๑۩۞۩๑ Güncel Haberler & Tarihden Başlıklar ๑۩۞۩๑ => ilimdunyasi.com Haberleri => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 05 Haziran 2009, 12:20:48



Konu Başlığı: Cami avlusunda Gül kokusu
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 05 Haziran 2009, 12:20:48
Cami avlusunda Gül kokusu

(http://www.risalehaber.com/images/news/58385.jpg)

Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nin avlusunda Efendimiz'in (sas) bir yaşına ithaf edilmiş 63 adet gül

İmam vardı hani, 'sıra dışı' bir imam; hattat Hüseyin Kutlu... Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nin avlusunda her biri diğerinden farklı görünen ve kokan, her biri Efendimiz'in (sas) bir yaşına ithaf edilmiş 63 adet gül yetiştiren adam...

Sonra 'suçlu' bulunmuştu bu imam hani, gül yetiştirdiği, gül konulu eserlerle cami avlusunda sergi açma girişiminde bulunduğu için başı ağrımıştı da türlü çeşitli vukuatın ardından emekliliğini istemek zorunda kalmıştı. Ne oldu, köprünün altından çok sular aktı, ama Hekimoğlu Ali Paşa Camii hep hattat Hüseyin Kutlu ile birlikte anıldı.

O gülleri görelim istedik geçen gün, bahçe şöhretini hak ediyor mu? Güller bir Hüseyin Kutlu klasiği olarak yerli yerinde mi? Gittik, o sabah Sultanahmet'in avlusunu görmüş gözler için sönük; ama bir kenar mahalle camisinde namaz kılmışlar için hayli güzel bir bahçeyle karşılaştık. Güller, kıyıdan köşeden pembeli beyazlı gülüyordu yine; caminin müdavimleri Hacı Muhsin, Hacı Tevfik ve Talat Bey'ler sadece kütüphaneyi değil bahçedeki gülleri de kollayıp gözetiyordu. "Niye?" diye sorduk, gül yetiştirmenin anlamı ne ki? Hatta cami ne işe yarar, bahçe ne işe yarar? Paldır küldür girip, alelacele çıkmak için midir? Hattat Kutlu'ya sormak kaçınılmazdı. Bir de merak ediyorduk, elini eteğini çekmiş miydi Hekimoğlu Camii'nden?

"Daha bugün oradaydım." dedi Hüseyin Hoca, "Elimi eteğimi çekmek istemiyorum; ama hariçten gazel okumak gibi algılıyor bazıları. Bir de şimdi görüyorum ki, bizim vaktiyle yaptıklarımız anlaşılamamış işlerdir. Çim ektiğimiz, çiçeklerle süslediğimiz hazire şimdi kedi yuvası olmuşsa, bahçe eskisi kadar bakımlı değilse, kasıt ya da ihmalkârlık aramam, anlayış o kadarmış derim." Kapı girişine konulan ayakkabılığı ve içi poşet dolu bidonu hiç estetik bulmayan Kutlu, kaldırılmasını tavsiye etmiş. Cemaat, eksik olmasın, ayakkabılığı kaldırmış; ama bidon hâlâ oradaymış. Hoca serzenişte bulunuyor çaresiz: "O çirkinlikten kimse rahatsız olmuyor. Ayakkabıları poşete koymayı pratik buluyorlar, güzel görünüyor mu görünmüyor mu düşünmüyorlar."

Aksaklık bir değil iki değil, müezzinin bir başına bırakılması da problem ona göre: "Ev hanımları dört beş camı silmek için yardımcı alırlar. Tek müezzin, 52 tane pencereyi nasıl temizlesin? Bu camiye her gün 100 kişi girip çıkıyor."

Hüseyin Hoca, bize de sitem ediyor, "Yaramı açtınız yine" diyor; ama cami bahçesinin ve caminin gerçekte ne işe yaradığı sorusuna cevap bulmadan bırakmayız kendisini. Şimdi sözü ona bırakalım: "Tarihî cami dış bahçe ile başlar. Sonra revaklı, şadırvan avluya geçilir. Sonra da caminin harimine girilir. Girişte genellikle hazire olur. Kişi, daha avluya girer girmez dış dünyadan bir miktar soyutlanır. Haziredeki mezar taşları eskiden okunabiliyordu. Onların üzerinde ölümü hatırlatan güzel sözler şiirler yazılıdır. Bu bölüm tefekküre davet eder insanı, ebedî âleme yönlendirir. Laleler, güller derken, nihayet camiye girildiğinde kişi hem ruhen hem bedenen Allah'ın huzurunda durmaya hazır olur." Caminin fonksiyonları üzerine de hoş ve mümkünse bir an evvel hayata geçirilmesi gereken hoş fikirleri var Kutlu'nun: "Namaz, tadı çıkarılarak, aheste kılınmalı. Cami içinde biraz oturup, vitrayları, çinileri incelemeli, o çinilerde cenneti tasvir eden desenler vardır. Ayetler, hadisler okunmalı, kalem işlerindeki estetikle ruh biraz dinlendirilmeli. Caminin tarifi işte budur." Hattat Hüseyin Kutlu, yeni bir cami algısı yerleştirmek için yandaşlar arıyor yıllardır, görevlinin, cemaatin, astın üstün birlikte onayladığı bir tarif, ahenksiz, ölçüsüz, akortsuz camilerin inşa edildiği bir devirde ne kadar mümkündür, zaman gösterecek.
Zaman