TEVECCÜH , HATME VE SOHBET
Abdurrahman-ı Tâğî (k.s) hz.leri şöyle buyurdular:-Teveccüh sırasında müridlerin aksi teverrük ile düzgün bir şekilde oturmalarını tâlim ediniz. Sadat-ı Kiram, hatmelerde okuyanların az olmalarını makbul tutmuşlardır. Hatme halkasında dinleyicilerin çok, okuyanlarm az olması iyidir. Zira onlar daha uzun süre rabıta halinde kalarak daha çok fayda ve feyz elde ederler
Abdurrahman-ı Tâğî (k.s) hazretleri buyurdular ki:-Sohbetin aslı sükuttur.Ve bana dönerek
-İnsan sükut ederse muhabbet nasıl zahir olur? sözünü açıklamamı istediler. Ben de kendilerine “Üstadımız daha iyi bilir” diye cevap verince, bana “ALLAH ve Resulü daha iyi bilir” diye cevap verdikten sonra şöyle buyurdular:
-Bilesin ki muhabbet ruhun sıfatıdır. Lakin onun engelleri nefsin arzulandır. Buna göre kalbini bir noktaya teksif ettirince orada muhabbet meydana gelir.
Bu açıklamadan anlaşıldığına göre; muhabbetin kalbinde zuhur etmesini isteyen bir kimsenin kalbini bir noktaya teksif etmesi ve nefsinin arzularına engel olması gerekir. Mürid sohbete iştirak etmesine rağmen kalbinde muhabbet zuhur etmiyorsa, bunun sorumlusu şeyh değil müriddir. Zira kalbini toplamak ve nefsini şehvetlerden men etmek müridin vazifesidir.
Abdurrahman-ı Tâğî (k.s) hz.leri buyurdular ki:-Müridlere sohbette bulunmanın âdabını öğretiniz. Sohbette bulunmanın âdabı, müridin kendi kalbini mürşidinin kalbine karşı tutmaktan gafil olmamasıdır. Ancak böyle olursa sohbetten istifade edebilir. Çünkü tecelli-i ilahi, sohbet esnasında iner ve sûfiler arasına dağılır. Gafil olmayan kimsenin kalbine girer. Gafil olan kimseden ayrılarak uyanık olana gider.
Tecelli duman veya buhar gibidir. Onu ihlas, teslimiyet ve muhabbet sahibi kimseler fark edebilir.
Müridlere teveccühte bulunma âdabını da öğretiniz. Teveccüh esnasında mürid şeyhini Hz. İsa gibi tefekkür etmelidir. Hz. İsa´ya hastalar müracat etmekte, o da onları tesirli ilaçlarla tedavi etmektedir. Kendisi de manen hastadır. Başka çaresi de yoktur. Tedavi meclisinde bulunuyor. Umulur ki tesirli ilaçların kokusu burnuna gelir ve bir nefes alır da tedavi olur.
Bir başka sefer teveccühte bulunmanın âdabını Abdurrah-mân-i Tâğî (k.s) hz.lerine sorulduğunda Gavs (k.s) hz.lerinin halifesi Şeyh Halid-i Öleki (k.s) den naklen yukarıdaki şekilde tarif etti.
Ayrıca müridlere hatmenin adabını öğretiniz. Mürid olanlara hatmenin tarifini yüksek sesle anlatmanın bir zararı yoktur. Tarikatın temel rükunları olan muhabbet, ihlas, teslimiyet ve şeriata mütebeattan sonra, edeb ve üstada karşı saygı değerinde hiç bir şey yoktur.
Yeni tarikata girenlere muhakkak tevbe niyeti ile gusül yapmasını öğretiniz. Zira gusül yapmayan tarikata girmiş sayılmaz.
Abdurrahmân-ı Tâğî (k.s) hz.leri buyurdular ki:-Tedbirli mürid, şeyhinin sohbetinde nefsinin kusurlarını, ayıplarını örterek buna karşılık kemal sıfatlarını açığa vurarak oturur.
Üstad hz.lerinin son sözü:
-Mürid devamlı üstada hoş görünmeye çalışır oldu.
Anladığıma göre, kemal sıfatlardan maksat, müridin yüzünde parlayan nurlardır. Bu nurlar istiğfar ve tevbe nurlarıdır. Zira başka bir sohbetlerinde buyurdular ki:
Ben falan kadının halinde işlediği büyük günahların zulmetinin izini görmüyorum. Zira tevbe niyeti ile sohbete geldiğinde zülmetini kapatacak nur onda zahir oluyor.
Abdurrahman-ı Tâğî (k.s) hz.leri buyurdular:-Gerek sözlü sohbette gerekse sükut sohbetinde, müridin kalb-i vukufî ile şeyhinden gelecek feyzi beklemesi gerekir.
Sözlerine devam ederek sözlü sohbetle, sükût sohbeti arasındaki farkı da belirttiler:
-Sözlü sohbette hem kulak hem de kalb pay alır. Buna göre hem dikkatle dinlemeli hem de kalbini vukufa almalıdır. Oysa sükût sohbeti böyle değildir. Kalbî vukufun faidesi; zahiri duyu organlarından göz ve burunla fayda ve nisbetin gelmesini hissetmesidir.
Vukûf, mutlak ve mukayyet olmak üzere iki kısımdır. Kayıtlı vukuf (önce) anlatılan vukuftur. Mutlak vukuftur. Mutlak vukuf Nakşibendiler arasında önceleri yaygındı. Daha sonra rabıta bariz olunca bu türlü vukuf terkedildi.
Nitekim Alaaddin-i Attar (k.s) hz.leri müridlerine mutlak vukufu talim ederlerdi. Üstad hz.leri sözlerini şöyle bitirdiler.
- Tarikatta aşağı doğru inildikçe, safiyet artar ve istifadeye yakınlık fazlalaşır.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) hz.leri buyurdular ki:Bu gibi sohbetlerde kalbî vukuf kolaydır. Zor olan şey, zahiren sohbete yabancı düşen kelâm söyleyince kalbî vukufu sağlayabilmektir. Mürid şeyhinde mutlak fânî ise söylenilen sözdeki ibret ve işareti anlar. Zira Şeyhini mutlak fânî bilmelidir. Mürid şeyhinin her söz ve fiilinde, bir ibret olduğuna inanmalıdır, değilse ihlası zayıftır. Üstadın sözleri işaretlerden uzak ise o mutlak fânî değildir. Zira ALLAH´ın kelimeleri işaretten uzak değildir. Müridin işaretten arınması müstehaptır. Onun içindir ki, mürid şeyhinin her sözünü araştırıp ne demek istediğini anlamalıdır. Eğer mürid şeyhinin sözlerini anlamıyorsa bunu bir teşbih, bir benzetme olarak kabul eder. Kur’an-ı Kerim´de inanılması gereken müteşâbih ayetler olduğu gibi üstadın sözlerinde de ihlası gerektiren müteşâbih sözler vardır. Bu sözlerin açıklanmasını istemez. Çünkü istemek edebe aykırıdır. Caiz değildir. Zira şeyhinden manasını açıklamasını istediği hususlar öğrenip amel etmezse zarar eder. Çünkü kapalı sözler açıklanınca emir haline gelir. Yalnız şu var ki, mürid sözleri şeyhine açıklatmadan kendisi idrâk ederse o sözlerle amel etmesi şart olmaz, yaparsa iyi olur.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) hz.leri buyurdular ki:-Bu tarikat ehlinin içine ihlas ve muhabbeti bulunan bir kimse gelir, âdabına uygun olarak hatmeye oturursa, halkadan çıkarılmaması iyi olur. Fakat Mevlâna Halid, Seyyid Tâhâ ve Seyyid Sıbğatullahi´l- Arvasî (k.s) gibi büyüklerimiz bu tarikatta olmayanların hatmeye katılmasını kesinlikle yasaklamıştır. Ben böyle kimseleri men etmeme görüşündeyim. Fakat üstadımız bu konuda kesin bir hüküm belirtmedi.
"Tarikatın âdabını yazılı hale getirmek ve zabtetmek iyi olur. Gusül abdesti almamış, yani tarikata girmek için şart ve talim edilen, adabları yapmamış tevbe niyetiyle gusül yapmamış olanlar kesinlikle teveccühe giremezler."
"Mürid başka şeyhin teveccühünden istifade edemez. Çünkü kalbini kendi şeyhinden başkasına nasıl yöneltebilir. Yöneltemeyeceği için ondan istifade edemez."
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bir sohbetlerinde şu adabları söylediler:1-Teveccüh yapılırken şeyh içeri girdikten sonra kimse konuşmaz. Şeyh dahi zaruret miktarı konuşabilir. Gavs-ı Azam´m teveccühlerinde müridler şöyle rabıta kurarlardı:
Güneş ışıkları gibi ışıklar şeyhinden çıkıp, müridi istilâ eder ve sol memenin altında bulunan kalbe girer.
Bu kalbde hayvanî hisler vardır (Hayvânî kalb). Ayrıca bir kalb daha vardır ki; bu vücudun her tarafını kaplayan bir nurdur. Bunun başı, et parçasından ibaret olan kalbin içerisindedir. Bu nur ancak mürşid-i kâmilin himmet ve vasıtasıyla idrak edilebilir.
2-Virdlerden önce; üç, yirmibir veya yirmi beş defa istiğfar etmek, ayrıca fatiha okumak tarikatımızın âdâbındandır. Fatiha ve istiğfarın faydası şudur: Büyüklere yalvararak medet isteyerek,varlığını (kendi benliğini) terk etmelidir.
3-Vird esnasında rabıta yapılır.
4-Virdleri yaparken, istirahat etmek maksadıyla veyahutta başka bir gaye için ara verdikten sonra virde başlamadan önce tekrar, istiğfar tevbe edilir. Mürid, virdlerini bitirdikten sonra da istiğfar tevbe eder.
5-Farz namazlardan sonra, tevbe ve istiğfar etmek tarikatımızın âdâbındandır.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) Hazretleri bir gün şöyle sohbet buyurdular:-Mutlak fânî şeyh odur ki; kendi iradesinden sıyrılarak Cenab-ı Hakk´ın iradesine girmiştir. Yani yalnız Cenab-ı Hakk´ın buyurduğunu söyler ve gaye edinir.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) Hazretleri birgün atından düşüp bayıldılar, sonra şu sohbeti yaptılar:-Mutlak fânî şeyh, ne kadar zor durumda olursa olsun, yaşadığı her anın hakkını vermelidir. Çünkü, bu hâl onların sıfatlarıdır. Acaba ben attan düştüğüm anın hakkını verdim mi? O anı hatırlayamıyorum. O anın hakkı şudur: Hamd, şükür, istiğfar...
Büyük mürşidler kendi tarikatlarına sahip çıkarlar. Bununla beraber yüce eşiklerinin boş kalmasını sevmezler. Onların bir kısmının himmetleri kendi eşikleri bir kısmınki de yüce tarikatın varisleri üzerindedir.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s), üstadı Gavs´ın (k.s) kendisine, münkirler ile ilgili şu hâtırasını anlattığını söyledi: "Bir gece Zaho kadısının evinde misafir kaldım. Kadı münkir idi. Başka bir günde bir kilisede yattım. İnanın bu kadı´nın evinde ettiğim zarar, kiliseden daha fazlaydı.
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın