๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İmam-ı Malik => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 17 Eylül 2010, 16:10:28



Konu Başlığı: 5. delil medine ehlinin ameli
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 17 Eylül 2010, 16:10:28
5. Delil : MEDİNE EHLİNİN AMELİ





149- Medine Ehlinin Ameli Mâlik´e Göre Delildir:



imam Mâlik (Allah ondan razı olsun) Medine ehlinin amelini bir fıkıh kaynağı olarak alıyorv onu delil tutarak fetva veriyor. Onun için bjrçok yerlerde. Haber ve Hadisleri zikrettikten sonra bizim indimizde ittifak olunan budur, demektedir. Eğer Hadis yoksa o zaman Medine amelini muteber bir sened olarak zikreder. Mısır´daki Leys b. Sa´d´a yazdığı mektupta Medine ehli ameline olan büyük itimadını beğenmek­te, onların mesleğinden başka bir yol tutanları da şiddetle kınamaktadır. Bu mesajın baş taraflarındaki ifadeler bunu açıkça göstermektedir. Bunları yukarıda naklettik. Fakat onun görüşünü açıkça göstermek için burada bazı bölümlerini tekrarlayalım.

«Duyduğumuza göre sen, bizim bu memleketteki halkın amel ede geldikleri şeylere muhalif olarak insanlara türlü fetvalar veriyormuşsun! Sen emânet ve fazilet sahibisin, memlekettekilerin arasında mevki´in ve itibarın var. Oradakilerin sana olan ihtiyacı ve senin söylediklerine itimadları meydanda. Kendini tehlikeye atacak şeylerden sakınmalısın. Kendini selâmete, necata götürecek şeylere tâbi olmalısın. Yüce Allah Kur´an-ı Kerim´de şöyle buyurur: «Muhacirlerle Ensar´dan birinci dere­ceyi kazananlar...» Yine şöyle buyurur: «O halde sözü dinleyip en güzeline uyan kullarımızı müjdele...» İnsanlar Medine ehline tabidirler. Çünkü Kur´an orada indi...[1]

Bu sözleriyle o, Medine ehlinin ameline muhalefetin doğru olmadı­ğını, insanların onlara tâbi olmasını açıkça söylüyor. Ve onu bu mesleğe sevkeden delilleri gösteriyor. Bu delilerin temeli şudur: Dinin esasını ve İslâm fıkhını ahkâmını havi olan Kur´an-ı Kerim Medine de inmiştir

Medine ehli ilk bu teklifleri yüklenen kimselerdir. Emir ve nehiyle muffa-tab olmuşlardır. Allah´ın emir ettiklerine uyanlar, nehyettiklerinden sa­kınanlar onlardır. Dinin direğini onlar tutmuşlardır. Hz. Peygamber Âleyhisselam´dan sonra, ümmeti içinde insanları ona tâbi olanlarından iş başına gelenler, yeni bir takım olaylarla karşılaşmışlardır. İnsanlar onlara tâbi olmuşlardır. Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman onun sünnetini tatbik ettiler. Bilmediklerini araştırıp sordular. Bunlardan sonra Tâbi´iler aynı yolu izlemişler, aynı sünnete tâbi olmuşlardır. Onun için Medine-i Münevvere, sünnet ilminin gerçek vârisidir. İslâm fıkhı Tabiin ve onlar­dan sonra gelenler devrinde böyle gitmiştir. İmam Mâlik bu devri görüp içinde yaşadı. İş böyle olunca, Medine halkına geçen bu mirasa muha­lefet etmeğe kimsenin hakkı yoktur. Onu kimse kendi memleketine mal edemez, onun kendi malı olduğunu iddia edemez.[2]


150- Ondan Önce Bunu Delil Alanlar:



Medine ehlinin amelini delil itibar etmek huşunda Mâlik´in delileri bunlar. Bu mânadan dolayı bazen Medine ehlinin amelini haber-i va­hide bile tercih ettiği olurdu. Ona göre Medinede ma´mul ve meşhur olan Rey, meşhur sünnet demektir, meşhur sünnet ise haber-i vahide takdim olunur.

Bize göre bu tutum İmam Mâlikle başlamış değildir. Gördük ki, üstadı olan Rebîat-ül-Rey bu mesleği tutmuştur ve binin binden rivayeti, birin birden rivayetinden daha hayırlıdır, demiştir. İmam Mâlik de şöyle der: İlim ehlinden ve Tâbi´inden öyle adamlar vardı ki, Hadis rivayet ederler, ve. bu meçhulümüz değildir, fakat amel bundan başka­sına göre oldu, derlerdi. Ben Muhammed b. Ebû Bekir Amr b. Hazımi gördüm. Kadı idi. Kardeşi Abdullah çok Hadis rivayet eder ve doğru bir adamdır. Kardeşi Muhammed bir mes´elede hüküm verdi mi ve bu mes´elede Hadise muhalif ise onu azarlar ve bu hususta şöyle bir Hadis olduğunu bilmiyor musun? derdi. O da: Evet biliyorum, deyince: Öy­leyse neden onunla amel etmedin, diye sorardı. O da şöyle cevap verirdi: İnsanlar ona bakmıyor. Medine Sulahâsinın icma1 ettikleriyle amel daha kuvvetli.[3]

Görüyorsun ki, bu mesleği İmam Mâlik ortaya atmış değildir. O, kendisinden önce ilim erbabından ve Tâbi´inden bazılarının gittiği yolu tutmuştur. Ancak bu şöhret ona ait olmuştur. Çünkü o bunlara dayana­rak çok fetva vermekle meşhur olmuştur. O haber-i vahide muhalif vermiş olduğu fetvaları tesbit etmiştir. Böylece ondan sonra gelen asırlarda onun şöhreti devam etmiş, yaygınlaşmış ve bu yol ona nisbet olunmuştur. Fakat o bu çığın ilk açan değildir, belki o yola uyandır.


151- Medine Ehlinin İcma´ı Neye Dayanır:


İmam Mâlikin nakil olunan kavilleri, yazdığı risaleleri gösteriyor ki, ona göre, Medine ulemasının ittifak ettikleri icma´ hüccettir, delildi, ondan naklettiğimiz kavillere göre ona uymak gereklidir. Eğer haber-i vâhid, Medine ehli ameline, icma´ma aykırı düşerse, haber red olunur. Hz. Peygamberin eseri itibar olunması bakımından onların ameli alınır, o daha mevsuk sayılır. İmam Mâlik´ten menkul olan sözlere göre Me­dine ehlinin amelleri, ezan gibi, Peygamber´in zamanındaki müd ölçüsü gibi ondan işitmekle bilinecek şeylere şâmil olduğu gibi, bazı yargı hükümleri, insanlar arasındaki muameleler gibi ictihad ve istinbat sure­tiyle olanlara da şâmildir.

Anlaşıldığına göre Mâlik´ten sonra, Mâliki Mezhebi salikleri onun bu genel görüşünde birieşmediier, nakil ve rivayet yoluyla olanlarla ictihad ve istinbat suretiyle olanlar arasında ayırım yaptılar, hatta onlar kitaplarında, Mâlik´in görüşü sadece nakil yoluyla olan amellerdir gibi gösterdiler. Karâfl şöyle der: Mâlik´e göre Medinelilerin icma´ı eğer nakil ve tevakkuf yoluyla olan amel üzerine ise o zaman delil sayılır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «Körük ateşi, nasıl demirin pasını atar­sa, Medine de kiri pası öyle atar.» Hata kirdir, öyleyse o Medine de barınamaz, onları ameli temizdir. Onların çocukları babalarından nak­lederler. Haber, zan ve tahmin haberi olmaktan çıkar, yakln haberi olur. Mezheb erbabından onların mutlak icma´ı nakil suretiyle değîf de işle­dikleri bir amele dayansa yine delildir, diyenler var. Bunu, birinci delili, umumi saymak gösterir. Delilleri de şu Hadis i Şeriftir: «Benim ümme­tim hata üzere birleşemez». Bunun anlamı, ümmetten bazısı hata ede­bilir, demek olur. Medine ehli de ümmetin bazısıdır. Buna şöyle cevap verilir: Hadisin müsbet olan mantıki, menfi olan mefhumundan daha kuvvetlidir. [4]

Karâfl´nin naklinden görüyoruz ki, Mâlik´e göre, Peygamber´den nakil suretiyle olana dayanan amelleri hüccettir, mezheb saliklerinden, icma´lan mutlak surette delildir, diyenler de var, Mâlik´in sözünün zahiri de budur. Karâfl icma´ian mutlak surette delildir, diyenlerin delillerini getiriyor. O da, körük, demirin pasını attığı gibi Medine de kirinf pasını, kötü insanları atar, hadisidir. Çünkü buna göre her kir pas Medine de barınamaz, hata da kirdir, Medine ehli hata üzere icma´ edemez. Nakil suretiyle olanla, ictihad yoluyla olan arasında ayırım yapanların delilini de getiriyor: Zira nakil suretiyle olan evlâtların babalardan naklidir, b\j mütevatirdir, kesindir. İçtihat yoluyla olanda hata olabilir. Hata ümmet­ten kaldırılmıştır, fakat mecmu´ından kaldırılmıştır, bazısı hata edebilir, icma´ında hata caizdir. Bu «ümmetim dalâlette ittifak edemez» Hadisi­nin mefhum muhalifidir. Yani bazı olabilir, demektir. Karâfl, Medine ehlinin ameli delildir, diyenlerin görüşünü tercih ediyor. Ve tercih sebebi de şu: Birinciler Medine kirini atar, Hadisinin mantıkini delil alıyorlar, diğerleri ise «Ümmetim hata da birleşemez» hadisinin mefhumunu delil gösteriyorlar. Mantık ile mefhum tearuz edince, ulemanın ittifakınca, mantıkin delâleti tercih olunur.


152- Kadı İyad, Medine İcma´mı Dörde Böler:



Medine ehlinin icma´mın birinci nev´i ki, Peygamber Aleyhisse-lam´dan menkul bir esere dayanır, bunun bütün ulemaca icma´´delili olması gerekir, çünkü bu mütevatir veya en azından meşhur bir esere dayanır. Kadı İyad bunu şöyle açıklar: Medine ehlinin icma´ı iki nev´idir: Biri nakil yoluyla olan esere dayanandır ki o da dörde ayrılır:

a) Hz. Peygamber Aleyhisselam´dan kavlen nakil olunanlardır: Ezan, ikamet, namazda besmeleyi aşikâre okumamak gibi. Buniar kavlen nakil olunmuştur.

b) Hz. Peygamber´in fi´illeri, bunlar da namazın kılınış şekli, rek´at-ierin sayısı, secdeler vesaire.

c) Hz. Peygamber´in takriri, yani bir şeyi görüp de onu inkâr etme­mesi, onu tasvip sayılır.

d) Ashabda gördüğü bir şeyi bırakması, onları yapmaya zorlama­dığı ahkâm. Meselâ çok olduğunu gördüğü halde onlardan sebzelerden zekat almaması, bu nev´iden olan tema´ delildir, ona uymak gerekir. Buna muhalif olan haber-i vâhid ve kıyas terk olunur. Çünkü bu nakiller malum ve muhakkak olup kafi ilim ifade eder. Zannl ifade eden birşeyle terk olunmaz. Vakıf, müd ve sâa´ mes´elelerinde İmam Mâlik ile ve diğer Medine ehliyle münakaşa eden muhaliflerden İmam Ebû Yusuf, bu nakillerin doğruluğunu görünce, kendi görüşünden dönmüş, onları! "almıştır. İnsaflı bir kimse bunların delil olduğunu inkâr edemez. Üsîadla-1 hnıızın ekserisine göre İmam Mâlik bu görüştedir. Bu yolun sıhhaîındaj şüphe yoktur. Aklı olan bunu deiü olarak alır. Bu meselelere Medine ehiinin dışında, bu nakil kendilerine ulaşmayanlar muhalefet etmişler­dir... Arkadaşlarımız arasında bunda ihtilâf yoktur. Şafii ulemasından Seyra´fî ve diğerleri, Ahmedinin nakline göre, buna muvafakat etmişler, bazı Şafiîler ise inad gösterip muhalefet etmişlerdir.295



153- Bunda Diğer Mezheblerden Malike Katılanlar Var:


Nakil ve tevakkuf yoluyla olan icma´ böyle. Kadı İyad´ın ve Kara-´nin dediklerine göre, İmam Mâlik bunu delil olarak aldı ve kabul etti, ununla haber-i vâhid´i de red etti. Kadı İyad´ın kaydına göre bazı jŞaffîler de bunu delil olarak almışlardır.

Doğrusu, Medine icma´ını delil almakla Mâlikiler şöhret bulmuşsa da başka mezheblerden de onlara katılanlar vardır: Onlara uyanlar bulunmuştur Onların görüşünü Öğrenmek için burada biraz da´onlara dönelim. Bunların başında bizzat Şafii bulunmaktadır. Eğer onlar icrna etmişlerse Şafii o icma´a saygılıdır. Çünkü onlar ancak icma mevzu olan bir şeyde icma yaparlar. Şafiî ile üstadı Mâük´ie onun tabiileri arasındaki ihtilâf, icma´ iddiasının sahih olup olmadığı üzerinde olmuştur, onun muhalefeti iddianın sıhhati üzerindedir. Aradaki münakaşa konusu budur..



154-İbn Kayyimin Taksimi


İbne Kayyım, İ?lâmül-Muvakkiîn´de, esası nakil olan Medine ehli amelini üçe bölmektedir: 1- Hz. Peygamber´e dayanan nakil, 2- Sürekli amelî nakil, 3- Mekân, ayn ve eşyanın miktarlarına dair nakiller..

1 - Bu kısım, Kadı İyad´ın misalleriyle birlikte Naklettikleridir ki, Hz. Peygamber´e dayanan nakillerdir.

2- Devamlı bir amelî nakle dayananlar ise: Vakıf, Müzara´a, ezanı yüksek yerde okuma, ezanda iki def?a söyleme gibi.

3- Mekân ve eşyanın yakinıne gelince; Müd ve sâa´ ölçüleri mikta­rını tayin, minberin yerini belirlemek, namazdaki yeri, Ravza ve Beki´ ve musallanın tayini, hac menâsikî, safa, merve, minâ, cemre, roüzdelife, arafat, ihrama girilecek yerlerin tayini bunlar hepsi bu nevi´dendir. İbni Kayyım, bundan sonra bunları etrafiyle açıklamıştır. Bu nakiller muhte­remdir. Bunlar delil olur. diyerek şöyle devam eder: Bu nakiller, bu ameller delildir, bunlara uymak gereklidir. Cân başüstüne deyip kabul olunur sünnettir. Bir âlim bunu başarırsa, gözü aydın, gönlü rahat olur.[5]


155- Malikiler Arasında Üç Görüş:


Bu sözlerden anlıyoruz ki, İmam MâlikMn aldığı Medine ehli icmai-nin kaynağı eğer nakii ise, bunu tenkide yer yoktur. Ulema onu gönül rahatlığıyla kabul eder, çünkü bu nakil, mütevatirdir. Ne haber-i.vâhid ne de kıyas ona tearuz edemez, bu açıklanacaktır. Dayanağı ictihad ve istinbat olan Medine ehli ameline gelince, İmam Mâiik´ten bu konudaki nakiller muhteliftir. Bazı Mâlikiier bu konuda onun üç türlü görüşünü naklederler:

1- Bu delil olamaz, Çünkü delil olan icma1, nakil yoluyla olan Medine ehli icma´ıdır. Bu Ebû Bekir Ebheri´nin kavlidir. O İmam MâlikMn bunu delü tuttuğuna dair olan sözleri inkâr eöer. Onun güvenilir talebe­sinden böyle bir nakil yoktur, bu Mâliki Mezhebinin kavli olmaktan uzaktır, der, Karâfl ´den naklettiğimizde bu görüşe işaret ettik.

2- Bu delil değildir, ancak bununla onların ictihadlan diğerlerinin içtihadına tercih olunur. Bu görüşü bazı Mâlikilerie bir kısım Şafiîler benimsemiştir.

3- İçtihat yoluyla olan icma´ delildir. Mâlikilerden bir grubun kavli budur, Malik´in görüşü de bu olduğunu söylerler. Mâlik´in Leys b. Sa´d´a yazdığı mektubundaki sözleri, bu mesleği tutanların görüşünü göstermektedir. Mektubu nakletmiş bulunuyoruz. Mâliki Mezhebine tâbi´ olan Mağrib halkının çoğunluğu bu kavli almıştır. Ve bu çığırda gitmektedirler.[6] Yukarıda beyan ettiğimiz üzere Karaâfi´niri sözü­nün gelişi bunu tercih ettiğini gösterir, yahut en azından bunu zayıf saymamaktadır.



156- Medine Ehlinin Ameli Haber-i Vâhit´le Tearuz Ederse:


Medine Ehlinin ameli, nakil veya ictihade dayandığı takdirde onu delil aimaJıakkındaki sözler böyle. Bildiğin üzere, bu amelin esası nakil olduğu zaman onun delil olduğunda Mâlikiler arasında ayrılık yoktur. Şayed temeli ictihad olursa, aralarında ihtilâfa düşmüşlerdir. Mâiikilerin çoğu onu delil ve hüccet sayar, önce Kârâfl´den arkasından İbni Kay-yım´dan yaptığımız nakiller bunu gösterir.

Medine ehlinin ameline haber-i vâhid tearuz ederse, bunu henüz etrafiyle açıklamadık. Öyleyse sözü biraz açalım:

Medine ehlinin amelinin esası nakil olursa, o, haber-i vahide tak­dim olunur. Çünkü bu mütevatir bir nakildir. Haber-i vâhid mütevâtüre tearuz edemez, çünkü o zannldir, mütevatir ise kafidir. Bunda Mâlikîler arasında ayrılık yoktur. Fakat Medine ehlinin amelinin ve icma´ın esası ictihad olursa, Cumhur Mâlikllere göre haber-i vâhid alınır. Bazılarına göreyse, icma´ın esası ictihad da olsa, sebebi ne olursa oisun Medine ehlinin icma´ı, delildir, haber-i vâhid zayıf kalır. Fakat bu görüş söz taşır, çünkü icma´ın esası kıyas veya Rey olduğu takdirde, görüşler birbirine ayktrı olabilir, bakış açısı muhtelif olur. Nass olmayan yerde bütün, görüşlerin birleşmesi şüphelidir. Rey´le istinbata dayalı Medine bir is-tinbat, nass´a nastl takdim olunur. Bu Rey, ümmetten bir taifenin icma´ mevzuu da olsa haberin, Hadisin önünde duramaz. Sonra böyle vü­cudu şüpheli bir icma´ ile nakle dayanan icma´ arasında fark vardır. Nakle dayanan bir nev´i tevatürdür. İstidlalde zannl olarak haber-i vahide takdim olunur.


157- İki İcma Arasındaki Fark:



Medine ehlinin bu iki nev´i icma´mın haber-i vahidle tearuz edince fâfklı durumlarını İbni Kayyım şöyle anlatır: «Malum olduğu üzere Hulefâ-ı Râşidin ve sahabe devri geçtikten sonra, Medine de amel ve emir oradaki müftilerin, emirlerin, valilerin ve Muhtesib´lerin elindeydi. Teb´a onlara muhalefet etmezdi. Müftiler birşey hakkında fetva verdiler mi, vali onu tehkiz eder, muhtesib onu tatbik eder, bu amel olurdu. Bu sünnete, Hz. Peygamber´in fiiline, Hulefâ-i Râşidin ve ashabın yaptıkla­rına aykırı olmazdı. Sünnete aykırı olan terk olunurdu. Rebia b. Ebû Abdurrahman fetva verir, muhtesib vazifesi gören Süleyman b. Bilâl, onun fetvasını tenfiz ederdi. Halk da onun fetvasiyle, bunun tatbikiyle! amel ederdi. Muhalif çıkan olmazdı. Nasıl ki, Mâlik´in kavlinin geçtiği bir memlekette ve şehirde yalnız onun fetvasıyla amel olunur, Orada diğer İslam imamlarının kavline göre amele yer yoktur. Bir kimse öyle birşey yapacak olsa onu azarlarlar.»[7]

İbni Kayyım sözünü şöyle tamamlar: «Esası nakil olan bir icma´, Medine halkı ameline, sahih sünnete asla muhalif olmaz. Esası ictihad olan amel ise sünnete asla takdim edilemez. Kabul edilmiştir ki, sahih sünnete muhalif olan her amel, asla nakil yoluyla vâki´, sabit olmuş değildir. O, ictihad yoluyla vuku bulmuştur. Nakle dayanan bir icma´ ve Medine ameli, sahih sünnete asta muhalif olamaz.»[8]


158- Hangi İcma´ı Haber-i Vahide Tercih Ederdi:



Mâlike göre Medine ehlinin amelini anlattık. Onların amelinin kısımlarını, Mâlikller´e ve diğer mezheblere göre bunların delil olmada­ki, istinbat usulündeki yerlerini beyan ettik. Esası nakil oian icmaa, Medine ehlinin bazı hassaları dolayısiyle, muhalif olanların bile Mâlikile­rin görüşüne katıldıklarını söyledik. Esas ictihad olan Medine ehlinin ameli, Mâlikilerin arasında bile ihtilaflı olduğunu gördük.

Şimdi şunu da belirtelim ki, İmam Mâlik (Allah ondan razı olsun) kendi memleketlerinde yani Medinede icma1 halinde olan bir şeyi delil alırken, yalnız nakille bilinen şeylere bağlı kalmaz. Rey sahası olan şeyleri de alır, onların kavlini kabul ederdi. Çünkü o, umuma karşı gelip tek kalmaktan çekinirdi, şaz olmazdı. Nasıl ki Leys b. Sa´d´a yazdığı mektuptaki sözleri bunu gösterir, Leys´in cevabında da bu belirtilmiştir. Aralarında ihtilâf ve münakaşa, konusu olanlar, Rey mes´eleieridir. İlâ. ve tefviz´i talak Rey sahasına giren mes´elelerdir.

Kaldı ki, haber yani Hadis, haber-i vâhid olduğu zaman, İmam. Mâlik Medine ehlinin icma´ını habere tercih eder miydi? Bildiğin gibi o. hadisleri çok dikkatle inceler ve araştırırdı. Onları, umumi usulle, sabit ve mukarrer prensiplerle,.dinin kaideieriyle karşılaştırır, mukayese; ederdi. Belki de bu ince eleme ve araştırma sonu, Ashab ve Tabiin, arasında ma´mul ve onlardan menkul olanların ışığı altında, bazı hadis­lerin zayıf olduğunu gördü. Rey karşısında onları bu sebeple almadı. Çünkü o şaz olanları garib sayardı.


159- Şafiî´nin Bu Konudaki Görüşleri:



Medine ehlinin amelini delil alma konusunu, fıkhı, İmam Mâlik´ten okuyup sonra ona muhalif olan. bir fakihin bu husustaki tutumunu be­lirtmeden bırakmayacağız. O da İmam Şafiî´dir. O bu meseleyi ilk tenkid eden fakih olmuştur. Kitaplarının birçok.yerierinde bunu eleştirir. Bu hususta en şiddetli tenkidlerini risalesinde ve İhtilâf-i Mâlik kita­bında yapmıştır. Bakıyoruz, İmam Şafii, Medine ehlinin amelinin delil olması meselesini münakaşa ederken bunu iki noktaya dayanarak red ediyor.

1- Böyle bir icma´m vukuunu inkâr eder. Mâlikllerİn Medine ehli arasında ittifakla kabul edilen birşey olduğunu söyledikleri icma´ı teslim ve kabul etmez.

2- İctihad ve istinbata dayalı icma´m, haber-i vahidi red etmesi görüşünde değiliz.

Bu konuda görüşlerini açıklarken onlara red metodunu göstermek için onun bazı sözlerini nakledelim. Risalesinde şöyle der: «Ben ve ehli ilimden hiç bir kimse bunda icma´ vardır diyemeyiz, ancak her karşılaş­tığın ve gördüğün âlim, buna muvafakat eder ve kendisinden önceki­lerden bunu naklederse, o zaman icma1 var deriz. Öğlenin dört rek´at, şarabın haram olması ve benzerleri gibi. Yoksa, bakıyorsun biri bunda icma´ var diyor, bakıyorum, Medine ilim ehlinden biri onun hilafını söylüyor, bütün memleketler halkı, onun İcma´ var dediğine muhalif kalıyor...»[9] Görülüyor ki, O Medine halkının icma´ı iddia olunan meselelerde bizzat Medine ehlinden muhalif olanların bulunduğunu söylüyor. Kendisiyle münakaşa yapana, Medine ehlinin böyle icma´ı, haber-i vahide tercih edilemez, diyor. Şöyle ki:

«Şafiî´ye dedim ki: «Biz diğer memleketleri bırakır, sadece Medine ehlinin icma´ını alırız. Şafii cevap verdi: Bu hadislerin hepsini iptal edenlerin yoludur. Onlar, biz icma´ı kabul ederiz, deyip bırakıyorlar. Ve onlar bütün insanların icma´ını iddia ediyorlar. Siz ise (yani Mâlikller) bir memleketin icma´ını iddia ediyorsunuz. Onlar başka türlü söylüyor. Onların aleyhine olan, size karşı da olur. Sizin bu sözü söylemenizden susmanız daha iyidir. Çünkü bu söz, delilsiz ortaya atılmış bir şeydir. Sorulduğu zaman cevap yok. Baksanıza, Medine´de icma´ edenler kimlerdi? diye sorulduğu zaman ne dersiniz? Onlar hadis sabit olanlar mı? Yoksa Hz. Peygamber Aleyhisselâm´dan hadis sabit olmasa da icma ettikleri şey mi sabit oldu?»[10] Görülüyor ki o, Medine ehlinin icma´ını inkâr ediyor ve bunu haber-i vahide tercih etmeyi red ediyor. Medine ehlinin ameli bahsinin başında söylediğimiz gibi, İmam Şafii Medine ehlinin bir meselede icma´ını, ancak bütün memleketler fukahasının o meselede ittifak etmiş olması şartıyla kabul ediyor. O bu kaziyedeki hükmünü şuna bağlar. O icma´m ancak farz olan asıllarda; oruç, zekat, hac, namaz rekatlarının sayısı gibi meselelerde olduğunu görüyor. Bu usulün dışındaki meselelerde idma´ görmüyor, Bütün şehir­ler fukahasının, bunlardan başkalarının da icma´ını inkâr ediyor. Buna göre Medine ehlinin bir icma´t varsa, o buusuidedir. Bunlar ise hepsinin icma´ ettikleri yerlerdir. Doğrusunu Allah bilir.


[1] Kadı lyad, Medârik, S. 34

[2] Mâlik, adı geçen mektup.

[3] Kadı lyad, Medârik, S. 37

[4] Karâfi, Tenkıh Şertıi, S. 145

[5] İbni Kayyım, l´lâmüt-Muvakkıîn, C. II, S. 304

[6] Aynı Kaynak, C. II, S. 315

[7] Aynı Kaynak, C. II, S. 307

[8] Aynı Kaynak, C, II, S. 308

[9] Şafiî, Risale, S. 534, Halebi Baskısı.

[10] Şafiî, El-Um, C. III, S. 243.