๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İman ve Hayat => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 28 Ocak 2011, 15:36:52



Konu Başlığı: Mü'min fıtratın sesini duyar
Gönderen: Hadice üzerinde 28 Ocak 2011, 15:36:52
MÜ’MİN, FITRATIN (HİLKATİN) SESİNE UYAR:

 
Mü’minin huzurlu olmasının ilk nedeni yaratılışına uymasıdır. Bu, öyle bir fıtrattır ki, Kadir-i Mutlak ALLAH’ın fıtratı ile barış uyum halindedir (yani mü’minin fıtratı bozulmamıştır). Mü’min, fıtratı ile barış ve uyum içinde yaşar; savaş ve sürtüşme içinde değil.

İnsanın fıtratı öyle bir boşluktur ki, bunu ne ilim, ne kültür ve ne de felsefe doldurur. Ancak onu Aziz ve Celil olan ALLAH’a iman doldurur.

İnsan fıtratı; ALLAH’ı bulup iman edinceye ve ona yönelinceye kadar gerginlik, açlık ve susuzluk hisseder
.

İşte o zaman (ALLAH’ı bulduğu zaman) yorgunluğu ve susuzluğu gider, korkudan emin olur. İşte o zaman şaşkınlıktan kurtulup doğru yolu bulur, işke o zaman istikrara kavuşur, telaşı sona erer. Uzun ayrılıktan sonra evine ve ailesine kavuşur.

“Yolculuk asasını attı ve evine oturdu Seferden dönmüş misafir gibi gözü aydın oldu”.

Rabbini bulamayan insan -ki Rabbi ona şahdamarından daha yakındır- ne kadar mutsuzdur, ne kadar şanssızdır ve ne kadar ümitsizdir.

Artık o, mutluluğu bir daha bulamaz, huzuru bir daha bulamaz, kendini bir daha bulamaz. “O kimseler gibi olmayın ki, ALLAH’ı unutmuşlar; ALLAH da onları kendilerine unutturmuştur”. (Haşr: 59/19)

Kendinibulamadan yaşayan bir insan düşünün, O kendince ve halkın gözünde akıllı bir beşerdir; işitir, görür. Belki de üniversiteli kültürlünün biridir. Dahası var, belki de ilim ve edebiyat dallarında doktora da yapmıştır!

Nefsini bilmeyen nefsini nasıl bulur? Gurur ve kibir perdesine bürünen nefsini nasıl bilir? fiehvetin ardına üşmekle, havasına uymakla, hissini nasıl bilir? fiehvetin ardına düşmekle, havasına uymakla, hissi zevklere ve cesedin ve çamurun isteklerine dalmakla nefsinden haberi olmayan nefsini nasıl tanır?

İnsan acaip bir mahluktur. Onda hem toprak, hem ruh vardır. Toprak tarafını tanıyıp da ruh tarafını unutan, insanın hakikatını bilmez.

Her kim toprak tarafına maddi gıdasını ve suyunu verir de, ruh tarafına iman ve marifetullah gıdasını vermezse, insan fıtratının hakkını kısmış, değerini bilmemiş ve onu, hayatta ve ayakta tutan şeyden mahrum etmiş olur.

Merhum İbn-i Kayyim diyor ki
:28

(28) Medarica’s-Salikin.  

“Kalpte dağınıklık vardır; onu ALLAH’a yönelmekten başka bir şey toplayamaz.

Kalpte ürkeklik vardır; onu ALLAH’a ünsiyet etmekten başka bir şey gideremez.

Kalpte hüzün vardır; onu ALLAH’ı tanımak ve ALLAH’a doğru muamele etmekle neşelenmekten başka bir şey götüremez.

Kalpte ızdırap vardır; onu ALLAH’da birleşmek ve ALLAH’a koşmaktan başka bir şey dindiremez.


Kalpte hasret ateşi vardır; onu ALLAH’ın emrine, nehyine ve kaderine rıza göstermekten, ALLAH’a kavuşana dek sabra sarılmaktan başka bir şey söndüremez.

Kalpte ihtiyaç vardır; onu ALLAH sevgisinden, tövbeden, zikirden, sadakat ve ihlastan başka bir şey kapatamaz. Bütün dünyayı verseler ebediyen o ihtiyacı göremez”.

Bu, sırf bir alim sözü değildir; aksine tatmış, tecrübeli bir insanın sözüdür. Kendi nefsinde hisettiklerni ve etrafındaki insanlarda gördüklerini söylemiştir.

Bu şerefli insan fıtratı; ALLAH yoluna gitmeden, o’na iltica ve iman etmeden huzur bulamaz.

Fıtratı cahiliyet devri müşrikleri bile inkar edememişlerdir:

“Onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? Güneşi ve ayı kim zelil kıldı? diye sorarsan elbette “ALLAH” derler”(Ankebut: 29/61. Ve bu mana çeşitli surelerde tekerrür etmiştir.)

Bazan bu fıtratın üzerini şüphe pası kaplar, şüphe tozu bürür. Bazen de fıtrat; zanna kapılmak ve havaya uymakla, ataları cahilce taklit etmekle, büyüklere körü körüne itaat etmekle haktan sapar ve kirlenir. Bazan de insan gurur ve kendini beğenme hastalığına kapılır; kendini birşey sanar ve ALLAH’a baş kaldırır!

Ancak şu var ki, bu köklü fıtrat solar; ölmez, gizlenir; yok olmaz. Hayatta insanın başına güç yetmez, takat getirilmez bir felaket geldi mi, bu saptırıcı kabul derhal erir, o derinlerde saklı olan fıtrat meydana çıkar. O boğuk ses, açılarak dua ve niyaz ile ALLAH’a yalvarmağa başlar.

”Denizde boğulma korkusunun şiddeti, size geldiği zaman, ALLAH’dan başka taptığınız bütün putlar hatırınızdan çıkar; yalnız ona dua edersiniz”. (İsra: 17/67)

İnsanda böyle bir fıtratın varlığı bir gerçektir. Milletelerin, dinlerin ve medeniyetlerin tarihini araştıranlar bu konuda ittifak halindeler. Araştırmacılar ta eski çağlardan beri insanların bir tanrıya ibadet ve iman ettiklerini görmüşlerdir. Hatta büyük bir tarihçi şöyle demiştir: “Tarihte saraysız, fabrikasız, kalesiz şehirler bulunmuş; fakat mabetsiz şehirler bulunmamşıtır”.

Uzun tarih boyunca beşeriyetin yakalandığı büyük sapıklık; ALLAH’ın varlığını ve O’na ibadeti inkar etmek suretiyle olmamıştır. Bu sapıklık; yerde veya gökte ALLAH’dan başka varlıklara ibadet etmek veya şirk koşmak suretiyle olmuştur.

Bunun içindir ki, bütün peygamberlerin baş görevi mahluka ibadeti Halka ibadete çevirmek olmuştur. Peygamberlerin ümmetlerine ilk çağrıları şu idi:

“ALLAH’a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının”. (Nahl: 16/36)

“ALLAH’a ibadet ediniz, ondan başka ilahınız yoktur”. (Araf: 7/59-65-73-85)

Bu itibarla, ALLAH’ın ebedi kitabı Kur’an-ı Kerim, birinci derecede, ALLAH’a varlığı ile değil de, ALLAH’ın birliği, yalnız ona ibadet edilmesi ve yalnız ondan yardım istenmesi konusu ile edilmiştir. Her çağda önemsiz birkaç muarızdan başka bu konuda münakaşa eden yoktur.

Dinde şüphesi ile ve şüphe yaratmakla ünlü bir Allahsızın şaşılacak bir yazasını okudum. Orada okuyucularından, dine, imana, aykırı bir yazısını görürlerse inanmamalarını istiyor, diyor ki:

“Nefsimden ve aklımdan dinde şüphe etmelerini istesem başaramazlar. Eğer bunlar benden istese ben başaramam. Eğer dille imansız olduğumu söylersem sözümü ben tastik etmem. Çünkü bilincim sözümden daha kuvvetlidir. Bir insan “ben kendimi sevmem, hayatı sevmem” derse nasıl olur? buna inanır mısınız? Yahutta o kendini tastik eder mi? Sözle kendimizi ya da şuurumuzu inkar etmek mümkün müdür? Büyük gerçekler sözle düşürülemez. ALLAH’a peygamberlere ve dine iman de böyledir. Bu kuvvetli gerçekleri üstü kapalı veya tesirsiz kelimelerle zayıflatmak mümkün değildir. Çünkü bu sözler ağızdan birden bire çıkmıştır (üzerinde düşünerek değil). İmanım şuna eşittir: varım; öyleyse mü’minim -düşünüyorum; öyleyse mü’minim-insanım; öyleyse mü’minim!”.


Bu sözleri söyleyen; bundan sonra birçok sahifeler karalıyorki, hepsi küfür, şüphe ve sapıklıktır. Fakat bu kadar açık ve bu kadar güçlü itirafı, bizim dediğimiz gibi, imanın karşı konulmaz ve yenilmez köklü bir fıtrat (yaratılış) olduğunu gösteriyor.

Burada demek istediğimiz şey şudur ki, insan, imansız yaşayamaz; mabuduna ilah, ona boyun eğmeye ibadet adını vermese de tazim ve takdis edeceği, korkup ümit bağlayacağı ve ibadetedip güveneceği bir ilahı olmadan hayatını sürdüremez.

Ben; fıtratlarını yağma eden, kalın perdeler arkasına saklanan ve bir daha içine iman nuru sızmayacak şekilde kalpleri kararan o zavallılara çok üzülüyorum. ALLAH konusunda bilir bilmez mücadeleye atılan o mutsuzlara ve o görgüsüzlere çok üzülüyorum.

Bunlara iki defa üzülüyorum.

Üzülüyorum bunlara; çünkü hayata girdiler, çıktılar; engüzel ve en büyük iman nimetinden istifade edemediler.


Bunlar gerçekten mutsuz ve mahrumdurlar. İnsan dünya zevklerinden önemli bir şeyi kaçırırsa, ömrünün yarısını kaybetti, derler. Ya hayatın ruhunu, ruhun hayatını kaçırana ne derler? Kalbi iman neşesinden mahrum olana ne derler?

Bu zavallılar, kendilerini yitirdiler, varlıklarını yitirdiler, hayat ve hayat sonrasını yitirdiler, ebediyeti yitirdiler, herşeyi yitirdiler; çünkü imanı yitirdiler. Bir eserde geçen şu ilahi söz ne kadar doğrudur: “Kulum, beni ara bulursun. Beni bulursan her şeyi bulursun. Beni kaçırırsan her şeyi kaçırırsın”.

ALLAH rahmet etsin, şu iyi kimse ne güzel söylemiş. “Rabbim, seni yitiren ne bulur?! Seni bulan ne yitirir?! Seni herhangi bir şeyle değiştirmek isteyen muradına eremez”.

ALLAH’ın rahmetinden mahrum bu münkirlere, ALLAH’a kulluğu terk edip de, başkasına kul oldukları için tekrar üzülüyorum.

Bunlar; kendileri ve başkaları hesabına her türlü kulluktan kurtulduklarını; tanrıya boyun eğmeyi, ALLAH’a iman etmeyi yedikleri meyvanın çekirdeği gibi fırlatıp attıklarını iddia ediyorlar. Yalan söylüyorlar. Gerçek şu iki, iyiyi kötü ile değiştirmiş oluyorlar. ALLAH kulluğu mahluka kullukla, tek tanrıya ibadeti birçok tanrıya ibadetle değiştirmiş oluyorlar.

İçlerinden biri yoktur ki, birçok efendiye köle olmasın, birçok tanrıya boyunbükmesin. Artık onun fikri dağınık kalbi karışıktır.

Bu nerede, bütün yalancı tanrıları hayatından atan, kalbindeki bütün putları kıran, bir tek ALLAH’ı Rab olarak tanıyan mü’min nerede! Mü’min yalnız Rabbine tevekkül eder, ona tevbe eder, ona sığınır, onu hükmüne razı olur. ALLAH’dan başka tanrı aramaz, ALLAH’dan başka dost edinmez, ALLAH’dan başkasının hükmüne razı olmaz.

Bir bileydim, bu iki zümreden hangisinin yeri daha iyi ve yolu daha doğrudur. ALLAH’ı tanıyan başkasının karşısında eğilmez.

Keşke bilseydim; ALLAH’ı tanıyıp da O’ndan başkasının karşısında eğilmeyen mi, yoksa ALLAH’ı inkar edip de birçok tanrıya kul olan mı daha doru yıldadır.

“Ayrı ayrı birçok ilahlar mı hayırlıdır, yoksa her şeye hakim ve galip olan bir ALLAH’mı?”. (Yusuf: 19/39)

“ALLAH şöyle bir misal vermiştir: köle bir adam ki, onun birtakım efendileri var, çekiştirip duruyorlar. Başka bir köle de, hususi olarak bir efendinin. Hiç bu ikisinin hali bir olur mu? Bütün hamd ALLAH’ındır, fakat kafirleri çoğu bilmezler”. (Zümer: 39/29)

Ayet, müşrikin birçok efendiye köle olduğunu temsil ediyor. Her efendi bir taraaf çekiyor, her biri başka bir şey istiyor, her biri ayrı yere gönderiyor. O da hangisini memnun edeyim, diye şaşıyor ve muazzeb oluyor.

Mü’min ise özel bir efendinin kölesidir. Ortağı yok, çekiştireni yok. Efendisini tanır, efendisini razı edecek şeyi ve nasıl razı edeceğini bilir.

Ayet müşrikle muvahhid hakkında ise de vakıalar göstermiştir ki bütün dinsizler müşriktir. Ancak şu kadar bir fark var ki, müşrikler ALLAH’ın yanı sıra başka tanrılara da taparlar; dinsizler ise ALLAH’ı bırakıp çeşitli tanrılara taparlar.

MÜ’MİNİN HUZURU OLMASININ SEBEPLERİ:
 

Bazıları şöyle bir soru sorabilir: Neden en huzurlu insan mü’mindir? Ve neden insan ilimde, kültür e felsefede, teknikte huzur bulamıyor?

Bunun cevabı biraz izaha muhtaçtır. Çünkü, başkalarını değil de, yalnız mü’mini huzurlu kılan sebebleri açıklamamız gerekmektedir. Ve işte açıklaması:

 



Konu Başlığı: Ynt: Mü'min fıtratın sesini duyar
Gönderen: Ceren üzerinde 29 Mart 2018, 14:14:08
Esselamu aleykum.var oluş fitratina göre ıslam yolunda iman yolunda yaşayan allahın izin verdiği ölçüde hayatını devam ettiren kullardan olalim inşallah.Rabbim razı olsun paylasimdan. ..


Konu Başlığı: Ynt: Mü'min fıtratın sesini duyar
Gönderen: Mehmed. üzerinde 29 Mart 2018, 16:05:10
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri has mü minlerden eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Mü'min fıtratın sesini duyar
Gönderen: Sevgi. üzerinde 30 Mayıs 2018, 04:43:58
Aleyküm Selam. Herdaim Rabbinizin Rızasına uygun yaşamaya gayret edenlerden olalım inşaAllah