Konu Başlığı: İrade,Kaza ve Kader Bahisleri Gönderen: Eflaki üzerinde 24 Mart 2010, 21:53:13 İRADE, KAZA VE KADER BAHİSLERİ
(GİRİŞ) Ta´dîl ve Tecvîr Meseleler İstitâat Kullara Ait Fiillerin Yaratılması (Halk ve Kesb): Tevlîdin Reddi Güç Yetirilmiyecek Şeylerle Mükellef Tutulmak. İrâde-i llâhiyyenln Her Şeye Şâmil Olması Kul İçin En Uygun Olanı Yaratmanır Allah´a Vacib Olmadığı Rızıklar Eceller Kaza ve Kader Hidayete Erdirmek ve Saptırmak. İRADE, KAZAVE KADER BAHİSLERİ (GİRİŞ) Ta´dîl ve Tecvîr Meseleler[1] Ta´dfl adalete, Tecvîr de zulme nisbet etmek demektir. Ehl-i kıble, [2] Allah taâlânın adalet ve hikmetle mevsûf olduğu, bunların zıddı-nı teşkil eden zulüm ve sefehten de münezzeh bulunduğu noktasında ittifak etmekle beraber, ta´dîl ve tecvîr meşeleri içinde hangi şeyin adalet veya zulüm, hikmet veya sefeh olduğu ve binâenaleyh yüce Allah´a nisbet edilip edilemiyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Ehl-i kıble hikmetle sefehin ta´rifi konusunda da birbirinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Mu´tezile, «Hikmet, failine veya başkasına fâide temin eden şeydir, sefeh ise bunun zıddıdır» derken Eş´arîler, «Hikmet, failinin kasıd ve irâdesine uygun olarak meydana gelen dir, sefeh ise bunun zıddıdır» tarzındaki bir ta´rîfi benimsemiştir. Üstâd Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve ona tâbi´ olanlar ise şöyle demişlerdir; «Hikmet, (fâide taşısın taşımasın) neticesi iyi ve güzel olan iştir, sefeh de bunun zıddıdır». Bu meselelerin tafsilâtını İnşallah ileride vereceğiz.[3] İstitâat İstitâat, kudret, kuvvet, takat ve bir de vüs1 lisancılara göre yalan manâlı, kelâmcılara göre de eş manâlı isimlerdir.[4] Ehl-i sünnete göre istitâat (gücü yetmek, takat getirmek) ihtiyarî fiiller[5] için kullarda mevcuddur. Cebriyye buna muhalefet ederek «İnsan, tıpkı cansız varlıklar gibi, Allah´ın yarattığı fiillere sadece bir sahne teşkil eder» demiştir. Cebriyyenin bu iddiasında ilâhî emir, yasak, va´d ve vaîdinin (tehdidinin) hiçe sayılması, dînî hükümlerin ib-tâli, duyulara ve zarurete bağlı (zarurî - bedîhı) gerçeklerin inkârı vardır. Sofistlerle (Sûfestâiyye) fikirbirliği mevcuddur. Kaderiyye, Dırâ-riyye ve Kerrâmiyyeden bir çokları ise «Kulun istitâatı vardır, hem de mükellef tutulurken kudret sahibi olabilmesi için bu istitâat fiilden öncedir» demiştir. Ehl-i sünnet de şöyle dedi: «Filin vukuu için gerekli kudret (istitâat) fiilden önce değil fiil ile beraber bulunur». Çünkü kula ait olan hadis kudret bir arazdır, arazın devamlı oluşu ise muhaldir. Eğer kulun kudreti (yapacağı) fiilden önce bulunsaydı (kudret bir araz olduğu ve araz devam vasıfı taşımadığı için) fi´lin vukuu sırasında mevcûd olamıyacak ve böylece fiil kudretsiz meydana gelmiş olacaktı. Bir fi´lin kudret olmaksızın meydana gelmesi mümkün olsaydı onun âciz (kudretin mahrum) kimseden de sudur etmesi doğru olurdu, bu ise bâtıldır. Arazların devamlılık arzetmesinin imkânsızlığına gelince, devamlılık (bakaa) onu taşıyan zâtın (bâkıynin) ötesinde (onun hakîkatın-dan ayrı) bir mânâdır. Bu da şu delil ile sabittir ki cevher, varoluşunun ilk safhalarında «varoluş» ile vasıflandığı halde «devamlı oluş» (bakaa) ile vasıflanmayabilir. Bu gerçeği izah eden bir husus da şudur; Bir cevher vücûd bulduktan sonra yok olsa onun için «Var oldu fakat devam edemedi» demek mümkün olur. Eğer devam var olmak demek olsaydı sözümüzün neticesi şu olacaktı; «Var oldu, fakat var olamadı». Bu İse bâtıldır.[6] İmdi, «devamlı oluş«un (bakanın) «varoluş»tan (vücûddan) ayrı bir şey olduğu ortaya çıktığına göre, deriz ki: Arazların kendiliklerinden bulunması mümkün değildir. Çünkü hareket ettiren olmaksızın hareketin mevcudiyetini düşünmek muhaldir. Eğer arazlar devamlılık arzetseydi bakaa denen sıfat onunla beraber bulunurdu. Fakat arazın kendiliğinden bulunması imkânsız olunca bakaa gibi (başka) bir sıfatın da onun sayesinde mevcûd olması imkânsız hale gelmiştir. Şu da var ki (kudret arazının bakaa arazını taşıdığı iddia olunduğu gibi) bir arazın diğer bir arazla mevcud olması imkân dâhilinde bulunsaydı «hayat"ın «kudret», «hareket» in de «renk» sayesinde mevcûd olması mümkün olurdu. Halbuki hayatın kudretle ve hareketin renk ile vasıflanması muhaldir, işte bakaa (ile kudretin durunrju)da aynıdır. Şunu da belirtelim ki eğer araz devamlılık arzetseydi onun devamlılığı mutlaka cevherinkinden ayn olurdu, çünkü cevher ile araz mâhiyet bakımından birbirinden ayn şeylerdir; farklı mâhiyet arz eden iki şeyin aynı devamlılık vasfını taşıması ise mümkün değildir. Bahis konusu edilen husus imkân dâhilinde olsaydı kudreti taşıyan zâtın ortadan kalkması halinde bile kudretin tek başına devam ettiğini düşünmek yerinde olurdu. Bu da doğru olsaydı başlangıçta kudreti taşıyacak bir zât mevcûd değilken bile kudretin tek başına vücûd bulması mümkün olurdu. Oysa ki bunların hepsi muhaldir. Muhale götüren şey de elbette muhal olur. [7] Soru : Filin vukuu için gerekli insan kudretinin hakîkaten devam arzetmesinin imkânsızlığını kabul etsek bile, bundan bir kudret-i sabıkadan yoksun olduğu neticesi çıkmaz. Siz -eşyadaki hilliyyet ve mülkiyetin, insanın şahsındaki küfür veya imanın devamlılığından olduğu gibi- «teceddüd-i emsal» yoluyla sıfatların hükmen devam ettiğini kabul etmiş değil miydiniz? jşte bunun gibi kudret de fi´lin vukuu sırasında teceddüd-i emsâ! yoluyla bâkıy kalabilir.[8] Cevap : Kudretin hakikaten devam edemiyeceğini kabul ettiğinize göre teceddüd-i emsal formülüne tutunmanız size bir şey temin etmez. Çünkü fiil ile beraber (fi´le mukaarin) hâsı! olan kudret ya beraberinde bulunduğu bu fi´lin veyahut onu ta´kîbeden diğer bir fi´lin kudretidir. Eğer «Beraberinde bulunduğu filin kudretidir» derseniz, bu sözünüzden, fi´lin mukaarin kudretle meydana geldiği neticesi çıkar. Bu takdirde de bu fi´lin vücûd bulmasında sabık kudretin hiçbirtesiri bahis konusu olamaz. Böyle bîr kudretin varlığı yokluğuna mü-sâvî olur. Eğer «Fiil ile beraber ortaya çıkan kudret onu ta´kîbeden diğer bir filin kudretidir» diyecek olursanız, o halde şu anda vuku´ bulmakta olan fiil kendisine ait kudretten yoksun olmuş demektir. Bunun faili müteakip bir fi´le muktedir sayılırsa da (şu anda vuku´ bulan file muktedir olmadığından) fiil kudretten yoksun bir kişiden neş´et etmiş olur. Eğer bu caiz ise filin acz ile birleşmesi (ve aczin mahsûlü olması) da caizdir. Halbuki muarızımız insan kudretinin fiilden önce bulunmasını kulun mükellef tutulabilmesi için şart koşmuştu. Yukanki izaha göre fiil kudret olmaksızın da vuku´ bulabilecekse onun, teklifin gerçekleşmesi sırasında şart koşulmasına ne lüzum vardır? Şu da var ki vukuu sırasında kudretten yoksun olan bir filin vukuundan çok önce mevcûd olabilecek bir kudretle meydana gelmesinin muhal olduğu noktasında muârıztmızla ittifak halindeyiz. O halde filin, vukuundan bir zaman (ân) önce mevcûd bir kudretle meydana gelmesi de aynı şekilde muhal olacaktır, çünkü şu andaki yokluk (geçmiş zamanların muhtelif anlarında varlık kaydetse de bizim için) bir değişiklik arzetmez. Aynı kudret birbirine zıd olan iki şeye elverişli olabir mi? Eş´ariyyenin büyük çoğunluğu ile muhaddis kelâmcılar «elverişli olamaz» dediler. Ebû Hanîfe (rh.) ise «Bir kudret zıd ofan iki şeye elverişli olabilir, fakat bir anda değil, münâvebe suretiyle» demiştir. Ebû Ha-nîfe´ye bu görüşünde el-Kalânisi,[9] İbni Süreye[10] İbni Râvendî muvafakat etmiştir. Çünkü kudretin mahalli (vâsıtası) zıd olan iki şeye de elverişli oian âlettir, o halde kudret de onun gibidir. Meselenin derinleştirilmesine geünce, tâat ile ma´sıyet sâhibolduklan fiil özelliği bakımından değil, sadece ilâhî emir ve yasağa nisbetleri itibariyle ayrıcalık arzederler. Şöyle ki «secde» fili Allah taâlâya olursa tâat, aksine puta vâki" olursa ma´sıyettir. Aslında burada secdenin kendisinde bir değişiklik hâsıl olmaz, buna bağlı olarak secdeye ait kudret de bir değişiklik arzetmez. Şu kadar varki kudret tâatie beraber olursa «tevfîk», ma´sıyetin yanında bulunursa «hızlan» adını alır, haddizâtında o birdir, aynıdır. Nasıl ki secde Allah´a vâki olunca tâat, puta vâki" olunca ma´sıyet adını alır, fakat haddizatında o, alnı yere koymaktan İbarettir, adının değişmesi sadece ilâhî emir veya yasağa nisbeti itibariyledir. İşte kudret de onun gibidir. Tevfîk sadece Allah´ın yardımıyla mümkündür.[11] Kullara Ait Fiillerin Yaratılması Ehl-i sünnetCAIlah zaferlerini dâim kılsın) şöyle dedi: «Kullardan ve bütün canlılardan zuhur eden fiiller yüce Allah´ın yarattığı şeyler olup Aliah taâlâdan başka onların hiç bir mucidi yoktur, meydana getirilen fiil ister madde (ayn) olsun, ister onun taşdığı vasıf (araz) olsun». Ashâb-ı kiram ile Tabiîn bu akîde üzere bulunuyordu. Nihayet kaderiyye zuhur etmiş ve «Bütün canlıların ihtiyarî fiilleri kendi îcadla-rıyla meydana gelir, bu fiillerin, Allah taâlânın yaratması ve kudretiyle bir alâkası yoktur» tarzındaki İddiayı ileriye sürmüştür. Kaderiyyenin bu iddiası kökünden yanlıştır. Çünkü Allah taâlâ, «İşte Rabbiniz olan Allah! Ondan başka hiç bir Tanrı yoktur. O, her şeyi yaratandır»[12] buyurmuştur. Yine o, şöyle buyurur: «Yoksa onlar Allah´a onun yarattığı gibi yaratan ortaklar mı buldular da bu yaratma işi kendilerince birbirine benzer göründü? De ki : Allah her şeyi yaratandır». [13]Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmelerde başkalarından temayüz ettiği «hâlıkıyyet» ile kendini medhetti. Bu da her hangi bir şeyin yaratılmasında ona hiç bir kimsenin ortak olamamasını iktizâ eder. Yine şânı-yüce Allah şöyle buyurur: «Bizzat kendinizi de iş işlemenizi de Allah yaratmıştır». [14]Şunu hemen ifade edelim ki edatı fiil ile bareber bulununca bütün Nahiv âfimlerine göre masdar mânâsına alınır. Nitekim «iş yapışın hoşuma gitti» mânâsına diyebilirsin. Buna göre âyet-i kerimenin mânâsı «Allah sizi de iş işlemenizi de yaratmış» tarzında olur. Bu mânâyı Rasûlüllah (s.a.) efendimiz de açıkça ifade buyurarak şöyle demiştir: «Muhakkak ki Allah her iş yapanı ve onun yapışını yaratmıştır».[15] Ef´âl-i ibâd hakkında Ehl-i sünnetin aklî deliline gelince: a) Kulun bizzat kendisi yaratılmıştır, varlığı da yokluğu da mümkündür, var olmak ile olmamak ihtimali ona nisbetle müshavidir. Binâenaleyh onun var olmak ihtimalinin gerçekleşmesi (tereccüh etmesi) için varlığı kendinden olan (vâcibu´l-vücûd) bir tercih edicinin tercihine ihtiyaç vardır, bu da Allah taâlâdan başka bir şey değildir. Biz, Ehl-i sünnet, bu aklî delil ile Dehriyyeyi, aynlann (a´yânın) varoluşunu Allah´a nisbet etmeyi inkâr edişleri hususunda mağlûp edip susturduğumuz gibi Mu´tezileyi de kullara ait fiillerin vukuunu Allah´a nisbet etmeyi reddedişleri konusunda sustururuz, çünkü gerek ayn-lar, gerek fiiller varoluş bakımından birbirine müsâvîdir. b) Mademki kul (İddia edildiği üzere) kendi nefsinde meselâ hareket fi´lini îcâd etmeye muktedirdir, o halde sorarız: Bu hareket hali kulda mevcudken Allah taâlâ onun nefsinde sükûnu îcâd etmeye muktedir midir, değil midir? Eğer «muktedirdir» derseniz, iki ztddın ic-timâı lâzım gelir; şayet «değildir» derseniz, yüce Allah´a acz nisbet etmiş olursunuz; halbuki bu neticelerin ikisi de muhaldir. c) Şunu da belirtelim ki yaratma gücüne sahip olabilmenin şartı, yaratıcının, henüz var olmadan önce yaratılacak şeyin bütün inceliklerini bilmesidir. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: «Hiç yaratan bilmez mi? O her şeye nüfuz eden her şeyden haberdar olandır». [16]Şüphe yok ki bir fi´le dair hiç bir bilgisi olmayan kimse elbette ona gücü yetmiyecektir.Kâfir iie bid´atçının, fiillerinin kötülüğüne dair bilgileri olmadığı gibi insan da işleyeceği fiil hakkında iyilik, kötülük, zarar veya fâide temin etmesi bakımından umumiyetle bir bilgiye sahip değildir, o halde onun hâlık olması düşünülemez. [17] Soru : Kulun îcâd sıfatına sâhiboiuşunun imkânsızlığına hükmettiğinize göre onun hiç bir fili yok demektir, zira fi´lin îcaddan başka mânâsı yoktur? [18] Cevap: Kulda fi´lin mevcûd olduğu noktasınada muarızımızla ittifak halinde olmakla beraber onun, îcâd özelliğine sâhiboiuşunun imkânsızlığını da isbat etmiş bulunuyoruz. O halde kula ait bir fi´lin mevcûd olduğu, fakat bunun îcâd mânâsına gelmediği ortaya çıkmış oldu. [19] (Halk ve Kesb): İmdi şunu belirtelim ki mevcûd olan fi´iî sıfatlar iki nevi´dir. Birinci nevi´, Allah taâlânın kulda kendi kudret ve irâdesi olmadan- yarattığı fiildir, titreme hastalığına kapılmış kimsenin hareketleri gibi. ikincisi, Allah taâlânın kulda -kendi kudret, irâde ve ihtiyarıyla- yarattığı fiildir, ihtiyarî hareketlerimiz gibi. Bu iki nevi1 fiil arasındaki fark zarûreten bilinmektedir. Bunlardan ikincisine «kesb», birincisine de «halk» denilmiştir. Kulun bu ihtiyarî fiilleri -başka bir ifade bulunamadığı için- «kesb» kelimesiyle dile getirilmiştir, tıpkı haz ile elem arasındaki fark kesinlikle hissedilmekle beraber ancak bu iki lâfızla ifade edildiği gibi. Hulâsa, kulun filine «halk» değil «kesb», Allah taâlânın filine de «kesb» değil «halk» denilmiştir. «Fiil» kelimesi ise bu her iki terime de şâmildir.[20] BurMâtürîdiyyenin görüşüdür. Eş´ariyyeye göre, fiil hakîkat mânâsına da îcâd etmekten ibarettir, şu kadar var ki kesb´e de mecazî olarak fiil denilmiştir. Bu iki görüşten isabetli olan biz Mâtürîdiy-yenin ortaya koyduğu görüştür. Çünkü fiil kelimesinin herhangi bir kayda bağlı olmaksızın kul için isti´mâl edilmesi onun hakîkat mânâsına alındığını gösterir. Şu da var W bir kelimenin mecaz mânâda kullanılabilmesinin şartlarından biri de o kelimenin hakîkat mefhûmu İle mecaz mefhûmu arasında belirH bir noktada benzerimin mevcûd olmasıdır, böylece lâfız o mânâyı İfade edebilmesi İçin hakîkat mefhûmundan alınarak mecaz mehûmunda kullanılmış olur. Kulun kesbl ile Allah taâlânın îcâdı arasında herhangi bir benzerlik mevcûd olmadıkından (eş´ariyyönln İddia ettiğD mecaz bahis konusu değildir.[21] Şimdiye kadar anlattıklarımızın ışığı altında İki kudret sahibinin tesiriyle bir kudret eserinin (makdûrun) vûcûd bulmasının mümkün olduğu ortaya çıkmış oldu, ancak bu kudret eseri, İki kudret sahibinin her birine ayn bir yönüyte Hgili olabilir. Buna göre fiil îcâd yönüyle Allah´a, kesb yönüyle de kula ait bir kudret eseri olur. Halk ile kesb arasındaki farka gelince, aletsiz meydana gelen şey halk, âletle meydana gelen de kesb´dir. Şöyle de denildi: Kudret sahibinin (kaadirln) tek başına meydana getirmesi mümkün olan şey halk, mümkün olmayan şey de kesb´dir. Böylece kesb kula, halk da Allah´a ait olmuş olur. Bu söylediğimiz, halkın îcâd mânâsına alınmasına göredir. Fakat halk şekil ve suret vermek mânâsına alındığı zaman kulada nisbet edilebilir. Nitekim Cenâb-ı Hak Isâ aleyhisse-lâmdan haber vererek şöyle buyurdu: «Hani sen çamurdan kuş biçiminde bir şey halk edersin», yani şekil verirsin. [22] Şu âyet-i kerîmedeki halk kökünden maksûd olan mânâ da aynıdır. «Suret yapanların (hâlikıynin) en güzeli olan Allah´ın sânı ne yücedir!». [23] Buradaki «suret yapanlar» demektir. [24] Soru : Eğer söylediğiniz gibi kulun fili kula nisbetle kesb, Allah´a nlsbetle halk olsaydı bu fiil Allah ile kul arasında müşterek olurdu? [25] Cevap: İki kişi arasındaki ortaklığın ana vasfı ortaklardan her birinin kendi payına müstakıllen sâhibolmasıdır. Meselâ iki kişi arasında, müşterek bir köle gibi; onlardan her biri kölenin yarısına sâhib olur, birine ait olan şey öbürünün payına dâhil olmaz. Buna mukabil kölenin tamamı biryönûyle ortaklardan birine, digerir yönüyle de diğerine ait olursa, köle, aralarında müşterek sayılmaz. Meselâ bir kimse kölesini diğerine kiralasa, kölenin tamamı «aslî mülkiyet» bakımından kiraya verene, «faydalanma mülkiyeti» bakımından da kiraya alana ait olur. Bu durumda «köle ikisi arasında müşterektir» denilemez. Bütün bunlardan daha açık bir misal şudur ki her köle satınalınmış olması bakımından efendisinin, yaratılmış olması bakımından ise Yara-ttcı´sının mülküdür. Şimdi bir kimse kalkıp da «Köle Allah ile kullan arasında müşterektir» diyebilir mi, hiç? Bilakis ortaklık, muarızımızın da kabul ettiği üzere, bazı arazlan Allah taâlânm .bazılarını da kulların yaratmasıyla olur. Bu kanaat karşısında artık ortaklık dâvası, küstahlık ve inadı yüzünden muhalefet gösteren kimseye havale edilmelidir. [26] Tevlîdin Reddi[27] Şimdiye kadar anlattıklarımızla isbat etmiş olduk ki kullara ait fiillerin neticeleri (eserleri) Allah taâlânm yaratması ve îcâdı ile hâsıl olur. Bu neticeler Kaderiyyenin (Mutezilenin) zannettiği gibi kulların fiillerinden (Allah´ın dahli olmadan) neş´et etmiş değildir, Nezzâm, [28] «Neticeler, tabiatleri îcâbı Allah taâlânm filidir» derken Kalânisî de «Yaratılışları îcâbı Allah taâlânm filidir» demiştir. [29]Sümâme b. el- Eşres[30] İse bunların, failleri bulunmayan birer netice olduğunu iddia etmiştir. Doğru olan bizim ileriye sürdüğümüz görüştür. Çünkü bu neticeler kulun fili ile meydana gelmiş olsaydı; a) Ya tamamen kudretsiz hâsıl olacak; b) Veya fi´lin kendisiyle vuku" bulduğu kudretle; c) Yahut da başka bir kudretle vücûd bulacaktı. Birinci şıkkın kabul edilmesine imkân yoktur, çünkü kudretten yoksun bir netice muhaldir. İkinci şık da kabule şâyân değildir, çünkü fi´lin, kendisiyle vuku´ bulduğu kudret (yukarıda da isbat edildiği üzere) fiil İle hemen beraber (mukaa-rin) bulunduğundan neticenin husulü zamanında ortadan kalkmış olur, Üçüncü şıkka gelince, o da ma´kul değildir. Zira fiil ile eserinin (neticesinin) kudreti ayrı ayn olduğu takdirde, insanın, fiil olmaksızın eseri veya eser olmaksızın fi´li elde edebilmesi gerekirdi; meselâ dövmek olmaksızın elemin, veya elem olmaksızın dövme fi´linin elde edilişi gibi. Şu sebeple ki (iddia edildiği üzere iki ayrı kudretle) iki şeye muktedir olan kimse tek başına onların her birine de muktedir olur. Münakaşa konusu edilen meselelerde görüşümüzün isabetli olduğunun diğer bir delili de şudur ki, meselâ, dövme fi´lini işleyen bir kimsenin o filiden sonra hemen ölmesi mümkündür, elem ise ondan sonra meydana gelmiş olur. Halbuki ölüden fi´lin (neticenin) sâdır olması muhaldir. Ne var ki Allah taâla, kanununu, sebebe tevessülün hemen peşinde eserini yaratmak tarzında yürütmüştür. Kul eserin hâsıl olması kasdıyla sebebine başvurunca, bu eser, her ne kadar onun filiyle meydana gelmiş değilse de, ona nisbet edilmiş, mes´ûliyet ödeten ona yönelmiş, şer"an dünyada tazminata, âhiret-te de azaba duçar olmuştur, Meselâ bir insan bir diğerinin tutumunu yağı akacak şekilde delse, bunun için ödeten kınanır, şer´an da mes´ultutulur. Gerçi tulumun içindeki yağ hakikate onun fi´li ile akmış değildfr, fakat o, neticenin meydana gelmesi kasdıyla sebebine başvurunca netice (fiil) ona nisbet edilmiştir. Bahis konusu mesele de aynen bunun gibidir. [31] Konu Başlığı: Ynt: İrade,Kaza ve Kader Bahisleri Gönderen: Ceren üzerinde 05 Kasım 2014, 00:33:37 Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan hocam.Bilgilendirdiğiniz için....
Konu Başlığı: Ynt: İrade,Kaza ve Kader Bahisleri Gönderen: Bahrişan 8 üzerinde 21 Ocak 2015, 19:03:03 kaza ve kader cok degisik bir konudur
allah razi olsun paylasimdan |