๑۩۞۩๑ Güncel Haberler & Tarihden Başlıklar ๑۩۞۩๑ => ilimdunyasi.com Haberleri => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 29 Eylül 2011, 14:19:54



Konu Başlığı: Hayatımı Sana (cc) adadım
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 29 Eylül 2011, 14:19:54
Hayatımı Sana (cc) adadım

(http://medya.zaman.com.tr/2011/09/29/bahar.jpg)

"Hayatın zekâtı nedir?" diye sorsak, cevabınız ne olurdu? Peki, "Adanmışlıktır." desek... Abdullah Aymaz, adanmış ruhları, tek başına kalsalar bile "İş başa düştü." diyerek atlarını mahmuzlamasını bilen kişiler olarak tarif ediyor. Ona göre adanmışlık; insanın, hizmet, dava, misyon uğruna kendisini vakfedip sırf Allah rızasına kilitlenmesidir.

Pencereden içeri dolan loş ışığın altında depoda hummalı bir çalışma vardı. Dernekteki herkes seferber olmuştu adeta. Yaklaşık üç aydır yetimler için yapılacak kermese hazırlanıyorlardı. Kimi paket yapıyor, kimi kolileri boşaltıyordu. Gönüllülerden en genç olanıydı Güzin Coşkun. Toza karşı alerjisi olmasına rağmen her koli açışında tozu ciğerlerinde hissediyordu. Son olarak ağzına maske takmayı denedi. Bu biraz işe yaramıştı sanki. Ve kermes günü gelip çattı. Kimi zaman stant başında, kimi zaman kasada durdu genç gönüllü. Satışlar çok iyi gidiyordu. Güzin, üniversite son sınıftaydı ve dersleri de oldukça ağırdı. Aklı biraz da bitirmesi gereken projelerdeydi. Bocalar gibi olunca nefsini uyardı kaşlarını çatıp: "Dersler bir şekilde halledilir. Yetimlerin bize ihtiyacı var. Fedakarlık yâ hû!" Türkiye'nin herhangi bir şehrindeki sivil toplum kuruluşunda ya da dernekte çalışan gönüllülerin koşuşturmasına tanıklık eden bir kareydi bu anlattığımız. 25 yaşındaki Güzin de bu yardım gönüllülerinden sadece biri. Bilgisayar mühendisliğinden yeni mezun olan genç kız, Kimse Yok mu Derneği'nde haftada üç gün gönüllü olarak çalışıyor. Doktorasını yapmak için yurtdışına gidecek olan Güzin, dernekte işler ve sorumluluk artınca eğitimini bir sene ertelemiş: "İhtiyaç sahiplerine ulaştığımız zaman onların 'Allah razı olsun' cümlesi her şeye yetiyor. Onların gözlerindeki ışıltıyı hiçbir şeyle değişmem. Kelimelerle tanımlanamaz bambaşka bir haz, mutluluk bu yaşadığımız."

"Haftalar ellerimde ufalanıyor" diyor şair, insan ömrünün hızlıca akışına atıfta bulunarak... Zira hayatın durup dinlenmeden hatta soluklanmadan süratle geçtiği de bir gerçek. Her yaş ve her devrin ayrı bir tadı vardır hiç şüphesiz. Hey gidi günler dedirten 'gençlik' ise ayrı bir yere sahiptir. Zira gençlik, nefsanî arzuların âdeta seferber olduğu, şaha kalktığı bir mevsim. Ama bununla birlikte hayata yön vermek için de en müsait dönem. Özellikle okul, meslek hatta ilerleyen dönemde yapılan evlilik hayatında kilit rol oynar. Attığımız her adım, yaptığımız her tercih bir şekilde ileriki yaşlarda karşımıza çıkar. Ya 'keşkeler' birikir dağ gibi önümüzde ya da "Şükürler olsun aldığım doğru kararlar için!" deriz.

Anne evladı için geceler boyu uykusuz kalır fedakârlığın zirvelerinde dolanır adeta. Ya da anneliğin getirdiği o kutsal duyguyla gittiği her yerde tüm ana kuzularına yardım etmek için seferber eder çevresini. O isimlerden biri de iki çocuk annesi 54 yaşındaki Hamiyet Türkan. Urfa'dan Muş'a, Antep'ten Elazığ'a kadar birçok farklı şehirde öğretmenlik yapar Türkan. Gittiği her şehirde öğretmen arkadaşlarını organize edip insanları hayra yönlendirir. Ya bayramlıkla sevindirir çocukları ya da kışın ayazında montsuz olanlar için seferber eder çevresindekileri. 13 yıldır emekli olan Türkan, ayaklarını uzatıp dinlenmek yerine başladığı yolda hiç durmadan yürüyor. Birçok sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak çalışan Hamiyet Hanım, dört yıldır da Kimse Yok mu Derneği'nde aktif gönüllü olarak çalışıyor. Çay partilerinde vakit öldüreceğine bu şekilde zamanını bereketlendirdiğini anlatıyor: "Allah rızası olunca her şey çok farklı. Her türlü sıkıntımı bu şekilde aşıp manevi desteği burada buluyorum." Türkan gibi adanmışlık ruhuna sahip bir insan, sevdiği, değer verdiği her şeyi yeri gelince hiç düşünmeden feda eder. Hatta çıkarlarından vazgeçip her türlü zorluk ve sıkıntıya katlanarak din kardeşini kendi nefsine tercih eder. Fedakârlık ve cömertliğin bir üst derecesi olan diğergâm ruh ise hiçbir çıkar düşüncesine dayanmadan başkalarının menfaatlerini kendinden üstün tutar.

Abdullah Aymaz da adanmış ruhların, meylürrahat (rahat düşkünlüğü) ve hayat tutkusunun vazifelerine engel teşkil etmediğini düşünüyor: "Onların bir emeklilik düşünceleri olmaz. Onlar ancak rahmetli oldukları zaman emekli olacaklarının şuurunu taşırlar. Asla nemelazımcılık illetine yakalanmazlar."

HASBİLİK, GÜCÜNÜ İNANÇTAN ALIYOR

Adanmışlık o kadar derin bir kavram ki üzerinde uzun mütalaa etmeyi hak ediyor. Bu alanda çalışma yapan 'Adanmışların Vasıfları' kitabının yazarı İbrahim Özübüyük, kendi derdiyle dertlendiği kadar başkasının derdiyle dertlenmeyenlerin hakiki ruh inceliğinden mahrum kimseler olduğunu dile getiriyor. Ona göre bu duyguyu fıtrat haline getiren kişi bir anlamda Hak âşığı, etrafında olup biten her meseleye karşı duyarlı olur. Bu hisleri taşıyan birey, dünyanın dört bir yanında ezilen, mağdur olan, gözyaşı döken, açlık çeken, ihtiyaç sahibi insanlara karşı kendisini sorumlu hisseder ve onlara yardım elini uzatır. Onun kitabında vurdumduymazlığa, neme lazımcılığa yer yoktur. Fethullah Gülen Hocaefendi de diğergam ruhları şu cümlelerle tanımlıyor:

"İnsanları aydınlatma yolunda koşanlar, hep onların saadetleri için çırpınıp duranlar, hayatın çeşitli uçurumlarında onlara el uzatanlar, kendilerini idrak etmiş öyle yüce ruhlardır ki, bunlar, içinde yaşadıkları cemiyetin koruyucu melekleri gibi, toplumu saran musibetlerle pençeleşir, fırtınaları göğüsler, yangınların üzerine yürür ve muhtemel sarsıntılar karşısında daima tetikte bekler dururlar." Gülen, 'yaşatma zevkiyle yaşamaktan vazgeçme' anlamına gelen diğergamlığın önemine dikkat çekiyor birçok eserinde. 'Ölçü veya Yoldaki Işıklar' adlı kitabında sadece kendini düşünen kişinin insan olmadığını ya da eksik bir varlık olduğunu; gerçek insanlığa giden yolun da başkalarını düşünürken gerektiğinde kendini ihmal etmekten geçeceğini anlatıyor.

Kimi insanın özveri ölçüsü ise "Çocuğumun, ailemin ihtiyaçları karşılansın, sonra başkaları için iyilik yaparım." şeklindedir. Ancak böylesi bir hayat görüşü Kur'ân'da bildirilen fedakar ahlakla bağdaşmaz. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) dünya malı adına geride bir şey bırakmadığı gibi, Hz. Ebu Bekir'in de ardından bıraktığı mirası yoktu. Allah-u Teâlâ bu noktada müminleri şu ayetlerle uyarır: "Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça 'fazilet' mertebesine ulaşamazsınız. Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir." (Âl-i İmran, 3/92)

Gerçek fedakârlık, insanlardan maddî ya da manevî hiçbir karşılık beklemeden, yalnızca Allah'ın rızası hedeflenerek yapılandır aslında. Bu müminlerin fedakârlık yaparken gösterdikleri ihlaslı tavırları ve yalnızca Allah'ın rızasını gözetmeleri özetle şöyle zikredilir: "Sadece ve sadece Yüce Rabb'ini razı etmek ister. Kendisi de ahirette elbette hoşnut olur." (Leyl, 92/20-21) Elbette fedakârlığı en zirvede temsil eden rehber Gönüllerin Sultanı Efendimiz'dir. O'nun bütün hayatı bu mesele üzerine örülüdür. İnsanlığın selameti için maddî servetini, sağlığını, şahsî istek ve arzularını bu sebeple feda eder. Örneğin, Hz. Hatice (ra) daha O istemeden varını yoğunu inandığı kutsî ideal uğruna harcayan isimlerdendir. İslâm öncesi Mekke'nin en zenginlerinden olan Hz. Hatice, vefat ettiğinde kefen bezi alacak kadar bile imkânı kalmaz. Sahabe efendilerimiz de bu hususta eşsiz örnekler sergiler, arkalarında örnek bir hayat bırakır. Şahsî menfaatleri yerine, Müslümanların huzur ve güvenliğini temin adına cehd ve gayret gösterirler.

Fethullah Gülen Hocaefendi özellikle bu noktada beklentisiz olarak işin içine girmenin önemine işaret ediyor. Vermeyle meseleye başlamanın adanmışlık duygusu ile hareket etmenin ciddi bir güç kaynağı olduğunu dile getiriyor. Bunlara sahip olan insanın da Allah'ın izni ve inayetiyle, hiçbir zaman ye'se kapılmayacağını hâdiselerin karşısında her zaman dimdik ve sarsılmaz bir iman ve ümitle onların üzerine yürüyeceğini ifade ediyor: "Bu aynı zamanda acz u fakr yoludur. Yani insan önce acizlik ve fakirliğinin farkında olacak, sonra da adanmışlık mülahazasıyla hareket edecek ve 'yaptıklarım geriye dönmedi, iltifat ve teveccüh olmadı, demek ki başarılı olamadım' diye bir anlayışa kapılmayacak; kapılmayacak ve bundan dolayı hır gür çıkarmayacak, streslere girmeyecek ve kaderi tenkit etmeyecektir."

Asr-ı Saadet'i kendilerine rehber edinen ecdadımızın hayatları da fedakârlık tablolarıyla doludur. Mehmet Akif de göz yaşartan diğergamlığıyla örnek bir hayata sahiptir. Onun özverisi birazdan anlatacağımız hikâyede olduğu gibi takdire şayandır: Akif, vazife için Teşkilat-ı Mahsusa başkanı Eşref Bey (Kuşçubaşı) ile Arabistan'dan Hicaz'a gittiği yıllardır. Hicaz demiryolu istasyonu bekleme salonunda bir memur barınağı... İstasyon memuru ve ailesi yaşamaktadır bu sefalet timsali yerde. Hanımı birkaç güne doğum yapacaktır istasyon memurunun. Adam, Akif ve yol arkadaşından medet dilenir: "Sizde eski çamaşırlar varsa verin de doğacak çocuğu saralım." Akif'in yüzünü derin bir hüzün kaplar. Besmele çekerek koyulur yola. Beş gün beş gece Şam'a yapılan yorgun ve uykusuz geçen tren yolculuğunun ardından birçok malzeme ile geri gelir Akif. Eşref Bey bu hadiseyi şu cümlelerle anlatır: "Ah mübarek Akif! Sefalette kalan bir kadına yardım için atmış üç derece sıcaklıktaki çölde aylarca dolaştıktan sonra bir gece bile istirahat etmeden beş gün beş gece eşya vagonlarında yattın."

Ömrünün bütün safhalarında iktisat kaidelerine tabi olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de Risale-i Nur mesleğinin maddî-manevî feragat gerektirdiğine dikkat çeker: "Ben maddî ve manevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım. Her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i îmaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddi ve manevi her şeyden feragat mesleğinden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır." Bu noktada istişarenin ehemmiyetine değinmekte yarar var. İstişare edenin asla pişman olmayacağını dile getiren Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), her fırsatta ümmetini istişareye teşvik eder. Bir hadisinde, "Bir millet istişare ettiği müddetçe zillete düşmez." buyuruyor.

ADANMIŞ İNSANIN VASIFLARI

Adanmışlık konusunda altı çizilen bir diğer mesele 'azim ve kararlılık'tır. Azim ve kararlılığın imandan besleneceğinin altını çizen Özübüyük, Allah'a tevekkülle birlikte kadere iman etmiş bir müminin hiçbir zorluk ve sıkıntı karşısında yılgınlık göstermeyeceğini azmini yitirmeyeceğini anlatıyor. Ülfet ve ünsiyete girmeden aşk ve şevk içinde koşturmak, devamlı suretle kendini yenilemek ve canlı kalmak kendini insanlığa hizmete adamış insanın en hayatî özelliklerindendir. Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem) sahabelerinden hangi şartlar altında olursa olsun dine hizmet etmelerini ister. Kendini yenileme meselesi de Fethullah Gülen'in hem düşüncesinde hem de aksiyonunda ayrı bir yere sahip. O, kendini yenilemeyi, devamlı var olabilmenin ilk şartı ve en mühim esası olarak görür. Her şeyin kendini yenileyerek canlı kalıp varlığını sürdüreceğini dile getirerek yenilenmenin durmasını da canı çekilmiş cesede, çürümeye, heba olup dağılmaya benzetir. Hocaefendi hizmet insanının nasıl olması gerektiğini ise şu cümlelerle özetler: "Hizmet insanı, gönül verdiği değerler uğruna kandan irinden deryaları geçip gitmeye azimli ve kararlı... Varıp hedefine ulaştığında da her şeyi sahibine verecek kadar olgun ve Yüce Yaratıcı'ya karşı edepli ve saygılı. Bu yolun sarp ve yokuş olduğunu baştan kabul edecek kadar rasyonel ve basiretli; önünü kesen cehennemden çukurlar dahi olsa, geçebileceğine inanmış ve himmetli... Uğruna baş koyduğu idealin kara sevdalısı olarak, cânı-cânânı feda edecek kadar vefalı ve geçtiği bu şeylerin hiçbirini bir daha hatırına getirmeyecek kadar da gönül insanı ve hasbi olmalıdır."

Adanmışlık aslında belli zümrelere ait bir vasıf değil. Bu sebeple dünyanın birçok yerinde de bu kavram üzerine çalışma yürütülüyor. Houston Üniversitesi Öğretim Üyesi Helen Rose Ebaugh, 'Gülen Hareketi' adlı eserinde sosyolojik analiz yapıyor. Küresel bir güç olmaya evrilen hareketin, yapısal sürecini ve bireyler bazındaki adanma mekanizmalarını irdeliyor. Böylece dünyadaki ilk akademik çalışmaya da imza atmış oluyor. Çalışmada özellikle bu görüşe bağlı insanların adanmışlıklarını doğuran mekanizmaları ve yapının hayata geçirdiği hizmet projelerini araştırıyor. Ebaugh, hareketin Türk-İslâm hayırseverliğini yeniden canlandırdığına dikkat çekiyor: "Gülen Hareketi'ne katılan insanlar, fakir öğrencilere sadaka vererek, kurban etlerini Türkiye'nin güneydoğusuna veya Afrika'nın ortasına göndererek, kariyerlerini ve işlerini hayır hasenat hizmetinde kullanarak veya doğal afetlerden zarar gören insanlara yardım ederek, Türk toplumunda eskiden beri var olan hayırseverlik geleneğini canlandırmışlardır. Motivasyonlarının kaynağını da, bu köklü gelenekte aramak gerekir." t.mezararkali@zaman.com.tr

Hasta ruhun tamiri mümkün

Asrımız hastalıklar çağı. Bütün insanlığı kuşatmış o kadar çok illet var ki. Yazar İbrahim Özübüyük, adanmış insanların da cebelleştiği birçok hastalığın olduğuna dikkat çekiyor: Heyecan uyandıran değerlerin zamanla sıradanlaşması, bayağılaşması, basitleşmesi, ibadetlerde derinleşememe, fedakârlığı başkasından bekleme, hizmette kendini geriye atma, farz ibadetlerdeki laubalilik, adanmış ruhun gece feneri hükmündeki teheccüdü terk etmek... Adanmış ruhları tehdit eden bir diğer rahatsızlık, his ve heyecan yorgunluğu. Ona göre aksiyonunu yitirmiş, kendi kabuğuna çekilmiş, "Benden bu kadar, hep ben, hep ben biraz da başkaları yapsın" gibi ifadelerle enerjisi bitmiş, kendisini ademe (yokluk, hiçlik) mahkûm etmiş bir insan felçli bir hasta gibidir. Hele bir de o ortamda uhuvvet yoksa mutlaka tenkit veya gıybet gelir peşi sıra. Bu illetlerden kurtulmanın yolu ise ihlas ve ihsan sırrından geçiyor. Özübüyük, hastalığa maruz kalmış kişilere şu tavsiyelerde bulunuyor: "Bir ruh, önce muhasebesini yapmalı, hastalıklarını belirlemeli. Eğer kendi hastalıklarını bilemiyorsa bir 'hayırhah'a başvurmalı. Başını iki elinin arasına koyup örs ve çekiçle zihnini ve kalbini tamir yollarına gitmeli. Sonunda kendisi de görecektir ki hasta ruhunun ilacı yine kendisinde."


Konu Başlığı: Ynt: Hayatımı Sana (cc) adadım
Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Eylül 2011, 17:00:27


        Özübüyük, hastalığa maruz kalmış kişilere şu tavsiyelerde bulunuyor: "Bir ruh, önce muhasebesini yapmalı, hastalıklarını belirlemeli. Eğer kendi hastalıklarını bilemiyorsa bir 'hayırhah'a başvurmalı. Başını iki elinin arasına koyup örs ve çekiçle zihnini ve kalbini tamir yollarına gitmeli. Sonunda kendisi de görecektir ki hasta ruhunun ilacı yine kendisinde."

       Elhamdülillah..Rabbim bize de hayırhahlık yapacak kimseler gönderdi..İnşaallah,Güzel Rabbim maddi manevi hastalıklarımıza şifa ihsan eylesin..Adanmış Ruhlar'dan biri de biz olalım..


Konu Başlığı: Ynt: Hayatımı Sana (cc) adadım
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Eylül 2011, 17:19:39
Esselamu aleykum ; bizlerde birçok seyden hayatta ödün vermezsek birçok yapmak istedigimizi yapamaz hale geliriz.Anlatilmak istenen çok güzel ve manali.."Haftalar ellerimde ufalanıyor"Daha fazla boş yere ufalanmadan  hizmet için hayirli işlerde olabilmek duasiyla...Güzel duaniza da amin ecmain olsun inşaallah değerli ablamiz...Rabbim (c.c.) razi olsun kardeşim..



Konu Başlığı: Ynt: Hayatımı Sana (cc) adadım
Gönderen: Nursima üzerinde 29 Eylül 2011, 19:56:09
Cok guzel bir paylasim.Rabbim bizi Adanmis Ruhlardan eylesin.


Konu Başlığı: Ynt: Hayatımı Sana (cc) adadım
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 30 Eylül 2011, 23:28:07
"Sevdiğiniz mallarınızdan ALLAH yolunda harcamadıkça 'fazilet' mertebesine ulaşamazsınız. Bununla beraber her ne infak ederseniz, ALLAH mutlaka onu bilir." (Âl-i İmran, 3/92)

Gerçek fedakârlık, insanlardan maddî ya da manevî hiçbir karşılık beklemeden, yalnızca ALLAH'ın rızası hedeflenerek yapılandır aslında. Bu müminlerin fedakârlık yaparken gösterdikleri ihlaslı tavırları ve yalnızca ALLAH'ın rızasını gözetmeleri özetle şöyle zikredilir: "Sadece ve sadece Yüce Rabb'ini razı etmek ister. Kendisi de ahirette elbette hoşnut olur." (Leyl, 92/20-21) Elbette fedakârlığı en zirvede temsil eden rehber Gönüllerin Sultanı Efendimiz'dir. O'nun bütün hayatı bu mesele üzerine örülüdür. İnsanlığın selameti için maddî servetini, sağlığını, şahsî istek ve arzularını bu sebeple feda eder. Örneğin, Hz. Hatice (ra) daha O istemeden varını yoğunu inandığı kutsî ideal uğruna harcayan isimlerdendir. İslâm öncesi Mekke'nin en zenginlerinden olan Hz. Hatice, vefat ettiğinde kefen bezi alacak kadar bile imkânı kalmaz. Sahabe efendilerimiz de bu hususta eşsiz örnekler sergiler, arkalarında örnek bir hayat bırakır. Şahsî menfaatleri yerine, Müslümanların huzur ve güvenliğini temin adına cehd ve gayret gösterirler

Adanmış ruhlardan olabilmek duasıyla.