๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => İslam Alimleri => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 27 Haziran 2012, 03:06:22



Konu Başlığı: Ebu Yusuf
Gönderen: Zehibe üzerinde 27 Haziran 2012, 03:06:22

EBU YUSUF

 
                                                   Ebu Hanife'nin önde gelen talebesi, müctehid hukukçu ve ilk kadı'l-kudat.



         Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim b. Habib b. Sa'd el Kufi.113  (731) yılında Kufe'de doğdu. Daha çok künyesiyle meşhur olmuştur. Bazı kaynaklarda mevcut seksen dokuz yaşında vefat ettiği şeklindeki bilgiyi göz önünde bulunduran M. Zahid Kevseri, doğum tarihinin 93 (711) olması gerektiği sonucunu çıkarmaktaysa da altmış dokuz yaşında vefat ettiğine dair tabakat kitaplarında yer alan bilgiler karşısında bu değerlendirme zayıf kalmakta ve daha sonraki araştırmacılar tarafından da kabul görmemektedir. Ebu Yusuf'un büyük dedesi Sa'd b. Büceyr sahabeden olup henüz küçük yaşta bulunduğu için Uhud Gazvesi'ne iştirak etmekten alıkonulmuş, genç yaşta katıldığı Hendek Gazvesi'nde ise büyük yararlıklar göstermiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber'in onu çağırtıp hem kendisi hem de soyu için hayır duada bulunduğu rivayet edilir. Ebu Yusuf bu hadiseyi övünçle hatırlar ve "O anın bereketi şu an bile bizimle beraberdir" derdi. Sa'd b. Büceyr daha sonra Küfe şehrine yerleşti. Hz. Ali'nin hilafeti döneminde düşünce ve siyaset hayatında önemli roller üstlenmiş olan Küfe aynı zamanda bir ilim merkezi haline geldi. Bu şehir bazı sahabi ve tabiilerin üstün gayretleriyle oluşan zengin bir ilmi miras ve geleneğe sahip bulunmaktaydı. Başta Ebu Hanife olmak üzere çeşitli âlimlerin de katkılarıyla Kufe Abbasiler döneminde gelişme göstermiş ve o bölgenin diğer ilim merkezlerinden Basra'yı bir hayli geride bırakmıştı. Ebu Yusuf'un yetişmesinde şahsi kabiliyet ve arzusunun yani sıra ilmi gelenek ve mirasa sahip böyle bir ortamda doğup büyümüş olmasının da önemli payı vardır.

            Ebu Yusuf çok çocuklu ve yoksul bir aileye mensuptu. Kaynaklar, çocukluk ve gençlik yıllarının büyük sıkıntılar içinde geçtiği, ailesi tarafından bir iş tutmaya zorlandığı, bütün bu olumsuzluklara rağmen tahsil hayatını sürdürdüğü konusunda ortak ifadelere sahiptir. Yine kaynakların belirttiğine göre Ebu Yusuf, evlendikten sonra da ailesinin nafakasını temin etmek için zaman zaman Ebu Hanife'nin ders halkasından uzak kalmış, fakat hocası azmini ve zekâsını çok takdir ettiği bu öğrencisinin nafakasını üzerine alarak derslerine düzenli şekilde devam etmesini sağlamıştır. Bu rivayetten, Ebu Yusuf'un henüz öğrenim hayatını tamamlamadan evlendiği anlaşılmaktadır. Muvaftak b. Ahmed el-Mekki, Bezzazi', Takıyyüddin et-Temimi, Zeynüddin İbn Nüceym. M. Zahid Kevseri gibi müellifler tarafından nakledilen ve Ebu Hanife'nin Ebu Yusuf'a yaptığı söylenen tavsiyeler arasında öğrenim hayatını tamamlayıp iyi bir iş sahibi olmadan evlenmeme, evliliğin ilim öğrenmeye büyük bir engel teşkil ettiği hususları da yer almaktadır. Bu bilgi ilk bakışta Ebu Yusuf'un talebeliği sırasında evlendiğine dair yukarıdaki rivayetle çelişiyorsa da bu tür vasiyetnamelerin genel hayat tecrübelerine dayanan tesbitlere yer verdiği, bu sebeple aslında gelecek nesillere öğütte bulunmayı hedeflediği de söylenebilir. Ebu Yusuf Kufe'de çok sayıda âlimden ders aldı. En önemli hocası Ebu Hanife olmakla birlikte İbn Ebi Leyla, Ebu İshak eş-Şeybani, Süleyman et-Temimi, A'meş, Hişam b. Urve, Muhammed b. Yesar, Hasan b. Dinar ve İsmail b. Ümeyye gibi âlimlerin de onun yetişmesinde önemli payları vardır. Hadis ilminde en büyük hocası ise Husayn b. Abdurrahman'dır.

            Ebu Yüsuf, devrinin ilmi geleneğine uyarak belli temel dersleri aldıktan ve özellikle hadis tahsil ettikten sonra fıkıh öğrenimine yöneldi; bu amaçla İbn Ebu Leyla'nın derslerine devam etmeye başladı. Dokuz yıl boyunca ondan yargılama hukuku (kaza) ve fıkıh okudu, ardından Ebu Hanife'nin ders halkasına katıldı. Bu ayrılışın sebebi olarak muhtelif hadiseler gösterilmekteyse de içlerinde en makul olanı, çeşitli vesilelerle hakkında bilgi sahibi olduğu Ebu Hanife'nin fıkıh metodunun kendisine daha uygun gelmesidir. Hocasının vefatına kadar yaklaşık on yedi yıl onun derslerine devam eden Ebu Yusuf, bu süre içinde Kufe'ye gelen İbn İshak'tan bir ay kadar megazi dersi alması gibi kısa süreli bazı kesintiler dışında Ebu Hanife'nin derslerine hiç ara vermemiştir. Bu sırada hadis öğrenimini de ihmal etmemiş, fırsat buldukça hadis meclislerine devam ederek buralarda dinlediği hadisleri Ebu Hanife'nin ders halkasında müzakereye açmış, bu sayede hadisçilerin görüş ve temayüllerinin de tartışılıp değerlendirilmesine imkân hazırlamıştır. Bu meclislerde birçok hadis üstadı yanında Haccac b. Ertat ile de tanışan Ebu Yusuf'un kuvvetli bir hafızaya sahip olması sebebiyle hadisçiler tarafından da takdirle karşılandığı, fıkıh ilminde olduğu gibi hadis ilminde de derinleştiği ve ehl-i re'y içinde hadisi alınabilen en güvenilir kişi olarak tanındığı belirtilir.

     Hocası Ebü Hanife'nin vefatından sonra (150/767) kadılık görevine başlayıncaya kadar yaklaşık on beş yıl süre ile Ebu Yusuf'un ne işle meşgul olduğu tam olarak bilinmemektedir. Hocasının yerine bir diğer talebesi olan Züfer b. Hüzeyl'in geçmesiyle hiç değilse bunun vefatına kadar (ö. 158/775) geçen süre içinde o halkada ders verme imkânını bulamadığı anlaşılmaktadır. Kufe Camii'nde özel bir ders halkası açıp açmadığı, geçimini temin etmek için ne işle uğraştığı gibi hususlarda da bilgi bulunmamaktadır.

       Ebu Yusuf, geçim sıkıntısı sebebiyle Abbasi Halifesi Mehdi- Billah zamanında (775-785) ailesiyle birlikte Bağdat'a yerleşti. Burada halife ile tanıştı ve bazı kaynaklarda kaydedildiğine göre 166 (782) yılında kadılık görevine getirildi. Daha sonra Cürcan'a vali tayin edilen veliaht Musa el-Hadi ile oraya giden Ebu Yusuf'un yerine oğlu Yusuf kadı olarak tayin edilmiş, bu süre içinde aralarında birçok kazai yazışmalar olmuştur. Mehdinin vefatı üzerine halife olarak Bağdat'a gelen Hadi ile birlikte Ebu Yusuf da Bağdat'a döndü ve kadılık görevine devam etti. Halife Harunürreşid de onu görevinde bırakmış ve ilk defa onun zamanında (786-809) "kadı'l-kudat"lık kurumu oluşturularak yargılama hukukunda ve uygulamada birliğin sağlanması yönünde önemli bir adım atılmış. Ebu Yüsuf da İslam yargı tarihinin ilk kadı'l-kudatı unvanını almıştır. Hatta Abbasi hilafetine bağlı bütün bölgelerdeki kadıları tayin ve azletme yetkisine sahip olduğu için "kadi kudati'd-dünya" diye anılmıştır, Makrizi'nin ifadesine göre Ebu Yusuf'un bu makama gelmesinden sonra Irak, Horasan, Şam ve Mısır bölgelerinde onun onayı olmaksızın kadı tayin edilmemiştir. Hayatının sonuna kadar bu görevde kalan Ebu Yusuf, yakın arkadaşı Bişr b. Velid el-Kindi'nin kaydettiğine göre 5 Rebiülevvel 182 (26 Nisan 798) tarihinde altmış dokuz yaşında Bağdat'ta vefat etti. Seksen dokuz yaşında vefat ettiği şeklindeki rivayetlerin zayıf bulunması yanında 172 (788) veya 181 (797) yılında yahut rebrülahir ayında vefat ettiğine dair rivayetlerin de tabakat âlimleri arasında pek kabul görmediği bilinmektedir. Cenaze namazını bizzat kıldıran Harünürreşid, namazdan sonra cenazenin önünde yürümüş ve onu kendi aile kabristanına defnettirmiştir. Kabri Bağdat'ın Kazımiye bölgesinde. Kazımeyn Türbesi'ne bitişik olan ve kendi adıyla anılan caminin yanındadır.

            Gerek çağdaşları gerekse daha sonraki dönemlere mensup âlimler Ebu Yusuf'un ilminin yanı sıra şahsiyetinden, ahlak ve karakterinden övgüyle söz ederler. Bezzazi, Kasım b. Züreyk'ın Ebu Yusuf'u yatağının üzerinde ufacık cüssesiyle görünce hayret ederek, "Allah, ilmi bir kuşun kursağına koymayı dileseydi koyardı" dediğini rivayet etmekte, bundan da onun küçük yapılı bir kişi olduğu anlaşılmaktadır. Ebu Yusuf üstün bir zekaya, güçlü bir hafızaya ve intikal yeteneğine sahipti. Elli altmış hadisi bir defa dinlemekle yanlışsız olarak ezberlediği rivayet edilir. Ebu Hanife'nin talebelerinden Hasan b. Ziyad el-Lu'lui'nin anlattığına göre Ebu Yusuf bir hac yolculuğu sırasında hastalanmış, kendisini ziyarete gelen Süfyan b. Uyeyne'den dinlediği kırk hadisi ileri yaşına, yolculuk yorgunluğuna ve hastalığına rağmen ezberlemiş, sonra da etrafındakilere yazdırmıştır. Devlet adamlarıyla yakından görüşmeye başladığı günlerde Harünürreşid'in veziri Yahya b. Halid el-Bermeki'nin Ebu Yusuf'a, eyyamü'l-Arab'ı bilmediği için sultanlarla sohbetin tam olarak hakkını veremediğini söylemesi üzerine bir ay eve kapanarak bu konuda çalışmış, neticede edindiği bilgiler onu dinleyenleri hayrete düşürmüştür. A'meş'in öğrencisi olduğu günlerde bir soruyu cevaplandırırken yaptığı açıklamalara hayret eden hocası bu cevabı nereden bulduğunu sormuş, o da. "Bize daha önce öğretmiş olduğunuz şu hadisten" diye cevap verince, "Ben bu hadisi sen daha ana rahmine düşmeden önce biliyordum, fakat yorumunu ancak şimdi öğrendim demiştir.

            Ebu Yusuf fazilet sahibi bir kişi olarak tanınır. Yokluk ve sıkıntı içinde geçen günlerini hatırlayarak hayatı boyunca ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmış, aynı zamanda velinimeti olan Ebu Hanife'yi hayır dua ile anmaktan geri kalmamıştır. Vefatından önce Mekke, Medine, Kufe ve Bağdat halkına yüzer bin dinar dağıtılmasını vasiyet ettiği söylenir.

            Halife nezdinde ve saray çevresinde büyük bir itibara ve buna paralel olarak büyük bir servete sahip olan Ebu Yusuf zaman zaman, yöneticilerin arzuları doğrultusunda fetvalar vererek bu noktaya yükselmekle itham edilmiştir. Takvası, ahlakı, seciyesi ve karakteriyle ilgili olarak nakledilen bilgilerin yanı sıra Kitabü'l-Harac'ın mukaddimesinde Harünürreşid'e hitaben yazdığı şu satırlar onun bu ithamları hak etmediğini göstermeye yeterlidir: "Bugünün işini yarına bırakma... Allah'ın sana verdiği görevde bir saat bile olsa hakkı yerine getir. Kıyamet gününde yöneticilerin en mutlusu halkı en mutlu olandır. Sen doğru yoldan ayrılma ki halkın da ayrılmasın. Arzularına uymaktan ve öfkelenip intikam almaktan sakın..." Ebu Yusuf, ilmin ve ilim sahibinin üstün mevkiini insanlara göstermek düşüncesiyle en güzel yerde oturur, en güzel şekilde giyinir, en değerli takımlarla donatılmış atlara binerdi. Bu davranışını yadırgayanlara da, "Bir terzi çocuğunun ilim sayesinde nerelere kadar yükselebildiğinin herkes tarafından görülmesini istiyorum" diye cevap verirdi. Aynı sebeple, yargı işine bakan fakihlerin halk katında seçkin bir konumda görülmeleri ve kendilerine gerekli saygının gösterilmesi için onların siyah sarık ve cübbeden oluşan özel bir kıyafet giymelerini sağlamıştır. Harünürreşid'e Ebu Yusuf'a niçin bu kadar çok değer verildiği sorulduğunda, "İlimdeki kemali, hafıza gücündeki üstünlüğü, mezhepteki istikameti ve dindeki muhafazakârlığı sebebiyle" cevabını vermiştir. Ebu Yüsuf bu meziyetlerinden dolayı halifeye çok yakın olmuş, onunla yolculuk etmiş, 170- 181 (786 797) yılları arasında birkaç defa beraber hacca gitmişlerdir.

            Ebu Yusuf'un ders halkasına ve ilim meclislerine birçok talebe katılmıştır. Kendisinden fıkıh öğrenmek veya hadis rivayet etmek suretiyle ilim tahsil eden öğrencilerin en tanınmışları Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Hasan eş-Şeybani, Bişr b. Veli'd el-Kindi, Bişr b. Gıyas, Yahya b. Mai'n, Hilal b. Yahya er-Rey, Ca'fer b. Yahya el-Bermeki, Hasan b. Ziyad eI-Lülüî, Esed b. Furat ve Yahya b. Âdem'dir.

     Ebu Yusuf, fıkıh ve hadis bilgisinin yanı sıra tefsir, siyer. megazi' ve eyyamü'l-Arab sahalarında da döneminin seçkin âlimlerindendi. Çağdaşları onun bu alanlardaki bilgisinden övgüyle söz ederler.

      İctihad Usulü. Ebu Yusuf'un ictihad usulünden söz etmeden önce onun bağımsız (mutlak) bir müctehid sayılıp sayılmayacağı konusundaki tartışmalara temas etmek gerekir. İbn Kayyım el-Cevziyye, İbn Kemal ve İbn Abidin gibi bazı âlimler Ebu Yusuf'un mutlak müctehid olmayıp ancak mezhepte müctehid olduğunu ileri sürmüşler, Şemsü'l-eimme es Serahsi İbn Hazm, Şehabeddin el-Mercani, son dönemde Ali el-Hafif, Muhammed Ebu Zehra ve M. Zahid Kevseri gibi âlimlerle müsteşriklerden J. Schacht se onun mutlak müctehid olduğu görüşünü savunmuşlardır. Nevevi, İmamü'l- Haremeyn el-Cüveyni'nin,  "Mûzeni'nin bütün tercihlerinin tahric grubuna girdiğini ve Şafi mezhebine raci olduğuna inanıyorum, Ebu Yusuf ve Muhammed ise öyle değildir, onlar Ebu Hanife'nin usulüne de muhalefet etmişlerdir" dediğini nakletmektedir. Ebu Yusuf'un mutlak müctehid olduğu görüşünü benimseyen son dönem alimlerine göre, Ebu Yusuf ve arkadaşlarının Ebu Hanife'ye sadece fürû ile ilgili konularda muhalefet ettiklerini, usulle ilgili meselelerde daima ona bağlı kaldıklarını söylemek doğru değildir. Çünkü o dönemde usul ilmi henüz tam anlamıyla oluşmuş ve olgunlaşmış değildi. Gerçi görüşler belirtilip fetvalar verilirken dikkat edilen bazı noktalar mevcuttu; ancak bu noktaların tamamını Ebu Hanife'nin tesbit ettiğini, öğrencilerinin sadece o kuralları benimsemek ve uygulamakla yetindiklerini söylemek mümkün değildir. Çünkü Hanefi fıkhının oluşumunda Ebu Hanife'nin önderliği ve yön verici rolü bilinmekle beraber arkadaşları ve öğrencilerinin, hatta çağdaşı Kufe'li fakihlerin de bu oluşumda belli oranda paylarının bulunduğu inkâr edilemez. Kaldı ki söz konusu kuralların Ebu Hanife tarafından konulduğu, Ebu Yusuf ve arkadaşlarının bu kuralları benimsediği kabul edilse bile bu husus onun mutlak müctehid olmasına halel getirmez. Çünkü Ebu Yusuf ve arkadaşları, kabul ettikleri her konuyu taklit yoluyla değil araştırma sonucu ulaştıkları ilmi kanaatleri sebebiyle benimsemişlerdir. Ebu Hanife ile uygunluk arzeden görüşleri de ona ters düşen görüşleri kadar taklitten uzak olup delile dayanmaktadır. Ebu Yusuf'un Ebu Hanife'den ders okumuş olmasının, onun hocasından bağımsız olarak ictihadda bulunmasına engel teşkil ettiğini ileri sürenlerin mantığına göre Ebu Hanife'nin de mutlak müctehid olduğunu söylemek imkânsız olur. Çünkü o da İbrahim en-Nehai ve Hammad b. Ebi Süleyman gibi hocalardan ders okumuş, birçok konuda onlarla aynı görüşü paylaşmıştır.

      Eğer ictihad, zamanın getirdiği meselelerin şeri' hükmünü ortaya koymak için bütün gücün sarf edilmesi demekse ve bunun tek şartı da edebi ve dini yönüyle Kur'an-ı Kerimi, metin ve sened yönünden sünneti ayrıca icma edilen hususları ve kıyas usulünü bilmekse Ebu Yusuf bağımsız, mutlak bir müctehiddir; aynı zamanda Kufe'de Ebu Hanife başkanlığında faaliyet gösteren fıkıh heyetinin de en seçkin üyesidir. Hemen hemen hiç ara vermeden on yedi yıl bu grup içinde en faal üye olarak yer alan Ebu Yusuf'un olağan üstü sayılabilecek zekâ ve hafıza gücü ile ilme olan düşkünlüğü birlikte mütalaa edilince tabii olarak böyle bir sonuca ulaşılır. Bizzat Ebu Hanife tarafından "yeryüzündeki en âlim kişi" olarak nitelendirilmesi de bu görüşü desteklemektedir.      Ebu Yüsuf başta olmak üzere Ebu Hanife'nin Muhammed b. Hasan ve Züfer b. Hüzeyl gibi talebeleri, hem usulde hem de füruda hocalarına veya birbirlerine muhalefet ettikleri ve aralarında serbest bir tartışma ortamı bulunduğu halde, görüşlerinin Ebu Hanife'nin görüşleriyle beraber tedvin edilmesi ve bunların hepsinin Hanefi mezhebi olarak adlandırılıp benimsenmesi, bu ekolün fıkhi esaslarını Ebu Hanife'nin kurduğu ve öğrencilerinin bu çerçevede ictihad ettiği anlamına gelmemelidir. 1105 (1693) yılında Mekke Şerifi Sad b. Zeyd tarafından sorulan bir soru üzerine Abdülgani' en-Nablusi'nin kaleme aldığı el- Cevabü'ş-şerif li'l-hazretiş-şerife fi enne mezhebe Ebi Yusuf ve Muhammed hüve mezhebü Ebi Hanife adlı risalede Ebu Yusuf ve Muhammed'in görüşlerinin Ebu Hanife den kaynaklandığı, bu sebeple bütün görüşlerin Ebu Hanife ye nisbetinin doğru olduğu tezi savunulmuş, İbn Abidin de bu görüşe katılmıştır. İbn Kemal'in, Ebu Yusuf'u mutlak müctehid saymayıp mezhepte müctehid olarak kaydeden tasnifi veya Ebu Hanife nin hayatı ve görüşleriyle ilgili olarak kaleme alınan menakıb kitaplarında yer alan mübalağalı ifadeler de bu yöndeki görüş ve kanaatler için uygun bir malzeme teşkil etmiştir. Ancak mezhebin sonradan Ebu Hanife'ye nisbetle adlandırılmasının başka izahları da yapılmaktadır. Mesela M. Zahid Kevseri"ye göre Ebu Hanife ve arkadaşlarının hepsinin görüşlerinin toplamına "Hanefi mezhebi" adı verilmesi genel kabule dayanan bir adlandırmadan başka bir şey değildir.

            Ebu Yusuf'un ictihadda bulunurken takip ettiği metodu kendisinin yazdığı bir usul kitabında bulma imkânı mevcut değildir. Her ne kadar bütün mezhepler içinde ilk fıkıh usulü kitabının Ebu Yusuf tarafından telif edildiği çeşitli kaynaklarda belirtilmişse de bugüne kadar böyle bir esere rastlanmamıştır. Bu durumda onun ictihad usulünü ancak vermiş olduğu fetvalardan ve bazı sözlerinden çıkarmak mümkün olabilir. Kaynaklarda Ebu Yusuf'un son günlerinde şu şekilde dua ettiği belirtilir: "Allahım! Sen biliyorsun ki önüme çıkan her hadisenin hükmü için önce senin kitabına baktım ve orada bir çıkış yolu bulduysam aldım. Eğer bulamadıysam peygamberinin sünnetine baktım. Orada da bir çıkış yolu bulamadıysam ashabın sözlerine baktım." Bu ifadeden, rey ekolünün seçkin bir imamı olarak kıyasa sıkça başvurduğu bilinen Ebu Yusuf un sahabi kavlini kıyasa tercih ettiği anlaşılmaktadır. Serahsi'de Kerhi'den yaptığı nakilde bu görüşü desteklemekte ve onun birçok meselede kıyasa göre hükmün ne olduğunu belirttikten sonra o hükmü sahabi kavlinden dolayı terk ettiğini kaydetmektedir. Ebu Yusuf un verdiği hükümler incelendiğinde bu delillerin yanı sıra icma, kıyas, istihsan, şeru men kablena, örf gibi diğer asli ve fer'i delilleri de belli bir sıra ve metot içinde kullandığı söylenebilir.

            Rey ekolüne mensup fakihler içinde hadis ilminde en güçlü âlimlerden biri kabul edilen Ebu Yusuf'un hadisten çokça faydalanması ve kıyasa sıkça başvurması tabiidir. Ancak uzun süre siyasi ve idari mekanizma ile iç içe olan yargı kurumunda görev yapmış olduğundan bazen istihsanı ön planda tuttuğu da görülmektedir. Mesela Ebu Hanife ve Muhammed'e göre Hz. Peygamber faiz yasağıyla ilgili olarak bir maddenin ölçekle (keyli) veya tartıyla (vezni) alınıp satılmasını hükme bağlamışsa bu maddenin her zaman bu şekilde alınıp satılması gerekir. Bu konuda örfe itibar edilmez. Ebu Yusuf ise örfün değişmesi halinde ölçekle olanın tartıyla, tartıyla olanın ölçekte alınıp satılabileceği görüşündedir. Aynı şekilde Hz. Ömer'in haraç vergisi olarak belirlediği miktara bağlı kalmamış, onu gününün şartlarına göre yeniden tesbit etmekte sakınca görmemiştir. Bu örnekler Ebu Yusuf'un, zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişebileceğini ifade eden külli fıkıh kuralına göre hareket ettiğini göstermektedir. Güçlüğü ortadan kaldırmak ve izdihama sebebiyet vermemek için bir şehirde iki ayrı camide cuma namazı kılınmasına, taşınma imkânı bulunamayan ganimetlerin henüz darü'l-harpten çıkmadan askerler arasında paylaştırılmasına ve ihtiyaçtan dolayı "müzaraa" ve "müsakat" akidlerine cevaz vermiş olması da zaruret prensibine dayanmaktadır. Diğer taraftan cuma namazının bir şehirde iki yerde kılınmasının caiz olduğunu belirttikten sonra daha fazla mescidde kılınmasının caiz olmadığını söylemesi de zaruretlerin kendi miktarınca takdir edilmesi gerektiği kuralına uygun düşmektedir. Hamile kadının bir çocuk doğurma ihtimali iki veya daha fazla çocuk doğurma ihtimalinden daha kuvvetli olduğu için mirastan yalnızca bir çocukluk pay ayrılması, "Nadir olana değil yaygın olana itibar edilir" kuralı ile açıklanabilir. Ebu Yusuf'un, borçlanılan paranın değer kaybetmesi halinde bu paranın aynı miktarının (misl) değil değerinin ödenmesi gerektiğine fetva vermesi de bu arada zikredilebilir. Bütün bu örneklerden de anlaşılacağı üzere Ebu Yusuf Kitap ve Sünnet'e bağlılığının yanı sıra hikmet-i teşriiyyeyi iyi kavramış bir müctehiddir; bu şekilde yetişmesinde, hocası Ebu Hanife'nin hem bir müctehid-imam olmasının hem de medresesini bir fıkıh komisyonu gibi görüp derslerini buna göre yapmasının büyük katkısı olmuştur.

      Fıkıh İlmindeki Yeri. Uzun süre İbn Ebu Leyla'nın, daha sonra da Ebu Hanife'nin talebesi olan Ebu Yusuf en çok Ebu Hanife'nin etkisinde kalmıştır. Ancak gerek yetişmesini sağlayan ders halkalarında takip edilen metot sebebiyle, gerekse kendi özel yetenekleri sayesinde hiçbir zaman mukallit olmamış, tercih ve görüşlerini açıkça ifade etmiş, zaman zaman Ebu Hanife'nin görüşüne muhalefet ettiği de olmuştur. Hayatının daha sonraki dönemlerinde bu fikir ayrılıklarının oranında artış olduğu gözlenmektedir. Yalnız büyük bir feyze sahip olduğuna inandığı, kendisine son derece hürmet ve minnet duyduğu Ebu Hanife ile olan görüş ayrılıklarını özellikle açığa vurma gayreti içinde olmadığı gibi bir meselede Ebu Hanife ile ittifak halinde olduğu sürece kalbinde bir ışığın parladığını belirtirdi. Ancak onun hocasına karşı duyduğu bu saygı ve bağlılık, fıkhi meseleleri kendi görüş ve inisiyatifiyle değerlendirmesine engel teşkil etmemiştir. İlk dönemden itibaren Hanefi fıkıh literatüründe mezhebin öncüleri arasındaki görüş ve yaklaşım farklılıklarına geniş ölçüde yer verilir. Bu arada Ebu Yusuf'un İmam Muhammed'le birlikte veya tek başına Ebu Hanife'nin görüşüne katılmadığı yüzlerce meseleden söz edilir. Diğer fıkıh mezheplerinde mezhep içindeki farklı görüşler genellikle sonraki dönem hukukçularınca geliştirilmişken Hanefi mezhebinde bu husus, genelde Ebu Hanife ile talebeleri Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve Züfer tarafından oluşturulmuştur. Bundan dolayı Hanefi mezhebindeki doktriner görüş zenginliğinde Ebu Yusuf'un şüphesiz önemli payı vardır.

            Bazı konularda Ebu Yusuf'tan iki değişik fetva nakledilmesi, onun özellikle kadı olduktan sonra bir kısım fetvalarını değiştirdiği izlenimini uyandırmaktadır. Öte yandan sözü edilen görüş değişikliklerine dikkat çeken müsteşrik Schacht'ın, bu değişikliklerin her zaman daha mükemmele doğru seyretmediğini söylemesini anlamak kolay değildir. Çünkü mükemmel kavramı izafidir ve bir görüşün iyi ve mükemmel olduğu hükmü, ancak mevcut şartların ve uygulama alanının ayrıntılı şekilde bilinmesi halinde yapılacak bir değerlendirme ile verilebilir. Ebu Yusuf'un, olayları Ebu Hanife'ye göre daha farklı bir açıdan değerlendirmesini sağlayan bazı sebepler vardır. Mesela çok sayıda hadis âlimiyle görüşmesi, onlardan hadis alması ve Ebu Hanife zamanında tevsik edilmeyen birçok hadisin onun zamanında tevsik edilmesi gibi sebepler bu arada zikredilebilir. Ebu Yusuf hadis öğrenimine fıkıhtan önce başlamış, hem hafızasının hem de intikal yeteneğinin güçlü oluşu sayesinde hadisleri kolay ezberlediği gibi onların anlam ve delaletlerini de kavramakta zorluk çekmemiştir. Bu sebeple rey ekolüne mensup fakihler içinde hadise en çok bağlı olan imamın Ebu Yusuf olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca Harünürreşid ile birlikte seyahat etmesi, bu seyahatleri esnasında Medine'ye uğrayarak Malik b. Enes ile görüşmesi, ondan hadis alıp bazı fıkhi konuları kendisiyle tartışması da Ebu Yusuf'un bir kısım görüşlerini değiştirmesinde etkili olmuştur. Hatta bu görüşmeler sayesinde fıkıhta Irak ekolü ile Hicaz ekolünün bakış açılan birbirine yaklaşmıştır. Ebu'l- Müeyyed el- Harizmi, Camiu'l - mesanid adlı eserinde Şafii'nin Ebu Yusuf'a nebizle ilgili bir soru sorduğunu, İmamül-Haremeyn el-Cüveyni de Şafi ile Ebu Yusuf'un hem Mekke'de hem de Medine'de Harünürreşid'in huzurunda münazarada bulunduklarını kaydetmektedir. Ancak bu husus M. Zahid Kevseri tarafından kesinlikle reddedilmekte, bu rivayetlerin tarihi gerçeklere ters düştüğü ve mezhep taassubundan kaynaklandığı ayrıntılı biçimde anlatılmaktadır. Bazı önemli gelişmeler ve ciddi isnatlar söz konusu görüşmeye dayandırıldığı için Kevseri'nin bu konu üzerinde hassasiyetle durduğu dikkati çekmektedir.

     Ebu Yusuf'un, bazı konularda Ebu Hanife'den farklı düşünmesinin diğer bir sebebi de önce kadı, daha sonra kadı'l-kudat sıfatıyla yargı görevinde bulunmuş olmasıdır. Bu görev Ebu Yusuf'a önemli ölçüde tecrübe kazandırmış, nazari hükümleri uygulama veya bunların uygulanabilirliğini gözleme imkânı sağlamış, sonuçta da özellikle kazai fıkhın onda bir meleke haline gelmesini sağlamıştır. Mesela hâkimin davalı istemese bile davacıya yemin teklif etmesini, sözleşmeleri ve diğer tasarrufları korumak için sefihin ancak hâkim kararıyla hacr altına alınmasını caiz görmesini ve eşin, seyahate çıkacak olan kocasından alacağı nafakaya karşılık kefil istemesine izin vermesini, Ebu Yusuf'un görevi sırasında edindiği tecrübelerin bir sonucu olarak görmek mümkündür. Bu sebeple, başta yargılama hukuku olmak üzere fıkhın çeşitli dallarında Ebu Yusuf'un, sonraki dönem Hanefi fakihlerince benimsenip mezhep içinde "müfta bih" görüş olarak adlandırılan birçok tercih ve fetvası mevcuttur. Öte yandan Ebu Yusuf, kadı'l-kudatlık mevkiinde bulunması dolayısıyla, kadıların tayin işlerinde birinci derecede söz sahibi olduğu ve bu sırada daha çok Hanefi mezhebine mensup kadılara görev verdiği için bu mezhebe karşı ilgi ve iltifatın artmasını sağlamış, Hanefi mezhebinin yayılıp genişlemesinde onun gayretlerinin önemli payı olmuştur.

            Ebu Yusuf, o dönemde revaçta olan akaid ve kelam konularında zaman zaman tartışmalara katılmış, döneminin tartışmalı kelami meseleleri hakkında daha çok selefi bir tavır sergilemiştir. Mesela Kur'an'ın mahlûk olduğu görüşünü benimseyenleri sert bir dille tenkit etmiş, böyle kimselerle konuşup selamlaşmanın bile doğru olmadığını söylemiştir. Ebu Yusuf'un, Allah'ın helallerinin ve haramlarının olduğu gibi kabul edilmesini ve müteşabih ayetlere inanılıp başka kavimlerle ilgili kıssalardan ibret alınmasını tavsiye etmesinden bu konulardaki tartışmaları hoş görmediği anlaşılmaktadır. Ebu Yusuf, Hz. Peygamber ve ashabının iman konularını hiç tartışmadıklarını, sadece ameli hayatta ilgili meseleleri konuştuklarını ifade eder, itikadi konularda kavgacı ve tartışmacı bir tavır benimseyenlerden yüz çevirmenin Allah emri olduğunu söylerdi.

       Eserleri. Hanefi mezhebinde eser telif eden ilk fakih olan Ebu Yusuf'un başlıca eserleri şunlardır:


1. Kitabü'l-Harac. İslam fıkıh tarihinde mali hukuk sahasında yazılan en önemli eserlerden biri olup bu alanda günümüze kadar ulaşan ilk telif olduğunda şüphe yoktur. Genel olarak devletin ekonomik siyasetinin portresini çizmek gayesiyle telif edilen eserde dini ve sosyal konularla ilgili bilgiler de yer almakta, bu sebeple bazı araştırmacılar tarafından içinde fıkıh, hadis, muhasebe, hukuk, sosyoloji. Edebiyat, coğrafya vb. konuların bulunduğu bir hazine olarak değerlendirilmektedir. Birçok defa basılan eser Türkçeye ve bazı Batı dillerine de tercüme edilmiştir.

2. İhtilafu Ebi Hanife ve İbn Ebi Leyla. Ebu Yusuf bu eserinde hocaları Ebu Hanife ile İbn Ebu Leyla'nın ihtilaf ettiği konuları zikretmektedir. Kitabı Ebu Yusuf'tan Muhammed b. Hasan eş-Şeybani rivayet etmiştir. Serahsi, İmam Muhammed'in esere bazı ilavelerde bulunduğunu söylemişse de son dönem âlimlerinden Muhammed Ebu Zehre ve Ebu Yusuf üzerine çalışan Mahmud Matlub, ilave yapıldığını gösteren herhangi bir işarete rastlamadıklarını ifade etmişlerdir. Çok sayıda fıkıh babını ihtiva eden eser Ebu'l-Vefa el-Efgani tarafından neşredilmiştir. Ayrıca imam Şafii'nin el-Ümm adlı eserinin sonunda Haza mahtelefe fihi Ebu Hanife ve İbn Ebi Leyla an Ebi Yüsuf adıyla da mevcuttur

3. Kitabü'r- Red 'ale's-Siyeri'l-Evzai. Ebu Hanife, İmam Muhammed'e imla yoluyla devletler hukuku (siyer) konusunda bir kitap yazdırmıştır. İmam Muhammed'e nisbet edilen ve es-Siyerü's-sağir adıyla anılan bu eserdeki görüşler Evzai tarafından kaleme alınan Kitabü Siyeri'l-Evzai adlı eserde tenkit edilmiş, Ebu Yusuf da Evzai'ye cevap vermek amacıyla söz konusu eseri telif etmiştir. Ebu'l-Vefa el-Efgani'nin neşrettiği eser, ayrıca el-Ümm'ün içinde Kitabü Siyeril-Evzai başlığıyla mevcuttur

4. Kitabü'l-Asar. Oğlu Yusuf'un babası yoluyla Ebu Hanife'den rivayet ettiği bazı hadisleri ve fıkhi görüşleri ihtiva etmekte olup Ebu Hanife'nin müsnedi mahiyetindedir. Abdest, gusül, cünüplük, iddet, av ve alışveriş gibi konuları içine alan eser Ebu'l-Vefa el-Efgani tarafından neşredilmiştir. Kitabü'l -Asar, naşirin de önsözde belirttiği gibi tam değildir; ancak eksik kısmın son taraftan çok az bir bölüm olduğu tahmin edilmektedir.


Kaynaklarda Ebu Yusuf'a nisbet edilen eserler de şunlardır:


1. Edebü'l-kadi. Katib Çelebi ile diğer bazı müellifler tarafından zikredilen eserin bir nüshası Tunus Milli Kütüphanesi'nde kayıtlıdır. Üzerinde Ebu Yusuf'a ait olduğuna dair bir ibare bulunan ve Fuat Sezgin tarafından da ona nisbet edilen eserin, Mahmud Matlub tarafından yapılan incelemeden sonra Ebu Yusuf'a nisbetin doğru olmadığı kanaatine varılmıştır. Zira kitapta Hassaf (ö. 261/875), Tahavi (ö. 321/933), Kerhi (ö. 340/951), Ebu Bekir el-Cessas (ö. 370/ 981) ve Serahsi (ö. 483/ 1090) gibi âlimlerin görüşlerine de yer verilmiştir.

2. el-Meharic. M. Zahid Kevseri, müsteşrik J. Schacht tarafından Muhammed b. Hasan'a nisbet edilerek basılan Kitabü'l-Meharic'in Ebu Yusuf'a ait olduğunu söylemekteyse de bu görüşünü teyit edecek bir delil bulunmamaktadır. Bunlardan başka el-Mebsut, Kitabü'l- Cevami', Kitabü'r-Red ala Malik b. Enes, Kitabü İhtilafi'l-emsar, Kitabü'l - Emali, Kitabü'n-Nevadir, Müsnedü'l-İmam Ebi Yüsuf adlı eserler de Ebu Yusuf'a nisbet edilmektedir.
            Ebu Hanife hakkında yazılan eserlerde ve umumi tabakat kaynaklarında Ebu Yusuf'un biyografisine, fıkıh ilmindeki yeri ve görüşlerine önemli ölçüde yer verilmesinin yanı sıra bu konuda müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır: Zehebi, Menakıbu Ebi Yusuf, Menakıbu Ebi Hanife ve sahibeyh Ebi Yüsuf ve Muhammed b. Hasan; M. Zahid Kevseri, Hüsnü't-tekadi fi sireti'l-İmam Ebi Yusuf el-Kadi,  Hadi el-Ahdar Derviş, Ebu Yusuf el-Kadi hayatühü ve Kitabühü'l-Harac, Mahmud Matlub, Ebu Yusuf: Hayatühü ve âsâruhü ve ârâ'ühü'l-fıkhiyye; Ahmed İbrahim Ebu Yusuf, Ebu Yusuf kadi'l-kudat

                                                                     

                                                                                                                                                        (T.D.V. İslam Ans. 10/260-264)