๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İslam Akaidi => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 15 Mart 2010, 15:13:23



Konu Başlığı: Diğer Konular
Gönderen: Eflaki üzerinde 15 Mart 2010, 15:13:23
DİĞER KONULAR  

“İster iyi ister kötü olsun (iman ile ölen) herkesin cenaze na­mazı kılınır”

Zira bu konuda icma vardır. Ayrıca Peygamber (s.a.), “Kıble ehlinden olup ta vefat eden bir kimsenin cenaze namazını kılmamazIık etmeyin”, buyurmuşlardır [1].

İtiraz: Bu gibi konular, sırf furû-i fıkıh denilen ilimle ilgilidir. Bu nevi meseleleri, kelâm ilminin esasları arasında bahis konusu etme­nin izahı yoktur. Eğer bundan maksad, “bahis konusu meselelerin hakikatına itikad vaciptir”, demekse, o zaman da deriz ki, “zaten fı­kıh ilminin bütün meseleleri böyledir”. (Sadece bir kaç konuyu an­latmanın ne manâsı vardır?).

Cevap: Müellif Ömer Nesefî kelâm ilminin maksadını, Allah´ın zatı, sıfatlan, fiilleri, âhiret günü, nübüvvet konusu ve imamet me­selesi gibi hususları İslâm kanunu ve esaslarına Ehl-i sünnet ve´l-cemaatm yoluna uygun bir tarzda inceleyip bitirdikten sonra, Ehl-i sünneti öbür mezheblerden ayıran mevzulara bir nebze işaret et­meye gayret etti. Bu gibi konularda Mutezile veya Şia veya felsefe veya mülhitler veyahut da diğer Ehl-i bid´at ve neva olan mezhepler Ehl-i sünnete muhalefet etmişlerdir. Bu gibi meselelerin furû-i fıkıh­tan veya itikatla ilgili diğer cüzî meselelerden olması müsavidir.

“Sahabenin sadece hayırla anılması müstesna, başka türlü ken­dilerinden bahsetmekten kaçınılır”

Zira sahabelerin menkıbeleriyle (yâni iyi hal ve hareket sahibi kimseler olmaları) ve kendilerine dil uzatmaktan sakınmanın vâcib oluşuyla ilgili olarak sahih hadisler rivayet edilmiştir. Meselâ Pey­gamber (s.a.)in şu hadisleri bunlardandır:

1. “Ashabıma sövmeyiniz, sizden biriniz şu Uhud dağı kadar altın sadaka verse, onların verdiği bir kilo hatta yanm kilo sada­kadan aldığı sevaba yetişemez, nail olamaz” [2],

2.  “Sahabeme ikramda bulununuz, çünkü en hayırlınız onlar­dır...” [3].

3.  “Allah, Allah! Ashabım konusunda Hakk Taâlâ´dan korku­nuz da onları benden sonra hakir görmeyiniz (ve husumet okları­nın hedefi haline getirmeyiniz). Sahabeyi seven bir kimse, beni sev­diği için onları sevmiş olur. Onlardan nefret eden, benden nefret et­tiği için onlardan nefret etmiş olur. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Beni inciten Allah´ı incitmiş olur. Kim ki, Hakk Taâlâ´ya eza eder, Allah onu (cezalandırmak ve azab etmek için) yakalayıverir” [4].

Bundan başka Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyn ve diğer büyük sahabelerden herbirinin menkıbeleri hakkında sahih hadisler vardır. Sahabelerin kendi aralarında vaki olan kavga ve sa­vaşları yorumlama ve değerlendirme (mehamil ve te´vilât) şekli vardır. Bunlardan dolayı, sahabeye sövmek ve onları kötüle­mek, şayet kesin delillere aykırı düşüyorsa, küfürdür. Aişe (r.a.)ye yapılan iftira gibi (Bk. Nur, 24/11). îfk hadisesi, Hz. Aişe´ye yapı­lan iffetsizlik iftirasının asılsız olduğu bu ayetle sabit bulunmakta­dır). Eğer (sahabeye sebb ve şetm) kesin delillere dayanmıyorsa, bu da bid´at ve fâsıklıktır.

Özet olarak, Selef müctehidlerinden ve takva sahibi âlimlerden Muaviye ve avanesinin lanetlenmesinin caiz olduğu konusunda bize bir şey nakledilmiş değildir. Bunların davranışları hakkında verile­cek en ağır ve en son "hüküm şudur: “Hadlerini tecavüz etmişler (bâğî ve âsi olmuşlar, meşru) imama karşı ayaklanmışlardır”. Bu hareket ise, kendilerine la´net okunmasını gerektirmez.

Alimler, sadece Muaviye´nin oğlu Yezid hakkında ihtilaf etmiş­lerdir. Hatta el-Hulasa´da ve diğer eserlerde şöyle dahi denilmiştir: “Yezid´e ve Haccac´a lanet etmek uygun değildir. Zira Peygamber (s.a.), ´Namaz kılanların ve Ehl-i kıblenin lanetlenmesini yasakla­mıştır´ [5]. Peygamber (s.a.) den, kıble ehlini lanetlediğine dair riva­yet edilen hadisleri, ´O, başkalarının bilemedikleri - insanlara ait - halleri bilmekte idi (Onun için de tel´in edilmeyi hak edenleri lanet-lemekte idi) tarzında izah etmek gerekmektedir” [6].

Diğer bazı âlimler, Yezid´e lanet etmenin mutlak olarak caiz ol­duğunu söylemişler, Hz. Hüseyin´in katledilmesini emretmekle Ye-zid´in kâfir olduğunu buna gerekçe olarak göstermişler ve bunlar Hz. Hüseyin´i katleden veya katledilmesini emreden veya bunu caiz gören veyahut da buna razı olan kişilerin lanetlenmesinin caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. İşin doğrusu şudur: Yezid, Hü­seyin (r.a.)in öldürülmesine razı olmuş, katledilmesi haberini alınca neşelenmiş ve Resûlüllah (s.a.) ın Ehl-i beytini aşağılamıştır. Bu gibi hadiselerin tafsilatı âhâd olsa da manâsı mütevatir olan haberler hükmündedir. Onun için biz, onun durumunu tayin ve tesbitte tered­düt etmeyiz, hatta imansızlığı konusunda bile böyle hareket ederiz, Yezid´e de, yardımcılarına da, yoldaşlarına da Allah lanet eylesin [7].”Peygamber (s.a.) ´Cennetliktir’, diye müjdelediği aşare-i mübeşşere (Cennetle müjdelenen 10 kişi)nin Cennetlik oldukları­na şahadette bulunuruz”

Peygamber (s.a.) “Ebu Bekir Cennetliktir, Ömer Cennetliktir, Osman Cennetliktir, Ali Cennetliktir, Talha Cennetliktir, Zübeyr Cennetliktir, Abdurrahman b. Avf Cennetliktir, Sa´d b. Ebu Vakkâs Cennetliktir, Sa´d b. Zeyd Cennetliktir, Ebu Ubeyde b. Cerrah Cen­netliktir” [8], buyurmuşlardır, Fatıma, Hasan ve Hüseyn (r.a.)ın Cennetlik olduklarına dair şehadette bulunmak ta böyledir. Sahih bir hadiste, “Cennetteki hanımların reisi Fatma´dır, Cennetteki genç­lerin beyi Hasan ve Hüseyn´riir” [9], buyrulmuştur. Öbür sahabeler de sadece hayırla yad edilirler. Cennetlik olan öbür müminler için ümid edilenden çok (hayır ve mükâfat) onlar için ümit edilir. Bun­ların dışında muayyen ve belli bir şahsın Cennetlik olduğuna dair şe­hadette bulunulamaz. Umumî bir şekilde, “Müminler Cennetliktir, kâfirler Cehennemliktir”, diye şehadette bulunulur.

“Seferde olsun, hazarda olsun mest üzerine mesh yapmanın caiz olduğu kanâatına sahip olunur”

Her ne kadar mesh konusu Kur´an´a ziyade kılınmış bir hü­küm ise de, bu husus meşhur haberle sabit olmuştur. Hz. Ali´ye mest üzerine mesh yapmaktan sorulunca, “Resûlüllah (s.a.) bunun müd­detini mukim için bir, misafir için üç gün olarak tayin etmiştir”, de­mişti. Abdestli olarak mest giyen kimse, bu kadar süre mest üzerine mesh yapabilir.

Hasan Basrî (r.a), Resûlüllah (s.a.) in ashabından yetmiş kişiye ulaştım, bunların hepsi de mest üzerine mesh yapmanın caiz olduğu görüşünde idi. Bundan dolayı, Ebu Hanife (r.a.), “Gün gibi açık de­liller elde etmedikçe, meshin caiz olduğuna kanâat getirmedim”, de­miştir.

Kerhî, “Mest üzerine mesh yapmanın caiz olmadığına kani olan­ların kâfir olmalarından korkarım, çünkü bu konuda nakledilen eserler ve haberler tevatür hükmündedir”, demiştir.

Hulasa, mest üzerine mesh yapmanın caiz olmadığı kanâatmda´ olanlar bid´at ehlidir. Hatta Enes b. Mâlik, “Ehl-i sünnet ve´1-cemaat kimdir”, şeklindeki bir soruya, “İlk iki halifeyi seven, ondan sonraki iki damad halifeyi karalamayan ve mest üzerine meshi caiz gören­dir”, (Hubb-ı şeyheyn, ´adem-ı ta´n-ı hâteneyn ve mesh ale´1huffeyn) [10].

“Hurmadan yapılan riebizi haram saymayız”

Hurma veya kuru üzüm suda ekşitilir, sonra bir küpün içine ko­nularak bir yanıklık hasıl olacak derecede köpürtülür. Neticede mayhoş bir meşrubat meydana gelir ki, buna nebiz denir. Muh­temelen, bu meşrubat şarab yapmaya tahsis edüen küpler içinde ya­pıldığı için İslâmın ilk zamanlarında Resûlüllah (s.a.) bunu men et­miş, sonra da bu nehy neshedilmişti. Onun için, Rafizîlerin aksine, nebizin haram olmaması Ehl-i sünnet ve´1cemaatm kaidelerinden ve esaslarmdandır. Fakat ekşiliği artıp sarhoş edici hale gelen nebi­zin hükmü böyle değildir. Zira bu nitelikteki nebizin azının da ço­ğunun da haram olduğu Ehl-i sünnet ve´1-cemaat çoğunluğu tarafından ifade edilmiştir.(Fakat bazı imamlar bu evsaftaki az miktar­da nebizin mubah olduğunu söylemişlerdir) [11].

“Bir velî asla bir nebinin derecesine ulaşamaz”

Zira nebiler masumdurlar, sû-i hatime endişesinden ve kötü bir şekilde ölmek korkusundan emin kılınmışlardır. Vahy ve meleği gör­me lutfuna nail olmuşlardır. Velîlere ait kemâl halleriyle muttasıf olduktan sonra ilahi hükümleri tebliğ ve halkı irşad işiyle görevlen­dirilmişlerdir. Kerrâmiyeden bazılarının, “Velînin nebiden üstün ol­ması caizdir”, demeleri küfürdür, sapıklıktır. Evet nebinin hem nü­büvvet hem de velayet rütbelerine haiz olduğu, bu sıfata sahip bu­lunan nebinin, nebi olmayan velîden üstün olduğu kesinlikle kabul edildikten sonra, (bir nebide mevcud bulunan) nebîlik mertebesinin mi yoksa velilik rütbesinin mi daha üstün olduğu konusunda bazan tereddüt edilebilir. (Bu konu tartışılabilir. Bir nebinin velilik yönü nebilik yönünden daha üstündür, şeklinde bir mesele ortaya atılabilir)

Şuur sahibi olduğu sürece buluğ çağına ermiş, “Bir insan, kendi­sinden emir ve nehyin sakıt olacağı bir mevkie ulaşamaz”

Zira dinî mükellefiyetlerle ilgili olan hitaplar umumidir. Bu hu­susta müctehidler de icma ve ittifak etmişlerdir. Bazı Îbahiyeciler bu konuda şöyle bir görüş ileri sürmüşlerdir: Bir insan sevgi ve aşkın son haddine ulaşır, kalbi saf hale gelir ve münafıklık bahis konusu olmadan imam küfre tercih eder duruma ulaşırsa, emir, nehiy ve dini mükellefiyetler ondan sakıt olur. Büyük günah işledi, diye Al­lah böylelerini Cehenneme sokmaz.

Diğer bazı tbahüer de şöyle derler: Bu mertebeye ulaşan insan­lardan bedenî ve zahiri ibadetler düşer, böyle kimselerin ibadeti te­fekkürden ibaret olur [12].

Bütün bunlar küfür ve dalâlettir. Çünkü mahabbet ve iman ko­nusunda insanların en mükemmel olanları peygamberler, özellikle Allah´ın sevgilisi Peygamberimizdir. Bununla beraber onlar için de eksiksiz ve mükemmel bir mükellefiyet hali bahis konusudur. Pey­gamber (s.a.)in: “Allah Taâlâ bir kulu sevdi mi, günah ona zarar vermez” [13], demesi,“O kulunu günahtan korur da onun zararı kendisine bulaşmaz” manâsına gelmektedir.

Âyet ve hadis nevinden olan “Naslar zahirî manâlarına hamle­dilir´”

Kesin bir delil, naslardaki zahirî manâlarının dışına çıkarılma­sını icab ettirmediği sürece durum böyledir. Cihet, cismiyet ve bun­lar gibi manâlar iş´ar ve ima eden naşlarda böyle yapılır. Yani zahirî manânın dışına çıkılır. “Bir çeşit âyetler nass değil, müteşabihtir” denemez. Çünkü buradaki nass tabiri, zahir, müfesser ve muhkemin mukabili olan nass manâsına gelir, demiyoruz. (Âyet ve hadisler açıklık derecelerine göre, zahir, nass, müfesser ve muhkem, kapalı­lık durumlarına göre hafi, müşkil, mücmel ve müteşabih nevilerine ayrılır. İbarede geçen nass deyimi bu tasnifteki nass manâsmda değil­dir). Aksine buradaki nass deyimi malum olan nazım ve ifade şekillerinin hepsini şümulüne almaktadır.

Naslarm zahirlerini “Bırakıp ehl-i bâtının iddia ettikleri manâ­lara sapmak ilhaddır ve küfür” ile ittisaf ve ittisal “dür” [14]

Buradaki bâtın ehli sözü ile kasd edilenler mülhidlerdir. “Naslar zahirî manâlara göre anlaşılamaz, bunların, sadece muallim (ve ta­limde bulunan batını reisinin) tarafından anlaşılan manâları var­dır ve esas olan da budur”. (Ta´limiye), iddiasında bulunan­lara Ehl-i bâtın adı verilmiştir. Bunların bu iddiadan mak­satları, şeriatı kökünden reddetmektir.

İlhad, İslâm´dan ayrılma ve sapma anlamına gelir. Zahirî manâları terk etmenin küfür ve ilhad oluşu, Peygamber (s.a.)den geldiği kesinlikle bilinen bir şey konusunda Nebî´yi tekzib manâsına gelmesindendir.

Hakka vâkıf olan bazı şahısların, “Naşlarda esas olan zahirî ma­nâlar olmakla beraber, sülük ehli için malûm olan bir takım ince manâların aralarını te´lif etmek mümkündür”, demeleri, imanın kâ­mil ve irfanın hâlis oluşunun neticesidir.

Kur´an ve hadisten getirilen kesin naslarla sabit bulunan, me­selâ cesed ve bedenlerin hasrı gibi dini hükümlere delil teşkil eden “Nasları reddetmek küfürdür”

Zira bu, Allah ve Resulünü açıkça yalanlamak, demektir. Şu hal­de Hz. Aişe´ye zina isnad eden kâfir olur.

İster küçük olsun ister büyük olsun günah oluşu kesin delille sabit olan bir “Günahı helâl saymak küfürdür”

Bu husus, daha evvel de izah edilmişti. “Günahı Önemsememek ve şeriatla alay etmek küfürdür

Zira bu da tekzib alâmetlerindendir.

el-Fetâva ye el-Vakıat´ (isimli eserler) de bahis konusu edilen şu hususlar, anlatılan esaslarla ilgilidir: Haram olan bir şeyin helâl ol­duğuna itikad eden bir kimse, eğer bu haram li-aynihi (ve bi-zatihî) haram ise, haram oluşu da kesin delillerle sabit bulunuyorsa kâfir sayılır: (Domuz eti ve necaset yemenin helâl sayılması gibi). Aksi halde tekfir edilemez. Yani li-gayrihî haram olan (gasb ve hırsızlıkla elde edilen şeyler) veya haram oluşu zannî delille sabit bulunan (Besmelesiz kesilen hayvanın etinin yenmesi gibi) şeyleri helâl sa­yan kafir olmaz.

Li-aynihi haram olanla li-gayrihi haram olan arasında bir fark görmeyen ulemadan biri şöyle dedi: Peygamber (s.a.)in dininde ha­ram kılındığım bildiği halde haramı helâl sayan, nikah düşmeyen kadınlarla evlenmeye, bir zaruret hali bulunmadan domuz eti ve ölü hayvan eti yemeye, şarab içmeye mubah diyen kimse kâfir olur. He­lâl saymamak şartıyla bu gibi günahları işleyenler fâsık olur. Sar­hoşluk edecek ölçüdeki nebizi helâl sayan kâfir olur. Bir kimse, sat­mak istediği bir şeye rağbeti artırmak için haram olan bir şeye “bu helâldir1 dese veya aynı sözü bilgisizlik eseri olarak (helâl veya ha­ram olduğunu bilmediği bir şey konusunda) söylese kafir olmaz.

Bir kimse “şarab haram olmasaydı” veya kendisine güç geldiği için “ramazan orucu farz olmasaydı”, diye temenni etse, kâfir olmaz. Bu durumun aksine olarak, “zina haram olmasa” veya “haksız yere adam öldürmek haram olmasa”, diye temennide bulunsa kâfir olur. Zira bunların haram oluşu hikmet esasına muvafık olarak bütün din­lerde mevcuttur. Hikmetin dışına çıkmak isteyen, Allah Teâlâ´nın hikmetine uymayan hükümler koymasını istemiş olur. Bu ise, bu ne­vi temennilerde bulunan kişilerin Rabları hakkındaki bilgisizlikleri­nin eseridir.

İmam Serahsi, Kitabu´I-hayz´da.- “Bir kimse, âdet gören eşi ile cinsi münâsebette bulunmayı helal saysa, kâfir olur”, diye yazmıştır. en-Nevadir´de İmam Muhammed (r.a.)den: “Bu durumdaki kimse kâfir olmaz”, dediği nakledilmiştir. Doğrusu da budur. CBu konuda mevcut olan iki farklı görüşten) Daha doğru olanına göre eşi ile livata yapmayı helal sayan kimse kâfir olmaz.

Allah´ı, şanına lâyik olmayan bir şeyle vasfeden veya onun isim­lerinden bir isimle veya emirlerinden bir emirle alay eden veya Al­lah´ın va´dıni veya vaidini inkâr eden kimse kâfir olur. Hafife almak ve düşmanlık kaseliyle, “peygamberlerden hiç bir peygamber olma­sa”, diye temennide bulunsa yine durum böyledir. Küfür söyleyen bir kimseye razı olduğunu göstermek için gülen kişinin hükmü de bu­dur.

Bir kimse yüksek bir yere otursa, etrafında toplanan kimseler ona soru sorsalar ve gülüşseler. sonra da adamı yastıklarla dövseler, (âlimi ve etrafında toplananları aşağılamak kasdıyle böyle mukal-lidhkler yapsalar) hepsi kâfir olur.

Bir kimse, diğer bir kimseye, “Allah´a küfret”, diye emretse, ve­ya böyle bir emir vermeye azmetse kâfir olur.

Bir kimse, kocasından ayırmak ve boşanmasını sağlamak için bir kadına “kâfirdir”, diye fetva verse, kâfir olur. (Kocasından boşan­mak isteyen veya karıyı kocasından ayırmak isteyen bir kadına “kâfirdir”, diye fetva verilir. Bir müslümanla bir kâfirin evlenmesi caiz olmadığından talak ve boşanma hadisesi vaki olur. Sonra kadın tevbe eder. Bu bir hile-i şer´iyedir. Küfrü gerektirir).

Şarab içerken veya zina yaparken Besmele çeken kâfir olur.

Kasten, kıbleden başka bir cihete doğru veya abdestsiz olarak namaz kılan kimse kâfir olur, tesadüfen kıble tarafına yönelmiş olsa bile.

İnanarak değil de hafife alarak kelime-i küfür söyleyen kâfir olur. Diğer tâli ve fer´i konularda da durum böyledir. (İnanarak küf­rü gerektiren bir söz söyleyen zaten kâfirdir.)

“Allah´tan ümit kesmek küfürdür”

Çünkü “Allah´ın (af ve) rahmetinden ümit kesmeyiniz. Doğrusu, kâfirlerden başkası Allah´ın (af, lütuf ve) rahmetinden ümit kesmez” (Yusuf, 12/87) buyrulmuştur. (Ye´s haramdır, küfürdür, müslüman daima ümitli ve iyimserdir).

“Allah´tan emn de küfürdür”

Zira, “Onlar Allah´ın mekrinden emn halinde midirler yoksa? Allah´ın mekrinden ancak hüsranda kalan kavimler emn durumun­da olur” (A´raf, 7/99), buyrulmuştur. (Burada emn itimad, emniyet ve güven; mekr ise hile ve oyun manâsına gelir. Bir kimsenin, yüzde yüz Cennete gideceğine ve azab görmeyeceğine inanması, sanki Cen­neti garantilemiş gibi hareket etmesi haramdır, küfürdür, mutlak iyimserlik İslâm´da yoktur. Esas olan beyne´1-havf ve´r-reca, korku ile ümit hali arasında yaşamaktır).


Konu Başlığı: Ynt: Diğer Konular
Gönderen: Ceren üzerinde 09 Kasım 2014, 17:25:33
Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan hocam.Rabbim bizleri hayırlı bir kul kılsın.