> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > İhya-u Ulumiddin 1-2 > İman-İslam
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İman-İslam  (Okunma Sayısı 1290 defa)
26 Ocak 2010, 11:53:19
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 26 Ocak 2010, 11:53:19 »



İman, İslâm ve Bu İki Terim Arasındaki Birleşme ve Ayrılma, İman ile İlgili Artma ve Eksilme

Bu bölümde üç mesele vardır:

I. Mesele

Alimler İslâm, imanın aynısı mıdır, gayrisi mıdır? Gayrisi ise imandan ayrılıp tek başına var olabilir mi? Yoksa imana bağlı ve ondan ayrılmaz mı? hususlarında ihtilâfa düşmüşlerdir.

Kimisi, iman ile İslâm´ın birşey olduğunu ve aynı anlama geldiğini söylemiştir. Başka bir kavle göre de iman ve İslâm, birleşmeyen, ayrı ayrı iki şeydir. Her birisi müstakildir ve kendi başına var olabilir. Diğer bir kavle göre ise iman ve İslâm ayrı şeylerdir, fakat her ikisi de birbirine bağlıdır.

Ebû Tâlib el-Mekkî, Kut´ul-Kulûb adlı eserinde bu konudaki uzun ve ihtilaflı beyanları nakletmektedir. Biz ise, süratle, dedikodulara bakmaksızın hakkı beyan etmeye başlayalım.
Bu konuda üç bahis vardır:
a. Lugavî anlamları
b. Şer´î anlamları
c. Dünya ve âhiretteki hükümleri

Birincisi lugatla, ikincisi tefsirle, üçüncüsü de fıkıh ve şeriatla ilgilidir.
a. iman ve islâm kelimelerinin lûgat yönünden izahı hakkındadır.
İmanın, tasdikten ibaret olduğu bir gerçektir.

Şimdi ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmazsın!
(Yusuf/17)

Buradaki mü´min kelimesi ´tasdik edici´ mânâsına gelmektedir, îslâm kelimesi ise inat ve temerrüdü terkedip iz´an ve inkıyatla teslim olmak demektir. Tasdik´in özel mekânı kalptir. Dil, kalpteki tasdikin tercümanıdır. Teslim ise, ister kalpte, isterse de lisan ve azalarda olsun, umumî bir mânâ arzeder. Binaenaleyh, ne zaman kalp ile tasdik varsa, teslim de vardır; bu durumda inat ve temerrüt terkedilmiş demektir. Dil ile itiraf da, kalp ile tasdik etmek gibi, teslim olmak, inat ve temerrüdü terketmek mânâsına gelmektedir. Azalarla inkıyat ve itâat da aynı mânâyı ihtiva eder. Binaenaleyh, lûgat yönünden İslâm kelimesi âmdır; yani umumî mânâyı ifade eder. İmansa hastır; hususî bir mânâ için kullanılır. O halde iman İslâm´ın en şerefli cüz´ü demektir. Oysa imanın mânâsı olan ´kalp tasdiki3 mevcutsa, İslâm´ın mânâsı olan ´teslimiyet´ de mevcut demektir. Fakat bunun zıddı düşünülemez. (Yani, "Nerede ´teslimiyet´ varsa orada tasdik´i de vardır" denilemez),

B- İman ve İslâm kelimelerinin şer´î yönden tahlili hakkındadır.
Şeriat dilinde, İman ve İslâm´ın, iki eşanlamlı kelime olarak aynı mânâda kullanıldıkları bir gerçektir. Bu iki kelime bazen ayrı mânâları ifade etmek için de istimâl edilmiştir. Bazen da tedâhül, (aynı mefhumun anlaşılması) için ortaklaşa kullanılmışlardır.

´İman ve İslâm´ kelimelerinin müteradif (eş anlamlı) olarak kullanıldıkları yerlerden biri şu ayettir:
Nihayet Lüt´un memleketinde bulunan müzminleri (oradan) çıkardık (ki kalan kâfirleri helâk edelim.) Fakat orada bir evden başka müslüman bulamadık. (Zâriyât/35-36)
Bütün müfessirler, Lût´un memleketinde, bir evden (ki o da Lût ve kızlarının eviydi) başka ev bulunmadığında müttefiktir. (Âyet-i celîlede ´mü´min´ ile ´müslim´ tâbirleri aynı mânâyı ifade etmek-tedir).

Başka bir ayet:
Musa, kavmine şöyle dedi: ´Ey kavmim! Siz gerçekten Allah´a iman etmişseniz ve O´nun birliğine ihlâs ile teslim olmuş müslümanlarsanız yalnızca O´na dayanıp güvenin´.40
(Yûnus/84)

Hz. Peygamber ise şöyle buyurmuştur:
İslâm (dini) beş temel üzerine bina edilmiştir:
a) Allah´tan başka ilah olmadığına ve Muhammed´in de O´nun Rasûlü olduğuna şehadet etmek,
b) Namaz kılmak,
c) Zekât vermek,
d) Hacca gitmek,
e) Ramazan orucunu tutmak.41

Bir ara Hz. Peygambere imanın mahiyeti sorulmuş; o da imanın yukarıda sayılan beş unsurdan ibaret olduğu cevabını vermişlerdi. (Böylece İman ve İslâm kelimelerinin aynı mânâyı ifade ettiğini beyan buyurmuşlardır.)

İman ve İslâm kelimelerinin ayrı anlamlar ihtiva ettiği hususuna gelince, bunun misâli şu ayettir:
(Ganimet hevesiyle, görünüşte İslâm´ı kabul eden bazı) bedevîler ´Biz gerçekten iman ettik´ dediler. De ki: "Siz kalplerinizle iman etmediniz. Ancak, ´Biz, (kılıç korkusundan ve İslâm nimetinden faydalanmak için) müslüman olduk´ deyin! İman henüz kalplerinize girmemiştir." (Hucurât/14)

u ayetteki "Biz müslüman olduk, deyiniz!" cümlesinin mânâsı ´Zahirde teslim olduk´ demektir. Binaenaleyh ayette ´iman´ kelimesinden sadece ´tasdik´ murâd edilmiştir. ´İslâm´dan ise ´Dil ve azalarla zahirde teslim olmak´ mânâsı murâd edilmiştir. Cibril hadîsi olarak bilinen hadîste, Cebrâil iman´ı sorduğu zaman, Hz, Peygamber şöyle cevap vermiştir:

İman Allah´a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, son güne, ölümden sonraki dirilmeye, hesaba ve kaderin hayrına ve şerrine inanıp bunları tasdik etmen demektir.

İslâm, Allah´ın birliğine ve varlığına ve O´ndan başka hak mabud olmadığına ve Muhammed´in de O´nun rasûlü olduğuna şahitlik etmen, namaz kılman, zekât vermen, hacca gitmen ve oruç tutmandır.

Hz. Peygamber bu cevaplarıyla İslâm´ın zahirde, söz ve amelle teslim olmaktan ibaret olduğunu belirtmiştir.

Sa´d´dan42 gelen bir hadîs de şöyledir:

Hz. Peygamber adamın birine birşeyler verdi; fakat orada bulunan başka birisine hiçbir şey vermedi. Bunun üzerine Sa´d (r.a) ´Ey Allah´ın Rasûlü! Mü´min olmasına rağmen filân adama birşey vermedin?´ dedi. Hz. Peygamber de ´yoksa müslim midir?´ buyurdu.

Sa´d, aynı suali bir kere daha tekrar etti ve Rasûlullah da yine yukardaki cevabı verdi.43

(Bu muhavereden anlaşılıyor ki, mü´min kelimesinin ifade ettiği mânâ ile ´müslim´ kelimesinin mânâsı ayrı ayrıdır.)

Tedahüle gelince, bu konuda da şöyle bir hadîs vardır:
Hz. Peygamber ´Amellerin hangisi daha üstündür?´ soru-suna ´İslâm´; ´İslâm´ın hangisi efdaldir?´ sorusuna da ´İman´ cevabını verdiler.44

İşte bu hadîs-i şerif, İslâm ve İman kelimelerinin ayrı ayrı mânâlara geldiğine ve birinin diğerine girişik, yani mütedâhil olduğuna delildir. Lugatta kullanılan en muvafık vecih budur. Çünkü iman, amellerden birisi ve hatta en üstünüdür.

Teslimiyet mânâsına gelen İslâm´ ise ya kalple veya dille veyahut da azalarla gerçekleşir. Bunların en üstünü kalple olan teslimiyetle, ´iman´ diye adlandırılan tasdikten ibarettir.

İman ve İslâm kelimelerinin ayrı ayrı mânâlarda veya teradüf cihetiyle kullanılması, yerinde birer hakikattirler. Herhangi bir mecaz mevzuubahis değildir. (Yâni Arap lügati geniş imkânlara sahip olduğu için, bu terimler bütün bu mânâları ifade etmektedir ve hepsi de bu mânâlarda kullanılmıştır.)

Farklı mânâlarda kullanılmalarına gelince, ´iman´, sadece kalp ile yapılan tasdikten ibarettir ve imanın bu mânâda kullanılması lûgata da uygundur. İslâm´ ise, sadece zahirî teslimiyet manasınadır. Bu da lûgata muvafıktır; çünkü teslim edilmesi gereken şeylerin bir kısmının yerine getirilmesine ´teslim´ ismi verilir. Bu şekilde isimlendirmek için umumî mânânın, yani teslim olunması gereken şeylerin tamamının bulunmasına lüzum yoktur. Çünkü bir başkasına bedeninin tümüyle değil yalnızca bir cüzüyle temas eden bir kimseye ´temas edici´ denilmektedir. Binaenaleyh ´İslâm´ kelimesinin bâtınî teslimiyet olmaksızın yalnızca zahirî teslimiyete ıtlak olunması, dile ve lûgata uygundur.

Göçebeler, ´iman ettik´ dediler. De ki: "İman etmediniz; fakat ´Müslüman olduk´ deyiniz!" (Hucurât/14)

Hz. Peygamber´in, Sa´d´ın rivayet ettiği hadîsindeki ´Yoksa müslim midir?´ sözleri, bu mânâya hamledilmiştir. Görülüyor ki Hz. Peygamber, ´iman´ı ´İslâm´dan üstün tutmuş; ayrı ayrı mânâ lara gelmeleriyle, mü´minin derece ve makam bakımından müslimden üstünlüğünü ifade buyurmuştur.

Tedahüle gelince, iman hususunda, bu keyfiyet de lugata mutabık ve uygundur. Bu defa İslâm´ terimi kalp, söz ve amelin tümüyle teslim olmaktan ibaret bir mânâ genişliği kazanır. İman teriminin mânâsı ise, İslâm´ın umumî tarifinde bulunan kalbin tasdikinden ibaret olur. İşte tedahülden bunu kastediyoruz. Bu, İman\n hususî ve İslâm´ın da umumî oluşu bakımından lugata uygundur. İşte Rasûlullah´ın, İslâm´ın hangisi efdaldir?´ soru-suna, îmandır´ şeklindeki cevabı...

Çünkü Rasûlullah İmanı, İslâm´ın umumî mânâsından özel bir parça olarak kabul etmiş ve böylece İmanı, İslâm´ın umumî mânâsına dâhil etmiştir.

Eşanlamlı kullanımına gelince, İslâm tâbiri, hem kalbî ve hem de zahirî teslimiyet demektir. Çünkü her ikisi de netice itibariyle teslimiyettir. İman da böyledir. Kalbin tasdiki olan ´iman´ı, hususî mânâsında tasarruf yaparak umumîleştirmek ve zahirî teslimi-yeti imanın mânâsına idhâl etmek caizdir.

Çünkü söz ve amelle, zahirde teslim olmak, iç âlemdeki tasdikin meyvesi ve neticesidir. Bazı ibarelerde ağaç kelimesi geçer. Fakat bu tâbirden, müsamaha yoluyla, ´ağaçla birlikte ´meyvesi´ de kastedilmektedir. İşte bu kadarcık umumîleştirmek ile ´iman´ tâbiri ´İslâm´ın müteradifi olmakta ve birbirine mutabık ve uygun düşmektedir. Böylelikle ´iman´, ´İslâm´ dan ne bir santim eksik ne de bir santim fazladır. Allah Teâlâ´nın ´Fakat bir evden başka, orada müslüman da bul-madık´ ayeti ´İman´ ve ´İslâm´ın eşanlamlı kelimeler olduğunu göstermektedir.

c. İman ve İslâm´ın şer´î hükümleri hakkındadır. İman ve İslâm´ın dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki hükmü vardır. Uhrevî hükümleri şunlardır:

Mü´min ve müslümanların ateşten çıkarılması ve orada ebedî bırakılmaması... Çünkü Hz. Peygamber ´Kalbinde zerre k...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İman-İslam
« Posted on: 26 Nisan 2024, 20:08:25 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İman-İslam rüya tabiri,İman-İslam mekke canlı, İman-İslam kabe canlı yayın, İman-İslam Üç boyutlu kuran oku İman-İslam kuran ı kerim, İman-İslam peygamber kıssaları,İman-İslam ilitam ders soruları, İman-İslamönlisans arapça,
Logged
26 Ocak 2010, 11:56:04
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 26 Ocak 2010, 11:56:04 »

II Mesele

Şayet "Selef ulemâsı ´iman´ın eksik ve fazla olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. (Selefe göre ´iman´, ´ibadet´le fazlalaşmadığı gibi ´günah´ ile de eksilmiş olmaz. ´İman, tasdikten ibarettir´ hükmü kabul edildiği takdirde eksiklik ve fazlalık tasavvur edilemez)" diyecek olursan, cevaben derim ki: Selef, şeriat sahibini gören âdil insanlardır. Onların sözlerinden hiç bir ehl-i iman dönemez. Onlar neyi zikretmişse ´hak´ odur. İhtilâf, selefin sözünü anlamak hususundan neş´et etmektedir. Bu sözde, amel-i sâlihin, îmanın cüzlerinden ve varlığının rükünlerinden olmadığına dair delil vardır. Aksine sâlih amel, iman esasına eklenen bir fazlalıktır. Bu fazlalık mevcut olduğu zaman ´iman´ artar; olmadığı takdirde de eksilir. Artan da mevcut, eksilen de mevcuttur. Birşeyin kendi nefsinde bulunan şeylerle artmadığı da muhakkaktir. Binaenaleyh ´İnsan, başıyla artar´ denilemez, fakat ´İnsan, sakalıyla, yağıyla (şişmanlığıyla) artar´ denilebilir, ´Namaz rükû ve sücudla artar´ demek doğru değildir. Ancak ´Namaz, âdâb ve sünnetlerle artar´ denilebilir. İşte selef âlimlerinin bu hükmü ´imanın´ sâlih amellerden önce var olduğunu açıkça belirtmektedir. İman´ var olduktan sonra, sâlih amellerle artar ve aksiyle de eksilir.

Şayet ´Kalbin tasdiki bir hakîkat olduğuna göre, nasıl olur da artmayı ve eksilmeyi kabul eder?´ dersen, cevaben derim ki: Biz müdâheneyi (dalkavukluğu) terkettiğimizden, şerlilerin şerrine kulak asmadığımızdan ve gayenin üzerine gerilen perdeyi kaldırdığımızdan, şüpheler kendiliğinden zâil olmaktadır. Bu sebeple de deriz ki:

´İman´ kelimesi, müşterek mânâlı bir kelimedir ve üç anlamda kullanılmıştır:

1. Delilsiz olarak, sadece taklid ve telkin yoluyla, kalbin tasdikine ıtlak olunur ki bu, avamın imanıdır. Hatta havâss hâriç, bütün halkın imanı da böyledir. Bu inanç kalbe vurulan bir düğümdür; bazen şiddetlenir ve kuvvetlenir, bazen de zayıflar ve gevşer; tıpkı ipteki düğümler gibi. Halk tabakasının imanının böyle olmasını uzak bir ihtimal sanma. Bunu yahudi ve onun korku, hayal, va´z, tahkik ve burhan ile sökülemeyen ve sökülmesi mümkün olmayan imanı ile kıyaslayabilirsiniz. Aynı şekilde hıristiyan ve bid´atçının imanı ile de mukayese edebilirsin. Hristiyan ve bid´atçılardan bazı kimseler vardır ki, az bir konuşma ile şüpheye düşürülmesi mümkündür. Az bir hayal ve korku ile inancının doğruluğundan caydırılması da imkansız değildir. Halbuki bu hristiyan veya bid´atçı, tıpkı yahudi gibi, ilk inandığı zaman bu hususta şek ve şüphede değildi. Fakat bu iki grup (yani yahudi ile hristiyan ve bid´atçılar) arasındaki fark, inançtaki şiddetten neş´et etmektedir. İşte bu durum, ]aak olan inançta da mevcuttur. Sâlih amel, bu şiddetin gelişmesine ve ziyadeleşmesine yardımcıdır; suyun, ağaçların gelişmesindeki tesiri gibi müessirdir. İşte bu sırra binâen Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Mü´minlere gelince, her inen sûre onların imanını artırmıştır ve onlar (o sûre) ile sevinirler.
(Tevbe/124)

Allah imanlarını kat kat artırmaları için müzminlerin kal-bine manevî huzur indirdi.(Fetih/4)
Hz. Peygamber, bazı hadîslerde vârid olduğu gibi İman artar ve eksilir buyurmuştur. İmanın artışı, tâatların kalpteki tesirinden doğar. Taatların kalpteki tesiri, aneak ibadetlere devam edildiği ve onlara kalp huzuru ile dönüldüğü zaman, nefsini murâkabe eden bir kimse tarafından hissedilir. İbadete kalp huzuru ile daldığı zaman, kalbinin iman prensiplerine nasıl yöneldiğini ve nasıl sükûnet bulduğunu, imanını şek ve şüphelerle sökmeye çalışan kimseye karşı nasıl isyan bayrağını çektiğini idrâk eder.

Yetim hakkındaki merhametin mânâsına inanan insan, bu inancın sâikiyle, onun başını sıvazlar ve ona iltifat ederse, iç âleminde rahmetin kabardığını ve bu sıvazlamadan ötürü galeyana geldiğini idrâk eder. Tevâzuun iyi bir ahlâk olduğuna inanan bir kişi de, tevâzu icabı, başkasına hürmet eder, ta´zim gösterir ve o kimseye bizzat hizmet ederse kalbindeki tevâzunun engin mânâsını hisseder. İşte kalbin, zahirî amellerin çıkış noktaları olan bütün sıfatları böyledir. Zâhirî amellerin tesiri, çıkış noktaları olan kalp sıfatlarına dönerek onları kuvvetlendirir ve artırır. Bu durum, Münciyât ve Mühlikât bahsinde, bâtının zahirle ilgisi, amellerin inanç ve kalplerle olan alâkası beyan edildiği zaman, tafsilâtlı bir şekilde izah edilecektir. Çünkü bâtının zahirle ilgisi, amellerin inanç ve kalplerle olan bağlantısı, hadiselerle idrâk edilen bu kâinatın, basiretle idrâk edilen melekût âlemine bağlantısı cinsindendir. Kalp, melekût âlemindendir.

Azalar ve amelleri ise, mülk ve şuhûd âlemindendir. Bu iki âlem arasındaki ince bağ ve bağlantı, öyle bir hadde varmıştır ki, bazı insanların, iki âlemin birliğine hükmetmesine vesile olmuştur. Diğer bir grup da, şuhûd âleminden başka bir âlemin olmadığına kani olmuşlar ve şu görünen cisimlerin dışında herhangi bir varlığın mevcut olmadığına hükmetmişlerdir. Fakat iki âlemi idrâk ve ayrılıklarını müşâhede eden, aralarında bağlantı olduğuna inanan bir kimse, bu bağlantıyı şöyle tasvir etmiştir:

Hem şarap, hem de kadeh inceldi; Birbirine benzedi de mesele zorlaştı. Sanki bâde var da kadeh yok, Ve sanki kadeh var da bâde yok!

Ne ise biz bu incelikleri bırakarak esas maksada dönelim. Çünkü melekût âlemi, muamele ilminin dışında kalan bir âlemdir. Şu kadar ki, iki âlem arasında ittisal ve irtibat mevcuttur, işte bu sebeple, mükâşefe ilminin muamele ilmine tırmandığını her zaman görebilirsin. Bu durum, şiddetli ve ciddî bir çalışma neticesinde vuzuha kavuşuncaya kadar böyle devam eder. İşte imanın taat ile fazlalaşmasının gereği bu mânâya göre bundan ibarettir.

Hz. Ali İman evvelâ beyaz bir nokta olarak görünür. Kul, sâlih amel işlediği zaman, bu nokta gelişir, büyür ve bütün kalbi istilâ eder. Böylece kalp, bembeyaz kesilir. Nifak da, evvelâ siyah bir nokta halinde bulunur. Allah´ın yasakları irtikâp edildikçe bu siyahlık gelişir, büyür ve sonunda bütün kalbi kaplar. Bu şekilde kalp simsiyah kesilir ve üzerine adeta mühür vurulur. İşte mânevî mühürleme budur diyerek şu ayeti okumuştur:

Hayır, (zannettikleri gibi değil), doğrusu onların kazandığı günahlar kalplerini kaplamıştır.
(Mutaffifîn/14)İman yetmiş küsûr babdır.49

2. İmandan, kalbin tasdiki ile birlikte azaların amelini murâd etmektir.

Nitekim, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Zâni, imanlı olduğu halde zina etmez.
Sâlih amel, iman kavramının muhtevâsına dâhil olduğu zaman, artması ve eksilmesi, artık, gizlenemez bir hakîkat olarak görünür. Fakat ´Sâlih amel, mücerred tasdikten ibaret olan imanın artmasına tesir eder mi etmez mi?´ meselesi tedkike değer. Biz daha önce ´tesir ettiğine´ işaret etmiştik.

3. İman kavramından keşif, delil ve basîret nuruyla müşâhede edilen yakînî tasdik kastolunmaktadır. Bu üç kısmın, ziyadeleşmeyi kabul etmek hususunda imkânsız görüneni işte budur. Fakat ben derim ki: Şüphe götürmeyen yakînî emirde de nefsin İtminânı değişir. Şöyle ki her ikisinde de şek ve şüphe olmamasına rağmen, nefsin, ikinin birden fazla olduğuna dair mutmain olması, âlemin sonradan yaratıldığına dair olan itminanı gibi değildir. Çünkü yakînî meseleler vuzuh derecelerine göre değişmektedir. Nefsin onlara karşı olan İtminânı da bizzarure değişir. Biz bu keyfiyeti Ahiret Âlimlerinin Alâmetleri bölümü ile Kitab ´ul-İlm´in Yakîn bölümünde izah etmiştik. Burada ikinci defa tafsilâta lüzum görmüyoruz.

îman, bu üç mânâdan hangisi için kullanılırsa kullanılsın, âlimlerin İman, ziyade ve noksanlığı kabul eder hükmü haktır. Bu hükmün, hak olması şüphe götürmez; çünkü hadîsi şerifte ´Kalbinde zerre miktarı iman olan kişi ateşten çıkar´ beyânı vârid olmuştur. Başka bir hadîste de ´zerretün min îmânin´ yerine ´zerretün min dînârin´ tâbiri kullanılmıştır. Eğer kalpteki tasdikler arasında fark yoksa, bu miktarların değişmesine ne mânâ vermek lâzımdır?

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 12:28:55
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 26 Ocak 2010, 12:28:55 »

III. Mesele:

Selefin ´Allah dilerse ben mü´minim´ sözünün mânâsı nedir? Çünkü istisna şüpheyi; imanda şüphe ise küfrü iktiza eder. Bütün selef âlimleri ´Kesinlikle imanım vardır´ şeklindeki cevabı menetmiş ve bu ifadeden sakınmışlardır.

Süfyân-ı Sevri "Ben Allah´ın nezdinde mü´minim diyen, yalancılardan; ´Hakikat nokta-i nazarında ben mü´minim´ diyen de bid´atçılardandır" buyurmuştur. Bununla birlikte kişi, nefsinde mü´min olduğunu bildiği halde böyle derse nasıl yalancı olabilir? Çünkü nefsinde mü´min olan bir kimse, Allah nezdinde de mü´mindir. Nasıl ki bir kişi, esasında uzun boylu ve cömert ise ve bunları da biliyorsa, bu keyfiyet Allah nezdinde de aynıdır. Aynı şekilde mesrur veya mahzun, işiten veya gören de böyledir.

Eğer bir insan ´Sen hayat sahibi misin?´ sualine ´Eğer Allah dilerse hayat sahibiyim´ şeklinde mukabele etse, bu doğru bir cevap olmaz.

Süfyan es-Sevrî, yukarıda geçen hükmü verdiği zaman kendisine ´O halde biz ne demeliyiz?´ denildi, O da ´Allah´a iman ettik ve indirdiği hükme inandık deyiniz!5 dedi.

Acaba ´Biz Allah´a ve indirdiği hükme iman ettik´ ile ´Ben mü´minim´ arasında ne fark vardır?

Hasan Basrî´ye ´Sen mü´min misin?´ diye sorulur. İnşâallah´ der. ´Niçin iman´da istisna yaptın?´ diye sorulduğunda da şöyle cevap verir: "Peki ya bunun üzerine Allah bana ´Yalan söyledin ya Hasan!´ derse? Bu yüzden de azaba müstahak olmaktan korktuğum için böyle söyledim".

Hasan Basrî bir keresinde de şöyle demiştir: "Allah´ın bende bulunan ve malumatım dâhilinde olmayan birtakım kötülüklere muttali olması ve bundan dolayı bana buğzederek cEy kulum! Git! Senin hiçbir amelini kabul etmedim´ demeyeceğinden ve yaptıklarımı boşa çıkarmayacağından emin değilim".

İbrahim b. Edhem de "Sana ´Sen mü´min misin?´ denildiği zaman, ´Lâ ilahe illâllah´ ile cevap ver" derdi.

Bazen de "Ben imanımdan şüphe etmiyorum. Fakat bana ´Sen mü´min misin?´ diye sual sorman bid´attır" buyururdu.

Küfe fakihi Alkame b. Kays´a ´Sen mü´min misin?´ diye sorulduğunda ´Eğer Allah dilerse, öyle ümit ediyorum´ cevabını vermiştir.

Süfyan-ı Sevrî şöyle demiştir: ´Bizler Allah´a, meleklerine, kitaplarına ve rasûllerine iman: eden kimseleriz. Allah nezdinde ne olduğumuzu bilmiyoruz´.

Bütün bunlardan sonra, şu zevatın sözlerinde görülen istisnaların mânâsının ne olduğunu soracak olursan, bilmiş ol ki bu kabil istisnâ doğrudur. Bu istisnanın dört mânâsı vardır:
Bunlardan ikisi, imanın aslındaki değil, sonu ve kemâli hakkındaki şüphelere istinad eder. Diğer ikisi ise, şüphe ile hiçbir yönde alâkası olmayan mânâlardır.

Şimdi bu dört mânânın tafsilâtına geçelim!

Birinci Anlam

Nefsi tezkiye etmemek için ´Ben kesinlikle mü´minim´ demek-ten kaçınarak ´inşâallah´ istisnasını muhakkak kullanmaktır.
Nefislerinizi temize çıkarmayın. O, kendisinden korkanın kim olduğunu çok iyi bilendir. (Necm/32)

Şu kendilerini temize çıkaranlara bakmaz mısın? (Hayır iş) öyle değildir. Ancak Allah dilediğini temize çıkarır. Onlara kıl kadar zulmedilmez. (Nisâ/49)

Bak, Allah´a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Bu yanlış inançları onlara açık bir günah olarak yeter. (Nisâ/50)
Bir hakîme ´Kötü doğruluk nedir?´ diye sorulduğunda, ´Kişinin nefsini övmesidir´ diye cevap vermiştir.

İman, övülmenin en üstünüdür. ´Kesinlikle benim imanım vardır´ demek mutlak surette nefsi tezkiye etmektir. ´İstisnâ sîgası´ (inşâallah) insanı tezkiyeden uzaklaştırır.

Nitekim bir insan, ´Sen doktor musun? Fakih veya müfessir misin?´ denildiği zaman; doktorluğundan, fakih veya müfessirliğinden şüphe ettiğinden değil, belki bir çeşit alışkanlıkla ´Evet, Allah dilerse...´ der. Bu istisnâ ile kendisini nefsinin tezkiyesi tehlikesinden kurtarır.

Binaenaleyh istisnâ, nefisle ilgili haberleri zayıf düşürme ve tereddüt uyandırma sîgasıdır (nefisle ilgili haberlerin lüzumlu neticelerinden birisi olan nefsin tezkiyesini zayıf düşürmek içindir). İmanın esasında şüphe edildiği zaman bu siga kullanılmaz. Bu te´vile binâen, kötü bir sıfatın mevcut olup olmadığı sorulduğunda istisna etmeksizin cevap vermelidir.

İkinci Anlam

Allah´ı, her hâlükârda zikretmeye çalışmak ve her emri Allah´ın dileğine ve meşiyetine havâle etmektir. Allah Teâlâ bu edebi Hz. Peygamberi Söyle öğretmektedir:

Hiçbir şey hakkında ´Bunu yarın yaparım´ deme! Ancak ´Allah dilerse (yaparım)´ de! Unuttuğun zaman da Allah´ı an ve ´Olur ki rabbim beni, bundan daha yakın bir zamanda dosdoğru bir muvaffakiyete ulaştırır´ de! (Kehf:23-24)

Hz. Peygamber, Allah´tan bu edep dersini aldıktan sonra, yapabileceğine şeksiz şüphesiz emin olduğu hususlarda bile bu istisnayı kullanırdı. Nitekim Allah Teâlâ, Hz. Peygamberin diliyle aynen şöyle buyuruyor:

Andolsun ki Allah gerçekten o rüyayı Râsûlü´ne hak olarak doğru gösterdi. (Ey mü´minler)! İnşâallah emniyet içinde bulunan kimseler olarak başlarınızı traş etmiş ve kısaltmış olduğunuz halde, korkmaksızm Mescid-i Harama, girecek-siniz. Fakat Allah, sizin bilmediğiniz şeyleri bildi ve Mekke´nin fethinden Önce yakın bir fetih verdi. (Fetih/27)

Allah Teâlâ, ashabın Mekke´ye gireceğini ve onların şehre girmelerine müsaade edeceğini şeksiz ve şüphesiz biliyordu. Fakat Allah Teâlâ´nın kasd-ı ilâhîsi, peygamberine edebi öğretmekti. Binaenaleyh Hz. Peygamber, ister mâlûm, isterse de şüpheli olsun, Allah´tan naklettiği herşeyde ´inşâallah´ demek suretiyle bu edebin en güzel örneğini veriyordu. Hattâ kabristanın yanından geçerken veya oraya girerken şöyle derdi:

Ey mü´minler evi(nin sakinleri)! Selâm size! İnşâallah biz de, sizlere iltihak edeceğiz.50

Ölülere iltihak etmekte şek ve şüphe var mıdır? Böyle olduğu halde, Hz. Peygamber edeb icabı Allah´ı zikretmiş ve herşeyi O´nun meşiyetine bağlamıştır. Bu siga, Allah´ın zikrine o derece delâlet eder ki, kullanılışta, rağbet ve temennî izhârından ibaret olarak kabul edilmiştir. Binaenaleyh sana ´Falan adam yakında ölecektir´ denildiği zaman inşâallah diye mukabele ediyorsun. Senin bu sözünden, o kişinin ölümünü şüpheli karşıladığın değil, aksine ölmesini temenni ettiğin anlaşılmaktadır. Yine sana falan adamın hastalığı yakında zâil olacak ve sıhhata kavuşacaktır´ denildiğinde, o hastalığın zâil olmasına taraftar olduğunu ´inşâallah´ demek suretiyle izhâr etmektesin. Demek ki, İnşâallah´ kelimesi teşkik (şüpheye düşürme) mânâsından rağbet ve temenni mânâsına geçmektedir. Böylece Allah´ı zikretmek edebini göstermek için. hüküm ne olursa olsun, bu kelimeyi kullanmaktasın.

Üçüncü Anlam

İstisnâ sîgasının dayandığı temel şe´tir ve anlamı ´Eğer Allah dilerse ben hakîkî mü´minim´ demektir. Çünkü Allah Teâlâ mü´minleri, hakîkî ve gayr-i hakîkî şeklinde, iki kısma ayırmış ve muayyen kimseleri kastederek ´İşte bunlar gerçek mü´minlerdir. Onlara rabbleri katında dereceler var, mağfiret ve cennette sayısız, tükenmez nimetler vardır. (Enfal/4) buyurmuştur.

İnşâallah´ kelimesiyle ifade edilen şek ve şüphe imanın aslına değil, kemâline râcidir. Haddi zâtında her insan, imanının kemâlinde şüphecidir. Böyle bir şüphe küfür değildir.
İman´ın kemâlinden şüphe etmek iki cihetle haktır:

a) Nifak, imanın kemâlini giderir. Halbuki bu, gizli bir haldir ve insan, bu halden, kesinlikle uzak olduğunu bilip kestiremez.
b) İman, sâlih amellerle kemâle erer; fakat sâlih amellerin varlığı tam olarak idrâk edilemez. îmanın amellerle kemâle ermesi meselesine gelince, Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz ki mü´minler ancak Allah´a ve Peygamberi´ne iman eden ve sonra da (imanlarında) şüpheye düşmeyen ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlardır. İşte böyle kimseler imanlarında sâdık olanlardır.
(Hucurât/15) Binaenaleyh şüphe, mü´minlerin doğru olup olmamasındadır.

Yüzlerinizi (namazda) doğu ve batı tarafına çevirmeniz hayır ve taat değildir. Hayır ve taat, Allah´a, âhirete, meleklere, O´nun indirdiği kitaplara ve gönderdiği peygamberlere iman edenin; Allah´ın rızası (nı kazanmak) için malı (fakir)  akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere, köle ve esirlere (kurtulmaları için) harcayanın; namazı gereği gibi kılan ve zekâtı veren kimsenin; söz verdiklerinde sözlerini yerine getirenlerin, ihtiyaç ve sıkıntı hallerinde, cihad ve savaşlarda sabredenlerin hayır ve tâatıdır. İşte bu vasıfları taşıyanlar hakka uyan sâdıklardır ve yine bunlar takvâ sahipleridir.(Bakara/177)

Allah Teâlâ, bu ayet ile imanın makbul olması için, yirmi sıfatın mevcudiyetini şart koşmuştur. Meselâ, ahde sadâkat göstermek, musibetlere karşı sabırlı olmak gibi...
Allah; iman edenlerinizi yükseltsin, Kendilerine ilim verilenleriniz için ise (cennette) dereceler vardır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Mücâdele/11)

Fetihten (Mekke´nin fethinden) evvel Allah yolunda (mal) harcayıp savaşanlarınız, diğerleriyle bir olmaz. Onlar, sonradan harcayıp savaşanlardan, fazilet ve derece yönünden daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine cenneti va´detmiştir. O bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Hadîd/10)

Onlar, Allah katında derece derecedirler. Allah (emin veya hain, bütün insanların) yaptıklarını hakkıyla görmektedir.
(Al-i İmran/163) Hz. Peygamber de ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes