> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > İhya-u Ulumiddin 1-2 > Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler  (Okunma Sayısı 1658 defa)
31 Ocak 2010, 22:59:41
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 31 Ocak 2010, 22:59:41 »



Kur´ân Okunurken Riayet Edilmesi Gereken Bâtınî Ameller

Bunlar da on tanedir.

I.Kelâm´ın Aslını Anlamak
II.Tâzim
III.Kalp Huzuruyla Okumak
IV.Tedebbür (Düşünmek)
V.Tefehhüm (Anlamaya Çalışmak)
VI.Tecerrüd (Anlamayı Engelleyen Herşeyden Uzaklaşmak)
VII.Tahsis (Kendine Hitap Edildiğini Bilmek)
VIII.Teessür (Müteessir Olmak)
IX.Terakki
X.Teberri

I. Kelâm´ın Aslını Anlamak

Kelâm´m azametini ve yüceliğini Allah Teâlâ´nın celâl arşından mahlukâtının anlayış derecesine inmek suretiyle yapmış olduğu lütuf ve fazileti bilmek gerekir. Kur´ân okuyan; Allah Teâlâ´nın zâtî ile kaim bulunan ve kadîm bir sıfatı olan kelâmının mânâlarını lûtfuyla insanların anlayışına ne şekilde müsait kıldığına dikkatle bakmalıdır ve yine dikkat etmelidir ki, Allah Teâlâ´nın o kadîm sıfatı, harflerin kıvrımlarında ve seslerin arasında nasıl tecelli etmiştir? Oysa harflerle sesler, beşer sıfatlarıdır. Çünkü beşer kendi sıfatlarının vasıtasıyla olmazsa, Allah Teâlâ´nm sıfatlarını arılamaktan aciz kalırdı. Aynı za-manda eğer Allah Teâlâ kelâmının yüceliğinin hakîkatini harf-lerle örtmeseydi, onu dinlemek ne arşın ne de fersin kârı olurdu.

Onun saltanatının azametinden ve nurunun kıvılcımlarından arş ile fersin arasında her ne varsa bilcümlesi yanıp kül olacaktı. Eğer Allah Teâlâ (ce) Musa (a.s)ya sebatkârlık ihsan etmeseydi Hak Teâlâ´nın tecellisinin başlangıçlarına güç yetiremeyen dağ gibi, Musa (a.s) da onun kelâmını dinlemeye güç yetiremeyecekti Dağın paramparça oluşu gibi, o da yok olup gidecekti. Allah Teâlâ´nın kelâm-ı kibriyâsının yüceliğini anlatmak ancak bâzı misaller vermek suretiyle mümkün olabilir.

Çünkü halk ancak bu şekilde anlar. İşte bunun için ariflerden bazıları kelâm-ı kibriyânın azametini şöyle dile getirmişlerdir: Levh-i Mahfuzda, bulunan kelâmullah´n her harfi, Kaf dağından daha büyüktür. Bütün melekler bir araya gelseler, tek bir harfini kaldırmaya tâkat getiremezler. Tâ ki, levhin âmiri bulunan İsrâfil (a.s) gelir, o harfi, kaldırır ve Allah´ın izni ve rahmetiyle yerinden kıpırdatır. Bu da İsrafil´in kuvvet ve takatiyle değil Allah Teâlâ´nın lûtfuyladır.

Hükemâdan biri, Allah kelâmının derecesinin yüceliğine ve insan anlayışının kusurluluğuna rağmen nasıl insan anlayışına varıp da orada sebat kıldığının hakikatini ince ve lâtif bir tâbir ile ifade edip bütün hakikatini belirten bir misâl vererek şöyle dedi: Bir hakîm, padişahlardan birisini peygamberlerin şeriatına davet etti. Padişah, o hakimden birkaç sual sordu. Hakîm, padişahın ta´katının yeteceği ve anlayacağı bir tarzda o sualleri cevaplandırdı. Bunun üzerine pâdişah, hakîme dedi ki: ´Bana söyle bakalım, peygamberlerin getirdiğinin, insan kelâmı olmayıp, Allah´ın kelâmı olduğunu iddia ediyorsun, bu takdirde insanoğlu Allah kelâmını kaldırmaya ve anlamaya nasıl güç yetirebilir?´

Hakîm de şöyle cevap verdi:
Biz insanları görüyoruz ki, bazı hayvanlara ve kuşlara maksadlarını anlatmak istedikleri zaman, yani o hayvanların ileri ve geri gitmesini, dönüp bakmasını veya ilerlemesini kasdettikleri zaman, bakıyorlar ki, hayvanlar, insanların akıl nurlarından çıkan insan kelâmının anlamını ayırdetmekten acizdirler.

Oysa o kelâm gayet güzel, gayet süslü ve intizamlıdır. Bu durumu gören insanlar, hayvanların kalbine, hayvanlara uygun bir tarzda ıslık gibi sesler ihdâs ederek ve onların seslerine yakın bulunan ıslığı çalarak gayelerini onlara anlatırlar ki hayvanlar, insanın kendi seviyesine inip seslenmesi sayesinde insanın gayesini anlasın ve iradesini, cüz´i de olsa tatbik etsin.

İşte insanlar da böylece Allah Teâla´nın kelâm-ı ilâhîsinin hakikatini ve sıfatlarının kemâlini olduğu gibi anlatıldığı takdirde anlamaktan acizdirler. Bu bakımdan aralarında hikmetin bilinmesi için, kullandıkları seslere tıpkı insanın maksadını hayvana anlatmak için kullandığı ıslık sesi gibi oldular.

Bu durum, o sıfatlarda gizli bulunan hikmetin mânâlarına mâni değildir. Beşer sesleri, altında gizli olan hikmetlerin şerefi için şereflendi ve o mânâların büyüklüğüyle büyüdü. Bu bakımdan insanın sesi, hikmetin cesedi ve dışı mesabesindedir. Hikmet de, insan sesinin nefsi ve ruhtan ötürü aziz ve şerefli olduğu gibi, kelâmın telâffuz ve sesleri de altındaki hikmetten ötürü o derecede şerefli olur. Kelâmın mertebesi çok yüce ve derecesi büyüktür. Saltanatı herşeyi kahredici, hükmünün gerek hakta, gerekse bâtılda geçerli ve belirleyici olduğu muhakkaktır. Adaletle hükmeden O, emreden ve yasaklayan, hükmüne muhakkak rıza gösterilen ve herşeyi görüp ona göre hükmeden O! Bâtıl, hikmetli kelâmın yanında dimdik durmaya güç yetiremez. Gölgenin güneşin ışınları önünde durmaya güç yetirmediği gibi...

Beşerin hikmetin derinliklerine nüfuz etmeye takati yoktur. Nitekim gözleriyle güneşe nüfuz edip bakmaya güçleri olmadığı gibi...

Fakat buna rağmen gözlerinin görmesine vesile olan güneş ışınlarından da mahrum değillerdir. Ancak o ışınlarla ihtiyaçlarını temin edebiliyorlar. Bu bakımdan Allah´ın kelâmı yüzü perdeli ve emri yerine getirilen bir pâdişah gibidir. Galib ve görünen güneş gibi, esas maddesi gözle görünmez. Pırıl pırıl parlayan yıldızlar gibidir. Onların seyrine vâkıf olmayan bir kimse de onlarla yolunu tâyin eder. Bu bakımdan nefis cevherlerin hazinelerinin anahtarı o kelâmdır. O kelâm, aynı zamanda öyle bir hayat suyudur ki, ondan içen ölmez. Öyle bir hastalık devâsıdır ki, ondan bir defa alan artık hiçbir zaman hastalanmaz...

Hakimin, Allah kelâmının mânâsını anlatmak için zikrettiği misâl, o hakikatten bir nebzedir. Bundan daha fazlasının Muamele İlmi bölümünde zikredilmesi uygun değildir. Bu bakımdan bununla yetinmek gerekir.

II. Tâzim

Kur´an´ı okuyan kişi, bu işe ilk başladığı zaman kalbinde konuşanın (Allah´ın) azametini hazır bulundurmalıdır.

Bilmeli ki, okuduğu beşer kelâmı değildir ve yine bilmelidir ki, Allah Teâlâ´nın kelâmını okumakta gayet tehlikeli bir durum mevcuttur. Çünkü Allah Teâlâ (cc) şöyle buyurmuştur:

Kur´ân´a ancak temiz olan kimseler dokunabilir.
(Vâkıa/79)
Nasıl ki, mushafın cildine ve yapraklarına ancak abdestli ve pâk olan bir kimse el sürebiliyorsa, öylece mânânın bâtını da (Allah´ın hükmüyle) ancak kötülüklerden pâk olan kalbin bâtınına açıktır, Allah´ın azameti ve büyüklüğü ile nurlanan kalbe açıktır ancak.
Nasıl ki, mushafın cildine her elin değmesi uygun değilse, öylece harflerinin okunmasına da her lisan ve mânâlarının idrâkine de her kalp uygun ve elverişli değildir.

İşte bu tazimden ötürü İkrime b. Ebi Cehil, Kur´an´ı açtığı zaman baygınlık geçirir ve derdi ki: ´Şu, rabbimin kelâmıdır, şu, rabbimin kelâmıdır´. Bu bakımdan kelâma saygı göstermek, onun sahibine saygı göstermek demektir. Kişi konuşanın sıfatlarını, celâlini ve fiillerini düşünüp idrâk etmedikçe konuşanın azameti onun kalbinde yerleşmez.
Ne zaman ki kişinin kalbinde, arş, kürsî, gökler ile yerler arasındaki cin, insan ve ağaçlar hazır bulunursa ve aynı zamanda bütün bunların yaradanı, bunlara güç yetiren, bunların rızkını verenin bir olduğu düşüncesi yerleşirse, bütün bunlar onun kudretinin kabzasında fazl ve rahmet, hikmet ve satveti arasında şaşkın şaşkın dönerler. Eğer nimet verirse faziletinden nimet vermiştir. Eğer azap ederse adaletiyle azap etmiştir, ruhunu idrak ederse ve yine şunlar cennete gitsin dediğinde onların cennete gitmesinden zerre kadar perva etmediğini, şunlar da cehenneme gitsin dediğinde, yine onların cehennemi boylamasından zerre kadar müteessir olmadığını kavrarsa, işte o zaman azamet ve yüceliğin hakikatini idrâk etmiş sayılır. Bu bakımdan bu gibi şeyleri düşünmek, önce konuşanın azametini, sonra da konuşulanın azametini okuyanın kalbine yerleştirir.

III.Kalp Huzuruyla Okumak

´Ey Yahya! Kitab´ı kuvvetle tut´ (Meryem/12) ayeti ´ciddiyet ve kuvvetle Kitab´a sarıl´ şeklinde yorumlanmıştır. ´Ciddiyetle kitaba sarılmanın mânâsı; kitâbî okurken himmeti herşeyden kitaba çevirmek ve kişinin kendisini sadece ona hasretmesi demektir´.

Âlimlerden birine ´Kur´an´ı okuduğun zaman, nefsine herhangi birşey gelince vesvese ediyor musun?´ denildiğinde şöyle cevap vermiştir: ´Benim nezdimde Kur´an´dan daha sevimli bir şey var mıdır ki kalbime gelsin´.

Seleften bazısı, bir ayeti okuduğu zaman, eğer kalbi o ayette mutmain olup onun mânâsını anlamamışsa ikinci bir defa onu tekrar ederdi. İşte bu sıfat bir önceki ayetin taziminden doğan sıfattır. Zira kişi, okuduğu kelâmı tazim ederse okudukça onunla müjdelenir, aralarında yakınlaşma olur ve okuduğundan gafil olmaktan uzaklaşır. Bu bakımdan Kur´an´da kalbin ünsiyet edeceği mânâlar mevcuttur, yeter ki okuyucu bu işin ehli olsun. O halde Kur´an´ı okuyan bağ ve bahçelerde gezintiye çıkmış gibidir. Bu durumda nasıl olur da onun gayrisini düşünüp de onunla meşgul olabilir. Böyle zevk ve sefa yerlerinde dolaşan bir kimse elbette onlardan başkasını düşünmez.

Denildi ki: Kur´an´da meydanlar, bostanlar, kasırlar, gelinler, ipekliler, bahçeler ve hanlar vardır. Mim harfleri Kur´an´ın meydanları, R harfleri Kur´an´m bostanları, H harfleri sarayları/köşkleri, tesbih ve tenzihi bildiren ayetler gelinleri, Ha Mimler ipeklileri (gelinlikleri), mufassal sûreler bahçeleri, diğer kısımları ise hanlarıdır. Bu bakımdan okuyucu meydanlara girdiği, bostanlardan biçtiği, saraylara yerleştiği, g...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler
« Posted on: 29 Mart 2024, 14:32:07 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler rüya tabiri,Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler mekke canlı, Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler kabe canlı yayın, Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler Üç boyutlu kuran oku Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler kuran ı kerim, Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler peygamber kıssaları,Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler ilitam ders soruları, Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenlerönlisans arapça,
Logged
31 Ocak 2010, 23:14:29
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 31 Ocak 2010, 23:14:29 »

Peygamberleri Tekzib Edenlerin Hâlleri

Ad, Semûd kavimleriyle onların başına gelen hadiseler gibi... Bu hadiseleri belirten ayetleri okuduğu zaman Allah´ın satvet ve intikam alışından korkmalıdır.

Bu hadiseden kendi nefsi için ibret almalıdır. Eğer gafil olur sû-i edebde bulunur ve Allah Teâlâ´nın azabının gecikmesine aldanırsa ´Belki de Allah Teâlâ´nın azabı yakama yapışır ve hükm-i ilâhîsi benim hakkımda infaz edilir´ diye düşünüp nasibdar olmalıdır. Böylece cennet ve cehennem ve Kur´an´ın diğer konularını dinlediği zaman, herbiri hakkında uygun şeyler düşünüp ibret almalıdır. Bunlardan ne gibi ibret alınır? Bunu saymaya imkân yoktur. Çünkü sonsuzluğa doğru uzanıp gider. Her kul, Allah Teâlâ kendisine bu sahada ne kadar nasib etmişse ancak o kadarını alabilir. Zira yaş ve kuru her ne varsa tamamı hâdiseleri apaçık beyân eden kitabda mevcuttur.
İşte bunun delili olan ayet:

De ki: Eğer rabbimin kelimeleri(ni yazmak) için bütün denizler mürekkeb olsa, muhakkak ki rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi. Bir o kadar daha yardımcı getirsek bile...
(Kehf/109)

Yine bu sırra binâen Hz. Ali şöyle buyurmuştur: ´Eğer dileseydim sadece Fâtiha-i Şerîfe´nin tefsiri bahsinde yetmiş deve yükü kitap yazabilirdim´.

Belirttiklerimizden gayemiz; Kur´an´ı anlamak yoluna işaret etmektir ki bu kapı okuyucunun önüne açılsın. Bu sahayı tamamen sayarak arzetmek hususuna gelince, bu, beşer takatinin üstünde bir şeydir.

Kur´an´ın hakikatlerini anlamakta az da olsa, nasibi olmayan bir kimse şu ayetin mefhumuna dahil olur:

O, münafıklardan seni dinlemeye gelen de var. Hatta senin yanından çıktıkları zaman (sahâbîlerden) kendilerine ilim verilmiş olanlara şöyle derler: ´O (Peygamber) demin ne söyledi?´ (Böylece alay ederler) Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah kalplerini mühürlemiştir de hep hevâlarına uymuşlardır.
(Muhammed/16)

Bunların kalplerine vurulan mühür ise Kur´an´ı anlamalarına engel olan şeylerdir ki, gelecek bahislerde zikrettiğimiz zaman bilinecektir.

Denildi ki: ´Mürid, ancak Kur´an´da bütün isteklerini gören bir kimseye denir´. Demek ki, bütün isteklerini Kur´an´da görmeyen mürid olamaz. Mürid olan bir kimse, Kur´ân´dan eksik sıfatları tam sıfatlardan ayırdeder, mevlâsının lütfuyla kölelere muhtaç olmaktan müstağni olur.

39) Nesâî, (Ebû Hüreyre´den)

VI. Tecerrüd (Anlamayı Engelleyen Herşeyden Uzaklaşmak)

Kur´ân anlayışına mâni olan şeylerden kaçınmak gerekir; zira insanların çoğu, şeytanın kalplerine gerdiği perde ve sebeplerden ötürü Kur´an´ın mânâlarını anlamaktan menedilmişlerdir. Böylece Kur´ân sırlarının hikmetleri kendileri için perdelenmiş ve basiretleri onu göremez olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Eğer şeytanlar, Ademoğullarmın kalpleri etrafında cirid atmasaydılar, Ademoğulları melekûta bakabilecekti.40

Kur´an´m mânâları melekût aleminin cümlesindendir. Zahirî duyulardan gizlenip ancak basiret nuruyla müşahede edilen herşey de melekût alemindendir.

Kur´an´ı Anlamaya Perde Olan Hususlar

1. Kalbi, harflerin mahreçlerinden çıkmaya yönelmesidir. Böyle bir kimseyi, Kur´ân okuyucularını Allah kelâmının mânâlarını anlamaktan alıkoymakla görevli bulunan bir şeytan sevk ve idare eder. Şeytan daima onları harfleri tekrar etmeye yöneltir. Ona daima ´harf mahrecinden çıkmadı´ vesvesesini verip durur. Bu bakımdan böyle bir kimsenin düşüncesi yalnızca harflerin mahreçleri üzerine teksif edilmiş olur. O halde böyle bir kimseye nasıl olur da mânâlar inkişâf eder, Bu gibi bir vesveseye itâat edip kurban giden bir kimse, şeytan için en büyük oyuncaktır! (Allah korusun).

2. Uyduğu bir mezhebe mukallid olup da sadece taklid ettiği mezheb üzerine titremek, nefsinde dinlediğine sadece taassub yoluyla yer verip ısrar etmek, basiret ve müşâhede ile ona ulaşmaya yanaşmamaktır.

İşte böyle bir kimseyi inancı bağlamış bulunur ve bir türlü inanç bağlarından kurtulup ötelere adım atamaz.

İnandığından başka bir şeyin kalbine gelmesi adeta imkansızdır. Böyle bir kimsenin görüşü sadece dinlediklerine münhasırdır. Uzakta kendisine bir ışık görünüp dinlediklerine muhalif düşen mânâlardan herhangi bir mânâ baş gösterirse, taklid şeytanı derhal kendisine hücum ederek şöyle der: ´Nasıl olur da böyle bir mânâ kalbine gelebilir? Oysa bu senin ecdadının inandıklarına muhaliftir!´

Bu bakımdan kişi, bu mânânın şeytandan gelen bir gurur olduğunu zanneder, ondan uzaklaşır ve benzerinden sakınır. İşte bu gibiler için sûfîler İlim perdedir´ demişlerdir.
Sûfîlerin buradaki ´ilim´den kastettikleri; insanların mücerred taklid ile üzerinde ısrar ettikleri inançlardır veya mezheb mutaassıblarmın mücadele kelimelerinin mücerrediyle yazmış oldukları ve geride gelenlere bıraktıkları mânâsız ibarelerdir. Basiret nuruyla müşahede edilen ve keşfolunan hakîki ilme gelince, o, istenenin en sonu ve hedefi, olmak hasebiyle nasıl olur da perde olabilir?

Bu gibi taklid, bazan bâtıl olur ve aynı zamanda hakikatlerin bilinmesine de mâni olur. Meselâ arş üzerindeki istiva´dan orada temekkün ve istikrar etmeye inananın akidesi gibi...

Eğer böyle bir kimseye, meselâ Allah Teâlâ´nın ´elKuddûs´ isminden ´Allah insanlar için câiz olan herşeyden mukaddestir´ mânâsı başgösterirse, eski taklidi bir türlü bu mânânın kalbine yerleşmesine imkân vermez.

Oysa bu mânâ onun kalbine yerleşirse ikinci ve üçüncü keşiflere kapı açarak onu çekebilir ve böylece keşifler biri diğerini takip ederek çözülmeye başlar. Fakat bu hakîkat, onun bâtıl taklidiyle çarpıştığı için, derhal o taklid bu hakîkati onun kalbinden uzaklaştırır.
Bazen de taklid hak olduğu halde yine de Kur´an´ın mânâsının anlaşılmasına ve keşfine mâni olmaktadır. Çünkü insanların inanmakla mükellef oldukları hak, birkaç mertebe ve dereceye ayrılır. Onun başlangıcı ve zahiri vardır. Bir de bâtınının derinliği vardır. Tabiatı zâhir üzerinde dondurmak, elbette bâtının derinliğine dalmaktan insanı meneder. Nitekim bunu zâhir ve bâtın ilimlerinin arasındaki fark hususundaki Kavâid´ul-Akaid bölümünde zikretmiştik.

3. Kişinin bir günâhta ısrar etmesi veya mütekebbir olması, az da olsa itaat olunan dünya hevesiyle mübtelâ bulunmasıdır. Çünkü böyle bir durum kalbin kararmasına ve paslanmasına vesile olur. Bu durum, tıpkı aynanın yüzündeki pas gibidir. Hakkın tecellisine mâni olur. Bu durum ise, kalp için en büyük perdedir. İşte insanların çoğu bu perde ile hakikati görmekten perdelenmişlerdir. Şehvetler ne kadar kalbin üzerinde yerleşirse Allah kelâmının mânâları da o kadar perdelenir. Kalpten dünya ağırlıkları ne kadar kalkarsa o derecede de mânânın o kalpte tecelli etmesi yakınlaşır. Kısacası kalp ayna gibidir, şehvetler de pas... Kur´an´ın mânâları da aynada görünen sûretler gibidir. Şehvetleri sökmek suretiyle kalbin temizlenmesi aynanın parlatılması gibidir. İşte bu hikmete binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Ümmetim dinar ve dirhemi (serveti) yücelttiği zaman, onlardan İslâm´ın heybet ve azameti sökülüp alınır. Emri hi´l-Ma´rufu ve Nehy-i an´il-Münkefi (iyiliği emredip ve kötülüğü yasaklamayı) terkettikleri zaman da, vahyin bereketinden mahrum olurlar.41

Fudayl b. İyaz (r.a) ´Vahyin bereketinden mahrum olmak Kur´an´ı anlamaktan mahrum olmaktır´ demiştir.

Allah Teâlâ (ce) Kur´an´ın anlaşılır ve hatırlatıcı oluşunda Allah´a dönüşü şart kılarak şöyle buyurmuştur:

Bütün bunları hakka ve hakîkate dönen her kul için bir ihtar ve bir ibret dersi olsun diye yaptık.
(Kaf/8)
Fakat ancak küfürden dönen (Allah´ın alâmetlerinden ibret alır ve gerçeği) anlar.
(Mümin/13)
Ancak akıl sahipleri anlar.
(Ra´d/19)
Dünya aldanışını âhiret nimetlerine tercih eden bir kimse akıllılardan olamaz ve bu hikmetten ötürü kitabın sırları kendisine açılmaz!

4. Zâhirî bir yorumu okuyup ´Kur´ân kelimelerinin mânâları ancak İbn Abbas, Mücâhid ve benzeri müfessirlerden nakledilen mânâlardır´ şeklindeki inanıştır. ´Bunların ötesindeki mânâlar rey ve şahsi düşünce ile verilen mânâlardır ve Kur´an´ı kendi reyiyle tefsir eden ateşte yerini hazırlamış olur´ kanaatine varmaktır.

İşte bu kanaat de Kur´ân mânâlarının önüne çekilen büyük bir sed ve perdedir. Biz rey lie Kur´an´ın tefsir edilmesinin mânâsını dördüncü bölümde beyân edeceğiz ve bunun Hz. Ali´nin ´Ancak Allah´ın kuluna verdiği anlayış ve idrak müstesna´ şeklindeki sözüne zıd düşmediğini kaydedip diyeceğiz ki; eğer Kur´an´ın mânâsı sadece İbn Abbas, Mücâhid ve benzeri müfessirlerden nakledilen zahir mânâlar olsaydı, âlim olan insanlar Kur´an´ın mânâsında ihtilâfa düşmezlerdi.

40) Namaz bölümünde geçmişti.
41) İbn Ebî Dünya

VII. Tahsis (Kendine Hitap Edildiğini Bilmek)

Bu bakımdan kişi, Kur´an´m bir emrini veya bir yasağını dinlediği zaman, o yasağın ve emrin kendisine tevcih edildiğini takdir etmelidir. Bir va´d veya vaîdi işittiği zaman, yine boyle takdir etmelidir ki, burada müsamere ve hikaye kastolunmaz.

Bunlardan gaye geçmişlerin durumundan ibret almak ve okuyanın bu hâdiselerden kendi ihtiyacını idrâk etmesi kastolunmaktadır. Çünkü Kur´an´m hiçbir kıssası yoktur ki, o, Rasülullah ve ümmeti hakkında bir fayda temin etmek için sevkedilmemiş olsun. İşte bu sırra binaen Allah (cc) ´Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini sağlamlaştıracak her haberi sana anlatıyoruz´ (Hûd...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ocak 2010, 23:17:39
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 31 Ocak 2010, 23:17:39 »

VIII. Teessür (Müteessir Olmak)

Teessür, kalbin çeşitli eserlerden, ayetlerin değişikliğinden ötürü çeşitli renkler alması demektir. Bu bakımdan kalp, her hâlin anlatılışına göre hâllenir. O halden ötürü üzüntü, korku, ümit ve daha nice sıfatlarla sıfatlanır. Kişinin marifeti tamam oldukça, korkusu o nisbette kalpte çoğalır.

Çünkü tazyik, Kur´ân ayetlerinde diğer durumlardan daha fazladır. Kişi mağfiret ve rahmetin ancak ariflerin elde edebileceği şartlara bağlandığını görür. Nitekim şu ayette aynı durum mevcuttur:

Bununla beraber şüphe yok ki, ben, tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyen, sonra da hak yolunda sebat gösteren kimse için çok bağışlayıcıyım.
(Tâhâ/82)

Görülüyor ki, bu ayette çok bağışlayıcıyım cümlesi dört şart ile takip ettirilmiştir:

a) Tevbe,
b) îman,
c) Amel-i Sâlih,
d) Hak Yolunda Sebat

Şu ayette de aynı durum vardır:
Andolsun asra ki, gerçekten insan ziyandadır. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.
(Asr/1-3)

Allah Teâlâ burada da dört şart zikretmektedir. Bu dört şartı zikretmediği ayetlerde de onları kapsayıcı ve derleyici bir şartı zikretmektedir.

Muhakkak ki ihsan (iyilik) yapanlara, Allah´ın rahmeti pek yakındır.
(A´raf/56)

Ayetteki ´ihsan´, bütün şartları içine alan bir şarttır. İşte böylece Kur´an´ı başından sonuna kadar tedkik eden ve anlayan bir kimseye en uygun düşen durum korku ve üzüntüdür.

Bu sırra binaen Hasan Basrî şöyle der: ´Allah´a yemin ederim, bugün hiçbir kul yoktur ki Kur´an´ı okuyup, Kur´ân´a iman etsin de hüznü ferahından daha çok olmasın ve yine ağlaması çok olup gülmesi azalmasın. Yorgunluğu ve meşguliyeti çoğalıp istirahat ve tembelliği azalmasın´.

Vüheyb b. Verd şöyle buyurmuştur: ´Bütün hâdiselere, va´z ve nasihatlere dikkatle baktık ve Kur´an´ın dışında kalpleri hassas yapan ve kalplere hüzün ve üzüntüyü celbeden bir şeye tesadüf etmedik´.

Bu bakımdan kulun tilâvet ile müteessir olması, okuduğu ayetin bahsettiği sıfat ile sıfatlanması demektir. Vaîd ve şartlarla kayıtlı bulunan mağfiret ayetlerini okuduğu zaman eğer mânâyı anlamışsa ölürcesine korkusundan küçülür. Allah Teâlâ´nın geniş rahmetinden bahsedip mağfireti va´deden ayetleri okuduğunda, sevincinden uçarcasına müjdelenir. Allah´ın zikrini, sıfat ve isimlerini belirten ayetleri okuduğunda celâl-i ilâhînin önünde başını eğer ve azametini hatırlar. Kâfirlerden bahseden ve Allah hakkında muhâl olan sıfatları Allah´a nisbet ettiklerini beyan eden ayetleri okuduğu zaman sesini kısar, onların sözlerinin çirkinliğinden ötürü içinden hayâ ederek kırılır. Meselâ, onların Allah´a ´çocuk´ veya ´eş? nisbet ettikleri gibi durumlarda, ulûhiyyet sânına yakışmayan sözlerinden iç âleminde infiale kapılır ve derhal sesinin hızını keserek ezik bir hâl alır. Cennetin vasfını okuduğu zaman, içinde cennete karşı bir iştiyak duygusu belirir. Cehennemin vasfını okuduğu zaman da korkudan azalan tirtir titremeye başlar.

Hz. Peygamber (s.a) İbn Mes´ud´a ´Bana Kur´ân oku!´ dediği zaman îbn Mes´ud Nisâ süresini açarak okur ve ´Her ümmetten birer şahid getirdiğimiz ve seni de onlar üzerine bir şâhid yaptığımız zaman, bakalım kâfirlerin hâli ne olacak?´ (Nisâ/41) ayetine vardığı zaman Rasülullah´ın iki gözünden yaşlar aktığını görür. Rasûlullah kendisine ´kâfi´ der. Bunun hikmeti; o hâlin müşahedesinin Rasûlullah´ın kalbini tamamen ihâta etmesidir.

Allah´tan korkanların bir kısmı, vâid ayetlerini okudukları zaman, baygınlık geçirirlerdi. Bazıları da bu ayetleri dinlediğinde ölürdü. Bu bakımdan okuyanın bu hallerle hallenmesi, onu Allah Teâlâ´nın kelâmını hikaye edercesine okumaktan çıkarmış olur. Bu hallerle hallenen bir kimse: ´De ki: Eğer ben rabbime isyan edersem cidden büyük bir günün azabından korkarım´ (En´am/15) ayetini okuduğu zaman, eğer korkmazsa, sadece ayeti hikâye etmiş olur.

´Ey rabbimiz! Ancak sana tevekkül ettik, sana ibadete koyulduk ve yalnız sanadır dönüş´ (Mümtahine/4) ayetini okuduğu zaman, eğer Allah´a tevekkül edip ona dönüş yapmamış ise, sadece bu ayeti hikaye etmiş olur.

´Elbette bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz´ (İbrâhim/12)

ayetini okuduğu zaman, eğer hâli sabretmek veya gelecek eziyetlere karşı sabretmeye niyetlenmeyip de tilavetin halâvetine varmamışsa, evet, eğer bu sıfatlarla sıfatlanmamış, kalbi bu durumlar arasında titrememişse onun şu ayetleri okumaktan nasibi sadece dilini kıpırdatmaktır. Bununla beraber kendine açıkça şu ayetlerde lânet edilmiştir:

İyi bilin ki Allah´ın laneti zâlimler üzerinedir.
(Hûd/18)

Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında buğz bakımından çok büyüktür.
(Sâf/3)

İnsanların hesapları yaklaştı, fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler,
(Enbiyâ/l)

Onun için (ey rasûlüm) sen bizim Kur´an´ımızdan yüz çevirip de yalnız dünya hayatını isteyen kimselere bakma!
(Necm/29)

Kim de tevbe etmezse işte onlar kendilerine zulmedenlerdir.
(Hucurât/11)

O kişi aynı zamanda Allah Teâlâ´nm şu ayetinin hükmüne de dahil olur:
Onlar içinde okuma ve yazma bilmeyenler vardır ki Tevrat´ı bilmezler. Ancak birtakım kuruntu yığını uydurmalar düzer, sadece şüphe ve zanda bulunurlar.
(Bakara/78) ´

Yani onlar mücerred tilâvetle iktifa ederler. Aynı zamanda o kişi şu ayetin de şümulüne dâhil olmuş olur:

Göklerde ve yerde nice ayet(ler) var ki, onların yanından yüzlerini çevirerek geçerler.
(Yusuf/1´05)

Çünkü Kur´ân, yer ve göklerdeki Allah Teâlâ´nm varlık ve birliğine delâlet eden bütün alâmetleri beyan buyurmaktadır. Kur´ân ayetlerini okuyup onlardan ibret almayan, o ayetlerden yüzçeviriyor demektir. Bu hikmete binâen denildi ki:

´Kur´an´ın beyan buyurduğu sıfatlarla muttasıf olmayan bir kimse Kur´an´ı okuduğu zaman Allah Teâlâ ona ´Sen nerede, benim kelâmım nerede...

Sen ki benden yüzçevirmiş bir kimsesin, bana dönüş yapıncaya kadar kelâmımı bırak, okuma!´ diye hitapta bulunur.

Âsi bir kimsenin Kur´ân okuyup tekrar ettiği zamanki misâli, padişahın fermanını günde birkaç defa okuyan bir kimsenin haline benzer. Padişah bu kimseye fermanında memleketini imâr etmeyi emretmektedir. Oysa o, memleketin tahribi ile meşguldür ve bütün yaptığı sadece fermanı okumaktan ibarettir.

Eğer bu kişi padişahın emrine muhalefet etmesiyle beraber fermanını okumayı da terkederse padişah ile alay etmekten ve bundan dolayı da cezaya çarpılmaktan kurtulamaz.

Bu sırra binâen Yusuf b. Esbât dedi ki: ´Ben Kur´ân okumaya niyetleniyorum. Fakat içindeki ahkâmı hatırladığım zaman, Allah´ın azabından korkarak onu bırakıyor, tesbih ve istiğfar ile meşgul olmayı tercih ediyorum´.

Kur´an´ı okuyup ahkâmıyla amel etmekten yüz çeviren bir kimse şu ayet de kastolunan kimselerdendir:

Onlar ise, o söz ve teminatı sırtlarının arkasına attılar. Böylece karşılığında biraz para aldılar. Bu ne kötü bir alışveriştir.
(Ali İmran/187) İşte bu sırra binaen de Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kalbiniz Kur´ân üzerinde ittifak ettikçe ve derileriniz onun için yumuşadıkça Kur´ân okuyunuz; (ancak o zaman okumuş sayılırsınız). Ne zaman ki Kur´ân ile çelişirseniz, demek oluyor ki siz Kur´an´ı okumuyorsunuz.42

Bazı rivayetlerde de ´Kur´ân ile çeliştiğiniz takdirde Kur´an´ı bırakıp kalkınız´ denilmektedir.

Nitekim Allah Teâlâ da Enfâl sûresinin ikinci ayetinde

´Gerçek mü´minler yalnız o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri korkarak ürperir. Onlara ayetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve onlar yalnız rablerine tevekkül ederler´ buyurur.

Hz. Peygamber (s.a) başka bir hadîsinde şöyle buyurur:
İnsanlardan Kur´an´ı en güzel sesle okuyan o kimsedir ki onun Kur´ân okuduğunu dinlediğin zaman, onu Allah´tan korkar bir kimse görürsün.43

Allah´tan korkan bir kimseden dinlenen Kur´an´dan daha sevimli olarak, hiç kimseden dinlenilmez,44

Anlaşıldı ki, Kur´ân, sadece bu halleri kalbe celbetmek ve ahkâmıyla amel etmek için okunur. Eğer Kur´an´ın okunmasmdaki gaye bu değilse, sadece harflerin ve dilin kıpırdaması külfeti ise, bu önemsiz bir şeydir.

Bu hikmete binâen kurrâ´dan biri şöyle anlatır: Bir üstadımın yanında Kur´ân okudum. İkinci bir defa okumak istediğimde beni şiddetle reddederek dedi ki: ´Kur´an´ı benim üzerime okuyup beni meşgul ediyorsun. Git, Allah Teâlâ´ya oku ve dikkat et ki, Allah Teâlâ sana neyi emretmekte ve seni nelerden sakındırmaktadır?´

İşte sahâbe-i kiramın (r.a) meşguliyetleri böyle Kur´anla hallenmek ve onun ahkâmıyla amel etmekti, Hz. Peygamber (s.a) vefat ettiği zaman yirmibin sahâbîsi vardı.45

Oysa onlardan sadece altı kişi Kur´an´ı tamamen hıfzetmişti. Bu altı kişinin ikisi hakkında da ihtilâf vardır. Sahâbîlerin çoğu bir veya iki sûreyi hıfzederdi. Bakara ve En´am sûresini hıfzedenler, sahâbîlerin âlimleriydi.

Birisi Kur´an´ı öğrenmek için huzur-i saadete geldiğinde Allah Teâlâ´nın ´Zirâ kim zerre miktarı bir hayır işlerse onun mükâ-fatını görecek, kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir´ (Zilzal/7-8) ayetinin oku...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Ocak 2010, 23:19:31
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 31 Ocak 2010, 23:19:31 »

IX. Terakki

Terakkiden maksat, Kur´ân okuyan bir kimsenin hâlden hâle girip Kur´an´ı, nefsinden değil Allah´tan dinleyinceye kadar yükselmesidir. Bu bakımdan okumanın dereceleri üçtür:

A)En az derecesi, sanki Kur´an´ı Allah´a okur gibi okumaktır.
Sanki Allah´ın huzurunda durmuş, Allah kendisine bakıyor ve okuduğu Kur´an´ı kendisinden dinliyor gibi düşünüp hissetmelidir. Kişi kendisini böyle düşündüğü zaman, onun hâli, Allah´tan istemek, yalvarmak ve yakarmak olur.

B)İkinci derecesi kalbiyle Allah´ı müşahede etmektir. Sanki
Allah´ı görür ve onun lûtuflarına mazhar olarak ona hitâb eder, nimet ve ihsanlarına garkolarak onunla münâcatta bulunur. Böyle bir kimsenin durumu Allah´tan utanmak, onu tâzim etmek, ona kulak vermek ve kelâmını anlamaktır.

C) Kelâm´ın içinde, konuşanı, kelimelerde de onun sıfatlarını görmektir. Bu bakımdan bu derecede olan bir okuyucu, ne nefsine, ne okuyuşuna ve ne de kendisiyle ilgili bulunan nimetlere kendisine verilmesi hasebiyle bakmaz. Bütün himmetini konuşana teksif eder. Fikri ve düşüncesi konuşan olur. Sanki konuşanı müşahede etmeye garkolmuş, artık başkasını görmez. Bu derece, mukarriblerin derecesidir. Bundan önceki derece ise, Eshâbu´l Yemînin derecesidir. Bunların dışında kalan derece ise, gafillerin dereceleridir.

Bu en yüce dereceden Cafer b. Muhammed es-Sâdık haber vererek şöyle buyurmuştur:
´Allah´a yemin ederim, Allah Teâlâ (cc) kelâmında halkına tecellî etmiştir. Ancak halk onu görmez´.

Yine kendisine ´Sana ne oldu ki, namaz içinde düşüp bayıldın?´ diye sorulduğu zaman şöyle buyurmuştur: ´Kalbimde bir ayeti tekrarlayıp duruyordum. Tâ ki onu, onunla konuşandan dinledim. O zaman O´nun kudretinin görünmesine cismim güç yetiremedi ve düşüp bayıldım´.

Böyle bir derecede kelâmın tadı büyüdükçe büyür. Lezzetin münâcâatı oldukça kabarır. Bu sırra binâen hükemâdan biri şöyle buyurmuştur:
Ben daha önce Kur´an´ı okuyup ondan hiçbir tad alamıyordum. Öyle ki onu sanki Rasûlullah ashabına okuyor gibi dinleyinceye kadar...

Sonra bu makamdan daha üst bir makama çıktım. Kur´an´ı sanki Cebrâil Hz. Peygamber´e telkin ediyor gibi dinleyip, okudum. Sonra Allah Teâlâ başka bir derecede tecelli etti. Bu bakımdan şu anda Kur´ân dili ile konuşan Allah´tan dinlercesine okuyorum. İşte böyle olunca Kur´an´ın lezzetini duydum. Öyle bir nimete gark olmuşum ki, onsuz bir an dahi yaşayamam.

Hz. Osman ve Huzeyfe b. Yeman şöyle demişlerdir: ´Eğer kalpler pâk ve tâhir olsa, elbette Kur´an´ın okunmasına doyamazlar. ´Çünkü kalpler temizlikle kelâmda sahibini müşâhede etmek derecesine yükselir´.

Bu hikmete binâen de Sâbit el-Benânî şöyle buyurmuştur: ´Yirmi sene Kur´an´ı meşakkat çekerek okudum. Yirmi sene de onunla nimettendim´.
Kelâmın sahibinin (Allah Teâlâ´nın) müşahedesine garkolup Allah´tan başkasını göremeyecek hâle gelen kul Allah Teâlâ´nın şu emr-i celîline uymuş olur:

O halde hemen Allah´a kaçın!
(Zâriyât/50)

Ve Allah ile beraber başka bir ilâh uydurmayın!
(Zâriyât/52)
Bu bakımdan herşeyde O´nu görmeyen, muhakkak O´nun gayrisini görmüş demektir. Kul, Allah´tan başka her neye iltifat ederse mutlaka onun o iltifatında gizli şirkten birşey vardır. Muhakkak katıksız Tevhid, herşeyde Allah´ı görmek demektir.

X.Teberrî

Teberri den maksat, Kur´an´ı okuyan kişinin varlık ve kuvvetinden teberri (uzaklaşarak) ederek nefsine katiyyen rıza ve temizlenmiş gözüyle bakmamasıdır.

Sâlihleri medhedip onlara Allah´ın çeşitli nimetlerini va´deden ayetleri okuduğu zaman nefsini onlardan saymamalı, belki o vasıflara lâyık olarak ibâdet edenleri ve o sahada doğru olanları görmeli, onların kervanına katılmak için Allah Teâlâ´dan niyazda bulunmalıdır. Âsiler ve kusurluları yeren ve zemmeden ayetleri okuduğu zaman nefsini onlarla beraber görmeli ve kendisinin muhâtab olduğunu takdir ederek korkmalıdır.

İşte bu sırra binâen İbn Ömer (r.a) ´Ey Allahım! Ben zulmümden ve küfrümden/nankörlüğümden ötürü senden af dilerim´ dediğinde kendisine sorulur: ´Zulüm malûm ve fakat küfür ne demek?´ Bunun üzerine İbn Ömer şu ayeti okur:
Gerçekten insan çok zâlimdir, çok keffardır (nankördür). (İbrahim/34)

Yusuf b. Esbat´a ´Kur´an´ı okuduğun zaman nasıl dua ediyorsun?´ diye sorulduğunda, ´Nasıl dua edeyim? Kusurumdan ötürü yetmiş defa Allah Teâlâ´dan af diliyorum...´ diye cevap verir.

Bu bakımdan kişi Kur´ân hakkında nefsini böyle kusurlu görürse, onun bu görüşü Allah´ın rahmetine yaklaşmasına sebep olur. Çünkü yakınlıkta uzaklık gören bir kimse, kendisinde beliren korkudan ötürü yakınlıkla taltif ediliyor ve bu korku o yakınlığın ardından gelen diğer bir yakın dereceye onu çekip götürür.

Kim uzaklıkta yakınlığı görüyorsa, aldanır. Aldanışı da onu uzaklığından daha uzak bir dereceye çekip götürür. Kişi nefsini Allah nezdinde razı olunmuş gözüyle görürse, bu şekilde gördüğü nefsi kendisine perde olur. Nefsine iltifat etmek hududunu geçtiği ve okuduğunda Allah´tan başkasını müşâhede etmediği zamanda melekût aleminin sırrı kendisine keşfolunur.

Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle anlatır: İbn Sevban bir dostuna akşamleyin evinde iftara geleceği va´dinde bulunur. Buna rağmen kendisini bekleyen dostunun evine şafak sökünceye kadar gelmez.

Dostu ertesi gün kendisiyle karşılaşınca sorar: ´Hani akşamleyin bizde iftar edecektin? Va´detmiştin? Va´dinde de durmadın´. O da şöyle der: ´Eğer sana söz vermemiş olsaydım, beni gelmekten men eden sebebi açıklayamazdım. Fakat kalbinin mutmain olması için açıklayayım: Yatsı namazını kıldığım zaman sana gelmeden önce bari vitir namazını da kılayım dedim. Çünkü ölümden emîn değilim. Ne zaman vitir namazının duasına başladım, bana cenne-tin rengârenk çiçekleriyle bezenmiş bir bahçesi gösterildi. Ona baka baka bir de ne göreyim sabah oldu. İşte gelmeyişimin hikmeti budur´.

Bu mükâşefeler ancak nefisten teberri, ne nefse, ne de hevâsına iltifat etmekten uzaklaşınca görünmeye başlar. Sonra bu mükâşefeler keşif sahibinin haline göre değişir. Keşif sahibi reca ve ümit ayetlerini okuduğu zaman müjde hali kendisine galip gelir, cennetin sureti belirir. Sanki onu gözüyle görüyor gibi seyreder.

Eğer korku hâli kendisine galip gelirse kendisine cehennem gösterilir. Hatta onun azabının çeşitlerini müşahede eder. Çünkü Allah Teâlâ´nın kelâm-ı ilâhîsi lâtif kolaylıklarla çetin şiddetleri, ümit ve korkuları derleyici bir kelâmdır. Bu ise okuyucunun hâllerine göre değişir; zira o sıfatların bazıları rahmet ve lütuf, bazıları da intikam ve şiddettir.

Bu bakımdan kelimeler ve sıfatların müşahedesi hasebiyle olur. Okuyanın kalbi hâllerin değişiklikleri arasında durmadan değişmektedir. Her hâle göre kalp, ona mahsus mükâşefeye hazırlanıp yaklaşır.

Çünkü dinlenen çeşitli oldu mu dinleyenin aynı hâlde durması muhaldir. Zira dinlenenin içinde razı olanın kelâmı olduğu gibi, öfkelinin kelâmı, nimet verenin kelâmı, intikamcının kelâmı, hiçbir şeyden çekinmeyerek ve perva etmeyerek hüküm veren mütekebbir ve cebbarın kelâmı, ihmâl etmeyen, şefkat ve merhamette bulunanın kelâmı da bulunmak-tadır.

42) Müslim ve Buharî, (Cürıdeb b. Abdullah el-Becelî´den)

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes