> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > İtikat > İman ve Esasları > İman Nedir ?
Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 13   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İman Nedir ?  (Okunma Sayısı 16094 defa)
04 Eylül 2011, 21:08:37
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #5 : 04 Eylül 2011, 21:08:37 »



Allah’a  İman Nedir? Allah’ın Bir Oluşu Ne Demektir?
İman, insanın bir anne ve babası olduğunu bilmesi gibi bir yaratıcısı olduğunu kavradıktan sonra Allah’ın (c.c.) bu dünya yaşamında kendisini yalnız bırakmayıp gönderdiği peygamberlerle ve indirdiği kitaplarla yaşam biçimini belirlemeye hak sahibi olduğunu; hayır ve şerrin O’ndan geldiğini, Allah’ın (c.c.) ezeli ilmiyle kimlik bilgilerini, başına gelecekleri, yapıp edeceklerini kaderi olarak Levh-i Mahfuz’a kaydettiğini; bu dünyadaki yaşamı için ahirette diriltilip ödül ve ceza için sorguya çekileceğini kabul etmesidir. Ayrıca Allah’a (c.c.) yakın varlıkların, yani meleklerin varlığını da kabul etmek gerekir. Kısacası imanın altı rüknü eksiksiz bir şekilde kabul edilirse iman tamamlanmış olur.

İmanın altı rüknünden birinde duyulan bir kuşku, Allah (c.c.) inancında da itikadi bir bozukluğa neden olacaktır. O zaman bu bozukluk,  gerçek İslam dini yerine batıl bir dine veya inanca da neden olabilecektir.

Bazı insanlar Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmekle O’na inanmış olduklarını söylerler. Bu kadarcık bir inancı da  kafi görürler. Oysa Kuran-ı Kerim’in ifadesine göre Mekkeli Müşrikler de yaratıcı olarak Allah’ı (c.c.) tanıyorlardı ve bunun da ötesinde rızık verici güzel ismiyle (Er-Rezzak) Allah’a (c.c.) dua ediyorlardı: “Yemin olsun ki o putperestlere (Mekkeli Müşriklere) kendilerinin kimin yarattığını sorsan mutlaka ‘Allah’ diyeceklerdir. Öyle ise nasıl oluyor da dönüyorlar? (Ez-Zuhruf suresi, ayet 87).”, “(Putperestlere hitaben) De ki: ‘Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Yahut kulaklara ve gözlere kim malik bulunuyor? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor?’ Hemen, ‘Allah’ diyeceklerdir. Sen de ki: ‘O halde sakınmaz mısınız?’ (Yunus suresi, ayet 31)”

 Allah’ı (c.c.) sadece yaratıcı sıfatıyla kabul etmek, yaşamında Kuran-ı Kerim’in buyruklarına ve peygamberin (s.a.s.) sünnetine uygun biçimde Allah’a (c.c.) yer vermemek Allah’a (c.c.) iman etmede bir noksanlığa işarettir. Öyleleri İslam dini yada ilahi bir dinle değil de Teizm yada Deizm türü bir inançla Allah’a (c.c.)  iman etmektedirler.

Gerçekte çağımızda pek çok kişi,  bilinçsiz olarak Teist yada Deist türü bir inançla Allah’a (c.c.)  iman etmekte, fakat kendisi bütün yaşamı boyunca bunun farkında olmamaktadır.

Herkesin kendisine göre bir Allah (c.c.) inancı vardır. Kimisi Allah’ı (c.c.) sadece yaratıcı olarak kabul eder. O’na bazen kendisini yarattığı için şükran duyar. Ama bundan başka yaşamında O’nunla pek bir iletişime geçmez. Kimisi daha insaflıdır. İbadet hayatıyla O’nu anmaya çalışır. Yine de buna karşın O’nun çağdaş hayatta pek bir etkisinin olmasına razı olmaz. Dinin insanın vicdanında ve özel hayatında yerini kabul etmesine karşın sokağa, halka, millete, dünyaya ulaşmasını pek akılcı bulmaz. Tabii bu konuda herkes farklı düşünecek, Allah’a (c.c.) imanı kendi penceresinden değerlendirecektir. Demek ki Allah’a (c.c.) iman konusu, spekülasyona açıktır. İnsanların tanımında birleşmelerine imkânı yoktur. Buna neden olan şey de Allah’ın (c.c.) duyu organları ile algılanamamasıdır. Bu yüzden bazı insanlar O’nun varlığını bile inkâr etmektedirler.

Tabii İslam dininde Allah’a (c.c.) imanın tanımı, o yada bu kişiye göre değişmez. Çünkü İslam dinine giriş, Allah’a (c.c.) imanla başlar. Hangi Allah’a (c.c.) nasıl iman edileceği de gayet açıktır. Ayrıca İslam dinine girişte söylenilen Kelime-i tevhitle (Kelime-i şahadetle) Allah’a (c.c.) imanın bir mücadele ve dava konusu olduğu da hemen belirtilir. Daha doğrusu Allah’ın (c.c.) tanıtılmasından ziyade önce Allah’a (c.c.) imanın bir mücadele ve dava konusu olduğu üzerinde durulur.  Kişinin yaşamında temiz bir sayfa açması beklenir. İslam dininin tam ve eksiksiz Allah (c.c.) inancı için önce sapkın din, inanış, mezhep, kültür ve felsefelerden gelen yanlış, eksik Allah (c.c.) inancının etkilerinin ortadan kaldırılmasına çalışılır. Namaz öncesi alınan abdest gibi İslam dinine yeni giren kişi de bu sayede manevi dünyasında bir temizlik işleminden geçer. Bu yönüyle İslam dininin kapısı olan Kelime-i tevhit doğru, eksiksiz bir Allah (c.c.) inancının temelini oluşturur: Lâ-ilâhe illallah. 

Kelime-i tevhit, iki cümleden meydana gelmektedir. İlk cümle şudur: Lâ-ilâhe (ilah yoktur). Bu yadsınan ilahlar, insanın hayatında Allah (c.c.) dışında kutsanan her şeyi kapsamaktadır. Bunlar, peygamberimiz (s.a.s) döneminde Kâbe’deki putlardı. Ayrıca Hıristiyanlardaki Hz. İsa’nın (a.s.) Allah’ın (c.c.) -hâşâ- oğlu oluşu, Yahudilerdeki Allah (c.c.) tarafından seçilmiş ırk olma inancı da yadsınan ilahlardandı. Bunların her birisi de gerçek Allah (c.c.) inancının önündeki engellerdi. Peygamberimizin (s.a.s.) yaşamı işte bu yadsınan ilahlarla mücadele ile geçti. Kuran-ı Kerim de bu mücadelede ona yol gösterdi. Davası oldu.

Bugün çağdaş insanın yaşamında yadsınması gereken ilahlar, biraz daha farklılık arz etmektedir. Bireyi, toplumu Allah’a (c.c.) ulaştırmayı engelleyen her şey yadsınması gereken bir ilahtır. Bizim burada önemle belirtmek istediğimiz nokta, İslam dinine girişte parola olan Kelime-i tevhitte ilahların yadsınması mücadele ve davasının ön planda yer almasıdır. Halbuki kendi basit, alışıldık mantığımızla İslam dinine girişte duyu organları ile algılayamadığımız Allah’ın (c.c.) önce bize kim olduğunu, sıfatlarını ve güzel isimlerini açıklamasını beklerdik. Ama Allah (c.c.), Kendi’ne imanı, yadsınması gereken ilahlarla mücadele etmeye bağlamakta ve bu davayla Kendi’sine yaklaşmamıza izin vermektedir. Dinine bizi bu şartla kabul etmektedir. Allah (c.c.) düşünsel, metafizik, felsefi bir yaklaşımla değil, yadsınması gereken ilahların olmadığı bir yaşam biçimiyle bize yönelmektedir. Daha doğrusu ilahların yadsındığı bir yaşam biçimiyle O’na inanmaya başlayacağımız, yöneleceğimiz, O’nu tanıyacağımız belirtilmektedir. İslam dininin temelini teşkil eden Allah’a (c.c.) iman kavramı ilk bakışta Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğinin düşünsel, metafizik, felsefi bir onaylaması gibi görünürken Kelime-i tevhit yaşamın gerçekliğine inmekte ve doğru ve eksiksiz bir Allah (c.c.) inancı ve buna engel oluşturan ilahların yadsınması için bizi mücadeleye ve davaya çağırmaktadır.

Ağzı olan herkesin konuşması gibi her tür konuda da düşünmek, düşünce egzersizi yapmak, zorluğu şurada dursun, eğlenceli bir iştir. Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği de böyle düşünsel, felsefi, metafizik bir konudur.  Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini zihnen kabul etmek güzel bir olgu olmakla beraber İslam dinine böyle bir düşünce kalıbıyla girilmemektedir. İslam dinine Kelime-i tevhitle girilir. Bunun için de Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini zihnen kabul etmek yeterli değildir. Önce, kişinin yaşamında Allah’a (c.c.) iman etmede engel teşkil eden ilahların yadsınması mücadele ve davası gelmektedir. Bu konu ise düşünsel değil yaşamsal bir alanı gerekli kılmaktadır. İlahların yadsınması mücadele ve davası pek çok kişi ile çatışmayı gerektirebilir. Toplumsal bozukluklar, haksızlıklar içerisinde kime karşı vaziyet alacağımızı bile şaşırabiliriz.

Pek çok insan din adına değil de insanlık adına toplumdaki bozukluklarla, haksızlıklarla mücadeleye girer. Yaşamları bizleri imrendirecek kahramanlık sahneleri ile doludur. Hâlbuki bunların çoğu ahirete bile inanmazlar. Oysa Allah (c.c.) bizden yadsınması gereken ilahlar adına toplumdaki bozukluklarla, haksızlıklarla mücadele etmemizi istediği halde bizler çoğu kez din ve İslam adına toplumdaki bozukluklardan ve haksızlıklardan yana oluruz. Bazen de bu konularda tarafsız kalırız. Gayrete gelip de bir şeyler yapanlar pek azdır. Onların da bu çabalarını, çalışmalarını engellemek için uğraşır dururuz. Hâlbuki bu iş için Allah (c.c.) bize cennette akla hayale gelmeyecek nimetlerle ebedi bir hayatı vaat etmektedir. Bu tabii pek deşilmesini istemediğimiz bir yaramızdır.

Gelelim Kelime-i tevhidin ikinci cümlesine: illallah (ancak Allah (c.c.) vardır/hâkimdir). Ama bu var ve hâkim olacak Allah (c.c.) kimdir? İşte bu soru Kelime-i tevhidin devamı olan şu cümle ile yanıtlanır: Muhammed-ün rasûlullah. Yani Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin ve onun Allah’tan (c.c.) getirdiği kitabın tanımladığı Allah. Artık bu Allah (c.c.) o kadar açık ki. Kimse bu konuda bir sıkıntı yaşamayacaktır. Çünkü Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz hadislerinde Allah’ı (c.c.) tanımlamaya, anlatmaya çalışmış, Kuran-ı Kerim’in de en başlıca konusu Allah (c.c.) olmuştur. Allah (c.c.) bütün sıfatları ve güzel isimleri ile ortadadır. Hadis kitapları ve Kuran-ı Kerim Allah’ı (c.c.) sıfatları ve güzel isimleri ile bizlere dosdoğru ve eksiksiz olarak tanıtmış ve anlatmıştır.

Buna karşın çağımızda pek çok kişi Müslüman olduğunu söylediği halde niçin Allah’ı (c.c.) gerektiği şekilde tanımamaktadır? Çünkü bu kimseler İslam dinine girişin ilk koşulu olan Kelime-i tevhidi gereği şekilde kabul etmemektedirler. Yaşamlarında yadsınması gereken ilahlarla mücadele etmeyi ve böyle bir davayı üzerlerine almayı göze alamamaktadırlar. Korku, kaygı, gaflet, haramlar, dünya zevkleri buna mani olmaktadır. Hâlbuki Allah (c.c.) kimsenin sırtına taşıyamayacağı yükü yüklemez. İmanın en zayıf kısmının zulme, haksızlığa karşı kalple buğzetmek (nefret hissi) olduğu hadislerde geçmektedir. Maalesef bu bile pek çok kimseye zor gelmektedir. Durum böyle olunca, yani ilahlar yadsınmayınca pek çok kimse gerçek Allah’ı (c.c.) tanıma, anlama, O’na inanma gereği de duymamaktadır.

İnsanın nefis (bilinçdışı) ve ruhtan oluştuğunu kutsal kitabımız şöyle ifade etmektedir: “De ki ruh Rabb’imin emrindedir (İsra suresi, ayet 85).”, “Nefis, daima kötülüğü emreder (Yusuf suresi, ayet 53).” Bu iki varlığı, yani ruhu ve nefsi birer manyetik alana benzetirsek insanın seçme yeteneğinin, daha doğrusu iradesinin, yani kutsal kitaba göre sınanan yanının bu iki manyetik alana eğilim gösterecek bir biçimde yaratıldığını anlamış oluruz. Kuran-ı Kerim’de yüce Allah,  “Muhakkak b...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İman Nedir ?
« Posted on: 28 Nisan 2024, 13:07:50 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İman Nedir ? rüya tabiri,İman Nedir ? mekke canlı, İman Nedir ? kabe canlı yayın, İman Nedir ? Üç boyutlu kuran oku İman Nedir ? kuran ı kerim, İman Nedir ? peygamber kıssaları,İman Nedir ? ilitam ders soruları, İman Nedir ? önlisans arapça,
Logged
18 Eylül 2011, 09:27:38
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #6 : 18 Eylül 2011, 09:27:38 »

     İrşat Olma ve Hidayete Gelme Nedir? Allah’ın El- Hâdî ve Er-Reşîd Güzel İsimleri

   Er-Reşîd (Allah irşat edendir.) güzel ismi El-Hâdî (Allah hidayet edendir.) güzel ismi ile büyük bir benzerlik göstermesine karşın aralarında elbette bir anlam ayırtısı bulunmaktadır. El-Hâdî güzel ismi İslam dini ile tanışmamış yada küfrün, günahın içerisinde bulunan birisinin hidayete gelmesi, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymasıdır. Er- Reşîd güzel ismi ise İslam’ın emir ve yasaklarını yerine getiren bir Müslüman’ın Allah’a (c.c.) daha yakın olma arzusu ile bir Allah (c.c.) dostuna (mürşid-i kâmil) nefsini teslim edip terbiye ve irşat olmasıdır.

   Kuran-ı Kerim’de Vâkı’a suresinde Allah (c.c.) mahşer günü insanları üç sınıfta değerlendireceğini belirtmektedir: Kitabı sağdan verilen (ashâbu’l-meymene), kitabı soldan verilen (ashâbu’l-meş’eme), imanda ve fazilette öncüler (es-sâbikûn) olmak üzere.  Buna göre kitabı sağ taraftan verilenler Allah’ın (c.c.) el- Hâdî güzel ismi ile hidayete ulaşmış, İslam dininin emir ve yasaklarına uyarak takva ehli olmuş kimselerdir. Bunlar cennetliktirler. Kitabı sol taraftan verilecek olanlar küfür üzere veya günahkâr Müslümanların içerisinde tövbe edemeden ölen insanlardan oluşur. Günahkâr Müslümanlar cehennemde cezalarını çektikten sonra kurtulacaklardır, küfür üzere ölenler için ise ebedi kalmak üzere cehennem vardır. İşte konumuzu teşkil eden üçüncü sınıf insanlar, hidayetlerinden sonra Allah’ın (c.c.) er-Reşîd güzel ismi ile bir Allah dostu (mürşid-i kamil) vesilesi ile irşat olmuşlardır. Tabii sâbikûnlar gerek amelde gerekse Allah’a (c.c.) karşı duyulan ilahi aşkta ashâbu’l-meymeneyi geçmişlerdir. Ahirette bunlara verilecek ödüller de buna göre çok daha büyük olacaktır. İlgili surede bunların çoğunun önceki ümmetlerden azının da Hz. Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olacağı belirtilmektedir.

   İlk tarikatlar her ne kadar hicri beşinci yüzyıldan sonra kendisini gösterse de tasavvuf düşüncesi İslam dininden uzak bir anlama sahip değildi. Peygamberimiz (s.a.s) döneminde böyle bir hareket görülmese de Mescid-i Nebevi’nin bitişiğinde kalan ashâb-ı suffenin hayatı tasavvuftan uzak değildi. Zira buralarda kalan yoksul sahabeler vakitlerini ilimle, dini sohbetlerle, zikirle, Kuran-ı Kerim tilavetiyle geçiriyorlardı. Bunlar da bu yeri adeta bir dergaha çevirmekteydi.

   Tasavvuf düşüncesinin kurumlaşmasına tarikat denir. Tarikat, “Allah’a (c.c.) ulaştıran yol” anlamına gelir. Her tarikat seçtiği nafile, müstehap ibadetlerle müridi eğitmeye, Allah dostu kılmaya çalışmaktadır. Esasta tarikatlar bir olmasına, Allah’a (c.c.) ulaştırmayı amaçlamasına karşın kullandığı yöntem ve teknikler farklı olduğundan değişik adlar almışlardır.

   Tarikatların asıl görevi Müslümanları irşat etmektir.

   Müslümanlar neden herhangi bir kitaptan, özellikle Kuran-ı Kerim’den irşat olamamışlar da gerçek bir irşadın gerçekleşmesi için bir Allah dostuna gereksinim duymuşlardır? Elbette bu yolda yazılmış bir kitap da ve özellikle Kuran-ı Kerim de insanı bir dereceye kadar irşat eder. Bunu kimse görmezden gelemez, inkar edemez. Yalnız bu yolla takva sınırlarının yukarısına çıkmak, sâbikûnlardan olmak gerçekleşmez. Gerçek anlamda irşat, ancak bu yolda daha önce yürümüş bir Allah dostu ile mümkündür. Eğer kitaplarla eğitim yeterli olsaydı okullara ve öğretmenlere gereksinim duyulmazdı. Devlet de millet de büyük bir masraftan kurtulurdu.

İnsanın herhangi bir kitaptan veya Kuran-ı Kerim’den gerçek anlamıyla irşat olamamasının bir diğer nedeni de Allah dostunun peygamberin (s.a.s) temsilcisi olmasıdır. İcazetli bir Allah dostunun silsilesi (manevi bağlılığı) peygamberimize (s.a.s) kadar ulaşır. Her Allah dostu (veli) mürşit değildir. İrşada ehliyeti olmayan veli, Müslümanlara ve kendisine büyük zarar verir. İşte gerçek Allah dostu manevi dünyasında peygamber ve diğer Allah dostları ile beraber olduğu için pek yanılmaz, zor durumlarında nasıl hareket edeceğini bilir. Tabii bu konuda da pek çok istismarlar yaşanmaktadır. İrşat makamına geçip de Müslümanları aldatmaya çalışanlar bulunabilmektedir.  İnsanlar nasıl piyasadaki paraların içinde sahte olanlarına karşı uyanık davranıyorlarsa dünya ve ahiret saadetleri için bir Allah dostu ararken de bu konuda çok dikkatli ve araştırıcı olmalılar.  Hele hele nefsini terbiye etmemiş bir insanın Müslümanları irşat etmeye çalışması öncelikle kendisine büyük bir zarar verir.
İrşada ehliyetli bir şeyhin en önemli özelliği rabıtasının fayda vermesidir. Bu yola giren müridin nura çok ihtiyacı vardır. Yolda ilerledikçe ve makam kazandıkça şeytanlar ona kendi varlıklarını hissettirebilirler.  Musallat olabilirler. Bu sırada onun elinde rabıta silahı, özellikle telebbüsü rabıta olmadığı zaman büyük sıkıntılar yaşayacaktır. Şeytanlar nurla uzaklaştırılabilir. Rabıta ise adeta nur santralidir. Allah dostunu rabıta ile en sonunda fenafişşeyh makamı elde edilir. Fenafişşeyhin tabi sonucu ise fenafillahtır. Fenafillah gerçek manada Allah dostluğunun başladığı makamın ismidir. Bu makamda nefis Allah’ın rızasında yok olmuştur. Yani bu seviyeye eren bir kişi artık nefsinin isteklerini değil, Allah’ın rızasını temel ölçü olarak görmeye başlar.

İnsanın herhangi bir kitaptan veya Kuran-ı Kerim’den gerçek anlamıyla irşat olamamasının bir diğer nedeni de şudur: İnsan nefsinde iki büyük güç vardır ki bunların gerçek anlamıyla ıslahı ancak Allah dostu ile gerçekleşir. Bunlardan birincisi şehvet, ikincisi benliktir (baş olma sevdasıdır). Gerçi insan evlenerek dinini tamamlamış olur, şehvetini teskin eder, ama buradaki şehvet dar anlamdadır. Geniş anlamıyla şehvet, dünyanın gelip geçici zenginliklerine ve güç kaynaklarına gönül bağlamaktır. Bu evlenmekle daha da bir güçlenir, sınır tanımaz. Benlik ise yedi başlı baş eğmez, ölmez bir ejderhadır. Bunu tek başına, güzel kitaplarla veya Kuran-ı Kerim’le dize getirmek adeta imkânsızdır. İşte insanların bir Allah dostuna teslim olmaları da bu yüzden çok zordur. Çünkü nefis kimseye teslim olmak istemez. Ölmeyi teslim olmaya tercih eder. Nefsin bu iki büyük güç kaynağı kendisini kontrol eden, sınırlayan, terbiye eden bir Allah dostunu kesinlikle istemez. İşte tam bu noktada Allah (c.c.) bazı Müslüman kullarına er-Reşîd güzel ismi ile tecellide bulunur. Bazen bir rüya ile Allah (c.c.) dostunu gösterir, bazen de eş, dost aracılığı ile tanıştırır. Evliya kitaplarında bu konuda pek çok menkıbe vardır. Kalplere Allah dostunun sevgisini atar, cezbe; nisbet, rahmet, feyz verir ve daha sonra da onda gösterdiği kerametlerle bunu perçinletir. Tabii Allah (c.c.) kimin hidayete ve irşada ehliyetli olduğunu bilendir. Biz kul olarak O’ndan hidayeti ve irşat edilmeyi daima dileyelim. Allah hidayetimiz ve irşadımız için dostlarını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
27 Mayıs 2013, 09:55:12
Kayin

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 380


« Yanıtla #7 : 27 Mayıs 2013, 09:55:12 »

ALLAH razı olsun imanın ne olduğu tekrar tekrar ne olduğunu öğrenmek çok iyi oluyor insan haz alıyor emeğinize sağlık hocam

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

18 Ocak 2014, 20:35:00
Melda

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 9.670


« Yanıtla #8 : 18 Ocak 2014, 20:35:00 »

ALLAH imanımızı bozmasın imanlı kişi olmayı herkese nasip etsin

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
18 Ocak 2014, 20:37:55
Damla
Öğrenci Grubu
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 3.120


« Yanıtla #9 : 18 Ocak 2014, 20:37:55 »

İ man mı?Bildiğim kadarıyla Allah'a ibadet edenin yaptığı şeydir yani.

İlk tarikatlar her ne kadar hicri beşinci yüzyıldan sonra kendisini gösterse de tasavvuf düşüncesi İslam dininden uzak bir anlama sahip değildi. Peygamberimiz (s.a.s) döneminde böyle bir hareket görülmese de Mescid-i Nebevi’nin bitişiğinde kalan ashâb-ı suffenin hayatı tasavvuftan uzak değildi. Zira buralarda kalan yoksul sahabeler vakitlerini ilimle, dini sohbetlerle, zikirle, Kuran-ı Kerim tilavetiyle geçiriyorlardı. Bunlar da bu yeri adeta bir dergaha çevirmekteydi.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 13   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes