Konu Başlığı: Allah'a İman Gönderen: Eflaki üzerinde 14 Mart 2010, 17:23:53 ALLAH’A İMAN
1. ALLAH´IN SELBÎ SIFATLARI. Allah Birdir Allah Kadîmdir Allah Araz Değildir Allah Cisim Değildir Allah Cevher Değildir Allah Musavver Değildir Allah Mahdûd Değildir Allah Ma´dûd Değildir Allah Mutaba´iz Ve Mütecezzî Değildir Allah Müterekkib Değildir Allah Sonlu Değildir Mahiyet Ve Maiyet Allah´ın Niteliği Olamaz. Keyfiyet Allah´ın Vasfı Olamaz. Allah Bir Mekânda Karar Kılmaz. Allah´ın Üzerinden Zaman Geçmez. Hiç Bir Şey Allah´a Benzemez. Hiç Bir Şey Allah´ın İlminin Ve Kudretinin Haricinde Değildir 2. ALLAH´IN SÜBÛTÎ SIFATLARI. Allah´ın Sıfatları Vardır Allah´ın Sıfatları Ezelîdir, Zatı İle Kâimdir Sıfatlar Allah´ın ne Aynıdır, ne de Gayrıdır 1. Ezelî Sıfatlar 2. Allah´ın Kelâmı Kelâm, Allah´ın Ezelî Bir Sıfatıdır Kur an Mahlûk Mudur?. Allah Taâlâ´nın Kelâmı Olan Kur´an, Mahlûk Değildir 3. Tekvin. 4. Rü´yetullah Meselesi 3. İNSANIN FİİLLERİ VE İRÂDE MESELESİ. 1. Halk-Kesb. 2. İstita´at Meselesi 3. Teklif-Teklif-i Mâ-lâyutak. 4. Ecel 5. Rızık. 6. Hidâyet-Dalâlet ALLAH’A İMAN 1. ALLAH´IN SELBÎ SIFATLARI Allah Birdir Yani âlemi yapan ve yaratan birdir. Vâcibu´l-vücûd (varlığı zarurî ve zatının icabı olan bir vücûdî kavramı, sadece tek bir zat için doğru ve geçerli olur. Bu konuda kelâmcılar arasında meşhur olan delil “Yer ve gökte Allah´tan başka ilahlar mevcut olsaydı, bunların nizamı bozulurdu” [1] âyetiyle işaret edilen ve burhân-ı temanü´ adını alan delildir. Delilin ifadesi: îki ilahın varlığı mümkün olsa temanu´ (irâde çatışması) nın da mümkün olması gerekirdi. Meselâ iki ilahtan biri Ahmed´in hareket, diğeri sükûn halinde olmasını isteyebilir. Zira her iki hal de aslında mümkün olan birşeydir. Aynı şekilde hareketin de sükûnun da irâde konusu olması mümkündür. Zira iki ayrı irâde bir çelişki meydana getirmez. (İki zattan birinin hareketi, diğerinin sükunu irâde etmesinde bir tezad yoktur). Burada tezad ve çelişki (irâdede değil, murâd ve) irâde edilende meydana gelir. Bu takdirde: Ya her iki iş (hareket ve sükûn) hasıl olur, bu halde ise iki zıd-dın birleşmesi icab eder (ki bu imkânsızdır). Veya iki iş meydana gelmez. Bu duruma göre iki ilahtan birinin aciz olması lazım gelir. Bu ise hudûs ve imkân alâmetidir. Zira bu vaziyette bir ihtiyaç şaibesi ortaya çıkar. Demek ki, birden fazla ilahın mevcud olması, imkânsızlığı gerektiren “Temanu´ imkânını” icab ettirmekte, onun için de muhal ve imkânsız olmaktadır. “îki ilahtan biri öbürüne muhalefet etmeye kadir olmazsa, âciz olması lazım gelir; buna muktedir olursa, bu sefer de öbürünün âciz olması lazım gelir”, şeklinde söylenecek sözlerin tafsilatı işte budur. “Bir temanu´ hâli bahis konusu olmaksızın, iki ilahın bir şey yapmada ittifak etmeleri caizdir”, veya “Bir mümanaat ve muhalefet durumunun ortaya çıkması mümkün değildir. Zira bu durum imkânsızlığı gerektirmektedir” veya “Tek bir irâdenin Ahmed´in hem hareket ve hem de sükûn halinde bulunmasını istemesi imkânsız olduğu gibi (iki ilaha ait) iki irâdenin de bunu istemede birleşmesi imkânsızdır” (imkânsız olana da irâde taalluk etmez), şeklinde ileri sürülecek itirazlar, yukarda verdiğimiz izahatla ortadan kalkar. (Zira biz, iki ilaha ait iki irâdenin bir konuda çatışmasını zarurî değil, sadece mümkün görüyoruz, mümkün olan bu ihtimal gerçekleştiği takdirde durum ne olacak, diye soruyoruz). Bilmek lazımdır ki, “yerde ve gökte iki ilah bulunsaydı, âlemin nizamı bozulurdu”, mealindeki âyet, iknâî bir delildir (kesin değildir). İki ilahın varlığı ile âlemin nizamının bozulması arasındaki ilgi, âdete (ve örfe) dayanan bir hükümdür. Hatâbî delillere uygun olan da zaten budur. Zira birden fazla hâkim ve padişahın bulunması halinde bir irâde çatışmasının (temânu´un) ve birbirlerini al-tetme halinin meydana geleceğim, câri olan âdetler göstermektedir. (Sosyal hayattaki tatbikat buna şahitlik etmektedir). Nitekim, “Eğer yerde ve gökte birden fazla ilahlar olsaydı, biri öbürlerine üstün gelirdi” (Müminûn, 23/91) mealindeki âyetle de buna işaret edilmiştir. Aksi takdirde (yani bu âyet iknâî değil de akıl yönünden kati bir delil olsa) şöyle bir durum ortaya çıkar: Eğer bu delille yerin ve semânın nizamının bi´1-fiil bozulması, yani şu anda müşahede edilen nizamın dışına çıkmaları kasdedilse, sırf birden fazla ilah bulunması bu nizamın bozulmasını gerektirmez. Zira (ilahların) bu nizam üzerine ittifak etmiş olmaları mümkündür. Şayet bu delille “sırf nizamın bozulmasının mümkün olduğu” (zarurî olmadığı) kasdediliyorsa, âlemin nizamının bozulmayacağına dair elde bir delil yoktur. Aksine naslar semâların (yıkılıp) dürüleceğine ve bu nizamın (kıyamet günü) ortadan kalkacağına şahitlik etmektedir. O halde (birden fazla ilahın varlığından şu nizamın bozulması gibi bir neticenin ortaya çıkması) mümkündür, imkânsızlık meselesi değildir. “Birden fazla ilahın, âlemin nizamının bozulmasına sebep olması kesindir. Burada nizamın bozulmasından maksad, yer ve göklerin vücuda gelmemeleridir. Şöyle ki: İki ilah ve yaratıcı farzedilse, fiillerde bir temânu´ ve irâde uyuşmazlığının vukua gelmesi mümkündür. O zaman ikisinden birisinin sâni ve halik olmaması gerekirdi. Bu durumda ise âlemin var olmaması icabederdi. (îki ilahın irâdesi âlemin var olması konusunda çatıştığından) arz ve semânın mevcut olmaması gerekirdi”, şeklinde bir izah yapılamaz. Zira biz diyoruz ki: Temânu´un imkânı, birden fazla sânî ve hâlikın yokluğundan başka bir şey gerektirmez. (İlah birden fazla olabilir de sâni ve halik bir olur). Buna göre temânu´un mümkün oluşundan, âlemin mevcut olmaması lazım gelmez. Bununla beraber, âlemin fiilen vücuda gelmemesi kasdediliyorsa iki ilah, âlemde nizamın yokluğunu gerektirir, şeklindeki itiraza karşı açıklanabilir. Âlemin vücuda gelmemesinin imkânı kasdediliyorsa, o zaman da, âlemin fiilen mevcut olduğu öne sürülerek, yapılan itirazlar ortadan kaldırılabilir. İtiraz: (Şart edatı olan ve“olsaydı”, manâsına gelen) “lev” kelimesinin gereği, mazide ikincisinin bulunmayışının sebebi, birincinin olmamasıdır, (meşrut bulunmayışı, şartının olmamasmdandır,) geçmişte âlemin nizamının bozulmamasmm sebebi birden fazla ilahın olmamasıdır. Cevap: Evet, bu husus lügat yönünden esas itibariyle doğrudur (meşrut ve cezanın olmaması şartın da bulunmayışını gösterir). Lâkin bazan «lev», zaman tayinine delâlet bahis konusu olmaksızın, meşrut ve cezanın olmayışından, şartında bulunmayışına istidlal için kullanılır. “Âlem kadîm olsaydı, değişken olmazdı”, denilmesi gibi. Bahsi geçen âyet bu kabilden (bir istidlal) dir. Bazı kimseler “lev” edatının iki türlü kullanılış şeklini birbiriyle karıştırdıkları için, bilmeden bir hatanın içine düşerler ve meseleyi karıştırırlar.[2] Allah Kadîmdir Bu, iltizam suretiyle (vâcib kavramında zımnen mevcud ve) malum olan bir şeyi açıklamaktır. Zira vacib (ve zarurî varlık)ın kadîm olmaması imkânsızdır. Vacib varlık için bir başlangıç yoktur. Zira vacib varlık, öncesi yokluk olan bir hadis olsaydı, zarurî olarak varlığının başkasından olması gerekirdi. Hatta bazılarının “vacib ile kadîm eşanlamlıdır”, demeleri bunun için doğru değildir. Zira iki kavram, kesinlikle birbirinden başkadır. Burada bahis konusu olan, her iki kavramın da eşit derecede doğru olmasıdır. Bazılarına (yani Eş´arîlere) göre, kadîm kelimesini, vacibin sıfatları hakkında da kullanmak (ve Allah´ın ilmi kadîmdir... demek) doğru olduğu için, kadîm tabiri vacib tabirinden daha umumîdir. Kadîm olan sıfatların birden fazla olması imkânsız değildir. İmkânsız olan, birden fazla zatların kadim olmasıdır. (Bazı kelâmcılar Allah´ın zatı gibi sıfatları da kadîmdir, derler ve taaddüd-i kudemayı, yani birden fazla kadimin mevcut olduğunu kabul ederler. Diğer bazıları ise taaddüd-i kudema fikrine karşı çıkarlar.) İmam Hamiduddin Darirî gibi, sonraki kelâmcılardan bazıları ve onlara tabi olanlar, “li-zatihi vâcib olan Allah Taâlâ ve sıfatlandır”, sözünü açıkça söylemişler ve bu meselede şöyle istidlalde bulunmuşlardır: Kadîm olan her şey li-zatihî vacibtir. Zira li-zatihî vâcib olmasa, esas itibariyle yokluğunun mümkün olması gerekirdi. Bu duruma göre de, var olmak için (varlığını yokluğuna tercih eden bir) muhassise (tahsis yapan bir âmile) muhtaç olması, böyle olması durumunda da muhdes ve hadis olması icabederdi. Zira biz, muhdes sözü ile varlığı diğer bir şeyin icadına bağlı ve alâkalı olan şeyi kasdediyoruz. Başka bir şey kasdetmiyoruz. Bu görüşe şu yolda itiraz yapılmıştır: Sıfatlar li-zatihî vâcib olsalardı, bakî olurlardı. Halbuki beka (bakî olmak) bir manâdır. Bu duruma göre (araz ve sıfat olan) bir manânın diğer bir manâ ile kâim olması lazım gelirdi, (halbuki araz araz ile, sıfat sıfat ile kâim olmaz). Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Her sıfat, kendisinin aynı olan bir beka sıfatı ile bakîdir. (Meselâ ilim sıfatının sıfatı olan beka, ilimden ayrı değildir, aksine onun ta kendisidir). Bu, (yani vâcib ve zaruri varlık olmanın, vücûbu´l-vücudun zatı ile sıfatlan arasında müşterek olması meselesi) son derece, zor anlaşılan bir (mesele ve) sözdür. Zira li-zatihî vâcib olan varlığın birden fazla olduğunu söylemek, tevhide aylandır. Allah´ın sıfatlarının mümkün olduğunu (ve li-zatihî vacib olmadığını) söylemek, kelâmcıların “her mümkün hadistir” şeklindeki kanâatlarına aykırıdır. Eğer, “öncesinde yokluk bulunmayan” (yani yok idi de sonradan var oldu denilemeyecek) manâsına gelmek üzere, “Allah´ın sıfatları zaman itibariyle kadimdir” (zat itibariyle değil) derlerse, “var olmak için vacibin zatına muhtaç olma” manâsına gelen, “hudûs-i zatî “ye (zat bakımından sonra olma haline) aykırı düşmez. Bu ise, “hudûs ve kıdemden her biri zâti ve zamanı kısımlara ayrılır”, görüşünde olan filozoflann kanâatim kabul etmek olur. Bu kanâat benimsenince de (kelâmı) kaidelerin bir çoğu red ve terkedilmiş olur. Bu husus ileride daha fazla incelenecektir. (Bu konuda, Taftazâni´nin, meselenin güçlüğünü kabul ve itiraf etmesi anlamlı olduğu kadar da ilgi çekicidir. Mutezile, sırf taaddud-i kudemâ ve netice itibariyle de halis ve saf tevhide aykırı bir durum ortaya çıkar, endişesiyle Allah´ın kadîr, alîm, mürîd, mükevvin, semi, basir ve mütekellim olduğunu kabul ve müdafaa etmekle beraber, Allah´ın zatından ayn ve zat üzerine zait kudret, ilim, irâde tekvin, sem´, basar ve kelâm gibi sıfatlan bulunabileceğini kabul etmemiştir. Mutezileye göre Allah´ın, zatından ayn ve zatı üzerine zait bir ilim, kudret... sıfatı vardır, demek Allah´tan başka kadîm ve ezelî varlıklar kabul etmek manâsına gelir ve bu da tevhide uygun düşmez. Onun için, “Allah kadirdir, ama zatı üzerine zait ve ondan başka olan bir kudret sıfatı ile değil, sadece ve sadece zatı ile kadirdir,” demeli ve meseleyi böyle anlamalıdır. Ehl-i sünnet kelâmcıları ise, “taaddud-i kudema” yani birden fazla kadîm varlık kabul etme sonucunu doğurma pahasına bile olsa alîm, kadîr... gibi sıfatlann mastar manâlarının yani ilim, kudret... veya başka bir deyimle âlimiyet, kadiriyet....vasıflarının Allah´ın zatında mevcut olduğunu, fakat bunlann Allah´ın zatından başka bir şey olmadıklannı ama Allah´ın zatının aynı da olmadıklarını ısrarla kabul ve müdafaa etmişler, kendileriyle aynı görüşü paylaşmayan Mutezileyi sıfat inkarcılığı -ta´til-i sıfat- ile itham etmişlerdir. İşte bu noktada, “Vâcib lizatihi muteaddiddir”, desen tevhide aykırı oluyor, “Allah´ın sıfatlan vâcib li-zatihi değil, mümkündür”, desen, bu da, “her mümkün hadistir”, şeklindeki kelâmcılann prensibine muhalif oluyor, yani Allah´ın sıfatlannın hadis olması lazım geliyor, “Allah´ın sıfatları zaman itibariyle kadîmdir, hadis değildir, ama malûlün illetten ve neticenin sebepten sonra gelmesi manâsında hadistir. Yani sıfatlar hudûs-i zam anî ile hadis değildir lâkin hudûsi zatî ile hadistir, desen, bu da filozofların kanâatını kabul etmek manâsına geliyor. Netice itibariyle bir çok kelâm kaidesinin çürüğe çıkmasına sebep oluyor, şeklinde değişik görüşlere temas eden Taftazânî´nin “Bu, son derece güç bir meseledir”, demesi gerçekten de üzerinde durulmaya değer bir beyandır)”Allah Hayy, Kadir, Âlim, Semf, Basîr, Şâî, Mürid (diri, kudretli, bilici, işitici, görücü, dileyici ve isteyici) dir” Akim açıkça verdiği kesin hüküm şudur: “Âlemi, bu tarzda güzel bir şekilde, ve sağlam bir nizam üzere yaratan, ayrıca (tabiat kanunlannm cereyan tarzi neticesinde meydâna gelen oluşumlan.î mükemmel fiilleri ve gayet güzel nakışları ihtiva eden kâinatı îcad eden varlık için bu sıfatlar zarurîdir. (Bunlar olmadan böyle bir âlem yaratılamaz), Diğer taraftan bu sıfatların zıdlan kusur olduğu için Allah Taâlâ´yı onlardan tenzih etmek farzdır. Bundan başka, sıfatlar konusunda naslar da vardır. Şeriatın (ve dinin) kabul edilmesi, bahis konusu sıfatlardan bazısına bağlı değildir, Tevhid gibi. Onun için bu gibi yerlerde naslardan delil getirmek sahihtir. Halbuki şeriatın ve İslâmm kabul edilmesi Allah´ın varlığı, kelâm sıfatına sahip olduğu... gibi (diğer bazı) hususlara ve sıfatlara bağlıdır. (Allah ve kelâm sıfatı kabul edilmezse şeriat da kabul edilmez. Fakat Allah´ın birliği şeriatı kabul ettikten sonra da ispat edilebilir). [3] Konu Başlığı: Ynt: Allah'a İman Gönderen: Ceren üzerinde 12 Kasım 2014, 23:48:44 Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan hocam.Allah'a iman İslamın şartındandır.Rabbim bizleri ona inanan hakiki kullarından eylesin inşallah....
Nisa / 136. Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır. Konu Başlığı: Ynt: Allah'a İman Gönderen: Ceren üzerinde 24 Nisan 2022, 05:14:04 Esselamu aleyküm.allaha noksansız iman eden tevekkül tam olan ve Allah'ın emrinde rızasına yaşayan onun rızasına kavuşan kullardan olalım inşallah...
Konu Başlığı: Ynt: Allah'a İman Gönderen: Sevgi. üzerinde 25 Nisan 2022, 05:04:45 Aleyküm Selam. Rabb'im bizleri herzaman rızasına uygun şekilde yaşayan kullarından eylesin inşaAllah
Konu Başlığı: Ynt: Allah'a İman Gönderen: Mehmed. üzerinde 25 Nisan 2022, 12:06:05 Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri doğru bir iman ile iman edenlerden eylesin Rabbim paylaşım için razı olsıun
|