๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => İlahi Armağan => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 28 Ocak 2011, 18:32:37



Konu Başlığı: 56. Meclis
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 28 Ocak 2011, 18:32:37
56. MECLİS

 

Bu konuşma pazar sabahı Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 19 Ramazan 545, Milâdî 1150.


 

Ey evlat! Uğruna ömür tüketmekte olduğun işlere bakıyorum: Hakk'ı murakabe edenlerin işlerine benzetemiyorum. Hiç bir işin on­dan korkanların işine benzemiyor. Şer ve fesat ehli ile birleşmekte, velî ve temiz insanlardan ayrılmaktasın. Kalbin Hak'tan yana boş... Dünya ve dünya ehlinin sevgisi ile ferahyâb olup kalbini onlarla doldurmaktasın.

Dünya sevgisi ile dolup taşmaktan kork, onun ne demek olduğu­nu bilmez misin? Bir kalbin içinde yaşayan korku, oranın muhafızı­dır. Kalbe nur verir. Kalbin içinden çıkamadığı ve tefsiri güç şeyleri açıklar. Korkuyu kalbine yerleştirdiğinde oraya dünya ve âhiretin selâmetini yerleştirmiş olursun.

Öleceğini düşünmüş olsaydın, dünya ile şâd olman azalırdı. Mümkün olduğu kadar ona karşı yeterlik duygusu beslerdin. Bir kimsenin ki, sonu ölümdür, onun için ferahlık nasıl olur?

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Her çalışmanın bir sonu vardır. Her dirinin sonu ise, ölüm­dür.”

Hüzünlerin ve sevinçlerin, zenginliğin ve fakirliğin, darlığın ve genişliğin, hastalığın ve ölümün sonları ölümle biter. Bir kimse ki, ölür, işte onun kıyameti kopar; onun hakkında uzak sayılan işler ya­kın olur.

İçine belenmiş olduğun bütün şeyler bir hevesten ibaret... Kal­bin, sırrın ve iç âleminle bugünkü hâlinden soyun. Dünya, bilinen bir zamana kadar devam eder. Âhiret ise sonu malûm olmayan bir vakte kadar uzar gider. Dünyada yaşaman, bilinen bir vakte ka­dardır; öbür âlemdeki ömrün ise sonsuzluğa kadar uzar. Buna göre, bütün hâlinin tâatle geçmesine dikkat et. Bunu yapabilirsen bütün varlığın Allah için olur. Mâsiyet denilen nesnenin asıl mânası nef­sin varlığı olup tâat ise onun yokluğa karışmasıdır. Şehvetle bir şe­yi almak, nefsin varlığını ispat eder. Şehvetin erimesi, nefsin ıslâh olduğuna işaret sayılır.

Şehvet arzularından kendini çek. Onları ancak kadere uymak şartı ile yap. Kendi arzun ve ihtiyarınla yapma.

Hayvanî arzuları yık. Zühd ile alıp yemek, seni gönül zenginli­ğine iletir. Hayvanî arzuları şehvet eli ile alıp yemek, seni nefsin ku­cağına atar. Kendi hâlini bilmeden önce zâhidlik yolunu tutmak la­zımdır. Karanlık zamanlarda alıp yediğine dikkat et. Işık olduğu za­man rağbet ehli olursun; korkmadan alırsın.

İşte şu an karanlıktır; dikkatli ol. Bu hâli atlatınca ışığı bulursun. Kudret âlemi sana karanlıktır; mukadder olan şeye vâkıf isen karanlık kalmaz.

İlk işin karanlıkla başlar. Hak tarafından bir keşif yolu bulur, bu hâlini onun katında tasdik ettirirsen, işlerin açığa çıkar; yolun ay­dınlık olur. Marifet ayının nuru doğunca kader gecesinin karanlığı zail olur. İşte o zaman etrafını görür ve senden uzak kalanları sey­re dalarsın. Önceleri müşkül olan şeyler sana açık ve vazıh olur. Se­nin için kirli ve temiz ne ise kendisini gösterir, anlarsın. Hem senin için hem de başkaları için olanı... Hakk'ın istediği sana açılır; bun­ları kendiliğinden ayırt edersin. Hak kapısı sana anlatılır. Ve o za­man hiçbir gözün görmediğini, kulakların işitmediğini, beşer kalbi­nin hatırlayamadığını apaçık görür olursun.

Kalbin müşahede taamı yer; ünsiyet şarabını içer. Hak katına kabul olma nişanları kalbine takılır. Sonra halkın iyiliği için araları­na girersin. Onları isyan hâlinden alırsın. Yaratanlarından ayrılık duygusunu taşımaktan kurtarırsın. Ve onlar, sayende hisar içinde hisara girerler. Onlar senin sayende kötülükten devamlı ve sonsuz selâmete ererler.

Ey aklı ermeyen ve bu anlatılanlara inanma gücünü benliğinde bulamayan, sen içi boş bir kabuksun. Dayak olan bir ağaç gibisin ve çürümüş sopasın... Ancak ateşe yararsın. Bundan kurtulmak için tevbe etmeli ve anlattığımızı tasdik etmelisin.

Yazık, tevbenin neler getireceğini anlamıyorsun? Tevbe eder, di­nî ahkâmı tasdik edersen, içinde tat bulur, hoş olursun. Hayra ve selâmete erersin. Söylediğimi yapamazsan, için cıncık ve boncukla dolar. Onlar dilini keser ve ciğerini parçalar; perişan olursun. Sözü­mü kabul et; ben, senin yumağını sarmaktayım. Sözlerimi dinle, ba­na düşmanlık etme. Seninle olan düşmanlığımız nereden geliyor? Ben, namazgâhınım; pisliğini ve kirlerini gidermeye çalışırım. Hâl böyle olunca, düşmanlık için ne sebep var? Senin için yollar aç­maktayım; orada yemek, içmek hazırlamaktayım. Bunları senin için yaparım; yaptığım işlere senden mükâfat istemem. İstediğim ve ar­zum başka yerdendir. İhtiyacımı senden başkasından alırım. Bütün uğraşmam Hak talipleri içindir. Onlar için çalışırım. Hakk'ı araman doğru olursa, emrine girerim; hizmetçin olurum. Bir kulun kast ve talebi ki, Hak içindir, bütün eşya onun için çalışır.

 

* * *

 

Ey evlat! Sen kendin için öğütçü ol. Benimle ve başkası ile çeki­şip durma; bizi hüccet olarak kabul etme; kendine bak. Benim söy­lediklerim dış cephen için; nefsine vereceğin öğüt ise, iç âlemine te­sir eder.

Ölümü durmadan hatırlayarak nefsine öğüt ver. Bütün ilgilerden, sebeplerden kesil; hâlini düzelt. Kendisini yaratıcı tanıtanların Yaratan'ı ile ol. O büyük Yaratıcı, yüce ve âlimdir. Onun rahmet ete­ğine yapış, başkası ile uğraşma. Başkası ile uğraşırsan yarın utanırsın. İyi ol, felah bul. Sizin biriniz elimde ıslâh olursa, en büyük ferahı o zaman duyarım. Biriniz söylediğim şeyi tutmazsa, ona da üzülürüm.

Bana yaklaşınız; benden uzak olmayınız. İman sahibi bana ya­kın olur. İçi bozuk olan ise benden kaçar.

Ey münafıklar, ben Hak Teâlâ'nın size darılmasında O'na uya­rım. O, beni üzerinize yaman bir ateş etti. Tevbe eder, sözlerimi tu­tar, ayrıca sözlerimin sertliğine de dayanırsanız, ateşim sizin için soğur ve selâm evi olur.

Yazıklar olsun size, utanmaz oldunuz. Dıştan tâat gösterisi ya­parsınız; fakat içinizden hata, isyan bayrağı çekersiniz. Yakında ölüm ve hastalık eli ile tuzağa düşeceksiniz. Sonra Allah'ın ateşten zindanına atılacaksınız.

Ve siz, ey amelde kusur edenler; bu hâlinizden utanmaz mısı­nız? Gece ve gündüz tembellikle ömür tükettiniz ve ona da razı ol­dunuz. Bu kusurla beraber Allah Teâlâ'dan iyilik umarsınız.

İyi işler etmeye yöneliniz. Nefsinizi de, o işlere alıştırınız. Bu yo­la ilk giren bir dehşete ve hayrete düşer; sonra işler aydınlanır ve kederler gider.

Kötü hâlinizden tevbe ile dönünüz. Tevbeniz işin önünden sonu­na kadar olsun.

Ey efendisinin hizmetinden kaçanlar ve peygamberlerin, sâlih kulların, evliyanın görüşünü bir yana atıp kendi görüşü ile yetinen kimseler ve ey Hakk'ı bırakıp halka güvenen kimseler, hâliniz nice olacak? Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu kelâmını duymadınız mı: “Melundur, melundur o kimse ki, kendi gibi bir mahlûka dayanır.”

Dünyayı kalbinle isteme, ondan herhangi bir şeye de darılma; böyle yaparsan kalbin fesat olur. Şirk kalbi perişan ettiği gibi, dün­ya sevgisi de kalbi batırır.

Yazık sana... Dünya sevgisini ve kibri kalbinde bir ettin. Bunlar öyle şeylerdir ki, tevbe edilmediği takdirde sahipleri mahvolur.

Akıllı ol. Sen kimsin ve nesin? Düşün. Ve neden yaratıldın, niçin yaratıldın? Böbürlenme. Büyüklük satma. Büyüklük satan, Allah'ı bilmeyendir. Peygamber’ini taramayan, iyi kulları bilmeyen büyüklük satar.

Ey akıldan yana nasipsiz! Kibirle büyüklük elde edeceğini umar­sın. Bu düşüncen yanlış! Aksini yaparsan isabet etmiş olursun; çün­kü Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Bir kimse ki, Allah için tevazu eder. Allah onu yükseltir ve bir kimse ki, kibir yolunu tutar, Allah onu düşürür.”

O kimse ki, âhirete inanır, yüksek olur. Azla yetinene çok gelir. Zillet hâlini sabırla karşılayana izzet gelir. Bulunduğun alt hâle razı ol, işlerin aniden değişir. Bağırıp çağırma. Verilmiyor diye bağırırsan, verilince utanırsın. Bir kimse kader önünde boynunu eğer, elin­de hazır olana razı olursa her şeye gücü yeten Hak Teâlâ, onu her şeyin üstüne çıkarır. Tevazu sahibi olmak ve iyi edep tavrı takın­mak seni arzularına yakın kılar; büyüklük satmak ve üstelik edepsiz olmak, seni arzuladığın şeylerden uzak eder. İtaatli olmak, seni sev­dirir ve sevdiklerine yakın eder. İsyan ise seni perişan eder; arzu ettiğin iyi şeylerden uzak tutar.

 

* * *

 

Ey evlat! Dinini yemişle değişme. Dinini dünya sultanlarının verdiği tatlıya verme. Zenginlerin ve dünya adamlarının verdiği şey­le dinini değiştirme. Haram olan şeyleri almak için dinini bırakma. Aldığın şeyi dininle alırsan, kalbin kararır. Niçin kalbin kararmasın ki, halka taptın. Ey her şeyini yitiren adam, kalbinde ufacık nur ol­saydı haramı, şüpheliyi ve mubahı ayırt ederdin. Ve kalbini karar­tanla nurlandıranı anlayabilirdin. Kalbini Hakk'a yakın kılanla on­dan uzak edeni anlardın.

İmanın ilk devrinde, çalışarak kazanmak ve onu yemek gerek... İman kuvvet bulunca da Hakk'ın emri ile olmak icap eder ki, o za­man aradan vasıtalar kalkar. Seninle O'nun arasında vasıta kalmaz artık.

Kalp tam kuvvet bulursa, halkın eli üstünde Hak'tan nasip gelir.

Vasıtaların kalkması şeklindeki sözümün mânası şudur: Kalbin vasıtalara bağlanmaması, Allah'ın emrini temsil eden şeylere bak­mak ve bu uğurda şirke kapılmamak, halktan alman fâni bir şey için övülmeyi beklememek ve onların kötülemesine aldırış etmemek­tir. Bunların hepsi kalbe göredir. Halktan bir şey gelirse onda, Allah Teâlâ'nın fiil tecellisini görmek gerek... Vermezlerse yine öyle...

Kalpleri ile hak yola girenler, Hakk’ın zâtından gayri her şeye karşı kör, sağır ve dilsiz olurlar. O kulların yanında yalnız “O” var­dır. Allah yolcularının vereni, alanı, yardım edeni, etmeyeni, zarar vereni ve faydalı olanı hep “O” dur. Onların yanında kabuksuz iç vardır. Safa üstüne safa onlarda vardır. Güzellik üstüne güzellik onların elinde bulunur. İşte bundandır ki, onların kalbinden, Allah'ın zâtından gayri her şey çıkar. Bu çıkış, yalnız Hak için olur, başkası için değil...

Allah'ım, zâtını bildiren ilmi bize nasip eyle!

Yazık sana, kendini güçlü sanmaktasın. Bu hâl nefsini kabartı­yor. Verilmiş hüküm olmasaydı tepene inerdim. Ey içi bozuk, seni rezil ederdim. Kendi başına kalıp hakkımda kötü düşüncelere dalma. Ben, yalnız Allah'tan ve sâlih kullardan utanırım. Bir defa Hakk'a karşı marifet sahibi olunca, halk kalbinden çıkar. Kuru yaprak dal­dan düştüğü gibi halk iyi kulun kalbinden ayrılır. O kul, tek başına halksız kalır. Onlara gösteriş yapmaktan kör olur. Sağır olur, onla­rın sözlerini işitmez. Bu hâl, kalp ve sır gözü ile olur. Bir nefis ki, itminan derecesine çıkar, bütün duygular ona teslim edilir. Sonra kalple birlikte yola düşer; Hakk'a konuk olur. Sonra dünya gelir, nefse seyis olur ve hizmetinde durur. Bu, Hakk'ın âdeti olup zâtını dileyen kullarına böyle yapar. Dünya, Hakk'ı isteyen kullara bir nasip vereceği zaman, perişan ve derbeder bir hâlde gelir, vereceğini verir, hizmetlerini görür. O kullar ise, dünyanın verdiğini alır ve yüzüne katiyen bakmazlar.

 

* * *

 

Ey evlat! Kalbini Hak için eyle. Nefsini ve diğer duygularını evladın için çalıştır. Bu işleri böylece Allah'ın emri ile yapar, Hakk'ın fiil tecellisine uyar, yavrularının geçimini sağlarsın. Hakk'ın kudre­ti önünde sessiz durmak ve O'ndan bir şey talep etmemek, sabırlı ol­mak, razı olmak, duâ ile bir şey isteyip ısrarda bulunmaktan daha evladır.

Bildiklerini O'nun bilgisinde yok et. Tedbirini O'nun tedbirine bı­rak. İradeni O'nun iradesi uğruna kes. O'nun hükmü ve kaderi gel­diği zaman, aklını azlet. Eğer Hakk'ı bir yaratıcı, terbiyeci, yardım­cı ve teslim olmaya lâyık görüyorsan böyle yap. O'nun kudreti önün­de teslim ol; O'na vuslat arzusunda isen böyle et.

İman sahibinin hatırladığı ve uğrunda gayret sarf ettiği şeyler, bir merkezde toplanır. O da Hak... İman sahibinin kalbine Hak'tan gayri bir hatıra düşmez. Bu sebeple o imanlı kimse, Hakk'ın yakın­lık kapısına vâkıftır. İman sahibinin kalbinde marifet yerleşirse, Hak kapısı yüzüne açılır. Dolayısıyla kapıların ötesinde görülen İş­leri seyre dalar. Orada öyle şeyleri seyreder ki, düşünceler o hâlleri kalbe anlatamaz; bu imkânsızdır.

İşaret, sır âlemi için gizli bir kelâmdır; buna ancak erenlerin aklı erer.

Nefsinden, şahsi olan kötü arzularından, iyi olmayan huylardan kurtulan ve halkı kalbiyle terk eden için, sonuç çok iyi ve çok gü­zeldir; nimetler boldur. Bu hâlleri benliğinde derleyen bir insanı, Hak, sağa sola çevirir ki, Ashâb-ı Kehf'i de böyle yapar. Hak, Ashâb-ı Kehf hakkında şöyle buyurdu: “Biz onları bir sağa, bir de sola çeviririz.” (el-Kehf, 18/18)

Ey evlat! Bu sözleri işit! Bu sözlere inan. Onları yalan sanma. Hayır, hangi yönden gelirse gelsin, nefsini ondan mahrum kılma.