> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > İşarat - Şeyh Taği K.S > Varlıktan Sıyrılmak
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Varlıktan Sıyrılmak  (Okunma Sayısı 2967 defa)
23 Aralık 2009, 16:44:48
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 23 Aralık 2009, 16:44:48 »



]VARLIKTAN SIYRILMAK
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şöyle buyuruyor :
Şah-ı Nakşibend (k.s) zamanında sûfiler bütün gayretleri ile amel işleyip, fayda temin etmeye, ALLAH’a kavuşmaya çalışırlardı. Bunların içinde Alâuddîn Attar ´ın (k.s) durumu ayrı idi. Yirmi yıl kalbindeki vesveseyi silmek için uğraştı. Hiç bir zaman amellerine önem vermedi. Kendisini ehli zikir olarak görmedi. Aksine nefsini gafillerden kabul ederek devamlı uyanıklık istedi. Müşahade ehli idi, ama kendisini gaiblerden kabul ederdi.
Hace Muhammed Parisa´nın (k.s) durumu da değişikti. Şah-ı Nakşibend (k.s) O´nun için şöyle buyurmuş:
"O bir kuşun gagasını bir suya batırıp çıkarmasındaki zaman kadar dahi Rabbisinden gafil olmaz. Duası makbuldür. Ne isterse red edilmezdi, ama kalbini Rabbisine teslim ettiği için dua etmezdi. Kalbi dar idi. Bu durumla kifayet etmişti."
Alaaddîn-i Attar´ın durumu ise Parisa´dan ayrıdır. Alaaddîn-i Attar (k.s) kalbine hem Rabbisini hem de başka şeyler sığdırdı. Dua ederdi. Terakki ederdi. Hatta ki, Şah-ı Nakşibend (k.s) Abdulhalık-ıl Gücdevanî, Ebu Yezid gibi mürşidler bir müride hilafet verseler, Alaaddîn-i Attar (k.s) onaylamadıkça o halifelik kesinleşmezdi. (Zaruri hilafet bundan müstesnadır.)
Bakınız! Keşke her sûfi kendisini, her daim hayatı boyunca, kabirde, mahşerde, cennette Rabbini müşahade ederken bile yok görse varlığından gafil olsa..
Sadeddin Kaşgarî (k.s) seyyiddi. Ama o seyyidlik unvanının vereceği varlık duygusundan vazgeçmişti. Kendisi şöyle diyor:
"Benim bir fidanım vardı. Onu bir duvarın deliğine koyup üstünü de çamurla sıvadım." Sadeddin Kaşgarî (k.s) hiç bir zaman seyyidlik ünvanı ile anılmak istemezdi. Bu halinden mütevellit büyük makamlar elde etti. Bir şeyhin şöyle dediği rivayet edilir:
-Binlerce şeyh gördüm. Ama aralarında birbuçuk seyyide rastladım. Şeyhler arasında seyyidlerin azlığı varlık duygusundan çok azının sıyrılabilmiş olmasından geliyor. Oysa varlık duygusundan sıyrılsalar az bir gayretle maksatlarına ulaşabilirlerdi.
(•) Ahzab suresinin 53. ayetinde bildirilen; Peygamber (SAV) Efendimizin hanımlarını ondan sonra nikah edilmesinin yasaklanması meselesi.

TALEP VE YÜKSELME ARASINDAKİ FARK

A) Yükselme talebe bağlı olursa bir makamdan diğer makama, bir halden başka bir hale geçmeyi gerektirir. Terakki ise talebe bağlı olmadığından sûfi içerisinde bulunduğu makamda genişlik kazanır.
B) İkinci fark şudur ölüler için talep olmadığı halde terakki vardır. Ölülerin terakki etmesi şudur:
Mesela seyr halinde vefat eden bir kimsenin, seyr halindeki lezzetin artması, bu haldeki nasibin genişlemesi, o zatın terakki etmesidir. Vahdet halinde ölen kimse de bu haldeki seyri artarak ve payı genişleyerek yükselir.
Yoksa ölü bulunduğu bir makamdan başka bir makama geçerek yükselmez.
Hiç bir kemalât elde etmeksizin vefat etmiş bir iman ehli zatın imanının nuru artar. İman nuru çok büyük bir nimettir. Hatta ki, günahları sileceği dahi söylenebilir.
Bu yüzden mürşidlerin yeni ölen birinden nefret ettiklerini vefat tarihi geçtikten sonra ise bu nefretlerinin geçtiğini görürsünüz.Çünkü,vefat tarihi eskiyenler yükselmektedir.
Vefat etmiş zatların yükselmelerinin bir sebebi ise, büyüklerin onlardaki kalp hastalıklarını gidermeleridir.
Bakınız bizim tanıdığımızdan olan Molla Ziyâuddîn münkir idi. Vefat ettiği zaman büyük sıkıntı çekti. Rüyamda O´nu gördüm. Benden kendisi adına, Gavs´tan yardım istememi söyledi.
Gavs´a durumu arzettim. Gavs (k.s) bir yıl ricamı kabul etmedi. Bir yıl sonra Gavs beni çağırıp dedi: "Hoca´nın düşmüş olduğu kalp hastalığı giderildi. Hoca affedildi."
Gavs´ın (k.s) münkirlerinden, molla Abdulgânî isimli birisi var idi. Bu zat vefat edince Gavs (k.s) dedi:
"-O´na ateşli katrandan gömlek giydirilerek azap çektiriliyor." Bu sohbetten belirli bir zaman geçti.Gavs´ın (k.s) oğlu Şeyh Celâleddîn Molla Abdulgânî´nin aleyhinde konuştu. O zaman Gavs (k.s) tatlı bir dille dedi:
-Sus o bizim kardeşimizdi. Ben (Seyda-ı Tâği) anladım ki, Molla Abdulgânî´nin kalp hastalığı izale oldu. O da affedildi. Bu sohbet sırasında şöyle bir soru soruldu:
-Efendimiz nasıl olur da büyükler kendi akrabalarına vefatlarında, merhamet etmezler?
Seyda (k.s) şöyle buyurdu:
Gavs’ın (k.s) kardeşine merhamet etmemesi, onun zatına münkirliğinden dolayı değildi. Münkirliğinin Seyyid Taha´ya (k.s) kadar uzanmasından dolayıdır. Bakınız fer’i inkar, aslı da inkar etmeyi gerektirir. Gavs (k.s) böyle demiştir. Bir gün Seyda´ya (k.s) dedim:
Efendimiz falanca zat bizim genel merkezimizi hedef alarak suçlamıyor. Yalnızca arkadaşlarımızdan birisini inkar ediyor... Bu sözleri Seyda (k.s) şöyle cevaplandırdı:
-Şaşırıyorum. Çünkü nasıl dersiniz bu zat şeyhi inkar etmiyor. "Şeyhin iyi dediğine kötü demek" şeyhi inkar etmektir. Çünkü bu konuşma şeyh yanlış konuşuyor demektir. Cenab- Hakk cümlemizi kendisini sevenlerden eylesin.Sevdiklerine düşman olmaktan bizleri korusun. Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şöyle buyuruyor:
"Kemâlat iki´dir. Birisi velilik kemâlatı, diğeri ise nübüvvetlik kemâlatıdır. Bir mürid, önceleri velîlik kemalâtını elde etmelidir. Velîlik kemalâtını elde etmek için bir mürid, üstad rabıtasını çok yapmalıdır. Şöyle ki:
Mürid kendi kalbi üzerinde (içine) hayalen üstadını tasavvur etmelidir.
Bir mürid, seksen gün bu hal üzere rabıta yaparsa umulur ki mutlak gayesine erer. Bazı sadatlara göre bu hal üzere rabıta kurulursa umulur ki mürid yüzaltmış günde maksuda erer. Doğru olan seksen günde ulaşılmasıdır.

Bu nimeti elde etmek için mürid şeyhine olan rabıtasını o kadar kuvvetlendirilmelidir ki, hiç bir mahlukatta haberi olmaya. Ta ki kendi yürüdüğü yolu dahi unuta. Cezbeye düşüp sema yapanları da görmeye.
Bakımz, Gavs (k.s) bizi bazı zamanlar rabıtamızın ne durumda olduğunu denemek için imtihan ederdi.
Bir gün kalbimi tam mürşide bağlayıp rabıtaya girmiştim. O sırada Gavs (k.s) bir sûfiye dedi: "Sen çalgı çal, ayı oynat."
Ben (Abdurrahmân-i Tâğî (k.s)) o kardeşimizin ne yaptığını görmedim. O meclisten ayrılınca şeyh Bahaeddin´e dedim: "Üstad hazretlerinin bir kardeşimize ayı oynatmasını söylediğini duydum. O kardeş neden oynatmadı. Şeyh Bahaeddin dedi: "Oynattı. Oyun bitti. Ondan sonra dağıldık."
Gavs (k.s) bizi iki mecliste kınamıştır. Birincisi bir gün âdâb kurallarının uygulanmadığı bir mecliste oturuyorduk. Âdaba riayet edilmediği için o meclisi terk edib başka bir mecliste toplandık.
Yeni oturduğumuz cemaate ise bir meczup geldi. O da Gavs´ın huzurunda sesli sesli konuşmaya başladı.
Bütün bu haller tekerrür ederken biz de kalbimizle tam mürşidimize yönelip; rabıta kuramadık. Bu sırada Gavs (k.s) bizlere celallenerek dedi:
"Sizi her iki mecliste de imtihan etttim. Gördüm ki, rabıtanızı kurup, kalbinizde şeyhinizi tasavvur etmediniz. Hiç biriniz iki para etmezsiniz. Mürid, önce velîlik kemalâtını elde etmeli, daha sonra nübüvvet kemalâtını tahsile koyulmalıdır."
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) dedi:
"Günümüzde tarikatların durumu bellidir. Ayrıca zamanımızın insanları da bellidir.
Bakınız, bizim bu zamanımızda bu beldelerin insanları çok cahildir. Dinin emir ve hükümlerini hiçe sayıyorlar. Büyük günahları işleyip, küçük günahları ise hiçe sayıyorlar. Bu devirde, dünyanın muhabbet ve sevgisini bir yana bırakıp Cenab-ı Hakk´a yönelenler, hiç bir hal sahibi olmasalar dahi velidir.
Cenab-ı Hakk´ın bu zamanın insanlarına olan rahmeti geçmiş zamanın insanlarına olan rahmetinden daha fazladır. Bu devrin insanları daha fazla günah işlemelerine rağmen iş böyledir.
Hal böyle olunca zamanımızın insanları tevbe edip, mürid olduktan sonra az bir amel ile kısa zamanda çok terakki edip makamat alıyorlar. Elde ettikleri bu makamlar eskiden uzun riyazet ve çalışmalarla elde edilemezdi.
Günümüzde tevbe ettikten sonra birgün sonra dahi hal sahibi olunabilinir. Nitekim olanlar da vardır.
Şah-ı Nakşibend (k.s) şöyle buyuruyor:
"Bu tarikatın esasları çok sağlamdır. Büyük günah işleyenler, hatta büyük cürüm ve irtikap edenler dahi bu yola dahil olabilirler."
Seyda (k.s) dedi:
"Siz Mevlânâ Halid´in (k.s) uygulamış olduğu riyazetlere bakmayın. O riyazetler geçici ve bazı müridlere mahsustur. O her müride aynı görevi vermezdi."
Eskiden, insanlar ALLAH´ın emir ve hükümlerine bağlı ve salih amel işledikleri halde mürşid ararlardı. Çünkü mürşid olmadan işin zorluğuna, ayrıca mürşid-i kâmil kapısının kazanç kapısı olduğuna inanırlardı.
Zamanımızın insanları çok değişiktir. Çok garip bir haldedirler. Günah bataklığına batmış olarak şeyhlerin kapısına geliyorlar. Zamanımızdakilerin seyri bir nevi kaçıştır. Eskilerinki ise böyle değildi. Onun içindir ki, bu devirden eski devirlere nazaran riyazetler azalmıştır.
Mevlânâ Halid (k.s) ilim ve amel sahibi idi. Ayrıca müşahade ehli olup kâdîri halifesi idi. Bu nimetlerle bezenmiş birisi olarak Şah-ı Dehlevî´ye intisap etti. Zamanımızın müridleri ise büyük günahları işlemiş olarak tarikata intisap ediyorlar. Zamanımızdakiler varlıktan dolayı değil de tam tersi (ilim-amel) yokluğundan dolayı mürşidlere gidiyorlar.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bir gün, bir zımmî ile bazı kişilerin ortak bulunduğu arsa üzerine mescid yapmak istedi, fakat bu durumu, bazı münkirler zulüm olarak telâkki edip karşı çıktılar. Seyda o zaman bizden fetva istedi. Bizde fetv...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 23 Aralık 2009, 18:09:21 Gönderen: armağan »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Varlıktan Sıyrılmak
« Posted on: 29 Mart 2024, 14:09:28 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Varlıktan Sıyrılmak rüya tabiri,Varlıktan Sıyrılmak mekke canlı, Varlıktan Sıyrılmak kabe canlı yayın, Varlıktan Sıyrılmak Üç boyutlu kuran oku Varlıktan Sıyrılmak kuran ı kerim, Varlıktan Sıyrılmak peygamber kıssaları,Varlıktan Sıyrılmak ilitam ders soruları, Varlıktan Sıyrılmakönlisans arapça,
Logged
23 Aralık 2009, 16:52:30
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 23 Aralık 2009, 16:52:30 »

Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şöyle buyuruyor:
Tasavvuf demek: Kişinin yapmış olduğu iyilikleri ve başkalarından gördüğü zulümleri unutmasıdır.
Sûfi çok sadıktır, oturaklıdır. Dağları yerinden oynatacak bir kasırga çıkmadıkça sûfi yerinden oynamaz. Yani,onu hal ve makamından aşağı indiremezsiniz.
Sûfi, kendisinin başkalarına yapmış olduğu kötülükleri unutmamalıdır. Ayrıca, başka kimselerden görmüş olduğu iyilikleri de unutmamalıdır, gözden uzak tutmamalıdır.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) İmam-ı Rabbânî´nin (k.s) Mektubatını kaynak gösterip şöyle sohbet ettiler:
"Herkes kurtuluşa erebilmek için şükretmelidir. Şükür ise şudur:
a) İtikadını ehli sünnet vel cemaate göre sağlamlaştırmak.
b) Dört mezhebin müçtehidlerinden (ALLAH hepsinin çalışmalarından razı olsun) birine göre amel etmek.
c) Sûfilerin yoluna girmekle şereflenmek.
Şeriata uygun olarak elbise giyinip, yemek yemek şükürden sayılır.
Elbise ve yiyecek gibi mubah işlerde kendini zorlayarak da olsa şeriata uymaya niyet etmek, onlardaki zararı defetmeye yeterlidir.
Meselâ, güzel elbise giymek isteyen bir kimsenin, elbiseyi sıcağa ve soğuğa karşı koymak maksadı ile giymesi, yine canı iyi yemek isteyen bir kimsenin yemeği ibadetle kuvvet bulmak niyeti ile yemesi ve eşini sık sık arzulayan bir kimsenin ilişkisini haramdan korunmak niyeti ile yapması gibi...
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şöyle buyuruyor:
"Bir gün Şeyh Osman Tuveyli´nin halifesi ile tanıştım. Bu mübarek ile sohbet ediyorduk, baktım ki nefesini, bazı zamanlar tutup bazı zamanlar salıveriyor. Aynı hali başka bir halifenin de yaptığını gördüm.
Sebebi ise şudur: Nefesi tutmak, bütün damarları çalışmaktan alıkor. Bu hal ise nefsin ölmesini sağlar.
Bir gün içerime bir sıkıntı düştü. Namazdan sonra bir kaç defa nefesimi tutup sonra salıverdim, sıkıntım geçti.
Molla Said Gevaşî Seyda-i Tâğî’ye (k.s) karşı yapmış olduğu bazı itirazlardan dolayı zarara uğradı. Bu durum Molla Said´in sohbeti, teveccühu, üstad ve müridlerle görüşmeyi terketmesine yol açtı. Durum Seyda´ya arzedilince şöyle buyurdu:
-Bu hali benim kendisinden nefret etmiş olmamdan dolayıdır. Mürid, içinden şeyhine karşı bir soğukluk duyuyorsa, şeyhinin kendisinden nefret etmesinden dolayı zarara uğradığını anlamalıdır.
Hayatım hakkı için aynı durum birkaç kare bende de oldu. Bir zamanlar içime düşen sıkıntı az kalsın beni mürşidimden soğutuyordu. Durumumu üstada arzedince halimi şöyle izah etti:
Sen o zamanlar seyr-u sülûkun kurallarını bırakarak sadece varlık duygusuna terketmek için gayret sarfediyordun. Bu hali elde etmek için de yerli yersiz müzik dinleyip, raks yapıyordun. Bu halin rıza-i ilâhiyeye ters düşüyordu.
Bu tip hareketleri yaparken zamanını ve makamını iyi gözetmek gerekir. Ayrıca tarikatın kurallarına uymak varlık duygusunu terketme gayretine tercih edilmelidir. Çünkü, varlık duygusunu terk yalnız nefse fayda verir. Tarikatın rükünlerine uymak ise genel olarak faydalıdır.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bir gün beldemizin tanınmış alimlerinin ve ileri gelenlerinin hazır bulunduğu bir mecliste şöyle sohbet yaptılar. Sizlere İslam’ın emir ve hükümlerine bağlı kalmayı tavsiye ediyorum. Bütün fiillerinizde şeriata uyunuz! şeriata uyunuz!
Seyda, bu " şeriata uyunuz" emrini o kadar çok tekrar etti ki tarifi kabil değil.
İslam’ın emrine uymayanlar şeyhlik ve halifelik yapamıyacağı gibi kâmil bir mü´min de değildir.
Sizler İslam’ın prensiblerine uyunuz! halka da tebliğ ediniz! İslam’ın emrettiklerini yapınız, menettiğini yapmayınız! Sık sık sohbet edip bu durumları belirtin. Benden sonra yoldan çıkmayınız. Şeriat, tarikat ve hakikat hepsi aynı şeydir. Şeriat ile tarikat arasında fark gözeten kimse zındıktır. Şeriat, tarikat ve hakikat arasında fark gözetilmez
Bu konuları, İmam-ı Rabbani (k.s) daha iyi açıklıyor: Şeriat, tarikat ve hakikat arasında şöyle bir fark olabilir:
Şeriat; zahiri olarak emirlere uymak,
Tarikat; emirlere batıni ve zorlanarak uymak.
Hakikat; bu hükümlere batınî ve tabiî şekilde uymaktır.
Bir kötülüğü, dille terk: Şeriat, kalble zorla terk; tarikat, gönüllü bir şekilde zorlanmaksızın terk ise; hakikattir.
Değilse, üçü arasında bir fark yoktur.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bir sohbete başlamadan önce Hafızı Şirazî ´nin şu beytini okudu:

Sevgili eğer bizimle oturmadı ise itiraza sebep yok.
Padişah ne isterse o olur ve o fakirlerden ar eder.
Akabinde şöyle buyurdular: Bu beyit bize bir hakikati öğretiyor. Yani; Rabıta´ya işaret edip, hangi durumlara kadar, ne haller vuku bulacağını belirtiyor.
Diyor, mürid ile mürşidi arasında tam bir ilişki kurulmadıkça rabıta gerçekleşmez. Çünkü bir sultan bir fakirin yanında oturamaz.
Seyda-i Tâğî (k.s) bir gün bana şöyle bir soru sordu:
İbrahim, ben nafile ibadetler ile meşgul iken rabıtam daha çok güçlü oluyor, ama eksik oluyor. Oysa nafile ibadet ile meşgul değilken durum böyle değildir. Sana göre bunun sebebi hikmeti nedir?
Ben (İbrahim Çokreşî) dedim: Efendim daha iyi bilir. Bunun üzerine Seyda-i Tâğî (k.s) buyurdu:
Nafile ibadetle meşgul iken Gavs´la daha iyi bir ilişki (rabıta) kurulmasıdır. Gerçi Gavs (k.s) ömrünün sonunda, nafile ibadet yapacak durumda değildi, ama sıhhati yerinde olduğu zamanlar nafile ibadeti çok yaparlardı.
Seyda-i Tâğî (k.s) başka bir sohbetlerinde ise şu beyti okudular:
İbadetsiz aşk bedensiz can gibidir.
Bakınız, kimin ibadeti çoksa, muhabbeti de daha fazladır.
Ben korku halinde iken muhabbetli duruma göre rabıtam daha zayıf oluyor. Sebebi ise Gavs´ın meşrebi ile ilgilidir. Çünkü Gavs´ın (k.s) meşrebi sevgi ve muhabbet üzerine kurulmuştu; korku yoktur.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) umuma açık sohbetinde şunları söyledi:
-Münkir olmamak şartı ile bu yüce tarikatın mensuplarının sohbetlerine katılan kimse ehli sohbet olmasa da sohbetten kâr sağlar. Sohbette elde edilen kâr, büyüklerin himmeti ile cehennem ehli olmaktan kurtuluştur.
Sözlerinin burasında İmam-ı Rabbani hz.lerine dayanarak şu hadisi nakletti.
"İnsan sevdiği ile birliktedir." (Keşfu´l-Hafa 2/261)
Başka bir seferde Gavs´ın (k.s) yanında iken bu kapıdan istifadenin olmadığı hususunda ümitsizlik hasıl olmuştu. Bu halin üzerine Gavs (k.s) şöyle buyurdu:
"İnsanın hiç bir kârı olmasa da şu sohbet meclisinde bulunması yeterlidir." dedikten sonra şu hadisi okudu:
"Kişi sevdiği ile beraber haşrolur." (Riyazus Salihin/635/1445)
Bakınız, Hace Alâuddîn-i Attar, Reşahat´ta ne buyuruyor: Bir mürid, mümkünse hergün sohbete katılmalı, değilse iki günde bir, o da mümkün değilse haftada bir, değilse ayda bir. Veyahut yılda bir veya iki defa mümkünse sohbete katılmalı. Hiç olmazsa iki senede bir sohbete katılmalı.
Seyda-i Tâğî (k.s) başka bir sohbetlerinde şu vakıayı nakil ettiler: Gavs´a (k.s) bir gün bir kişi gelip, dedi ki: Efendimiz, falan zat sizin yolunuza intisapla şereflenmek istiyor, fakat dünyevi bir engeli var ne emir edersiniz?
Gavs (k.s) buyurdu:
"Seven sevilir ve tarikatta sayılır."

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 23 Aralık 2009, 18:05:36 Gönderen: armağan »
Kayıtlı

23 Aralık 2009, 16:57:51
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 23 Aralık 2009, 16:57:51 »

Seyda sözlerine şöyle devam etti: Kıyamet günü bir kişi getirilir. Bakılır ki amel defteri boştur. Kurtuluşuna sebep olacak bir hayır ameli yoktur. Adama sorulur hiç mi hayır amelin yok? Adam der ki bir gün bir yerde oturuyordum baktım ki yerime bir gölge düşmüş. Gölge sahibi ise gönül ehli bir zattı. Bu zat, o gölgenin hatırına affedilir.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şöyle buyuruyor:
Bir beldeye seyahate gidecektim. Seyahatimi geciktirdim. İçimden sizlerin çalışkanlığını geçirip, sizlere hergün bir saat evime gelip hizmet yapmanızı emredecektim. Sonra bu durumun ne gibi iyilikleri, ne gibi mahsurları olur, onu düşündüm. O zaman içime şunlar doğdu: sûfilere, kendisine hizmet etmelerini söyleyen bir şeyhin o hizmetleri benimsememesi lazımdır.
Hizmet edilen yerin kendi yeri olduğunu düşünüp haz duymamalıdır. Olur ki böyle bir düşünce nefsin bir tuzağı, mürşidinde nefse boyun eğmesi manasına gelir. Böyle olursa söz konusu hizmet hem o mürşid için, hem de hizmet eden mürid için zararlıdır.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şeklî rabıtayı konu alan bir sohbetlerinde şöyle buyurdular:
Bir mürid, mürşidinin sohbetine tam bir ihlasla katılmalıdır. Mürid, mürşidini fena mertebesine ermiş bilip sohbete katılan diğer sûfilerin hepsini makbul, kendisini hakir bilip, sohbet ânında feyiz ve himmet talep etmelidir. Sohbet meclisi dağıldıktan sonra mürid, evinde dahi mürşidinin sohbetteki ânını veyahut sohbet yerini düşünmelidir. Çünkü mürşid-i kâmilin bulunduğu yerlerden birini dahi düşünmek rabıtaya fayda sağlar. Yani, kalbe mürşidinin hayâlini çekmede yardımcıdır. Ben (Seyda-i Tâğî) ilk dönemlerinde rabıtamı tam kurmak için neyin yararlı olduğunu bilmediğim için Gavs hz.lerinin ikâmet ettiği bir makamı hayâlimde canlandırmıştım. Sonra Gavs´ın hizmetinde bulunan bir sûfide hayal ettiğim yerin neresi olduğunu sordum. Sûfi dedi ki; orası Gavs hz.lerinin abdest değiştirme yeridir. Bu durumdan sonra ben (Seyda-i Tâğî) anladım ki sûfinin kalbi rabıta kurulan yer hakkında gaflette değilse, rabıta kurulan her yer kalbin yoğunlaşmasına faydalıdır.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) buyurdu ki:
Doğruluk ve sadâkat; müridi mürşide yaklaştırır. Yalancılık ve benzeri haller ise müridi mürşidden uzaklaştırır. Sizler doğru, sâdık, sözü bir olan yiğit ve cesur, alnı açık birini görünce tarikata girmesi için yardımcı olunuz. Doğru olmayanlar zarar ederler.
Filan adam ihlas ve muhabbet sahibi olmakla birlikte evimizin masrafının çoğunu karşılamasına rağmen ahlakından yalancılık olmasından dolayı doğruluğu huy edinememektedir. Gördüğü zarar bu yüzdendir.
Bakınız size bir örnek vereyim. Gavs hz.lerinin iki sûfisi vardı. Bunlardan birisi malının yarısını Gavs´ın ihtiyaçlarını karşılamak için harcamıştı. Biniti olduğu halde, edeben yürüyerek ziyarete gelirdi. Bu zat sâlih amel sahibiydi. Ömrünün çoğunu tarikata harcadı. Ama dürüst olmayan bazı halleri bulunduğundan Gavs vefat ederken yanında bulunamadı.
Diğer mürid ise devlet işleriyle uğraşır, dünyayla haşır neşir olan bir kimse idi. Tâğî doğru ve mert bir adamdı. Bu fiillerinden dolayı Gavs´ın yakın çevresindeydi. Bir defasında bana (Seyda-i Tâğî) bağlı olan bir cemaatla, o müride bağlı bir cemaat arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı beraber hapse düştük. Bu kişi rüyasında Gavs´ı görmüş. Gavs rüyasında ona haksız olduğunu, beni hapishaneden çıkarıp, onu ise bırakacağını söylemiş, gece yarısı o mürid beni uyandırarak rüyasını anlattı. Bana şöyle dedi:
"Gavs (k.s) yarın sizin bırakılmanıza sebeptir. Bizi ise bırakmazlar. Hata bizim hatamızdır". O mürid hepimizden önce bu hadiseye vakıf oldu.
Abdurrahmân-i Tâğî hz.leri rabıtayı konu alan bir sohbetlerinde şöyle buyurdular:
Ben bir müridin rabıtada edebe mugayir şeyler görmesini hoş görmüyorum. O müridin ihlasından şüphe ediyorum. Çünkü rabıtada edebe mugayir şeyler görmek şeytandır. Terk makamına ermeden önce nefsimin beni aldatması sonucu beni de rabıtamda edebe mugayir şeyler görmüştüm.
Bir gün, bir mürid şeyhine der ki: Efendimiz ben rabıta esnasında sizin başınızda iki tane merkep kulakları gibi kulak görüyorum. Şeyhin cevabı ise şöyledir: Oğul o gördüğün kulakları kes. Mürid bu emir gereği rabıtada gördüğü kulakları kesince kendi kulaklarının kesildiğini müşahade etti. Çünkü o mürid kendisini o şekilde görmüştü.
Yine bir gün başka bir mürid rabıtada edebe mugayir şeyler gördüğünü söylediği zaman ona cevaben şöyle buyudular: Senin İhlasın bozuktur. Onun için Cenab-ı Hakk´dan aff, mağfiret dile ve cemaata geldiğinde ayakkabılığa yakın yerde otur.
Abdurrahmân-i Tâğî hz.leri şöyle buyurdular:
Bir sûfi arkadaşının mürşide karşı ihlasını düzeltmek için mürşidi hakkında bazı kanaatlarını mürşidden naklederek değil de kendi görüş ve kanaati gibi anlatırsa bu tutumdan zarar görür. Eğer böyle söylerken kendinizi mürşidinizde fena ederek söyleyiniz ki zarar görmeyiniz.
Birisi edep bulunmadığı halde, başkalarının görmesi ve üstadının hoşuna gitmesi için zorlanarak edeb tavrını takınması zararına sebep olur.
Abdurrahmân-i Tâğî hz.leri bir seyahate giderken mürşidin müridini reddetmesinin gerekçesini şöyle anlattılar:
Üstad Abdurrahmân-i Tâlabanî halifesi Derviş Emin Sirvani’yi tarikatten tard etmişti. Çünkü bu halifesi kendisini mürşidine muhtaç değilmiş gibi görüyordu. Benim kanatıma göre bu işin sebebi Nakşibendi üstadlarının kahrıdır. Çünkü, sözünü ettiğimiz halife Nakşibendi tarikatının Halidî kolundan idi. Sonraları Nakşi tarikatını bırakıp Rufai tarikatına girdi. Bu olayın bir benzeri de Mevlânâ Halid´in halifesi olan Şeyh Abdulvahhab Susi´nin tart edilmesidir. O da mürşidine karşı muhtaç olmayan bir tavır takınmışı
Bana göre mürşidin kahrına uğrayan müridin bu hali anlayıp farketmemesi kadar ağır bir musibet yoktur. Bir mürid için kusur ve eksikliğini görmemesi kendisi için en büyük beladır. Çünkü mürid hata ve kusurunu anlayacak ki ondan mütevellit mürşidine sığınıp teslim olsun.
Seyda´nın bu sözlerini dinledikten sonra ben (İbrahim Çokreşî) dedim:
ALLAH (C.C) hepimizi büyüklerin kahrından korusun. Ben şu iki manevi hastalığımdan dolayı çok korkuyoruyum. Bu hastalıklarımın birisi aşırı öfke diğeri ise vurdumduymazlığımdır. Benim (ibrahim Çokreşî) bu sözlerime karşılık Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) dediler ki: Bu hastalıkların hiçbir şeydir. Senin asıl en tehlikeli hastalığın kusurların söylendiği zaman cevap vermeye kalkmandır. Bu durumun çok tehlikelidir.
Büyüklerin kahrı onların iradeleri dahilinde değildir. Dahasını söyleyim büyükler birine kahredecekleri zaman o kimsenin ne hizmetini ne riyazetini ne de kendileri uğrunda çektikleri çileyi göz önüne alırlar. Hatta bu işin sonu ALLAH (C.C) korusun mürid kim olursa olsun imanını almaya kadar gider.
Müridin red olmasına yol açan asıl sebep kendi kusurunu görmemesi, ayrıca mürşidinin kendi üzerindeki lütfuna vakıf olmaması, mürşidin diğer müridlerini sevmemesi, ne olursa olsun bir sevgiyi, mürşidinin sevgisi ile eşdeğerde tutması, bu sevdiği evladı veyahut başka bir şey olsun mürşid sevgisine denk ve rakip hale gelirse farketmez.
Bir mürşidin bir müride karşı lütufkar olmasını gerektiren sebep; diğer müridlere karşı muhabbetli ve şefkatli davranmaktır. Bu halden önemli bir sebep yoktur. Ayrıca bir müridin, diğer sûfi kardeşlerinin nisbetinei, feyiz ve bereketine talip olması gerekir. Bu ahlak iyi bir şeydir. Seyda-i Tâğî (k.s) bu sözleri üzerinde ısrarla durdu. Nerdeyse böyle davranmak müride vaciptir, diyecekti.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s), Seyyid Tâhâ´dan (k.s) bahsederken şöyle derdi:
O çok merhametliydi, kemalat sahibi olmamış halifeleri arasında, nisbetin kesilmesiyle cezalandırılması gerekli, eksik halifelerden himmetini kesmezdi. Bunun yerine onlardaki halifelik kuvvetini alıp, kendilerini oldukları gibi bırakırdı. Bu tutumunu ise şöyle izah ederdi:
Hizmet için kemâla ermemiş halifeleri görevlendirmekten maksat, halkın onlardan istifade edip yararlanmalarıdır. Çünkü halkın bunlardan sağladığı yarar, kemalat sahibi halifelerden daha fazladır. Bunlar halka faydalı olduğu müddetçe onları yerlerinde bırakınız, değilse onlardan nisbeti kesiniz. Cenab-ı Hakk hepimizi büyüklerin kahrına uğramaktan korusun.
Seyda-i Tâğî (k.s) Nurşin´de ikindi namazından sonra bir kişinin saftan ayrılmasına ayrıca bazı tutum ve davranışlarına kızrak bizleri azarlayıp şöyle buyurdular:
Sizin yaptığınız hareketler benim için değil kendi nefsiniz içindir. Bu hareketlerinizden hiçbir fayda göremezsiniz. Namazda tadil-i erkana dikkat edip, ayrıca ilk safta namaz kılınız ve tesbih duası bitinceye kadar saftan ayrılmayınız. Bu haller güzel bir şeydir. Tersi ise makbul değildir. Sabah namazından sonra imam güneş doğuncaya kadar yerinden ayrılıp cemaatın arasına katılmasın. Dizlerinin üzerinde sürünerek olsa bile yerini terketmesin. Böylece sünnete uymuş olur.
Hiç kimse sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar yerinden ayrılıp cemaatın arasına katılmasın. Dizlerinin üzerinde sürünerek olsa bile yerini terketmesin. Böylece sünnete uymuş olur.
Hiç kimse sabah namazından sonra güneş doğuncaya kada...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 23 Aralık 2009, 18:05:56 Gönderen: armağan »
Kayıtlı

23 Aralık 2009, 17:02:14
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 23 Aralık 2009, 17:02:14 »

Abdurrahman Tâğî (k.s) hz.lerine ibadetlerimizle ilgili dedik ki:
-Efendimiz bizler ibadet ederken sabırlı olamıyoruz. Bazılarımız ise ibadetten ne sıkılıp ne usanıyorlar tam tersi gayet zevk alıyorlar. Seyda-i Tâğî (k.s) bizim bu sözlerimiz üzerine dedi ki:
-Her iki kıssaya da iki kimseye de. İbadet etmeye muvaffak olan kimseler hem şükretmeli hem istiğfar etmeli. Şükretmenin sebebi, ibadet etmeye muvaffak olabildikleri ve buna sabr etmiş olmalarıdır. Affu mağfiret dilemenin gerekçesi ise Cenab-ı Hakk´a karşı yaraşır bir şekilde ibadet yapamamış olmaktır. İbadet eden bir kişi şöyle düşünmelidir. Cenab-ı Hakk kendisine sabır ve güç verdiği için ona ibadet edebilmektedir. Ama bütün bu devamlı ibadet ve taata rağmen Cenab-ı Hakk´a yaraşır bir şekilde ibadet yapamamış olmaktır. Ayrıca sanki vaktini isyankar bir şekilde kullanmış gibi bu eksikliğinden dolayı da Cenab-ı Hakk’tan affı mağfiret dilemelidir; ibadete muvaffak olan kimse, zahiri amelleri işlemeye muvaffak olamayan ve bunlar için gereken sabra sahip bulunmayan dostundan nisbet beklemelidir.
Bir zaman bir mescidde bir kişi namaz kılıp bir kişi de uyuyordu. Şeytan gelip namaz kılana dedi: Şu uyuyan kişiye dua et, ondan çekinmesem senin imanını alırdım. İbadet eden kimse kendini bu kıssadaki namaz kılanın yerine koyarak ibadet edemeyen arkadaşından nisbet bekleyecek.
İbadet yapmak için sabır sahibi bulunmayanlar ve ameli salih işlemeyenler her zaman Cenab-ı Hakk´tan affı mağfiret dilemelidirler. Cenab-ı Hakk nimetlerinden mahrum bırakmadığı halde onlar kulluk vazifesini yapmamış üstelik de günah ve isyana dalmışlardır. Büyüklerimizden devamlı himmet dileyip, onların gölgelerinden ayrılmamalıyız.
Müntesip olmaktan başka bir makam ve derece iddia eden müridin başına toprak atıla... Çünkü intisap zahiren bile olsa milyonlarca dereceden daha hayırlıdır. Sebebini sorarsanız intisap sevgili ile birlikte olmayı gerektirir. Velevki kişi bir müddet azaba dahi tutulsa, akabinde cennete girip sevgili ile beraber olmayı gerektirir. Bu nimet ise hiçbir şeyle ölçülmez.
Ama bir de şu vardır. Mürşidin kahrından hiçbir zaman emin olmamalıdır. Nitekim Gavs (k.s) bir gün bu konuda şöyle buyurdular. Mürid ile mürşidin durumu arslan ve karakulak gibidir. Karakulak arslanın yanından ayrılmaz, fakat onun yanına da sokulmaz. Sebebini ise şöyle izah ederdi: Ben çok zayıfım kendimi bana saldıracak olan diğer mahlukattan koruyamam. Onun için arslandan ayrılmıyorum. Arslanın yanına tam sokulmayışımın sebebi ise arslanın çok titiz oluşudur. Çünkü bir hata yaparsam beni yer.
Bazı büyükler aynı konuda şöyle demişler:
Mürid tavuk gibi olmalıdır. Çünkü tavuk sahibinin evinde barınır ve evcildir, insanlara bağımlı olarak yaşar, öyle alışmıştır. Ama hiçbir zaman insanoğlunun hilesinden de emin olmaz. Bu yüzden evcil olmasına rağmen sahibine sokulmaz. Bundan dolayı sahibi onu besler ve onunla ilgilenir. Diğer hayvanların durumuna bakınız çok değişiktir. Genel olarak hayvanlar vahşi oldukları takdirde insana yanaşmaz. Buna karşılık evcil hayvanlar ise sahiblerinden çekinmeyip ev halkı ile ünsiyet halinde olurlar. Bundan dolayı insanlar evcilleştirdiği hayvanların artık eğitim ve bakımları ile ilgilenip ona bakmazlar. Bunun yanında bazı insanlar onlarla ilgilenince ya ölür veyahut kapıdan uzaklaşırlar, oysa tavuğun durumu böyle değildir.
Ben (Seyda-i Tâğî) Gavs hz.terini daima cezbe halinde görürdüm. Onun bir an dahi olsun cezbesiz kaldığını ne gördüm ne farkettim. Ayrıca bir an dahi olsun onu gaflet halinde göremedim. Bütün bunlara rağmen o ne rabıtayı ne de bağlılık makamını terk etmiştir. Bir gece beraber gidiyorduk cezbe halinde nasıl bağlı olunduğunu sordum. Yol arkaşamız bize fener tutup yardımcı oluyordu. Gavs (k.s) dedi: senin sorun bu yolculuk halimize benziyor. Şöyle ki sûfinin elindeki fener vasıtasıyla biz yolumuzu görüp birbirimizi tanıyoruz. Burada hikmet sizden değil fenerdendir. Fener sönse biz karanlıkta kalırız. Yani mürid kendi cezbesini şeyhinden bilmelidir. Şeyhten gelen cezbe kesilirse mürid kendi nefsi ile başbaşa kalır.
Seyda-i Tâğî (k.s) bu konuda Gavs´ın (k.s) mensublarından olan Molla Muhammed Mirza´nın şu mısrasını okudu:
Fenerin yanında olurdu benim beyaz sevgilim
Ben başından ayağına kadar her şeyine dikkat ettim.
Molla Muhammed´in bu beytteki fenerden gayesi Gavs-ı Azam´dır. Beyaz sevgiliden gaye de Seyyid Tâhâ´dır (k.s). Çünkü o Seyyid Taha´yı (k.s) Gavs´ın (k.s) vasıtasıyla tanıdığını söylemiştir.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şöyle buyurdular:
-Mürid ya amelle ya da başka sıkıntılarla imtihan edilir.
Sözlerinin burasında amelle imtihan edilmenin ne olduğunu sorduk. Cevaben:
-Amelle imtihan olmak, amelden bir an boş kalmamaktır.
Ben (İbrahim Çokreşî) kendisine daha önce söylemiş olduğu "Kim kendisine musibet değmemesini isterse kalbini cezbeden boş bırakmamalıdır. Zira ALLAH kendisiyle meşgul olan kalbi musibetlerle meşgul etmeyi istemez." Sözünü hatırlatarak şimdi söylediğinin daha önceki sözüne uygunluğunu sordum.
-Evet uygundur.Gavs (k.s) aynı şeyi söylemiştir.
Abdurrahmân-i Tâğî hz.leri beni (İbrahim Çokreşî) iki kişinin arasını bulmak için görevlendirdi. Görevim gereği bu zatların aralarını buldum. Fakat bir zaman sonra davacı olan kişi benim verdiğim kanuna razı olmayarak "İbrahim karşı tarafı gözetti."demiş. Ayrıca davalı da benim kararıma itiraz etmiş.
Seyda-i Tâğî (k.s) bu durumları duyunca dedi ki: Bir sulhun ALLAH için yapıldığının alâmeti odur ki, her iki taraf da razı değildir.
Bir sulh ALLAH için yapılmazsa alâmeti odur ki, her iki taraf da razı ola. Senin arabuluculuğun ALLAH içindi. Ama senin arabuluculuğun bana zor gelmiştir. Çünkü taraflardan birisi akrabam idi. Demek ki akrabalık yüzünden senin arabuluculuğun bana ağır gelmişti. Fakat karşı tarafın da hükme, razı olmadığını öğrenince çok sevindim. Mübarekten bu haberi duyunca ben (İbrahim Çokreşî) kalkarak hürmetle ellerini öptüm.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) hz.leri sûfilere daha fazla amel yapmaları için dergahta kalmalarını tavsiye ederek şöyle buyurdu:
Ben sizlerin her gün evime gelip ikindiye kadar gözleriniz kapalı olarak sükût sohbeti (konuşmadan oturmak) yapmanızı istiyorum. Çünkü bu Gavs Hz.lerinin âdeti idi. İkindi vaktinden akşama kadar sükût etmek de Mevlâna Hâlid´in (k.s) âdetidir. Ben sizin, yanımdan (evimden) ayrıldıktan sonra evlerinize gitmenizi isterim.
Seyda´ya sorduk: Efendimiz evinize gelemezsek ne yapalım? Mübarek buyurdular ki:
Gavs hz.lerinin himmet ve tasarrufatına nail olabilmek için iki gün evime gelseniz kâfidir. O zaman biz dedik: "Şeyhimizin himmetiyle bir gün dahi gelsek yeterlidir. "Mübarek bir şey demedi. Ama yüzünün ifadesinden bu sözümüze sevindiğini anladım. Çünkü bana önceki bir sohbetlerinde şöyle demişlerdi:
"Sana vermiş olduğum emri bir defa bile olsa uygula" Yani, mürşidin emrini bir defacık bile olsa yerine getirmenin, o emirle ilgili nisbeti elde etmek bakımından defalarca yerine getirmek gibi faydalı olduğuna işaret etmişti.
Seyda-i Tâğî (k.s) bir yakını ile birlikte bulunmayı kendisine tercih eden müderrise şunları söyledi:
"Tarikat iki türlüdür. Birincisi sâdece mürşide uymaktan ibarettir. Yani, insan mürşidine biat ettiktan sonra evine çekilir, İslâm’ın prensipleri ile, komşu hak ve hukukuna riayet edip, başka bir iddiada bulunmaz. İkincisi: Tarikat dervişliğidir. Tarikatın bu türlüsünün kaidesi ise teslimiyettir. Yâni dünyevî ve uhrevî konuları kalpten çıkarmaktır. Nisbet belki ev köşelerinde belki de mezar kovuklarındadır. Gaye ve maksat nisbeti temin olmalıdır. İnsanı ALLAH yolunda ana-baba vesaire hiç bir şey alıkoymamalıdır.
Peygamber (a.s) Selman-ı Farisî hazretlerine şu sözlerle övmüştür:
"Senin arkandan öyle cemaatler gelecek ki, eğer iman Süreyya gezegenine kaçsa onu mutlaka geri getirirler". (Feyzül Kadir 5/323 No:7464)

Seyda-i Tâğî (k.s) şöyle devam etti: Tarikat zamanımızda çok belirginlik kazandı. Gerek Gavs hazretlerinin, gerek Seyyid Tâhâ hazretlerinin, gerekse diğer büyüklerin döneminde böyle değildi. Şayet onlar bugün sağ olsalardı aziz nisbeti almak isteyeceklerdi. Buna göre gayret göstermek ve amel işlemek lâzımdır. Bakınız size yeminle söylüyorum ki, bu nisbeti eğer bu eşikten alamazsanız onu başka yerde bulamazsınız. Mürid mutlak surette şöyle düşünmelidir:
Ömür üç gündür: Biri geçmiş, biri gelecek, diğeri ise içinde yaşadığımız gündür. Mürid yaşadığı günü iyi değerlendirmelidir. Geleceğinden hesaba çekilmez. Orta halli bir mürid ise ömrünü iki saat olarak bilmelidir. Bunlar; biri içinde yaşadığı saat, diğeri ise gelecek saattir. Kâmil bir mürid ise ömrünü üç an olarak düşünmelidir: Bunlar; geçmiş an, içinde yaşadığı an ve gelecek ândır. O halde sûfi çok gayretli olmalıdır.
Gavs (k.s) bir gün şöyle dedi:

"Bir mürid bir dünya büyüğünün yanına girildiği gibi namaz safına girilmeyeceğini idrak edecek kadar uyanık değilse onun kıldığı namaz kendisi tarafından işlenmiş bir günah...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 23 Aralık 2009, 18:06:23 Gönderen: armağan »
Kayıtlı

23 Aralık 2009, 17:07:41
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 23 Aralık 2009, 17:07:41 »

Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) akrabai taallukatı için yapılacak evin temelini atarken şunları söyledi:
Bu iş bir yandan hoşuma gidiyor, bir yandan ise korkuyorum. Sebebini sorarsanız nisbetini kaybedenlerin o duruma düşmelerinin sebebi dünyaya yönelmeleridir. Kitabın birinde şeyhin biri şöyle diyor:
"Bahar mevsimi hakkında bana güvence verenin diğer mevsimlerine ben kefil olurum." O şeyhin bu sözü söylemesinin sebebi şudur: Bahar mevsiminde yapılan bir günlük ibadet diğer mevsimlerde yapılan ibadetin yüz katına bedeldir. Yine bahar mevsiminin bir gününü gaflet içinde geçiren bir kimse gelecek yıla kadar hastalığına deva bulamaz.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bir sohbetlerinde şöyle buyurdular: İnsanlar dört kısımdır:
A-Ahmak, B-Ebleh, C-Âkil(akıllı), D-Mecnun.
Ahmak: Bu insanlar dünya işlerine akılları erdiği halde ahiret işlerine yarayacak akılları yoktur.
Ebleh: Böyle kişiler ahiret işlerine yarayacak akıla sahib olduğu halde dünya işlerine yarayacak akılları yoktur.
Âkil: (Akıllı) Böyle insanlar hem dünyaya hem de ahirete yarayacak akıllara sahiptirler.
Mecnun: Böyle kimselerin ne dünyaya ne de ahirete yarayacak akılları vardır.
Abdurrahmân-i Tâğî hazretleri (k.s) şöyle buyurdular:
Bizler Gavs hazretleri (k.s) sohbetinin sonunda gözlerimizi kapatıp bir süre rabıta yapardık. Ayrıca Gavs´ın halifesi Şeyh Halid sohbette söylenen sözleri tekrar ederdi. Ben (Seydai Tâğî) sizlere bakıyorum sohbet bittikten sora hemen kalkıp kendinizi gaflete düşürecek işlere dalıyorsunuz. Ama biz böyle değildik.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) buyuruyor:
Gavs (k.s) yemek yerken gaflete düşmemizden mütevellid bizlere kızar ve şöyle derdi:
"Gafletle yemek yiyen bir kişinin kalbi o yemeğin ağırlığı geçene kadar nasıl zikre geçebilir! O halde mürid yemekten önce bir rabıta kurmalı. Kalbini gafletten kurtarmalı ve daha sonra yemeğe başlamalı..."
Bazı büyükler ise bu konuda şöyle buyurdular:
Bir kişi yemeğe başlamadan önce o yiyeceği yaratanı tefekkür etmeli sonra ise yemeğe başlamalı. Bu halleri yaşayarak yemeğe başlayan bir zat o yemeğin lezzetli veya lezzetsizini birbirinden ayıramaz.
İbrahim Çokreşî (k.s) hazretleri diyor:
Abdurrahmân-i Tâğî bu sohbeti gafletle yemek yememizden dolayı azarladıktan sonra yaptı.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şöyle buyurdular: Ruh Rabbisinden başka bir şeyi sevmez. Nefis ise böyle değildir. O yalnız kendisini sever. Nefs, ruha yol gösterir durumda ise o zaman ona hüküm eder, onu kendi emri dahiline alır.
Eğer ki nefis ıslah olur, ruhun peşinde giderse ruh onu Rabbisinin yoluna dönderir. Nefsine bağlı olan kimselerin, mal ve çocuk gibi sevgileri, nefs sevgisinin birer uzantısıdır.
Nefs, Rabbisine düşmandır. Hatta ki, Cenab-ı Hakk nefse dese ki, "Sen benim sevdiğimsin hatta ki bana cebrailden daha yakınsın"dese, ayrıca mukarreb melekleri de onun hizmetine verse nefss yine tatmin olmaz. Nefs öyle zalimdir ki Cenab-ı Hakk yine dese "Ey nefs, benim dışımda bulunan her türlü yaratığı senin emrine verdim" dese nefs yine tatmin olmaz. ALLAH korusun bizzat Cenab-ı Hakk´ı tasarrufu altına almak ister. Seyda´nın bu sözlerine karşılık bir kardeşimiz şöyle bir soru sordu: Nefsin mahiyeti nedir?
Seyda cevaben buyurdular: "Nefis mânâ ve misal alemindendir. Fakat gafletle karışık bir mahiyet almıştır." Ben (İbrahim Çokreşî) dedim:
"Peki efendimiz; insan on maddeden müteşekkil yaratılmıştır. Bunların beşi alemi emirden beşi alemi mahlukattandır. Siz bu inanca ne dersiniz?" Seyda cevaben şöyle buyurdu: "Ehl-i tarikin nefsi mahlukat aleminden saymaları onun özelliğini gözetmelerindendir. Çünkü nefsin yapısında bulunan gaflet daha baskın hale gelerek onu mana alemi ile ilgili özelliğinden sıyırarak; kendisine mahlukat alemi ile ilgili bir özellik kazandırmıştır. Aslında insandaki letaiflerin sayısı altıdır. Mahlukat aleminde bulunanların sayısı ise dörttür.
Nefsin baskısından kurtulup ALLAH´a ulaşamanın çaresi şu iki unsurdadır:
a-Birincisi nefsin idare ve hegomanyasından kurtulup, şeyhin iradesine teslim olmak suretiyle nefsin belini kırmaktır.
b-ikincisi, şeyhin mutlak fâni olduğunu kabul edip, mürşidin her hareket ve sözünü, ALLAH´ın emir ve hükümleri dairesinde hareket ettiği için onu Cenab-ı Hakk´ın fiili ve sözü gibi görerek şeyhe ihlasla bağlanıp teslim olmaktır. O zaman onun için öyle bir azamet belirir ki, nefsin sureti kalmaz ve mana meydana gelir. Bunun da yolu mürşidi sevip ona edeple teslim olmaktır.
Abdurrahmân-i Tâğî Hazretleri (k.s) bir gün namaz kıldıktan sonra bana (İbrahim Çokreşî) namazdaki gafletimden dolayı kızıp şunları söylediler:
"Namazda gaflete düşmenin sebebi abdestteki gafletinden dolayıdır. Abdestteki gafletin sebebi ise taharetteki gaflettir. İnsan taharete giderken şöyle düşünmelidir. Rabbim benim her anıma vakıftır, ondan gizli bir şey yoktur. Üzerimde görünür ve görünmeyen pislikleri gidermem gerekir. Abdest alırken insan şöyle düşünmelidir. Cismimdeki bedenî ve manevî kirleri temizlemem gerekir. Namaza durmadan önce mürşidini rabıta etmelidir. Müridin yapacağı en önemli görev rabıta etmektir. Ta ki kalb rabıtasını ilerleterek kalbteki masivanın kökünü temizlemelidir. Gerisi mürşide düşer. Taharet ve abdest anlarında da rabıta yapılır. Sağlam bir niyetten sonra bu iki ibadette yapılan rabıta neticesinde namazda uyanık olunur.
Abdurrahmân-i Tâğî hazretleri şöyle buyurdular:
Şeyhlerin hizmetkârları onlarla aynı derecededirler. İbrahim Çokreşî diyor: Bu sözü bana Gavs´ın bir sûfisi söyledi. Ben bu sözü duyunca şöyle dedim: Bu şeyhlerden maksat zahid ve abid olanlardır!.." Hizmetçilerin şeyhe ortak olmaları demek, mürşidin kapısına yaptıkları hizmetten dolayı, mürşidin ibadetine veya sevabına ortak olmalarına benim aklım ermiyor.
Benim bu sözlerimi bir sûfi Seyda´ya söyledi. Seyda o zaman dedi: Benim bu sözüm Hazreti Gavs’a dayanır. Mürşidler, kendilerine hizmet edenlere sevab verdikleri gibi, cezbe de verir-ler. Sözünü ettiğimiz şeyhler mutlak manadaki şeyhlerdir.
Seyda, kendisini önceleri tamamen hizmete vakfetmiş, sonraları ise dünyaya olan muhabbeti sayesinden bu işleri yavaşlatıp bırakan birisini azarlayıp şöyle buyurdular:
Şeyhlere hizmet edenler onlarla aynı derecededirler. Çünkü şeyhliğin yarısı olan hizmet, tamamen hizmet edenlere mahsustur. Buna göre mürşidin hizmetçisi, şeyhlik ve mürşidlik mertebeleri ile bağdaşmayan işlerden kaçınmalı ve hizmeti kaçırmamalıdır
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bir sûfisine nefyü isbat´ı şöyle tarif etti:
1.Lailahe illallah: Mürid bu lafzı dilin ve gırtlağın katkısı olmadan hayalen söylemeli. Yani lafzai celal zikrinde olduğu gibi üst damağa yapıştırıp yapmalı.
2:Muhammedur Resulullah: Sûfi bu sözleri sünnete uymak niyetiyle söylemelidir.
3:Sözü bırakıp manayı hayal etmek.
4:İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî (ALLAHım! Maksadım sensin, arzum ise senin rızandır.)
Bu duruma buzgeşt(geriye dünüş) denir. Burada maksat nefsi tutmakla doğan gafleti gidermektir. "illâ" kelimesi ile ALLAH´tan başka herşey nefy olduğundan ve ALLAH´ın varlığı isbat edildiğinden bu zikre nefyü isbat adı verilmiştir. Nefyü isbatın şartları: Bu şartlar temelde dört tanedir.
a-Vücudu fazla sıkmadan ve kendini zorlamadan nefesi göbek altında tutmaktır. Yani gırtlak ve göbek arasındaki nefes boşaltılınca nefes göbek altında tutulabilir. Bunun faydası daha önce tafsilatlı bir şekilde anlatıldığı gibi zulmeti göbek altından çıkarmaktır. Ayrıca vücûdu hiç kımıldatmamak gerekir.
b-Arapçadaki lam elif harfini göbeğin altından alna kadar nefes yolu boyunca deri ile et arasında yazmayı hayal etmektir. Yani bu harfin yazılışı ne bazı şeyhlerin öğrettikleri gibi deri üzerinde hayal edilecek ve ne de yine bazıları tarafından yanlış olarak öğretildiği gibi etin içinde hayal edilecektir. Bu hattın dosdoğru çekildiği ve çene altında kıvrılarak başa kadar uzadığı farzedilmelidir.
Mürid arap harfleri ile yazılacak olan "ilahe" yazısının alnından başlayarak dosdoğru şekilde gittikten sonra ensenin bitiminden kıvırım çizerek sağ omuz başında son bulduğunu hayal etmelidir. Mürid arapça "illâ" yazısının omuz başından başlayarak kalbe kadar devam ettiğini ve "ALLAH" lafzı ile "Muhammedür resulullah" ibarelerini kalbe "la" harfi meydana getirecek şekilde düşünmelidir, "illâ" yazısını hayal etmenin faydası nefsin amaç ve isteklerini reddetmek, yâni büyük cihad görevini yerine getirmektir.
c-Göğüs üzerinde ters olarak arapça la harfinin yazıldığını zihinde canlandırmaktır. Bunun faydası bâtınî masivânın kalbe girmesine karşı koymaktır. Çünkü, göğüs üzerinde arapça la harfinin yazılı olduğunu farzedelim. Bu durumda masivâdan olan herhangi bir şey gelir de lisanı hâl ile "ben senin gayenim" der ise mürid ona ters yazılmış arapça la harfi ile karşılık verir. Yâni "gayem sen değilsin" demiş olur.
d-Zikirleri sayarken nefesi üç, beş, yedi gibi tek sayılarda salıvermek. Zikirleri saymanın faydası uyanıklığı sağlamak ve tek sayılardayken nefesi salıvermenin de faydası şu hadisin şerefine ermektir:
"ALLAH tekdir, tek olanı sev...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 23 Aralık 2009, 18:06:46 Gönderen: armağan »
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes