61. âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken bu­yuruyor ki: Hârezm şehrindeydim. Şehre bir hıristiyanın geldiğini işittim. Yanına gittim. Konuşmaya başladık.

Hıristiyan: "Muhammed aleyhisselâmın Peygamber olduğunu göste­ren delîl nedir?" dedi. Şu cevâbı verdim: "Mûsâ´nın, Îsâ´nın ve diğer pey­gamberlerin (aleyhimüsselâm) hârikalar, mûcizeler gösterdiği haber ve­rildiği gibi, Muhammed aleyhisselâmın da mûcizelerini okuyor ve duyu­yoruz. Bu haberler, sözbirliği hâlindedir. Mûcize göstermek, Peygamber olduğunu isbât etmez di­yecek olursanız, diğer peygamberlere de inan­mamanız lâzım gelir. Diğerlerine inandığınız için, Muhammed aleyhisse- lâmın da Peygamber olduğuna îmân et­melisiniz."

Hıristiyan: "Îsâ aleyhisselâm peygamber değildir, ilâhdır, tanrıdır!"

Fahreddîn-i Râzî: "İlâh, tanrı, her zaman var olması lâzımdır. O hâl- de madde, cisim, yer kaplıyan şeyler tanrı olamaz. Îsâ aleyhisselâm cisimdi. Yok­ken var oldu ve size göre öldürülmüştür. Önce çocuktu, bü­yüdü. Yerdi, içerdi, bizim gibi konuşurdu. Yatardı, uyurdu, uyanırdı, yü­rürdü. Her insan gibi yaşa­mak için, birçok şeye muhtâçtı. Muhtâc olan, ganî olur mu? Yokken sonradan var olan bir şey, ebedî sonsuz var olur mu? Değişen bir şey, devamlı, sonsuz var olur mu? Îsâ aleyhisselâm kaçtığı, saklandığı hâlde, yahûdîler yakalayıp astı di­yorsunuz. Îsâ aley- hisselâmın o zaman çok üzüldüğünü söylüyorsunuz. İlâh veya ilâh­tan parça olsaydı, yahûdîlerden korunmaz mı? Onları yok etmez miydi? Ni­çin üzüldü ve saklanacak yer aradı? Üç türlü söylüyorsunuz:

1. O İlâh imiş, tanrı imiş, öyle olsaydı, asıldığı zaman yerlerin tanrısı ölmüş olurdu. Bu âlem tanrısız kalacaktı. Yahûdîlerin, yakalayıp öldür­düğü âciz, kuv­vetsiz kimse, âlemlerin tanrısı olabilir mi?

2. O, tanrının oğludur diyorsunuz.

3. O tanrı değildir. Fakat, tanrı ona hulûl etmiş, yerleşmiştir diyorsu­nuz. Bu inanışlar da yanlıştır. Çünkü ilâh, cisim ve araz değildir ki, bir cisme hulûl etsin. Cisme hulûl eden şey cisim olur ve hulûl edince, iki cismin maddeleri birbirine karışır. Bu da, ilâh parçalanıyor demektir. Eğer ilâhın bir parçası onda hâl oldu der...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Münakaşa
« Posted on: 26 Nisan 2024, 07:51:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Münakaşa rüya tabiri,Münakaşa mekke canlı, Münakaşa kabe canlı yayın, Münakaşa Üç boyutlu kuran oku Münakaşa kuran ı kerim, Münakaşa peygamber kıssaları,Münakaşa ilitam ders soruları, Münakaşaönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes