๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Akaidi => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 14 Mart 2010, 16:56:07



Konu Başlığı: Kelâm İlmi ve Önbilgiler
Gönderen: Eflaki üzerinde 14 Mart 2010, 16:56:07
KELAM İLMİ VE ÖNBİLGİLER


1- MUKADDİME..

2- DİNİ HÜKÜMLER VE İLİMLER..

3- KELÂM İLMİNİN DOĞUŞU..

1. Kelâma, Kelâm Denilmesinin Sebebi

2. “Üç Kardeş” Meselesi Ve Ehl-i Sünnet Kelâmının Doğuşu.

3. Felsefenin Kelâma Girişi

4- EŞYANIN HAKİKATİ.

1. Bilgi

2. Bilginin Kaynakları

a- Duyu Organları

b- Haber-i Sâdık.

c- Akıl

5. KÂİNÂTIN VE MADDENİN MAHİYETİ.

1. A´yân.

2. Araz.

Burhân-ı Tatbikî

KELAM İLMİ VE ÖNBİLGİLER

1- MUKADDİME


Hamd olsun o Allah´a ki, zatının ulu ve sıfatlarının kâmil oluşu itibariyle tektir, vasıflarmdaki büyüklük bakımından eksikliğe de­lâlet eden şaibe ve emmarelerden münezzehtir.

Salat (ve selâm), açık delillerle ve parlak (mucize ve) açıklama­larla te´yid edilen peygamberimiz Muhammed´e, hak yolun rehber­leri ve savunucuları olan âl ve ashabına olsun.

Şübhe yok ki, şeriatın ve (dinî) hükümlerin aslı, İslâm akaidindeki kaidelerin esasi, “kelâm” adını alan (ve müslümanları) şübhecilik karanlığından, vehim kötülüğünden kurtaran “Tevhid ve sıfat ilmi”dir [1].

İslâm âlimlerinin Önderi, din ve diyanetin yıldızı ulu îmam - Allah, selâmet yurdu olan cennetteki derecesini daha da yücelt­sin- Ömer Nesefî´nin Akâid (Metnu´l-Akâid ve Akâidu´n-Nesefiye) isimli kısa eseri, bu ilmin eşsiz cevherlerini ve faydalı incilerini muh­telif bölümler içinde ihtiva etmektedir. Bu bölümler son derece tertibli ve düzenli, azamî şekilde intizamlı ve özet olmakla beraber (dini sahada yakinî ve) kesin bilgi sahibi olmak için birer öz ve cev­herdir de.

Bu eseri, mücmel konuları tafsil ederek, anlaşılması güç yerle­ri açıklayarak, kapalı ve dürülü kısımlarını ortaya sererek ve gizli yönlerini izah ederek, şerh etmeye gayret ettim. Bununla beraber, özetleme ve düzenleme işini yaparken sözleri esas maksadına yönelt­tim; açıklamalarda ana gayeye işaret ettim; meseleleri zihinlere yerleştirdikten sonra araştırdım; delilleri, bütün açıklığı ile ortaya koy­duktan sonra inceledim; maksatları sergiledikten sonra izah ettim; özetleme ve kısaltma işiyle birlikte faydalan çoğalttım; uzatma ve usandırma işini bir yana bırakarak sözü kısa kestim; çok kısa ve nıübhem, çok uzun ve anlaşılmaz şekilde yazı yazmaktan uzak kal­dım.

Doğru yola ileten Allah´tır. Hatadan korunmak ve doğrudan ay­rılmamak hedefine ulaşmak O´ndan istenir. O bana yeter, ne güzel velîdir O.[2]

2- DİNİ HÜKÜMLER VE İLİMLER

Dinî ve şer´i hükümlerin bazıları, amelin (yapılış biçimi ve) key­fiyeti ile ilgilidir. Bunlara “fer´î ve amelî hükümler” denir. Diğer ba­zıları akidelerle (ve inanma şekliyle) ilgilidir. Bunlara da “aslî ve itikadı hükümler”adı verilir. Birinci nevi hükümleri ilgili ilme, “İlmu´ş-şeriat ve İlmu´l-ahkâm” ismi verilir. Böyle denmesinin se­bebi, bu çeşit hükümlerin sadece şer´î ve dinî kaynaklardan çıkarıl­mış olmasıdır. “Dinî ahkâm”, denilince ilk akla gelen sadece bu ne­vi hükümlerdir.

ikinci çeşit hükümlerle ilgili olan ilme, “îlmu´t-tevhid ve´s-sıfat” denir. Burada incelenen en meşhur bahsin ve en şerefli maksadın Tevhid ve ilahî sıfatlar oluşu, bu isimlendirmeye sebep olmuştur [3].

îlk müslümanlardan ashab ve tabiûn (r.a.), akidelerinin temiz olmaları, peygamber (s.a.) le sohbet etme bereketinden feyz alma­ları, O´nun çağma yakın bir zamanda yaşamaları, hadis ve ihtilaf­ların az oluşu, güvenilir din âlimlerine başvurma imkânına sahip ol­maları sebebiyle, bahis konusu iki ilmi tedvin etmeye, bölümlere ve kısımlara ayırarak tertibe koymaya, esas fer´î maksatlarını anlat­maya ihtiyaç hissetmemişlerdi. Nihayet bu hal böyle giderken müslümanîar arasında fitne çıktı (Cemal ve Sıffin savaşları meydana geldi). Din âlimlerine karşı gelmeler umumî bir hal aldı. Görüşler arasında ihtilaflar belirdi. Bid´at, hevâ ve hevese meyletme durumu ortaya çıktı [4].  Fetva ve vakalar çoğalarak önemli işlerde din alimlerine müracaatta bulunma vaziyeti hasıl oldu. İşte o zaman âlimler nazar, istidlal, ictihad, istinbat, kaide ve esaslar sergileme, kısım ve bölümler tertipleme, delillere dayanarak meseleleri çoğalt­ma, itirazları cevaplarıyle birlikte ortaya koyma, ıstılah ve tabirleri belirleme, mezhep ve ihtilafları açıklama işiyle meşgul oldular.

Mufassal ve muayyen delillerden çıkarılan amelî hükümlerden bahseden ilme: “Fıkıh”, dinî hükümlerin kaynağı olan delillerden ana hatlarıyle bahseden ilme: “Usulu´l-fıkıh”; itikadî hükümleri, de­lillerine dayanarak anlatan ilme “Kelâm” adını verdiler.[5]

3- KELÂM İLMİNİN DOĞUŞU

1. Kelâma, Kelâm Denilmesinin Sebebi

1.  Kelâmcılar, itikadî konuları tartışırken söze “el-kelâm fi kezave keza..” (Şu konudaki kelâm şöyledir), şeklindebaşlarlardı (Bundan dolayı en çok kullandıkları bu cümledeki ilk kelime bu il­min özel ismi haline gelmiştir).

2.  Kelâm meselesi (ve Allah´ın Kelâm sıfatı) bu ilmin en fazla meşhur olan ve en çok tartışma ve çekişme konusu idi. Hatta mütegallibeden biri, “Kur´an mahlûktur” demedikleri için hak ehli olan­lardan bir çoklarını öldürtmüşdür (Memûn, Mutasım, Vâsık zaman­larında Mutezile kelâmı Abbasî Devleti´nin resmî inancı haline gel­miş ve Hanbeliler şiddetli baskılara maruz kalmışlardı).

3. Şer´î meselelerin hakikatini araştırırken ve hasımları sustu­rurken bu ilim, insana kelâm, yani konuşma gücü verir. Bu bakım­dan kelâm, mantıkin felsefî ilimlerdeki yeri gibi (İslânri ilimler için­de) bir yer tutar.

4.  Öğretilmesi ve öğrenilmesi farz olan ilimlerin ilki sadece ke­lâmla, yani sözle öğrenilir. Bunun için bu ilme kelâm ismi verilmiş­tir. Daha sonra özellikle akâid ilmine bu isim verilmiş, aradaki fark görülsün diye" öbür ilimlere bu isim verilmemiştir.

5. Kelâmın mahiyeti ve hakikati, iki tarafın ortaya atacakları sözler ve tartışmalarla anlaşılır. Halbuki öbür ilimlerden bazıları­nın mahiyeti düşünülmek ve kitap okumakla da anlaşılabilir.

6. Kelâm en çok ihtilaf edilen ve çekişme konusu olan bir ilim­dir. Bu sebeple muhaliflerle konuşmaya yani kelâm etmeye ve onları reddetmeye şiddetle ihtiyaç göstermektedir.

7. Kelâmdaki delillerin kuvveti sayesinde sanki, “Söz, bu söz­dür, bilinen diğer sözler değil!” denilmiş olmaktadır. Nitekim iki söz-aen daha kuvvetli olanı için, “îşte kelâm budur!” denir.

8.  Kelâm, çoğu sem´î ve nakli deliller tarafından da destekle­nen kesin delillere dayanmaktadır. Onun için kalbte en fazla tesir yapan ve oraya nüfuz eden ilim budur. Bundan dolayı, yaralamak manâsına gelen, “ k e 1 m “ kökünden türetilen “kelâm” sö­zü bu ilme isim olarak verilmiştir (Bu sekiz sebepten biri veya bir­kaçı dolayısıyle bu ilme kelâm adı verilmiştir. Bu hususa bütün kay­naklarda işaret edilmektedir).

Kudemâ, denilen eski kelâmcılann anladığı kelâm budur. Bu kelâmdaki ihtilaflı konuların çoğu İslâm fırka ve mezhepleriyle, özellikle Mutezile ile ilgilidir [6]. Zira sünnetin ve hadislerin zahi­rinden anlaşılan manâ ve sahabe topluluğunun itikad konusunda üzerinde yürüdüğü yol hususunda ihtilafla ilgili kaidelerin esasla­rını kuran Mutezile olmuştur.

Bu hadise şöyle vukua gelmiştir: Mutezilenin reisi Vâsıl b. Ata föl. 131/748) Hasan Basrî (öl. 110/728) nin ders halkasından ayrıl­mış, mürtekib-i kebîre (büyük günah işleyen)nin ne mü´min ne de kâfir olduğunu anlatmaya başlamış, iki menzile (iman -küfür) arasında bir menzilin var olduğunu kabul etmiş, bunun üze­rine Hasan Basrî, “Vasıl bizden ayrıldı” (Kad i´tezele Vâsilün annâ) demiş, bundan dolayı ona ve etrafında toplananlara Mutezile adı ve­rilmişti [7].

Mutezile mensupları kendilerine, “Ehlu´i-adl” ve “Ashabu´t-tevhid” gibi isimler vermişlerdir. Bunun sebebi “itaat edene sevap, isyan edene ceza vermek Allah Taâlâ için zarurîdir” demeleri ve Hakk Taâlâ´dan, kadım ve ezeli sıfatların varlığını red­detmeleridir.[8]

2. “Üç Kardeş” Meselesi Ve Ehl-i Sünnet Kelâmının Doğuşu

Daha sonra Mutezile kelâm ilmine genişlemesine ve derinleme­sine dalmış ve temel konuların bir çoğunda filozofların eteklerine sarılmıştır. Böylece mezheplerinin yayılması Ebu´l-Hasan Eş´arî (r.a.) (öl- 330/941) ile Hocası Ebu Ali Cübbâî Cöl. 303/915) arasında geçen şu hadiseye kadar devanı etmiştir:

Eş´arî:  Üç kardeş var. Biri ibadet ve itaat halinde, diğeri isyan ve günah içinde, üçüncüsü de çocuk yaşta iken öldü. Bunlar hakkın­da ne dersiniz?

Cübbâî: îlki, mükafat olarak cennette, ikincisi ceza olarak ce­henneme girer, üçüncüsü ne mükafat ne de ceza görür.

Eş´arî:  Üçüncüsü, “Ya Rabbi, beni neden çocuk yaşta öldürdün de büyüyene kadar yaşatmadın? Büyüseydim sana iman ve itaat eder, böylece ben de cennete giderdim”, derse, ona ne cevap verilir?

Cübbâî: Rab ona der ki: “Ben haline bakarak şunu bildim: Bü­yüyene kadar yaşasaydın günah işleyecek ve bu sebeple cehenneme gidecektin. Senin menfaat ve meslahtına en uygun olan ( eslah) küçükken ölmendi”.

Eş´arî: Eğer ikincisi, “Ya Rab neden beni küçükken öldürmedin? Öyle yapsaydın sana âsi olmaz ve böylece cehenneme girmezdim”, derse Rab ne cevap verir?

Bu soru üzerine Cübbâî şaşırdı ve cevap veremedi. Eş´arî de Mu­tezile mezhebinden ayrıldı. Bundan sonra o ve ona tâbi olanlar, Mu­tezilenin görüşlerinin bâtıl olduğunu gösterme, hadiselerde anlatı­lan hususların ve Ehl-i sünnet ve´1-cemaatın yürüdüğü yolun doğru olduğunu ispat etme işi ile meşgul oldular. Ondan dolayı da “Ehl-i sünnet ve´I-cemaat” adını aldılar.[9]

3. Felsefenin Kelâma Girişi

Felsefe Arapçaya nakledilip Müslümanlar ona dalınca; âlimler, Şeriata muhalif olan konularda filozofları reddetmeye koyuldular. Bunun neticesinde, maksatlarını iyice kavrayıp iptal etmek için bir Çok felsefî meseleleri kelâm´a karıştırdılar. Bu durum onları, felsefeni tabiiyyât ve ilahiyat (fizik ve metafizik) kısımlarınin büyük bir bölümünü kelâm ilmine ithal etmeye sürükledi. Daha sonra riyazi (matematik) ilimlere de daldılar. Öyle ki, kelâm “Sem’-îyyât” bahsini ihtiva etmezse, hemen hemen felsefeden ayırt edilmez ve seçilmez hale geldi. îşte bu da Muteahhirîn (sonrakiler) in kelâ­mıdır.

Kelâm, en şerefli bir ilim (eşrefu´l-ulûm)dur. Zira şer´î hüküm­lerin esası ve dinî ilimlerin başı odur. İslâm´ın akideleri hakkında onda bilgi verilir. Gayesi ise, hem dünya hem de âhiret saadetine nail olmaktır. Bu ilimdeki delillerin çoğu, sem´î ve nakli delillerle de te´yid edilen kat´î (burhan, hüccet) delillerdir.

Kelâmın kötülenmesi ve okunmasından menedilmesi hakkında seleften (ve ilk din âlimlerinden) nakledilen hususlar; sadece dinde taassub gösteren, yakîni (kesin ve sağlam) bilgiler tahsil etme eh­liyetine sahip olmayan, müslümanlarm akidelerini bozma gibi bir maksat peşinde koşan ve aslında ihtiyaç duyulmayan (derin gamız, mu´ğdıl ve) anlaşılması güç felsefi konulara dalan kimseler için söz konusudur. Aksi halde farzların aslı ve teşri kılınan hususların esa­sı olan bir hususun öğrenilmesinden menedilmesi nasıl düşünüle­bilir?

Kelâm ilminin temeli, sonradan olan (muhdes, hadis ve mahlûk) şeylerin var oluşu ile sanî´in (ve Allah´ın) varlığına, birliğine, sıfat­larına ve fiillerine istidlal, (eserden sanatkara, neticeden sebebe, malulden illete intikal) etmek ve daha sonra diğer semi (nakli ve dinî) konuların. ispatına geçmek olduğu için, (Ömer Nesefî tarafın­dan bu) kitabın ayn ve araz (madde-cisim, özellik-nitelik) nevinden olmak üzere müşâhade edilen varlığa ve bunlar hakkındaki insan bilgisinin doğru ve gerçek olduğuna işaret edilerek başlatılması münasib düşmüştür. Böylece esas ve en önemli maksadın bilinmesini sağlamak için bu hususlar araç olarak kullanılmak istenmiştir.[10]


Konu Başlığı: Ynt: Kelâm İlmi ve Önbilgiler
Gönderen: Ceren üzerinde 16 Aralık 2014, 20:28:07
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim....