> Forum > ๑۩۞۩๑ Güncel Haberler & Tarihden Başlıklar ๑۩۞۩๑ > ilimdunyasi.com Haberleri > Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller  (Okunma Sayısı 950 defa)
08 Haziran 2015, 16:57:03
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 08 Haziran 2015, 16:57:03 »



Göktaşından Gökdelene: Taşlaşan Gönüller



Asırlardır gökyüzünde, yıldızların koynunda seyr-i sülûk edip duran bir Göktaşının gözüne dünya denilen gezegen ilişti. Seradan süreyyaya, arştan ferşe, sinekten semeğe, çiçekten böceğe kadar milyarlarca varlık tarafından süslenmiş muhteşem bir tablo gibiydi. Şimdi dünyada olmak vardı. Çiçeklerin, kelebeklerin koynunda Rabbini anmak vardı. Birden Göktaşının içine dünya aşkı düştü. O aşk ile dünyaya düştü.

Şimdi Barla’nın Çam Dağlarındaydı. Asırlar önce Hz. Adem ve Hz. Havva da cennetten dünyaya işte böyle düşmüştü. Göktaşı ile onlar arasında benzerlikler olmakla birlikte farklılıklar da vardı. Onları elma aşkı düşürmüştü dünyaya; Göktaşını çiçek, kelebek aşkı. Onlar iradeleri dışında düşürülmüştü dünyaya; Göktaşı bilerek, isteyerek. Onlar Serendip Dağlarına düşmüştü; Göktaşı Çam Dağlarına. Onlar “araya araya bulsam izini” diye diye birbirlerini aramışlar; sonunda bulmuşlardı. Göktaşı ise “ben de bu dağların sahibiyim” diyen Ademlerden bir ademi, Hz. İnsanı, Hz. Bedii buldu yanında.

Bedii, Mayıs’tan Ağustos’un sonuna kadar bu dağlarda yalnız başına zikirle, tefekkürle, şükürle günlerini geçirirdi. Göktaşı bunu öğrenince ‘Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber duâ etmek arzu ediyorum’ dedi.

Barlalı Mübarek Süleyman’a benzer bu safi kalp adama, bu göklerden yeni gelmiş Göktaşına ne demeli? Ne yedirmeli? Ne içirmeli?

Hz. Adem ile Havva gibi, Bediüzzaman ile Mübarek Süleyman gibi gayr-i iradi yürüye yürüye Çam Dağının zirvesindeki Eğirdir Gölüne bakar bir Katran Ağacına vardılar. Hiç gereği yokken birden başlarını kaldırdılar. Ağaca baktılar. Dallarında fırından yeni çıkmış ekmeğe benzer kırmızı bir kitap gördüler. Hâlbuki 20-30 gündür buralara kimse uğramamıştı. Hz. Bedii “Bak, Göktaşı. Allah bize bir kitap gönderdi. Buna Sözler derler. Gel beraber okuyalım. Şu kâinatın sırlarına ortak olalım. Tefekkür edip, düşünelim. Tezekkür edip şu harikulade kâinatı Yaratanı zikredelim. Bu güzellikleri bize yaşatana şükredelim. . . ” dedi.

Bedii “kâinattan Halık’ını soran bir seyyahın müşahedatıdır…” diyerek söze başladı.

Göktaşı sırtını Çam Dağına, kalbini Gönül Dağı Bedii’ye dayadı. Yüzünü mavi sözlü Barla Denizine, sözünü mavi gözlü Bedii’ye verdi. Kanı kaynadı Çam Dağına, Gönül Dağına, Barla Denizine. Kendini boşluğa, sonsuzluğa bıraktı.

Barla Denizi, Bedii’nin nefesleriyle kaynamaya başladı. Gözlerinden tüten buğular Çam Dağlarına doğru yürüdü. Göktaşının yanaklarını öperek göklere yükselmeye başladı. Kendini 12. Sözdeki havuzun içindeki iki adamdan biri gibi hissetti. Her “Şua” ada, her “Lem’a” kapı, her “Söz” pencere oldu. Vurdu Asayı Musa’yı Barla Denizine. Kendinden geçti. Göç başlasın, dedi. Güneşe hicret var…Aman ne dalgalar, ne deryalar. Bir hicret türküsü, bir balkan göçü ağıdı tutturdu derinden:

Aman bre deryalar, kanlıca deryalar

Biz nişanlıyız deryalar

Biz nişanlıyız


İkimizde bir boydayız

Biz delikanlıyız


Kırcaaliyle Arda arası saat sekiz sırası

Ardalılar ağlıyor Yusuf’um

Yoktur ah çaresi


Çıkar aba poturunu Yusuf’um

Dalgalar artacak

Demedim mi ben sana Yusuf’um

Kayığımız batacak


Kırcaali’yle Arda boylarında

Kimler gidecek

Garipte Yusuf’umun annesine

Kim haber verecek

Zavallı Feride’nin annesine

Kim haber verecek

Her şey bir Balkan türküsü gibi, bir film şeridi gibi gönlünün perdesinden geçiyordu. Zaman ve mekân kayboluyordu. Zaman ve mekânda kayboluyordu. Bedii’nin sesinde zamanın ve mekânın sesini takip ediyordu. Sesler kâh dağlardan, kâh denizlerden; kâh yerden, kâh göklerden geliyordu.

Ses bir zaman sonra bir dağın içine girdi. Sıradağlar gibi saf saf hissetti kendini. “Keşke” dedi “dağların dilinden anlayan Hz. Davud yanımda olsa; ben de ardında namaza dursam…” Her duaya işiten Rabbi onun duasını da işitti. Göktaşını namaz kılan dağ, Hz. Davud’u da o dağa imam eyledi.

“Rabbim Davut Dağında sesini duydum. Şimdi de seni görmek ve sende görünmek istiyorum”, dedi. Duası kabul edildi. Hz. Musa’nın yanına götürüldü. Musa Peygamberin duası ile duası birleşince Göktaşı Tur Dağına dönüverdi. Dağda Rabbi tecelli etti. Kendinde Rabbini gördü ve kâinata gösterdi. Kelamullahtan sonra Cemalullaha erdi. Aşka geldi, meşke geldi. Sarhoş oldu.

Ayıldığında kendini Kâbe’de buldu. En güzel insan (s.a.v.) göktaşına benzer, hacerül esved denilen bir taşın başında bekliyordu. “Ah şu taş olsam, O da (s.a.v.) beni kucaklayıp Kâbe duvarına koysa. Kâbe’ye duvar olsam” dedi. Duası kabul edildi. O’nun (s.a.v.) kollarında Kabe’ye duvar oldu. Göktaşı O’nun (s.a.v.) elinde ve O’nun evinde Kâbe’de olmak istemişti. Onun duası kabul edildiği gibi milyonlarca yüreği taşlaşmaya yüz tutmuş gönlün duası da kabul edildi. Göktaşını milyonların gönlüne düşürdü. Asırlarca milyonlarca insan dünyanın dört bir yanından Hacerül Esvede O (s.a.v.) dokundu diye dokunmak için, hacerül esved ile gönül Kabe’sini inşa etmek için Mekke’ye koştu.

Dağların, taşların kendisi için yaratıldığı O (s.a.v.) yüce insan 10 yıldır senenin 3 ayını burada yapayalnız tefekkürle geçiriyordu. ‘Her dağın bir şahs-ı manevisi vardır. Şu dağın şahs-ı manevisi bu Zatın (s.a.v.) gönlüne taht, İlahi hakikatlerine rahim olsaydım. Nur Dağının rahmi Hira Mağarasında O’nun (s.a.v.) dayandığı bir taş olsaydım, dedi. Duasını kabul edildi. O Nur (s.a.v.) Göktaşına dayandı. Söze başladı. Nur Dağından nurlar, nurani sözler yayılmaya başladı. Geçmişe, geleceğe, doğuya, batıya, güneye, kuzeye yayıldı. Sözler nurdan bir ruh oldu. Göktaşı hayat buldu. Büyüdü, büyüdü. Nurdan bir dağ, Nur Dağı oldu.

Bir zaman sonra O (s.a.v.) ve sadık dostu yollara düştü. Sığınacak bir dağ aradılar. Göktaşı heyecanlandı. “Belki bir Sevr olurum da, Sevgiliye (s.a.v.) menzil olurum. ” diye içinden geçirdi. Rabbi içinden geçenleri duydu. Göktaşını Sevr’e döndürdü. Göktaşında örümcek ağlarındaki güvercin sıcaklığı…

Gün geçtikçe dünyaya ısındığını hissetti. Yaşadığı güzellikleri düşündü. “Zikir fikri, fikir şükrü, şükür de nimeti ziyadeleştirir. Şükretmeli, ” dedi. Bir gün içinden Uhud Dağı olmak geldi. “Belki bir Uhud olurum. Bir müstakil abd (kul), müsebbih (tesbih eden) bir dağ olurum da O (s.a.v.) ve arkadaşı üzerimde tefekkür ve tezekkür eder” dedi. Daha ‘amin’ demeden duası kabul edildi; Uhud Dağı oluverdi. Rabbi karıncanın duasını kabul edip yağmuru gönderdiği gibi Göktaşına da Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Hz. Ebubekir’i (r.a.) gönderdi. Şükrettiği için Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Osman’ı (r.a.) da yanlarına ekledi. Göktaşı onların mehabetinden, sürür ve sevincinden lerzeye geldi. “Sakin ol” dedi ellerinden şefkat pınarları akan en büyük İnsan (s.a.v.), ‘Sakin ol. Üzerinde bir peygamber, bir sıddık, iki şehid bulunuyor. ’

O (s.a.v.) Göktaşını taş değil de insan yerine koyup konuşmuştu. O da O’nu (s.a.v.) ve Rabbini zikretmek istedi. Bedii’yi ve kedisini hatırladı. Sanki bir zikir halkası oluşturmuşlar; O’nu (s.a.v.) ve Rabbini anıyorlardı. Kedi ağzını Bedii’n kulağına dayayıp, sesine sesini katıp, ya Rahim, ya Rahim diye zikrediyordu. O zaman fark etti ki her şey zikrediyordu. İnsanlar, kediler, hemcinsi taşlar O’na (s.a.v.) selam veriyor; secde ediyor; dualarına “âmin” diyordu. Birden Göktaşı değil de, tesbih taşı olup, zikir halkasına katılmak istedi. Hâlbuki bir taştı işte. Cansız, ruhsuz bir Göktaşı. Kalplerden geçen en gizli duyguları bile hisseden Rabbi onun bu içten ve samimi arzusunu da işitti. Onu, O’nun (s.a.v.) ve arkadaşlarının kalbine, oradan da avuçlarına düşürdü. Önce O (s.a.v.) aldı eline. Dili çözüldü. Zikretmeye başladı. Yere bırakıldı; sustu. Hz. Ebubekir (r.a.) avucuna aldı. Tekrar zikre başladı. Yere bırakıldı. Sustu. Sonra Hz. Ömer (r.a.), nihayet Hz. Osman’ın (r.a.) ellerinde zikir… Aman ne cezbeler, ne istiğraklar…

“Ah, beni bir de Bedii eline alaydı; ellerinde zikir uykularına dalaydım. Rüyalarına giren Ararat Dağı olaydım” der demez rüya sağanağı başladı. Göktaşı, Ararat Dağı oluverdi. Dağ gibi parçaları dünyanın dört bir yanına dağıldı. Bedii haykırdı: Ana korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir. . .

Elbet O Rahim’dir. Dilerse Göktaşını Ararat Dağı, dilerse Çam Dağı eder de, Bedii’e sığınak eder. Göktaşını dağ eder de, Yokuşbaşı Çeşmeleri, Barla Denizi bağrından akar.

Elbet O Rahim’dir. Göktaşını dağ eder de, dağları dünyaya, dağ gönüllüleri kâinata kazık eder de, kâinat dağ gönüllerde huzura ve sükuna erer.

Bir zaman sonra Göktaşı dağ gönüllü bir insan olmak istedi. Bedii ses verdi: Dağ gönüllü olmak için toprak gibi mahviyet ve alçak gönüllülük gerek.

Göktaşı dersini aldı. Duaya durdu. “Rabbim, toprakla karşılaştırıldığında ben ne kadar cansız ve ruhsuzum. Bak şu toprağa. Bizim oralardan, yıldızlardan daha kalabalık, daha canlı. Beni de toprak gibi canlı, heyecanlı kıl. Beni toprak eyle de, üzerimde zikreden bitkiler yetişsin…” Duası kabul edildi. Barla Denizinden kopan bir soğuk, bir sıcak dalga derken Göktaşı ufalanıp toprak oluverdi. Göğsünde binlerce bitki göverdi.

“Çok şükür. Taş iken toprak, toprak iken nebat (bitki) oldum. Bir de buğday olsaydım”, dedi. Dua başak verdi. Göktaşı buğday oldu. Yeryüzü buğday, gökyüzü dalları, yıldızlar başakları oluverdi. İnsan böyle bir hikmete ererse, elbette buğdaylar gibi sararacak; başaklar gibi boynunu yere eğecek; sararıp solacak. Göktaşı da sarıp, soldu.

Başını eğdi; yine duaya durdu. “Rabbim birçok yerde seni anlatan şeyleri görüyorum. Ama şu dağın arkasındakileri göremiyorum. Beni bir Ceyl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller
« Posted on: 29 Mart 2024, 18:53:45 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller rüya tabiri,Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller mekke canlı, Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller kabe canlı yayın, Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller Üç boyutlu kuran oku Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller kuran ı kerim, Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller peygamber kıssaları,Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüller ilitam ders soruları, Göktaşından Gökdelene Taşlaşan Gönüllerönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes