๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İman ve Hayat => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 28 Ocak 2011, 15:33:31



Konu Başlığı: Mü'min varlığının sırrına ermiştir
Gönderen: Hadice üzerinde 28 Ocak 2011, 15:33:31
MÜ’MİN VARLIĞININ SIRRINA ERMİŞTİR:

Her insanın içinin derinliklerine gizli sırlar ve ısrarla cevap bekleyen sorular vardır: Alem nedir? insan nedir? Alem ve insan nereden gelmişlerdir? Bunları kim yapmıştır? Kim idare ediyor? Gayeleri nedir? Nasıl başlamışlar? Nasıl sona erecekler? Hayat nedir? Ölüm nedir? Bu hayattan sonra bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Bu hayattan sonra bir şey var mı? Ve edebiyetle ilişkimiz nedir?

Bu sorular, yaratıldığı günden beri insanı zorlamakta ve hayat defteri dürülünceye kadar da zorlamaya devam edecektir. Dinden başka bir yerde cevabı bulunmaz ve bulunmayacaktır da.

Büyük varlığın düğümünü çözecek olan yalnız dindir. Bu sorulara, hilkatı razı edecek, yüreğe su serpecek şekilde cevap verecek tek merci odur.

İslam da -özellekle- bu sorulara yeterli cevap veren en hayırlı dindir. Onun verdiği cevap, parlak insan fıtratını ve akl-ı selimi memnun eder. Hatta onun verdiği cevap bu ikiden kaynaklanır. Kur’an-ı Kerim, dinin tıpatıp bu asil fıtrat olduğunu ilan etmiştir:

“O halde gerçek müslüman olarak kendini dine doğrult, Allah’ın dinine ki, insanları onun üzerine yaratmıştır” (Rum: 30/30)

Eğer insan fıtratı, dışardan bir etki edilmeden kendi haline bırakılsa gider İslamiyete dayanır. Bu konuda Resulullah (s.a.v.) den şöyle sahih bir hadis rivayet edilmiştir: Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Sonra anası babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veyahut Mecusi yaparlar”.

Fıtrat ve akıl şöyle diyor: İnsanlar kendilerinden var olmamışlardır, kendi kendilerini de yaratmamşılardır. Yerde veya gökte bir zerre bile yaratmamışlardır. Kur’ı Kerim diyor ki:

“Yoksa,kendileri halıksız yaratıldılar? Yoksa onlar (kendi nefislerini) yaratıcılar mıdır? Yoksa, gökleri ve yeri mi yarattılar?”.(Tur: 52/25-26)

Fıtrat ve akıl şöyle der: Öyle ise bu acaip insanı ve bu kainatı bir yaratan olmalıdır. Ve bu yaratının da geniş ilmi, yüce hikmeti, geçerli iradesi ve byük kudreti olmalıdır. Kur’an-ı Kerim diyor ki: “İşte bu Allah Rabbinizdir. O’ndan başka hiç bir ilah yoktur. O halde (Allah’a ibadet etmekten dönüpputlara) nasıl çevriliyorsunuz? Allah’ın ayetlerini inkar etmiş olanlar işte böyle (haktan) çevriliyolarlar. Allah O’dur ki, sizin için yeryüzünü bir oturma yeri, göğü de kubbeli bir çatı yaptı. Size şekil verdi; sonra da şekillerinizi güzelleştirdi. Pak ve hoş şeylerden size rızık verdi. İşte bu Allah’dır Rabbiniz, Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!”29.

(29) Gafir: 63-64.

Fıtrat ve akıl şöyle diyor. Bu hikmet sahibi yaratanın, kainata verdiği düzende ve insanı yaratmasında muhakkak bir gaye ve hikmet vardır. Bunca şeyleri boşuna yaratmış olması Allah’ın yüce hikmetine yaraşmaz;


“Biz göklerle yeri ve aralarındakileri, eğlence ve boşuna iş yapanlar olarak yaratmadık. Ancak bunları hak için yaratık. Fakat onların çoğu bilmezler”. (Duhan: 44/38-39)


Göklerin ve yerin, uğruna yaratıldığı bu hakkı aklı görmekte, fıtrat hissetmektedirki, insanın varlık alemine getirdiği bir mesajı vardır ve bu mihnetli ve fani hayattan sonra da başka bir hayat vardır. Gaye o hayattır, son durak o hayattır. Orada iyi iyiliğinin, kötü kötülüğünün karşılığını görecektir; ta ki kirli ile temiz , kötü ile iyi bir olmasın. Ve hikmet de bunu gerektirir. Kur’an-ı Kerim diyor ki:

“Biz, o gök ile yeri ve aralarındakileri boşuna yaratmadık. O, kafirlerin zannıdır. Bu yüzden kafirlere ateşten şiddetli bir azap vardır. Yoksa biz, iman edip de sahih ameller işleyenleri, o yer yüzündeki müfsitler gibi yapar mıyız? Yahut Allah’dan korkan takva sahiplerini kafirler gibi yapar mıyız?”. (Sad: 38/27-28)

“Sizi boş yere yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?”. (Mü’minun: 23/115)

Fıtrat ve akıl hisseder ki, ulu Yaratanın -mahlukatı yoktan var etmesi ve onlara sayılamayacak kadar nimet vermesi hasebiyle- yaratıkları üzerinde şu hakları vardır: O’nu tanımaları, ona şükredip nimetini bilmeleri, itaat edip emrinden çıkmamaları ve yalnız ona ibadet edip şirk koşmamaları. Kur’an-ı Kerim, bu konuda bütün insanlara şöyle sesleniyor:

“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva sahabi olasınız. O öyle bir Allah’tır ki, yeryüzünü size bir döşek, semayı bir bina yaptı ve sizin için, gökten su indirdi de onunla türlü mahsullerden bir rızık çıkardı. Artık siz de Allah’ın eş ve benzeri olmadığını bildiğiniz halde, Allah’a eşler koşmayınız”. (Bakara: 2/1-22)


Kur’an-ı Kerim; genellikle yerin ve göğün, özellikle cin ve insanın yaratılış gayesini açıklamaktadır:

“O Allah’tır ki, yedi (kat) gök yaratmış, Arz’dan da onların mislini... Allah’ın emri ve kazası, bütün bunların arasında inip duruyor; bilesiniz ki, Allah her şeyi ilmi ilmi ile kuşatmıştır”. (Talak: 65/12)

“Ben insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum; bana yemek yedirmelerini de istemiyorum”. (Zariyat: 51/56-57)


Bu cevapların sayesinde mü’min varlığının sırrını ve kainatın varlığının sırrını anlar. Mü’min Allah’ı bilmekle her şeyi bilir, her bilmeceyi çözer, bütün hayra giden yolları bulur. Alem Allah’ın ülkesidir. Bu ülkedeki her şey Allah’ın rahmetinin eseridir. Allah’a kulluk etmek ve emanetini taşımak için yaratılmıştır. Hayat Allah’ın bir lütfudur. Ölüm Allah’ın bir takdiridir. Dünya Allah’a itaat etmek için bir tarladır. Ahiret hasat (ekin biçme) yeridir. Mutlu Allah’ın gösterdiği yoldan giden, bedbaht Allah’dan yüz çevirendir.

İnsan; kendisini cilalamak ve ebediyet alemine hazırlamak için bu fani dünyada sorumludur. Ölüm bu iki alemi birbirine bağlayan bir köprüdür.

Filozofların, fikri açlıklarını doyuracak bir meyve elde edemeden, üzerinde hayatlarını çürüttükleri şeyi, mü’min gayet rahat elde etmiştir. Mü’min: Nereden geldiğini, niçin geldiğini, nereye gideceğini, niçin yaşadığını ve ileride kendini nelerin beklediğini biliyor. Bunu da şaşmayan, unutmayan kaynaktan, vahy kaynağından biliyor. Her kim varlığının Allah’dan olduğunu bilirse doğru yolu bulmuş demektir.

Dinsiz şüpheci filozofun biri ölüm anında ve ölüm korkusu içinde bir şiir okumuştur:

“Yemin ederim, hemen gitmek üzere olduğum halde, nereye gideceğimi bilmiyorum. Ruhumun, şu boş kafesten ve çürümüş cesetten çıktıktan sonra nereye gideceğini bilmiyorum?”

İyi bir kimse bunu duyduğu zaman şöyle demiştir:

O bilmiyorsa bize ne! Eğer o nereye gideceğini bilmiyorsa, biz onun ve bizim nereye gideceğinizi biliyoruz. Allah Teala buyuruyor ki:

“İyiler nimetlerin içindedir; kötüler de cehennemedir”. (İnfitar: 82/13-14)

Din, fıtratı tamamlayacak ve aklın elinden tutacak şeyler getirmiş; fıtrata aykırı akla ters bir şey getirmemiştir.

Fıtratın belli belirsiz hissettiğini din adamı akıllı açıklamıştır. Aklın özet halinde ve şüphe içinde keşfettiği şeyi, din geniş geniş açıklamış ve şüphesini def etmiştir.

Fıtrat, ne sırf fikirdir, ne de sırf şuurdur; bu ikinin karışımıdır. Din, fıtrata hitap ederken hem fikir ve şuura, hem de akıl ve kalbe birlikte hitap etmiştir. Aklın, bu varlığın sırrını ve bilmeceseni çözebileceğini sananlar, aklın sınırının ve ihtisasının dışına çıkarmış olurlar, insan fıtratında önemli bir unsuru, yani şuur ve kalp unsurunu bir yana atmış olurlar. Aynı zamanda en çok yararlanacakları vahy kapısını da yüzlerine kapatmış olurlar.

Akıl; ne kadar zeki de olsa, deney ve kıyas yapacak güce sahip de olsa, zman ve mekanla kalıtım ve çevre ile sınırlıdır. Hiç bir zaman, hatalarını düzeltecek, saptığı zaman doğru yolu gösterecek bir dayanak ve yarımcıya ihtiyacı olmadğını iddia edemez. Bu dayanak ve yardımcı da dinin esası olan vahydır.


Vahy; insanı boş yere araştırma zahmetinden ve sonu nerede biteceği bilinmeyen karanlık, dolambaçlı yollarda dolaşma külfetinden kurtarmıştır.
Varlığın başlangıcı ve sonu, sebebi ve sırrı konusunda bilmesi uygun ve mümkün olan şeyleri insana sunmuştur. Ve bu sunduğu bilgilerin içinde münazaracıların, filozofların, kelamcıların karmaşık görüşleri de yoktur.

Vahy rehberi olmadan insan tek başına yola çıksa idi, acaba kendi varlığını, etrafındaki koca alemin varlığını ve bu koca alemi yaratanın varlığını idrak edebilecek miydi?

İnsan o zaman kendini, yolunu izini bilmediği çöle vururdu. Orada seraptan başka bir şey göremezdi. Karanlıklar dünyasında yüzer, kara yüzü görmezdi, kararı kalmazdı. Netekim aynı durumu Cenab-ı Allah, kendi kitabında bize şöyle anlatıyor:

 “Yahut derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. O denizi bir dalga bürüyor; üstünden bir dalga daha. Gökte de yıldızı kaplayan bulut var. Bunlar birbiri üstüne yığılmış karanlıklardır ki, kendi elini çıkarsa, onu göremiyecek kadar. Allah kime nur vermezse onun nuru yoktur”. (Nur: 24/42)

Evet, eski ve yeni birçok mütefekkir, Allah’ı ve vahyi dikkate almadan, sırf felsefe yolu ile varlığın sırrını çözmek ve huzura kavuşmak için uğraştılar; ama iflas ettiler, aciz kaldılar.

İmam Fahreddin Razi, eskilerin ve yenilerin fikirlerini öğrendikten ve asrının felsefi ve teolojik (kelami) bilgi çevrelerini dolaştıktan sonra diyor ki: “Kelam kitapları ve felsefe ekolleri üzerinde iyice düşündüm. Bunların yanık yüreklerisuya kandırmadığını ve hastalara şifa vermediğini gördüm. Ve en yakın yolunda Kur’an olduğunu anladım. Her kim benim gibi tecrübe ederse, benim vardığım sonuca varır”.30

(30) “Zekvklerin Çeşitleri kitabı.   

Birisi sar’alı felsefecilerin halini şöyle dile getiriyor:

“Felsefe okullarını dolaştım, her tarafa göz attım. Elini çenesine dayamış kara kara düşünenlerden ve pişmanlıklarından dolayı dişlerini çatırdatanlardan başkasını göremdim”.

Bunlaran birisi ahir ömründe, ihtiyar karıların imanı gibi bir imana sahip olmayı istemişti. Hatta ihtiyor karıların imanı filozoflarda bile yoktur.

İşte böylece, felsefe, insana mutluluğun baş unsuru olan kalp huzurunu verememiş; iflas etmiştir. Ve geceleri şüphe, gündüzleri şaşkınlık içinde geçiren insanın mutluluğu imkansızdır.

İnsafı olan herkes bilir ki, en doğru yol; huzura ve başarıya götüren en yakın yol, sapmayan ilahi vahy yoludur. O, şüphe hastalığının koruyucu aşısıdır.

“Sana vahyedilene sarıl; çünkü sen doğru yoldasın”. (Zuhruf: 43/43)

“Allah’a tevakkül et; çünkü sen apaçık hak üzresin”. (Neml: 21/89)

Açık hak da işaretleri beli, yolu düzgün olandır. İnsana “açık hak” ve “doğru yol” şuurunu da Allah’ın vahyinden ve hidayetinden başka bir şey kazandıramaz.

Allah’ın hidayetinden mahrum olanlar şuna benzer: “O kimse ki, arzda şaşkın şaşkın dolaşırken kendini şeytanlar yoldan çıkarıp uçurama çekmekte, beride ise,arkadaşları: “Var bize gel” diye onu doğru yol açağırıyorlar. De ki:

“Doğru yol Allah’ın yoludur”. (En’am: 6/71)


Büyük varlık meselesinde insanı kesin kanaate (yakin’e) götürecek tekyol vahydir (dindir). Vahysiz yakin olmaz; yakınsiz huzur olmaz; huzursuz saadet olmaz.

Mü’min vahyle ilmelyakin derecesine nali olur. Bazen ruhu bu dereceyi de aşar; aynelyakin ve hakkalyakin derecesine varır.

Bu konuda, geçmişlerden biri şöyle demiştir: Eğer gözümün önündeki perde kalksa yakinüm artmaz”. Çünkü bu zat, vahyin getirdiklerine öyle bir iman etmiştir ki, gerçekleri, baş gözü ile görür gibi kalp gözü ile görmüştür. Bulutsuz, sissiz bir günde kuşluk güneşinde görür gibi görmüştür.

Ermişlerden biri: “Cennet ile cehennemi gerçekten görrdüm” demiş. Bu nasıl olur, siz henüz dünyadasınız, diyenlere: Resulullah (s.a.v.) onları gördü, ben de onun gözü ile gördüm. Onları Resulullah’ın gözü ile görmem, kendi gözüm ile görmekten daha üstündür. Çünkü bunları görürkenbenim gözüm kayabilir, ama Resulullah’ın gözü asla! cevabını vermiştir.

 


Konu Başlığı: Ynt: Mü'min varlığının sırrına ermiştir
Gönderen: Ceren üzerinde 04 Haziran 2018, 03:49:37
Esselamu aleykum. Rabbimin emrinde onun rizasinda helal dairede imanin isigin da yasayan ve kurtuluşa erişen kullardan olalim inşallah. ..


Konu Başlığı: Ynt: Mü'min varlığının sırrına ermiştir
Gönderen: Mehmed. üzerinde 04 Haziran 2018, 15:30:55
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri has kullarından eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Mü'min varlığının sırrına ermiştir
Gönderen: Sevgi. üzerinde 28 Haziran 2018, 04:11:54
Aleyküm Selâm.  Herdaim Rabbimiz'in Rızasına uygun yaşıyanlardan olalım inşaAllah