๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İmam-ı Zeyd => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 16 Eylül 2010, 13:32:54



Konu Başlığı: Imam Zeyd'in özellikleri 3
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 16 Eylül 2010, 13:32:54
Imam Zeyd'in özellikleri 3

83- Bu serdedilenlerin ötesinde Irak, bütün İslami fırkaların da vatanı durumunday­dı. Bunun nedeni, Irak´ın eski uygarlıkların kavşağı oluşudur. Persler´in, Keldanileriıı ve bu toplulukların medeniyet kalıntıları oradadır. Bir de buna Yunan felsefesiyle Hind fi­kirleri eklendi. Bu fikirler Irak´ta İslami metodlarla da kaynaştı ve dolayısıyla Irak İsla­mi fırkaların yeşerdiği yer durumuna geldi.

İbn Ebi´l-Hadid fırkaların Irak´ta ortaya çıkışındaki sebepleri açıklarken şöyle demiş­tir: "Bu kavimlerle Rasulullah (sav)´in çağında yaşıyan Araplar arasındaki farkla ilgili olarak aklıma gelen hususlardan birisi, berikilerin Irak´tan ve Küfe sakinlerinden olma­sıdır. Irak´ın tiyneti neva ve heves ehlini, acaip batıl inanç sahiplerini ve tuhaf mezhep­leri devamlı yeşertir. Bu iklimin halkı ileri düşünceli, inceleyici, geniş ufuklu, görüş ve inançları araştırıcıdır. Biraz da mezheplere itiraz eder gibidirler. Nitekim kisraların gün­lerinde onların arasında Mani, Disan, Merdek ve diğerleri gibiler de vardı. Hicaz´ın tiy­neti bu tiynette olmadığı gibi, Kicazlıların anlayışları da bu anlayışta değildi.

Biz bu görüş üzerinde İbn Ebi´l Hadid´e katılıyoruz. Ancak bu noktada iki hususa dikkat çekmemiz zorunludur:

Birincisi: Ziyad, Haccac ve onları takibedenlerin şiddetli baskılarının ardarda gelişi Irak halkının Ehl-i Beyt´e karşı aşın bağlılıkları yanında bu bağlılığı uygulama alanında ilgi duyulur duruma getirmeksizin sadece kalben tasdik eder hale sürükledi. İşte bu durum onların îman -amel ilişkisinde fırkalaşmalanna yardımcı oldu. Dolayısıyla eyleme canların kendilerine yaptığı davete icabet etmediler.

Böylece ilk olarak Iraklıların İmam Hüseyin ile birlikte eyleme katılmayı sonra ücin-olarak da savaşın en zorlu anında İmam Zeyd´e yardımcı olmayı terkedişleri nedeniy-T bu iğrenç katlediliş olayı meydana geldi.Çünkü Iraklılar mezhepleri ucuz yoldan be­nimsemeyi alışkanlık haline getirdiler. Bu benimseyiş, beraberinde cihad yükümlülüğü­nü getirmeyen bir benimseyiştir. Bu yüzden Abbasilerin yardımı Irak´tan değil, İran ve

Horasan´dan geldi.

İkincisi: İmam Zeyd´in Irak´a ziyaretleri çok olunca düşünce yapısının oluşumu Irak´taki bu felsefelerle etkilendi. Nitekim akaid konusunda mezhep olarak Mu´tezile mezhebini nasıl benimsediğini ve Vasıl b. Ata´nın onunla nasıl müzakerede bulunduğu­nu gördük.

84- Şüphesiz bu felsefi eğilimlerin Irak´ta bulunması ve Irak´ın Şia´nın beşiği duru­munda olması nedeniyle şii mezhebi felsefi eğilimler ve Fars kaynaklı fikirlerle karıştı. Hatta bazı Avrupalı ilim adamları, Şia mezhebi kökeninin Farisi düşünce eğiliminden ibaret olduğu kanaatine vardıklannı görmekteyiz. Çünkü Farisiler padişahlığı ve onun padişahın sülalesi içerisinden miras yoluyla geldiğini din olarak benimsiyorlar, halife için bir seçim yapılmasının anlamını kavrayamıyorlardı. Nihayei Nebi (sav) ardında hiç erkek evlat bırakmayarak Refik- A´la´sına kavuştu ve halk ondan sonra amcası oğluna velayet verdi. Nitekim Farisiler hükümdara kutsallık anlamı taşıyan bir bakışla bakmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. İşte Ali´ye ve ondan sonra gelen evladına da bu şekilde baktılar.

Avrupalı bir grup alimde Şia´nın Yahudilik eğiliminden ibaret olduğu kanısına vardı­lar. Çünkü onlar derler ki: Bu dünyada şüphesiz beklenen bir Mehdi vardır. Belki de bu görüş Emevi döneminde yaygın hale getirilmişti. Nitekim tabiinden olan ve Emevi dö­neminde yaşayan Şa´bi, Şia´dan söz ederek: "Onlar bu ümmetin yahudileridir" diyor. Bundan sonra da îbn Tlazm şöyle söylüyor:

"Bu şiiler Ilyas Aleyhissclam ve Fenhas b.Azar b. Harun hakkında görüş beyan eden yahudilerin yolunda yürüyorlar ve Hıdır ve İlyas (a.s.)m şu ana kadar yaşadıkları zannı-m ileri sürüyorlar."[27]

Bu kelam, Şia´nın bu dünyada kesinlikle beklenilen bir Mchdi´nin bulunduğu gö-

uşunde olanlara daha doğrusu İsna Aşeriyye gibilerin on ikinci imamın hayatta olduğu,

yyıp içtiği, kendisini görebilenleri sevindirdiği görüşünü taşıyanlara uygunluk sağlar.

Onlar Mehdi´nin ortaya çıkmasını gözlemektedirler. Keysaniyye de aynı şekilde Muhammed b. Hanefiyyenin hayatla olduğuna, yiyip içtiğine, bir gün dönerek, nasıl ki şu anda yeryüzü haksizlik ve zulümle doluysa, aynen öyle adaletle dolduracağına inanırlar.

Fakat bu irade îmam Zeyd´in karar verdiği şekilde Zeydiyye´ye uygunluk sağlamaz. Çünkü İmam (ra) ne böyle bir imam anlayışına karar vermiş, ne de bu iddiada bulun­muştur. Onun yolunu benimseyenler de, bu metodu aynen uygulayarak, hiçbir geçmiş imamın hayatta ve yiyip içmekte olduğunu iddia etmemişlerdir.

Buna rağmen Zeydiyye adını kendisine yakıştıranlar arasında bazı imamların Mehdi olarak ileride tekrar döneceği iddiasında bulunanlar vardır. [28]


Şia´nın Kolları


85- Biz burada, İmam Zeyd´e çağdaş olan veya ondan önce ortaya çıkan fırkaları açıklamakla yetiniyor ve görüşleriyle İslam´ın dışına çıkan fırkaları zikretmiyoruz. Onlar daha önce işaret ettiğimiz gibi Sebeiyye ve Gurabiyye´dir. Öyleyse şimdi Emevi dö- ,> neminde ortaya çıkan en belirgin fırkalarla ilgili açıklamalar yapalım. Şöyle ki[29]


Keysaniyye


86- Bu fırka, Hz. Hüseyin (ra)ın katledilmesinin akabinde ortaya çıktı ve onun inti- t kamını almak için yola koyuldu. Bu fırka sadece görüş beyan etmekle yetinmeyip, güçlü bir savaş eylemine girişti. Halbuki onların bu konuyla ilgili görüşleri tamamen bir sap- "i lantıdan ibarettir.

Keysaniyye. Muhtar b. Ubeyd es-Sakafi´nin taraftarlarıdır. Daha Önceleri harici iken, sonradan Ali ve oğullarına yardım için ortaya çıkan şiiîerden oldu. Keysan kasabasına nisbet edilerek bunlara Keysani adı verilmiştir. Bununla birlikte Muhtar b. Ubeyd´in di­ğer bir ismi olduğu ve Ali b. Ebi Talib (ra)ın mevlasının adı olduğu söylendiği gibi, Mu-hammed b. Hanefiyye´nin Öğrencisinin adı olduğu da.söylenir.

Muhtar Kafe´ye Müslim b. Ukayl b. Ebi Talib´Ie birlikte Irak´ın durumunu ve halkın Hz. Hüseyin´e yardım potansiyelini araştırmak amacıyla Hüseyin b. AH (ra) tarafından gönderildiği sırada geldi.

Küfe Em iri Ubeydullah b. Ziyad, Yezid b. Muaviye tarafından Muhtarın gelişini ha­ber alınca onu yakalattı, hapse attırdı ve dövdürdü. Onun hapishanesinde, şehidlerin ba­bası şehid Hüseyin (ra)m katledilişine kadar kaldı. Nihayet kızkardeşinin kocası Abdul­lah b. Ömer, İbn Ziyad nezdinde kendisine şefaatte bulundu ve Kufe´den derhal ayrıl­mak şartıyla salıverildi, o da hemen Hicaz´a çıkıp gitti. Bu gidişi esnasında şöyle söy­lediği kendisinden rivayet olunur:

"Mazlum ve maktul, müslümanlann efendisi, Seyyîdü´l-Murselin´in evladı Şehid Hü­seyin b. Ali´nin kanını isteyeceğim. Rabbinin adına yemin ediyorum ki, onun katledilişi karşılığında "Yahya b. Zekeriyya"mn kanına bedel olarak öldürülenlerin sayısınca insan öldüreceğim."

Sonra Hicaz´ı ve ona bağlı İslam beldelerini istila etmeye hazırlanan Abdullah b. Zu­rt katıldı ve ortaya çıktığında bazı işlerini üstleneceği konusunda ona biat etti. Ve Telinde Şamlılarla savaştı. Daha sonra Yezid´in ölümü ardından Kufe´ye tekrar döne­rek müslümanların durumunu darmadağın etti. Bu dönüşünde Hüseyin´in kardeşi Mu­hammed b. Hanefıyye tarafından gönderildiğini ve Şehid´in katillerinden intikam almak için onun kanını üstlendiğini iddia etti. Îbnü´l-Hanefiyye´ye "Mehdiyyü´l-Vasi adını ve­rerek halka şöyle seslendi:

"Beni Mehdiyyü´I-Vasi, size sekreteri ve danışmanı olarak gönderdi. Ve bana dinden sapanları öldürmeyi, Ehl-i Beytin kanım istemeyi ve zayıfların haklarını geri almayı em­retti."

Böylece Muhammed b. Hanefıyye adına halka çağnda bulunmaya başladı. Çünkü Muhammed b. Hanefiyye, Hüseyin´in kanını üstlenmişti. Çünkü o, halk katında yüksek mevki sahibiydi. Kalpler onun muhabbeti, ilim ve faziletini takdir etmekle dolup taşı­yordu. Nitekim o, ilmi çok, marifeti bol. fikrin öncüsü ve olayların sonuçlarım önceden doğru olarak kestiren bir kimseydi.

87- İşte o, böyle yüce bir imamın adına çağnda bulundu ve bundan sonra bir sürü kurgular yayıverdi. Bunun üzerine îbn Hanefiyye, onun kurguları ve yalan haberleri kendisine ulaştığında, kamuoyu önünde ve ümmetin ileri gelenleri huzurunda Muhtar´la hiçbir ilgisi bulunmadığını ilan etti. Onun niyetinin ardında gizlenenleri kavradı. Fakat bu ilişkisinin bulunmadığını ilan edişine rağmen birçok Ali soyu taraftarları Hüseyin (ra)m intikamını almaktaki tutkularının aşırılığı nedeniyle onun peşine takıldı.

Muhtar, büyücülerin seçili konuşmaları gibi seci´li konuşurdu ve gelecekten haber verdiğini iddia ederdi. Onun seci´li konuşmalarından birisi şudur: "Denizlerin, hurmala­rın ve ağaçların, ıpıssız kurak çöllerin, itaatkar meleklerin rabbi adına andım olsun ki, kılıcını sağa-sola sallayan yumuşak huylular veya Hint demirinden yapılmış keskin kı­lıçlarla, dinin temel direklerini ikame edip, müslümanların çatlak vermiş su yollarını ye­niden yeşertinceye, dünyanın elden gitmesine üzülmeyen mü´minlerin kalplerine şifa

bahşedinceye kadar, her cebbarı katledeceğim ve ölümün gelişini de önemsemeyece­ğim."

Muhtar, Hüseyin´in katilleri ve Ali soyunun düşmanlarıyla muharebeye koyuldu. Onların ölülerini, gömülecek yer bulamayıncaya kadar çoğalttı. Hüseyin´i katleden as­kerler arasında bulunup da öldürülmeyen hiçbir kimse bilinmiyordu. Bu olay, halkın gönlünde Muhtar´ın sevgisini artırdı ve onun etrafında yoğunlaştılar. Mus´ab b. Zübeyr, ardeşı Abdullah tarafından onu öldürtünceye kadar da beraberinde savaştılar.

88- a) Keysaniyye´nin görüşleri, Sebeiyye´deki gibi Ehl-i Beyt imamlarının uluhiy-yetıne dayanmaz. Aksine imamın kutlu bir şahsiyet olduğu esasına dayanır. Tam bir itaatle ona bağlanırlar ve onun ilmine mutlak bir güven duygusuyla güvenirler. İmamın hatadan masum olduğuna inanırlar. Çünkü o, ilahi ilmin bir sembolüdür.

b) İmanın ric´atmi dinin rüknü sayarlar. Onlara göre geri gelecek olan bu imam, "Muhammed b. Hanefiyye´dir. Bir kısmına göre o ölmüştür ve tekrar geri dönecektir. Diğer büyük bir çoğunluğun inancına göre ise, o ölmemiştir, aksine "Razva" dağında hayattadır ve yanında bal ve su bulunmaktadır. Bunlar arasında Küseyyir Azze de var­dır. Bu kimse bir şairdir ve bu hususta şöyle söylemiştir:

Dikkat edin, Kureyş´ten olan İmamlar kuşkusuz,

Hakkın valileri dört kişi ve eşittir.

Ali ve oğullarından üç tanesi

Onlar torımlaraır gizlilik yok onlarda.

Bir torun, iman ve takva torunudur.

Bir torun ki, onu da Kerbela yitirdi.

Bir torun da, tatmayacak ölümü; ta ki,

Atlılara kumanda eder sancak ardından gider.

Onlardan gizlenmiştir görünmez bir zaman.

Razva´da, bal ve su var yanında.

c) Keysaniler "beda" fikrine inanırlar. Beda, Allah Teala´mn kendi ilminin değiş­mesine bağlı olarak dilediği şeyde değişiklik yapmasıdır. Şüphesiz o, bir şeyi emrettik­ten sonra aksini de emredebilir. Şehristani, bu konuda şöyle söylüyor: "Muhtar´m beda´ fikrini seçmesinin nedeni, meydana gelecek olayları önceden, ya kendisine iletilen bir vahiyle ya da imam tarafından gönderilen bir mektupla bildiğini iddia etmesidir. Asha­bına bir şeyin var olacağını ve bir olayın meydana geleceğini vadeder de olayın oluşu­mu va´dine uyum sağlarsa, bunu davasına bir delil addeder; uyum sağlamadığı takdirde de, "onları Rabbiniz değiştirdi" derdi." Kuşkusuz bu düşünce, tümüyle apaçık bir sapık­lık ve inanç alanında bir curcunadır.

d) Yine Keysaniler, ruhların tenasuhuna inanırlar. Tenasüh, ruhun bir bedenden çı­kıp, başka bir bedene girmesidir. Bu düşünce, Hint felsefesinden alınmıştır. Bu görüşü benimseyenler, onlardır. Derler ki ruh, bir canlıdan daha aşağılık bir canlıya intikal et­mesiyle azaba uğratılır ve kendisinden daha yüksek derecede bir canlıya intikaliyle de ödüllendirilmiş olur. Keysaniyye, Şia mezhebinin bütününü değil, sadece imamet ko­nusuna taalluk edenleri benimser. Onlar, imamların masumiyet taşıyan ruhlarının biri-birlerine intikal ettiği, böylece imanım ruhunun peşinden gelecek olana taşınacağı kana­atini benimserler.

e) Ayrıca şöyle derlerdi: "Her şeyin bir dış yüzü, bir de iç yüzü vardır. Her inen vah­yin bir te´vili mevcuttur. Misal alemindeki her varlığın bir hakikati, bir de bu dünyada intişar eden hikmet ve sırları vardır ki, onlar insani şahsiyette bir araya gelirler. O da,

Ali Alcyhisselam´m oğlu "Muhammed b.Hanefiyye" ye tümüyle aktardığı ilimdir. Böyle bir ilmin kendisinde toplandığı herkes, gerçek imamın ta kendisidir.

89- Buradan da anlıyoruz ki. Keysanilerin görüşleri Hint ve diğer felsefelerin bir scnie/idir. Bu düşünceler, Al-i Beyt muhabbeti ile kaynaşmış, böyle bir kaynaşmadan, öyle sapık görüşler ortaya çıkmıştır.

Onlar bu görüşler içerisinde imam lan, mutlak bir kutsallaştırma ile kutsamaya yöne-liyorlardı. Her ne kadar uluhiyyet mertebesine yükseltmeseler de, onları peygamberlik mertebesine yakın görürler ve ilahi ilmin bir simgesi addederlerdi.

Böylece Allah Teala´mn katındaki şeyler konusunda hataya düştüler. İfadelerinde, Allah Teala´mn münezzehliğine dokunan hususlar vardır. Beda1 konusundaki görüşlerin­de de bu husus mevcuttur. Çünkü onlar bu sözleriyle, Allah Teala´ya bilgisizliği yakış­tırdılar.

Keysaniler´in İslam ülkelerinde pek fazla taraftarları yoktur. Belki de bunun sebeple­ri arasında, kendisinden İsna Aşeriyye, İsmailiyye ve diğerlerinin koparak ayrıldığı İma-miyenin daha sonraları onlardan ayrı bir yol izleyerek Ali soyuna propaganda etmeleri sayılabilir. Artık her ne kadar dallanıp budaklanmaları daha sonra gelen asırda olmuşsa bile. bû-ilk asırda nasıl ortaya çıktıklarını belirtmek gerekir. [30]


Keysaniyye´den Sonra Yolundan Sapan Şia


90- Sakafı´nin öldürülmesiyle Muhtar es-Sakafi hareketi sona erdi. Ancak fikri yapı­lanması son bulmadı. Aksine kendisinden sonra Kufe´de çok verimli bir otlak buldu. Her ne kadar olayları şiddet kullanarak bastırma hareketi görüşlerin gizli tutulmasını sağladı ve onları açığa vurarak alenen söylemeyi engelledi ise de, bu fikirlerin karanlıkta çoğal­masına, perdeler arkasında hücre faaliyeti yürütmesine ve adamlarının Ebu Cafer Mu­hammed Bakır gibi ileri gelen Ehl-i Beyt imamları ile bağlantı kurabilmesi girişimine de ortam hazırladı. Muhammed Bakır, babası Ali Zeynel Abidin´den sonra Ehl-i Beyfin en özde olanı ve en yüce konumda bulunanıydı. Fakat İmam Bakır Keysanilerden şiddetle nefret ediyor ve onları rüsvayca gerisin-geri döndürerek reddediyordu.

Böylece bu gizli hareketler tırmanıp şiddetlen i verdi. Ancak sapıtmaları, ilk yüzyılın sonlan ile ikinci yüzyılın başlarında açığa çıkıp belirgin hale geldi.

Saptırılmış şialaşma hareketi, Kur´an-ı Kerim etrafında alışılmamış fikirler üretmek­le ortaya çıktı. Nitekim Ca´d b. Dirhem´in ortaya attığı "Kur´an´ın mahluk olması" görü-Şü, Cehm b. Safvan´ın ortaya attığı "Cebriyecilik" görüşü, Gayian ed-Dimeşki´nin yahu-dilerden alıntı yaparak ortaya attığı kaderi inkar etme görüşü, hep bu dönemde zuhur et­ti- Böylesi kurallara uymayan düşünceler aynı anda su yüzüne çıkınca, beraberinde sap­tırılmış şia fikirlerini de getirdi. Muttaki imam Ali Zeynel Abidin´in oğlu Muhammed

Bakır´ın kınadığı kişiler, bu saptırılmış şia´mn reklamını yapıyordu.

91- İşte ismi Beyan b. Sem´an et-Temimi olan adam bunlar arasındaydı. Onu, Eme-viler tarafından Irak valisi seçilen Halid b. Abdullah el-Kasri öldürdü. Bu adam, Kur´an´ın mahluk olduğu görüşünü ilk olarak gündeme getiren kimsedir. İbn-i Kuteybe şöyle diyor: "O, Kur´an´ın mahluk olduğunu söyleyenlerin ilkidir." Onun, mecusi asıllı bir kişi ve İslam´a asılsız şeyler sokan birisi olduğu açığa çıkıyor. Çünkü ondan henüz mecusilik inançları silinmemiştir. Kitab-u Ahbar er-Rical adlı eserde onun, göklerin ila­hının yerin ilahından ayrı ve her ikisinin birbirine karşı bulunduğu inancını taşıdığı be­lirtilmektedir.[31]

Kendisinin, Muhammed b.Hanefiyye´nin oğlu Ebu Haşim´den sonra imam olduğunu ve onun kendisini imam tayin ettiğini ileri sürmüştür.[32]

O, sihir ve büyüyü insanları etkileme aracı olarak kullanıyordu. Hatta onun, imamet­ten sonra nübüvvet iddiasında bulunduğu da söylenir. Bahsettiğimiz gibi, onu Halid b. Abdullah öldürdü.

Beyan, beraberinde çağdaşı olan Muğire b. Said´i getirdi. Beyan, Muhammed b. Ha-nefiyye ve evladına intisabını ileri sürerken, Muğire de Muhammed Bakır´a intisabını, aym zamanda onun propagandacısı olduğunu ve onun adına çalıştığını iddia ediyordu. İbnü´l-Esir, Muğire b. Saîd ve Beyan b. Sem´an´ın akidesini açıklarken şöyle diyor:

"Muğire´nin akidesi teesim idi. Şöyle diyordu: "Allah, başında taç bulunan bir ada­mın şekli üzeredir. Organları da, alfabe harflerinin sayısıncadır." Ve dilin söyleyemeye­ceği şeyler söylüyordu. Allah, o sözlerden yücedir.

Muğire devamla: "Allah, yaratmak isteyince İsmi A´zamıyla konuştu. Hemen uçtu ve tacının üzerine kondu. Sonra parmağıyla avucuna kulların hayır ve serden oluşan amellerini yazdı. Kötü davranışları görünce ter döktü. Terlerinden, birisi karanlık ve tuzlu, diğeri aydınlık ve tatlı iki deniz oluştu. Sonra denizi temaşa etti ve kendi gölgesini gördü. Onu almak için giderken uçtu; gölgesine yetişir yetişmez, derhal iki gözünü oydu ve onu yok etti. İki gözünden güneşi ve diğer bir semayı yarattı. Tuzlu denizden kafirle­ri, tatlı denizden de mü´minleri yarattı." Aynı zamandı Muğire, Ali´nin uluhiyyetini, Ebubekir, Ömer ile Ali´nin yanında yer alanların dışında diğer bütün sahabenin küfrünü iddia ediyordu. Yine peygamberlerin şeriatlerin hiçbir noktasında ihtilafa düşmedikle­rini söylerken, aynı zamanda Fırat suyunun ve her nehrin yahut pınarın veya içine pislik düşen kuyu suyunun da haram olduğunu söylüyordu. Kabristana çıkıyor, konuşuyor ve hemen kabir üzerinde çekirge gibi şeyler görüyordu. Muğire, Muhammed el-Bakır´a ge­lerek şöyle dedi: "Senin gaybi bildiğine karar verdim. Sana Irak´ı karşılıksız olarak hibe ediyorum." Muhammed Bakır onu derhal kovdu ve dışarı attı. Bu defa oğlu Cafer b. Muhammed Sadık´ın yanına gitti ve aynı sözleri söyleyince, Sadık "Allah´a sığınırım"dedi.

Şabi Muğire´ye, "İmam ne yaptı?" deyince, Muğire, "ben onunla dalga geçiyorum der. Şa´bi de, "Hayır, ancak o seninle dalga geçti" der. Beyan´a gelince, o da, Al´nin ilah olduğunu. Hasan ve Hüseyin´in de iki ilah olduklarını, kendilerinden sonra da Muhammed b. el-Hanefiyye´nin ondan sonra da oğlu Ebu Haşini b. Muhammed´in de bir çeşit tenasüh yoluyla ilah olduklarını söylüyor ve şöyle diyordu: "Allah zatından başka onların hepsini fani kılacaktır." Buna da Allah Teala´nın şu sözünü delil getiriyor­du" "Ancak azamet ve İkram sahibi Rabbinin zatı baki kalacak" (Rahman 27) Allah, za­limlerin ve inkarcıların söylediklerinden kat kat yücedir. Nebilik iddiasında bulunuyor ve Allah Teala´nın "Haza beyanun H´nnas" ayetindeki muradın kendisi olduğu batıl inan­cını ileri sürüyordu."[33]

92- Biz bu sözleri fikri saptırılmanın ne kadar şiddetli olduğunu görüntülediği için arzettik. Çünkü bu saptırılış, karanlıklar perdesi ardından besleniyordu. Perdeler ardın­dan beslenen şeylerde de fasid mikroplar yuvalanır. Küfe ve ötesindeki yerler, Mecusi­lik ve eski putçuluk kirlerinin bulaştığı hasta siluetler arasında doğan bu sapık fikirlerin beşiği durumundaydı. Onlar Allah Sübhane ve Teala´ya nisbetle itikadlannda Haşviyye, imamlarına nisbefle de Veseniyye idiler. Çünkü imamların ilah olduğuna ve ilah ruhu­nun tıpkı ruhların bir canlıdan diğerine tenasüh yoluyla intikal etmesi gibi bir imamdan diğerine intikal ettiğine inanıyorlardı. Bu konuda onlar, putçuluklannda eski Mısırlılara benziyorlardı. Çünkü onlar, ilahlarının ruhunun (r.a) bir firavundan diğerine taşındığına inanıyorlardı.

Dolayisıyle Kur´an-ı Kerim´in hikaye ettiği "Sizin için benden başka bir ilah var ..mı?" (Kasas 38) sözünü söylemek, Firavun için normal oldu.

Bu noktada böyle fasid vehimleri darmadağın edecek, taraftarlarının akıllarını ve­himlerin kirlerinden arıtacak, kamuya ulaşmasını önleyip, ılımlı bir yolda ve Hakkın dosdoğru yolunda yürümeyi sağlayacak bir kişinin bulunması zorunludur.

93- işte Zeyd b. Ali (ra) bu fikirlerin farkına vardı; onları temizlemek, sapıklık ve saplantılarını açığa vurmak, halkın kalbinde iz bırakmasını önlemek, gerek kendi adına, gerekse Ehl-i Beyti adına onlardan beri olduğunu ilan etmek de üzerine borç oldu.

Bu Şiilerin arasında Allah Teala´ya ve onun birliğine iman eden, Nebi (sav)´in risale­mi tasdik eden, nübüvvet mertebesini imanlık mertebesinden yüce görenler de vardır, akat onlar da iki otoriter şeyh "Ebubekir ve Hz. Ömer´in imamlığından beri olduklarını 1 an edıyorlardı.Hatta bir kısmı o iki imamı küfürle itham ediyorlardı. Bunun nedeni, onların Nebi (sav)in vasiyetine muhalefet etmeleridir. Çünkü onlara göre Nebi (sav) n isinden sonra Ali b. Ebi Talib´in halifeliğini nass veya açıklık getirmesi noktasında nass durumundaki işaretle tavsiyede bulunmuştur.

Bunun ötesinde onlar, Ali´nin masumiyetine ayrıca imamlıkları veya halifelikleri va­siyet yoluyla peşpeşe kendisinden sonrakinin imamın tavsiye etmesi suretiyle gelen va­silerin de masumiyetine inanıyorlardı.

İmam Zeyd, kendileriyle mücadele etmesi gereken iki fırkayı cedelleşmek suretiyle değil, hakikati kullanarak yüz yüze getirmek zorundaydı. O (ra), öyle bir zorunlulukla yüzyüyedi ki, bu huyu onu Allah´ın dinini cedelleşmeye konu edinmekten alıkoyuyordu. Cedelleşmeye girişenler, ilgi çekici ve etki altında bırakıcı kelimeler kulanmak, kesin delilleri yanlış anlamlara çekmek, telakiye sokucu sözcükler ve şüpheye düşürücü ibare­ler yakalamak suretiyle dinin gerçeklerini karmaşık bir duruma sokuyordu. Bu nedenle Zeyd, böyle bir cedelleşmc yolunu seçmedi; aksine onların da çok hoşlandıkları ve dinin içinde saydıkları Al-i Beyt muhabbeti için çok tutarlı bir metod ilan eti. Bu konuda hak­kı kabullenmeyişierle karşı karşıya geldi. Çağdaşı olan Ehl-i Beyt imamları tarafından bile yörelerinde bu sapık fırkalar çıkaranlarla yüz yüze gelen tek insan olarak belalara uğratıldı. Onları» faaliyetlerinin kamufle edilmiş yönlerini kavradı. Sembolleşmiş diğer imamlara gelince, onlar da bu vehimleri dinlemektense, kaçmayı kurtuluş kabul ediyor­lardı. Bunun nedeni, Medine-i Münevvere´de, hicret-i nebeviyye´nin diyarında ikamet etmeleridir. Bu sapıkljk ehlinden kendilerine guruplar halinde gelenler de, boğazlanarak İslam´a kurduğu tuzağı dile getiriyorlardı.

94- Bu saplantılar, İslam tarihinin engin dalgalan arasında gizlendi. Geriye kalan bu­günkü İsmaüiler gibi şahıslan ilahlaştırma inancında bulunanların, müslümanlar arasın­da önemli yerleri yoktur.

Bu görüşler kaybolup gitti. Fakat Zeyd´in döneminden sonra İmamiyye içerisinde yeniden ortaya çıktı. Bunlar İmam´ın Nebi (sav) tarafından vasiyet yoluyla tayin edilmiş bulunduğuna ve onun da hz. Ali olduğuna, kendisinden sonra gelenlerin ise önceki imam tarafından belirlendiğine, böylece her imamın bir sonrakini tavsiye ettiğine inanır­lar. İmamiyye, çeşitli şubeleri ile aşağıdaki dört durum konusunda İslami ilkelerin dışı­na çıkmayanlarla varlığını korumuştur.

Birincisi: İmam, Nebi tarafından tayin edilmiş, daha sonra her imam bir önceki tara­fından tavsiye olunmuştur. Dolayısıyle bu imamlara vasiyet edilmişler adı verilmiştir.

İkincisi: İmamlar, hata işlemekten masum oldukları gibi, gerek imamlıklarından önce ve gerekse sonra her çeşit günah işlemektende masumdurlar. Çünkü onlar, kendi çağlarında dini hükümler konusunda başvurulacak kaynaktırlar. Tüm sözleri hücettir. Her çeşit günahı izleyebilen kişinin sözü hüccet sayılamayacağı gibi hata edebilenlerin de sözleri hüccet sayılamaz.

Üçüncüsü: Onların ilimleri nurani fuyuzat iledir. Bu fuyuzat, içlerine, imamın ken­dilerini vasiler olarak tayin ettiği vasiyet yoluyla olur.

Dördüncüsü: İmamların ellerinden olağanüstü haller cereyan eder. Bu olağanüstü şeyler mucize olarak adlandırılır. Bu durumlar, kendilerini inkara kalkışanlara vasilikle­rini isbatlatnak içindir.

Madem ki Nebilerin mucizeleri nübüvvetin isbatı içindir, öyleyse vasilerin mucizele­ri de vesayetin isbatı amacına yöneliktir. Çünkü bazı insanlar sözlerinin hüccet oluşunu inkar edebilir. Bu durumda kendisinden fuyuzat halinde zuhur eden bu masumluğu is-batlayan hücceti göstermek zorundadırlar. Bu hüccet de, ellerinden meydana gelen olaganüstü haller veya kendi deyimleri ile mucizelerdir.

Bunun ötesinde bütün İmamiyyeler beklenilen bir mehdinin varlığına inanırlar. O zat. şu anda zulüm ve haksızlıklarla kuşatıldığı gibi ortaya çıkışıyla yeryüzünü adaletle doldurması beklenilen, gaybda yaşayan bir imamdır. Tsna Aşeriyyeler on ikinci imamın kaybolduğuna, gelecekte ortaya çıkacağına inandıkları gibi İsmaillcr de aynen gelecekte ortaya çıkacak bir imamlarının bulunduğuna kanaat getirirler. Fakat bu, Zeyd´in katledi­lişinden sonradır. İmam Zeyd, bu İmamiyye´nin başına gelen kötü durumlara ve bölün­melerine yetişmedi. Çünkü onlar, İmam Cafer Sadık´ın ölümünden sonra bölünmüşler­dir. Oysa ki Cafer Sadık, İmam Zeyd´den yirmi altı küsur yıl sonra vefat etmiştir.

Biz bu açıklamaları, Ehli Beyt´e intisaplarım, onlara yardımcı olduklarını ilan eden­lerin siyasi ve dini düşünce yapılanmaları, İmam Zeyd (ra)m davası uğrunda şehit dü­şünceye değin üzerine basa basa nasıl ılımlı davranmaya çağırdığı hususu vuzuha ka­vuşsun diye arzettik. [34]



[26] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 106-107.

[27] el-Fasl 4/180

[28] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 108-110.

[29] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 110.

[30] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 110-113.

[31] Ahbar er-Rical 196

[32] Makalatü´l-İslamiyyie 1/5

[33] el-Kamil 1/76

[34] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 113-117.