> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Biyoğrafi Dünyası > İslam Alimleri > Gazzali
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Gazzali  (Okunma Sayısı 28854 defa)
28 Haziran 2012, 16:26:15
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 28 Haziran 2012, 16:26:15 »



GAZZALİ


Eş'ari kelamcısı, Şafi fakihi, mutasavvıf, filozoflara yönelttiği eleştirilerle tanınan İslam düşünürü

Huccetü'l-İslam Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Gazzali et-Tûsi. 450 (1058) yılında İran'ın Horasan bölgesinde, yetiştirdiği âlimler ve devlet adamlarıyla tanınan Tus'ta (bugünkü Meşhed) dünyaya geldi. 451'de (1059) doğduğu şeklinde bir kayıt varsa da bu bilgi itimada şayan görülmemektedir. Hüccetülislam, Zeynüddin gibi lakaplarla anılır. Künyesi Ebu Hamid olmakla birlikte onun Hamid adında bir oğlunun olup olmadığı bilinmemekte, eğer varsa küçük yaşta ölmüş olabileceği düşünülmektedir. Ortaçağ Batı skolâstiklerince Abuhamet ve Algazel diye tanınmaktaydı. Doğduğu kasabaya nisbetle Tusi diye de anılmakla birlikte onun adını bile unutturacak derecede meşhur olan nisbesi Gazzali'dir (Gazali). Yazılışları aynı olan bu iki nisbeden hangisinin doğru olduğu meselesi eski kaynaklarda ve yeni araştırmalarda tartışılmış, fakat kesin bir sonuca varılamamıştır. Zehebi'nin aktardığı bir anekdota göre bizzat kendisi, "İnsanlar beni çift 'z' ile (Gazzali diye) anıyorlar; hâlbuki ben Gazale denilen bir köydenim" demiştir. Buna benzer bir açıklama, onun kızlarından birinin soyundan geldiği rivayet edilen Şeyh Necmeddin Muhammed'e de nisbet edilmiştir. İzzeddin İbnü'l-Esir, Safedi, Ahmed b. Muhammed el-Feyyumi gibi tarihçiler Gazali şeklindeki okuyuşu tercih ederler. Başta W. Montgomery Watt olmak üzere şarkiyatçıların çoğu ile bazı çağdaş müslüman araştırmacılar da bu imlayı benimsemişlerdir. Buna karşılık eski tarih ve tabakat müelliflerinin büyük çoğunluğuna göre Ebu Hamid, babasının mesleğine (gazzal "yün eğirici, iplikçi) nisbetle Gazzali diye anılmıştır. Nitekim İbn Hallikan da Gazali şeklindeki okuyuşu yaygın kullanıma aykırı görür; ayrıca bir kimseyi mesleğine nisbetle anmanın Harizm ve Cürcan yörelerinde adet olduğunu belirtir. Nevevi de bunun maruf kullanım olduğunu ifade etmiştir. Bu bilgiyi aktaran Murtaza ez-Zebidi'nin bir alıntısına göre İbnü's-Sem'ani, "Tus halkına Gazale köyünü sorduğumda onu tanımadılar" demiştir. Gerçekten bu isimde bir köyün varlığından sadece tartışma konusu olan nisbe dolayısıyla bahsedilmektedir. Zebidi, bu nisbenin imlasıyla ilgili tartışmaları özetledikten sonra İbnü'l-Esir'in tercih ettiği Gazzali şeklindeki okuyuşu, son dönem tarih ve ensab yazarları tarafından itimada şayan bulunan görüş olarak değerlendirir.

Fars asıllı olduğu sanılan Gazzali'nin ailesi hakkındaki bilgiler son derece azdır. Kendisiyle aynı künye ve nisbeyi taşıyan bir amcasının veya büyük amcası nın, daha zayıf bir ihtimalle de dayısı nın bulunduğu bilinmektedir. Sonraları özellikle sufi kimliğiyle büyük ün kazanacak olan Ahmed el-Gazzali adlı kendinden küçük bir erkek kardeşi, birkaç da kız kardeşi vardır. Muhtemelen tasavvufa eğilimi bulunan babası Muhammed, bir yandan Tus'taki iplikçi dükkanında el emeği ürününü satarak geçimini sağlarken bir yandan da aydın çevreyle ilişki kuruyor, katıldığı cami derslerinde bilgisini arttırıyor, hatta imkanı ölçüsünde ilim erbabına maddi destek sağlıyordu. Bu arada oğulları Muhammed ve Ahmed 'in de iyi bir öğrenim görmelerini arzuluyordu. Onları dilediği gibi okutmaya ömrünün yetmeyeceğini anlayınca bir sufi dostundan oğullarının eğitimiyle ilgilenmesini rica etti. Gazzali muhtemelen okuma yazma, Kur'an-ı Kerim'in ezberlenmesi, dil bilgisi ve aritmetik gibi alanlarda dönemin geleneksel ilköğrenimini bu baba dostunun desteğiyle görmüştür. Ayrıca gerek babasının gerekse yeni hamisinin zühd ve tasavvufa eğilimli ruhi yapılarının daha çocukluk döneminde Gazzali' nin manevi hayatını etkilediğini ve ileride teşekkül edecek olan tasavvufi kişiliği üzerinde müessir olduğunu düşünmek mümkündür. Gazzali ve kardeşinin pek varlıklı olmayan hamileri, babalarının geride bıraktığı az miktardaki imkânı onların eğitimi için kullandı ve kendilerine daha fazla yardımcı olamayacağını belirterek bir medreseye girmelerini tavsiye etti.

İleri düzeydeki ilk öğrenime, 465'te (1073) Ahmed b. Muhammed er-Razkani (Razekani) adlı alimden fıkıh dersleri alarak Tus'ta başlayan Gazzali daha sonra Cürcan'a giderek burada İsmaili denilen bir zatın öğrencisi oldu. Taceddin es-Sübki, bunun İmam Ebu Nasr el-İsmaili olduğunu kaydediyorsa da gerek aynı müellif gerekse Abdülkerim es-Semani, Ebu Nasr'ın Gazzali'nin doğumundan kırk beş yıl önce (405/1014) vefat ettiğini kaydetmişlerdir. Sübki'yi böyle bir hataya Zehebi'nin düşürmüş olabileceğini belirten Ferid Cebr, Gazzali'nin bu hocasının 487'de (1094) vefat eden Ebu'l-Kasım İsmail b. Mes'ade el-İsmaili olabileceğini ileri sürer. Sem'ani, Ebu Nasr'ın da dâhil olduğu İsmaili ailesinin üyeleri arasında zikrettiği Ebu'l-Kasım'ın 470'lerde (1078) vefat ettiğini belirtir ve onu bir hadisçi olarak anar.

Esad el-Meyheni adlı bir dostunun kendisinden naklen anlattığına göre Gazzali, beş yıl süren Cürcan'dakı öğreniminden sonra bir Kafile içinde Tus'a dönerken soyguncular tarafından yolları kesilir ve her şeyleri alınır. Gazzali eşkıyanın peşine düşer ve reislerinden hiç olmazsa ders notlarının (talika) geri verilmesini ister; Cürcan'a sırf o notlardaki bilgileri edinmek için gittiğini söyler. Eşkıya reisi, bilgileri hafızasına yerleştirmek yerine kağıtlarda bırakmasından dolayı onunla alay eder; notlarını da geri verir. Bu eleştiriyi Allah'ın bir ikazı sayan Gazzali üç yıl içinde notların tamamını ezberlediğini belirtir. Semani, aynı hatırayı vezir Nizamülmülk'ün de anlattığını kaydetmiştir. Gazzali'nin ilk kalem denemesi sayılan bu notlar, her ne kadar Murtaza ez-Zebidi tarafından et-Ta'lika fi'l fürui'l-mezheb şeklinde kaydedilmişse de daha eski kaynaklarda sadece Ta'lika diye anılmakta ve muhtevası hakkında bilgi verilmemektedir. Ancak Gazzali'nin Cürcan'daki hocasının İsmaili b. Mes'ade olduğu ihtimali doğru kabul edilir. Semani'nin de bu zatın hadisle uğraştığı yolunda verdiği bilgi dikkate alınırsa Gazzali'nin yaygın görüşün aksine Cürcan'da sadece fıkıh tahsil etmediği, en azından fıkıhla birlikte hadis de okuduğu ve sonuç olarak onun Cürcan'dan döndükten sonra ezberlediği notların tamamının veya bir kısmının hadislerden oluştuğu düşünülebilir. Böylece Gazzali'nin öğrenim metoduna yöneltilen, esasen onun daha sonra ulaşacağı mütefekkir kişiliğiyle de bağdaşmayan ezbercilik ithamının gerekçesi de ortadan kalkmış olur. Montgomery Watt, bu dönemde Tüs ve Cürcan'da özellikle fıkıh ve hadis alanlarındaki eğitim düzeyinin hayli yüksek olabileceğini, Gazzali'nin de her iki şehirdeki öğrenimi sırasında daha ziyade bu alanlara yöneldiğini belirtir. Aynı araştırmacının kaydettiği bilgiye göre daha önce başlatılmış olan burs geleneğini Nizamülmük de devam ettiriyordu. Gazzali, ilmi imkânlar yanında muhtemelen böyle bir maddi imkânı da kullanmak düşüncesiyle 473'te (1080) Tus'lu bir grup gençle birlikte Nişabur'a giderek buradaki Nizamiye Medresesi'ne girdi ve dönemin en tanınmış kelam âlimi olan İmamü'l- Haremeyn el-Cüveyni'nin öğrencisi olma şansını elde etti.

Kaynakların ittifakla belirttiği gibi Gazzali'nin olağan üstü bir zekâ ve hafızaya sahip olduğu dikkate alınırsa onun Nişabur'a gitmeden önce geçirdiği en az on iki yıllık öğrenimi süresince başta fıkıh olmak üzere hadis, akaid, gramer gibi geleneksel bilgi dallarında hayli yetişmiş olduğu kesinlikle söylenebilir. Nişabur'da da bu alandaki öğrenimine devam etti. Ayrıca burada mantık ve çeşitli tartışma disiplinleriyle kelam ilmi yanında felsefenin bazı konularında elemanter bilgiler edinmiş olmalıdır. Esasen en başta kelamcılığıyla tanınan ve belki de ilk defa kendisini kelama yönlendirmiş olan hocası Cüveyni'nin felsefeye aşinalığı vardı, hatta belli ölçüde felsefi bir nosyona da sahipti. Nitekim Şehristani'nin kaydettiğine göre Cüveyni, insan için kudret ve istitaat tanınmamasının akıl ve tecrübeye aykırı olduğu şeklindeki düşüncesi yüzünden filozofların peşinden gitmekle suçlanmıştır. Sübki, Gazzali'nin Nişabur'a gittikten sonra gayet sıkı geçen bir öğrenim süresince Şafii fıkhı, hukuk ekolleri arasındaki tartışma teknikleri (hilf), cedel, akaidle fıkhın kaynakları ve mantık alanlarında parlak bir alim olarak yetiştiğini belirttikten sonra ayrıca hikmet ve felsefe okuduğunu ve bütün bu disiplinlerde sağlam bir formasyon kazandığını ifade eder. "Gazzali derin bir denizdir" diyen hocası ona sempati duymakla birlikte söylendiğine göre için için onu kıskanmaktan da kendini alamazmış. Gazzali'nin muarızlarından Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzi'nin anlattığına göre onun bu sırada yazdığı el-Menhul adlı fıkıh kitabını inceleyen Cüveyni eseri çok beğendiğini, "Beni sağken mezara gömdün: ölümümü bekleyemez miydin!" şeklindeki sözleriyle ifade etmiştir. Çağdaşı Abdülgafir el-Farisi, "İslam'ın ve müslümanların hücceti, din önderlerinin imamı, konuşma ve ifade kabiliyeti, mantık, zeka ve tabiat itibariyle benzeri görülmemiş bir kişi" diye nitelediği Gazzali'nin bu dönemdeki öğrenimi sırasında kısa zamanda bütün arkadaşlarını geride bıraktığını, ayrıca öğretim faaliyetlerinde hocasına yardım ettiğini ve sonuçta eser telif edecek düzeye ulaştığını belirtir.

Gazzali'nin tasavvufi kişiliğinin oluşma döneminin başlangıcını tesbit bakımından önemli bir nokta da onun Nişabur'daki öğrenimi sırasında, Kuşeyri'nin öğrencilerinden olup Tus ve Nişabur sufilerinin meşhurlarından biri haline gelen Ebu Ali el-Farmedi'den öğrenim görmesidir. Bu sebeple Gazzali'yi tasavvufi pratiklere yönelten kişinin Farmedi olduğu söylenir. Kendısinin de, "Şeyh Ebu Ali el-Farmedi'den duydum' demesi bu zatla görüşüp ondan faydalandığını göstermektedir. Bununla birlikte onun bu dönemde tasavvufa duyduğu ilgi Farmedi ile görüşmeleriyle sınırlı kalmış, Farmedi'nin 477'de (1084) vefatı üzerine Gazzali kelam ve felsefe gibi alanlarla meşgul olmayı sürdürmüştür.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Gazzali
« Posted on: 26 Nisan 2024, 04:32:45 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Gazzali rüya tabiri,Gazzali mekke canlı, Gazzali kabe canlı yayın, Gazzali Üç boyutlu kuran oku Gazzali kuran ı kerim, Gazzali peygamber kıssaları,Gazzali ilitam ders soruları, Gazzaliönlisans arapça,
Logged
28 Haziran 2012, 16:27:37
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 28 Haziran 2012, 16:27:37 »

Bir ölçüde bağımsız bir düşünür olmakla birlikte Gazzali'nin daha çok Eş'ariyye mezhebini benimsediği bilinmektedir. Gazzali de bütün Eş'ariler gibi insanın iradesi konusunda ifrat ve tefritten sakınmakta, Mu'tezile'nin karşısında kadere inanmakla birlikte kulun iradesini büsbütün inkâr eden Cebriyye'ye de katılmamaktadır. Allah kulların fiillerinin yaratıcısıdır. Ancak bu yaratma, insanın kendi gücü ile fiillerini kazanmış olduğu düşüncesini imkânsız kılmaz. Çünkü prensip olarak kulda kudret ve seçme hürriyeti denilen nitelikleri de Allah yaratmıştır. Kul bu güç ve hürriyet sayesinde kendi fiillerini seçer ve yapar. Böylece fili kulun kesbi olur. Gazzali, "Sizi de sizin yaptıklarınızı da Allah yarattı" (es-Saffat 37/96) mealindeki ayeti hatırlattıktan sonra insanın hem yapma hem de terk etme hürriyetinin bulunduğunu ve bunun, her şeyin Allah'ın yaratmasıyla gerçekleştiği inancına ters düşmediğini, gerçekte seçme hürriyetini de Allah'ın yarattığını, insanın kendisi için yaratılmış olan bu hürlükte zorunluluğa bağlı bulunduğunu belirtir. Ancak insanın hürlüğünü zorunlulukla izah eden ve tamamen çağdaş antropolojinin de vardığı bir sonuç olan bu açıklama bir tesbit olup akli kanıt değeri taşımaz. Bunun farkında olan Gazzali Allah'ın ilim, kudret ve iradesinin mutlaklığı inancını sarsmadan irade hürriyetini akli kanıtlara bağlamak için çok ince tahlillere girişmesine ve büyük çaba sarf etmesine rağmen, irade hürriyeti konusundaki farklı görüşleri körlerin el yordamıyla tanımaya çalıştıkları fıl hakkındaki tanımlarına benzetmiş ve bu şekilde problemin spekülatif tartışmalarla çözüme bağlanmasının imkansız olduğunu belirtmiştir.

            Gazzali antropolojik bir gerçek olarak kabul ettiği iradeyi şöyle tanımlar: 'insan, aklı ile bir işin sonucunu ve ondaki iyilik yönünü kavrayınca bu iyiliği isteme ve onun sebeplerini hazırlama yönünde kendisinde bir şevk duyar ki bu iradedir". Bu ise Farabi'nin irade hakkındaki görüşüyle aynıdır. Ancak Gazzali bu düşünceyi geliştirerek ahlaki iradeyi, tabiatın isteğiyle çatışan aklın talebi şeklinde anlamıştır. Ayrıca Gazzali, ahlaki hayat için yalnızca akıl sahibi olmanın yetmeyeceği görüşündedir. Eğer Allah, işlerimizin sonuçlarını bilmemizi sağlayan aklı yaratmakla birlikte aklın gerekliliğine hükmettiği bu sonuçların temini yönünde organları harekete geçiren amili (iradeyi) yaratmamış olsaydı bu durumda aklın hükmü kesinlikle sonuçsuz kalırdı. Bu sebeple insanın ahlaki hayatta akıl yeteneğinden faydalanması, ancak hayvani iradeden ayrı olarak Allah'ın insan için yaratmış olduğu ve sonuçları kestirebilen aklın hizmetindeki bir başka irade sayesinde mümkün olur.

            Aklın tariflerinden birinde Gazzali? bu yeteneği, faaliyetlerin sonuçlarını önceden kestirme yeteneği olmasının yanında duygusal isteklere karşı bir direnme gücü şeklinde anlamakta, Aristocu anlayışa uyarak bilgi yeteneği olan akla "teorik akıl", eylem yeteneği olan akla da "pratik akıl" adını vermekte, ayrıca iradeyle ilgili açıklamaları pratik akıl için de tekrar etmekte ve böylece daha sonra Kant'ın yaptığı gibi irade ile pratik aklı aynı şey saymaktadır. İnsandaki bu ameli akıl yahut irade hayvan iradeden tamamen farklıdır. Bu sebeple Gazzali hareketlerini sırf nefsanî arzuların, bedeni isteklerin teminine yönelten insanın hayvanlar düzeyini aşamayacağını düşünür. Sırf insana özgü hayat, pratik aklı yani iradeyi teorik aklın buyruğuna sokmakla gerçekleşir. Ancak böyle bir ahlaki yetkinliğe ulaşmak için sıkı bir irade eğitimine ihtiyaç vardır ve diğer mutasavvıflar gibi Gazzali'ye göre de bu eğitimin adı riyazet ve mücahededir. Böylece bir bakıma ahlaki hayat insanın kendi nefsine karşı bir mücadeleden ibarettir. Fazilet statik değildir; hayat uzadıkça fazilet de daha çok gelişir ve mükemmelleşir. Şu halde hayat, daha geniş ve daha mükemmel faziletlere ulaşmanın mücadele alanıdır. Tutkularıyla savaşıp nefsini onların baskısından kurtaran, böylece meleklerin ahlakıyla bezenen kişinin kalbi "mukarreb melekler"in makamına dönüşür. Şu da var ki insan hiçbir zaman kötülüğe karşı güvence içinde değildir. Bundan dolayı kendisine, "Şeytan uyur mu?" diye soranlara Hasan-ı Basri, "Şeytan uyusaydı biz de istirahata çekilirdik" demiştir. Şehvet, gazap, Hırs, tamah gibi beşeri istek ve tutkular iradeyi zayıflatan, fıtratında bulunan akla rağmen insanı kötülüğe iten amillerdir. İnsanın asıl irade hürlüğü bu olumsuz etkenlerin baskısından kurtulmakla gerçekleşir.

            Gazzali, özellikle bir fakih ve kelamcı düşünür olarak diğer filozof ahlakçılara nisbetle yükümlülük konusuna daha çok önem vermiş, bu sebeple İslam literatüründe genellikle ibahiyye diye anılan ve bir bakıma amoralist denebilecek akımları şiddetle eleştirmiştir. Bu grupların başında Batıniler gelir. Gazzali'nin bildirdiğine göre Batıniler, "Yükümlülüklerin batını anlamlarını kavrayanlar için artık şer'i bağlar çözülür ve ameli yükümlülükler düşer" görüşünden hareketle bütün temel dini ve ahlaki yükümlülükleri, hatta ahireti, cennet ve cehennemi te'vil yoluyla inkâr etmişlerdir. Bu iddiaları, yanlışlığı apaçık ortada birer hezeyan ve tanrıtanımaz Seneviler ve Mecusiler'den alınmış birer inkarcılık örneği sayan Gazzali bunları akli delillerle eleştirip reddetmiştir.

            Yükümlülük tanımadıkları gerekçesiyle Gazzali'nin eleştirdiği bir başka zümre de müfrit sufilerdir. İbahiyye yolunu tutarak "şeriat örtüsünü dürmek ve hükümleri ortadan kaldırmak suretiyle" haram ve helali bir tutmaya kalkışan bu kesim içinden bazıları, ahlaki arınmanın üstesinden gelinemeyecek bir çaba olduğunu, bazıları da bütün yükümlülüklerin temel amacı olan marifettullaha ulaşınca artık vasıta ve vesile olan ibadet ve ahlaka gerek kalmayacağını öne sürmüşlerdir. Gazzali, dinde hoşgörünün işlendiği Faysalü't-tefrika'da  bu sözde sufilerin İbahi-Batıniler'den daha tehlikeli olduklarını, çünkü sufilik kisvesi altında dini içten yıkmaya çalıştıklarını belirtir.

           Gazzali'nin ahlaki yükümlülük karşısında tehlikeli gördüğü bir başka akım da Cebriyye'dir. Bu mezhep her ne kadar yükümlülüğü inkâr etmek gibi bir amaç gütmemişse de Gazzali, mutlak bir cebir anlayışının ahlaki yükümlülük ve sorumluluğu ortadan kaldırabilecek sonuçlar doğurmasından kaygılanmaktadır. Çünkü Cebriye'nin zorunluluk düşüncesinin benimsenmesi durumunda in sanların birbirlerine her türlü haksızlığı yapmaları ve buna mazeret olarak da böyle davranmalarının kaderin gereği olduğunu öne sürmeleri kaçınılmazdır.

         Aklın yükümlü kılma ve değerleri tesbit etme yetkisinin bulunup bulunmadığı konusunda Mu'tezile ile Ehl-i sünnet arasında süregelen tartışmada Gazzali Ehl-i sünnet'in görüşünü savunmuştur. Onun konuyla ilgili eserleri dikkatle incelenecek olursa aklın yükümlülük kaynağı olamayacağı görüşünü şu iki sebebe bağladığı görülür:

a) Değerleri mutlaklaştırma zorunluluğu. Eğer ahlaki değerler insanüstü bir otoriteye bağlanmazsa mutlak olma niteliğini kaybeder. Zira genellikle egoist tabiata sahip olan insanlar, kendilerinin ve başkalarının eylemlerini öncelikle kendi yararları açısından değerlendirirler. Bu durumda yararlar izafi ve sübjektif olduğundan değerler de izafileşir.

b) Otorite zorunluluğu. Yükümlülüklerin arkasında insanüstü bir otoritenin kabul edilmemesi durumunda bir otorite boşluğu ve hüküm anarşisinin doğması kaçınılmazdır. Eğer hüküm yetkisi aşkın bir otoritede görülmezse ilke olarak insanların biri ötekinden daha üstün olmadığından her insan bir başkasına, onun da kendisine tevcih edebileceği görevler yüklemeye kalkar. Şu halde hükmü geçerli kılma yetkisi, halk (yaratma) ve emir kendisine ait olan Allah'a özgüdür. Peygamber, devlet, ebeveyn gibi öteki otoriteler görev yüklerlerse de bunlara daha üst otorite olan Allah'ın buyruğundan dolayı itaat edilir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Aralık 2014, 17:07:46
ibrahim8/b

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 10


« Yanıtla #2 : 26 Aralık 2014, 17:07:46 »

. Bu grupların başında Batıniler gelir. Gazzali'nin bildirdiğine göre Batıniler, "Yükümlülüklerin batını anlamlarını kavrayanlar için artık şer'i bağlar çözülür ve ameli yükümlülükler düşer" görüşünden hareketle bütün temel dini ve ahlaki yükümlülükleri, hatta ahireti, cennet ve cehennemi te'vil yoluyla inkâr etmişlerdir.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
09 Temmuz 2016, 14:41:38
Ceren

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26.620


« Yanıtla #3 : 09 Temmuz 2016, 14:41:38 »

Aleykumselam.Hakki bilen batildsn uzak kalan ve imami gazali gibi hak yolda olan kullardan olalim inşallah...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes