> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > İhya-u Ulumiddin 1-2 > İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri  (Okunma Sayısı 1539 defa)
24 Ocak 2010, 20:44:48
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 24 Ocak 2010, 20:44:48 »



İlmin Âfetleri, İyi ve Kötü Âlimlerin Alâmetleri

Kitabımızın başında ilim ve âlimler hakkında vârid olan ayet ve hadîsleri zikretmiştik. Kötü âlimlere dair çok korkunç tehditler mevcuttur. Bütün bu rivayetler kötü âlimlerin kıyamet günü uğrayacakları şiddetli azâbı haber vermiş ve onların herkesten daha çok eziyet çekeceklerini bildirmiştir. Bu bakımdan müslü manlara düşen vazifelerden biri de; kötü âlimle, iyi âlimi birbirin den ayıran alâmetleri iyice öğrenmektir.

´Dünya âlimleri derken anlatmak istediklerim, dünya lezzet lerine dalan ve dünya rütbelerine ulaşmak için ilim yapmaya çalışan insanlardır.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) kötü âlimler hakkında şöyle buyurmuştur:
Kıyâmet gününde herkesten daha şiddetli bir azâba düçar olacak kişiler,, ALLAH Teâlâ´nın, ilminden kendisine menfaat vermediği âlimlerdir.188

Bildiği ile amel etmeyen bir kimse, âlim olamaz.189
İlim iki çeşittir: a) Dil ile söylenen ilim. Bu ilim, ALLAH´ın mahlûkatı üzerindeki delili sayılmaktadır, b) Kalpte olan ilimdir ki kişiye yararı olacak ilim de budur.190

Âhir zamanda cahil abidler ile fasık âlimler olacaktır191

Alimlere karşı böbürlenmeyin, ilmi de sefihlerle mücadele etmek ve halkın takdirini kazanmak için öğrenmeyin. Çünkü böyle yapan kişi ateştedir.192

Kim bildiği ilmi ehlinden kıskanırsa, ALLAH onu ateşten yapılmış bir gem ile gemler!

Sizin için deccalden daha fazla başkalarından korkuyorum. Sahabîler ´Kimdir onlar?´ diye sorunca, Hz. Peygamber ´Dalâlete sürekleyen önderlerdir (âlimler)´ diye cevap ve rir.193

Kim ilmen gelişir ve fakat hidayet bakımından gelişmezse, o kimse ALLAH´tan gittikçe uzaklaşır.194

Hz. İsa (a.s) şöyle buyurmuştur: ´Kendiniz şaşkınlıkta olduğunuz halde, yolunu kaybedenlere ne zamana kadar rehberlik etmeye devam edeceksiniz?´195

Bunlar ve bunlara benzeyen daha nice hadîsler, ilmin büyük tehlikelerine işaret etmektedirler. Demek ki âlimler ya ebedî sa adete veya ebedî felâkete namzet kişilerdir. Kişi, ilme dalmakla sa adet bulamamışsa, mutlaka felâketle karşılaşır.

Hz. Ömer şöyle der: ´Bu ümmet için en çok korktuğum kişiler, münafık âlimlerdir. ´Bir âlim nasıl münafık olur?´ diye so rulduğunda, Hz. Ömer ´Dili ile âlim, fakat kalbi ve ameli ile cahil olmak suretiyle.. der.

Hasan el-Basrî şöyle buyurmuştur: ´Âlimlerin ilmini, hakîm lerin hikmetlerini öğrenip de, cahillerin amellerini yapan ahmak lardan olma!´

Bir kişi, Ebu Hüreyre´ye şöyle der: ´İlim öğrenmek istiyorum; fakat kaybetmekten korkuyorum´. Ebu Hüreyre de şöyle cevap ve rir: ´Zaten ilim öğrenmemekten daha büyük bir kayıp yoktur in sanoğlu için´.

İbrahim b. Uyeyne´ye ´İnsanlar içerisinde en çok kimler ned âmet duyarlar?´ diye sorulduğunda şöyle der: ´Dünyada yaptığı takdir edilmeyen, âhirette ise, ilmi olup ameli olmayan kimseler´.

Halil b. Ahmed196 şöyle demiştir: İnsanlar dört kısma ayırılır:

1. Bilir ve bildiğini de bilir. Bu kişi âlimdir. Ona tâbi olunuz.
2. Bilir, fakat bildiğini bilmez. Böyle bir kimse uykudadır; onu uyandırınız.
3. Bilmez ve fakat bilmediğini de bilir. Böyle bir kişi irşada muhtaçtır. Onu irşad ediniz.
4. Bilmez, fakat bilmediğini de bilmez. Böyle bir adam kara cahildir. Ondan kaçınız´.

Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: İlim, ameli çağırır; gelirse ne âlâ, fakat gelmediği takdirde ilim de kaçıp gider´.

İbn Mübârek şöyle der: ´Kişi, ilim talebinde bulundukça âlim dir. Fakat herşeyi bildiğini iddia eden cahil olur´.

Fudayl b. Iyaz197 der ki: Ben üç sınıf insana acırım: a) Bir kavmin zelil olan reisine, b) Sonradan fakir olan zengine; c) Dünyanın oyuncağı hâline gelmiş âlime.

Hasan Basrî ´Âlimlerin cezası kalplerinin ölmesidir. Kalbin ölümü ise âhiret ameliyle dünyayı istemektir´ demiştir.

Bir şair şöyle der:
Hidayeti verip de dalâleti satın alan kişilere hayret ediyo rum.Fakat dinini verip dünyayı satın alana, çok daha hayret edi yorum.Bu ikisinden de fazla, dinini başkasının dünyasına fedâ edene şaşıyorum. Zira hepsinden daha şaşırtıcı olanı budur.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Kötü olan âlime öyle şiddetli bir azap verilir ki, azabın şiddetinden ötürü bütün ehl-i cehennem seyrine gelir.198

Hz. Peygamber (s.a) bu sözüyle yalancı âlimi kasdetmektedir. Usâme b. Zeyd, Hz. Peygamberden şu hadîsi rivayet eder:

Kıyâmet gününde, (fâcir) âlim getirilip ateşe atılır. Ateşin şiddetiyle barsakları delinir (ve dökülür). Merkebin değirmeni döndürmesi gibi, o da onlarla döner. Bütün ce hennem ehli onu seyre gelir. ´Sana ne oldu, bu kadar şiddetli azaba düçâr olman için ne yaptın?´ diye sorulduğunda, fâcir şöyle cevap verir: ´Ben (dünyada) herkese hayri tavsiye edi yordum, fakat kendim yapmıyordum. Şerden sakındırıyordum, fakat kendim işliyordum´.199

İbn Mübârek şöyle demiştir: ´Âlimin en büyük günahı, bildiği halde, günah işlemesinden doğar. İşte bundan dolayı âlim, büyük azaba düçâr olur´.
Muhakkak ki, münafıklar ateşin en alçak derekesindedir (cehenne-min en dibindedir). Asla onların azâbını kaldıracak bir yardımcı bulamazsın.(Nisâ/145)

Münafıkların bu denli şiddetli cezalara müstahak olmalarının sebebi, bildikleri halde inkâra sapmalarıdır. Bu sebeple, ALLAH Teâlâ yahudileri, hristiyanlardan daha kötü olmakla tavsif etmek tedir. Halbuki ´Üzeyir ALLAH´ın oğludur´ diyenler hariç hiçbir ya hudi, ALLAH´a oğul izafe etmez, ´ALLAH, üçten biridir´ gibi galiz kü fürlere sapmaz. Fakat onları bu büyük cezalara muhatap eden şey, bildikleri halde inkâr etmeleridir.

ALLAH Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
Kendilerine kitab verdiklerimiz, Peygamber´i öz oğullarını tanır gibi tanırlar. Böyle olduğu halde içlerinden bir toplu luk hak ve hakikati bile bile gizlerler.(Bakara/146)
Vakta ki onlara Hak Teâlâ tarafından kendilerinde olanı tasdik edici Kitab geldi ki onlar bundan önceleri, inkâr edenlere karşı kendilerine yardım gelmesini beklerlerdi bildikleri gelince onu inkâr ettiler. (Bakara/89)

(Ey Rasûlüm!) Yahudilere o kimsenin haberini oku ki, ken disine ayetlerimizi vermiştik de, o bunları inkâr ederek imandan çıkmıştı. Böylece şeytan onu arkasına takmış da azgınlardan olmuştu.(A´raf/175)
Devamla şöyle buyurulmaktadır:
İşte bu kimsenin hâli, o köpeğin hâline benzer ki, üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da di lini sarkıtıp solur. (A´raf/176)
Fâcir âlim de böyledir. Çünkü Bel´am b. Baûra´ya ALLAH´ın Kitabı verilmiş ve fakat o şehvete dalması sebebiyle köpeğe benze tilmiştir. Fâcir âlim, kendisine ister hikmet verilsin, ister verilme sin, dilini çıkararak solur ve şehvetlere dalar gider.

Hz. İsa (a.s.) şöyle buyurur: ´Kötü âlimlerin durumu bir arkın içine düşüp suyun akmasına mâni olan taşın durumuna benzer. Taş suyu ne kendi içer ve ne de tarla ve bostanlara ulaşarak on ların istifade etmelerine müsaade eder. Yine kötü âlimlerin du rumu, bataklıktaki ota benzer. Dışı parlak görünür, fakat içi pislik doludur. Yine kötü âlimlerin durumu, kabirlere benzer. Dışı mâ mur, içi ise ölü kemikleriyle doludur´.
Bu rivayetler göstermektedir ki, dünyaya meyletmiş âlimin kıyamet gününde cahil kimselere nazaran çekeceği azap daha şiddetli ve hâli daha perişandır. Yine anlaşılmaktadır ki, zafere ulaşanlar ve ALLAH´ın rahmetine yakın olanlar, ancak âhiret âlim leridir. Bunların da birçok alâmetleri vardır.

1. İlimleriyle dünyayı talep etmezler. Zira âlimin en aşağı de recesi dünyanın hakir, hasis, karanlık ve geçici olduğunu; âhiretin devamlı, nimetlerinin berrak ve ebedî, mülkünün büyük olduğunu bilmektir. Yine âlim bilmelidir ki, dünya ile âhiret birbirinin zıddıdır. Birbirinin kumaşıdır. Birini razı etsen öbürünü kızdırmış olursun. Terazinin kefesi gibidirler. Biri ağır bastığı zaman, öbürü mutlaka hafif gelir. Doğu ile batı gibidirler; birine yaklaştığın tak dirde öbüründen uzaklaşırsın, Biri dolu, öbürü boş fincan gibidir. Doludan ne kadar boşaltırsan o kadar dolar boş olanı...

Dünyanın hakirliğini, bulanıklığını; lezzetlerinin elemle karışık olduğunu ve sonra lezzetli olan nimetlerin bir daha dön memek üzere geçip gittiğini bilmeyen bir âlim, aklî dengesini kay betmiş bir mecnundur. Çünkü görgü, deneme, insana dünyanın böyle olduğunu göstermektedir.

Bu bakımdan, aklı olmayan bir in san nasıl âlim olabilir? Ahiret işinin büyüklük ve devamlılığını bilmeyen, değil âlim, belki kâfirin tâ kendisidir. Böyle bir kimsenin imânı kendisinden alınmıştır. İmanı olmayan bir kimse ise nasıl İslâm âlimi olabilir?

Dünyanın âhirete zıd düştüğünü, ikisini bir arada tutmanın muhal olduğunu bilmeyen bir kişi, bütün peygamberlerin birlikte getirdiği dini bilmiyor demektir. Böyle bir kişi ise Kur´an´ı başından sonuna kadar, inkâr eden bir adamdır. Bu adam, nasıl olur da âlimler zümresine idhal edilebilir?

ALLAH´ın dinini kâmil bir şekilde bilen kişi, bütün bilgisine rağmen, âhireti dünyaya tercih etmiyorsa, şeytanın esiridir. Şehvetleri onu helâke sürüklemiştir. İçindeki kötülükler, iradesine galebe çalmıştır. Böyle olan bir kişi nasıl âlimler zümresinden sayılabilir?

Hz. Dâvud´dan nakledilen hikâyelerin birinde ALLAH´a atfen şöyle söylenmektedir: ´Şehvetini bana olan sevgisinden daha üstün tuttuğu zaman âlimin başına getirdiğim cezanın en azı, onu mün âcaatımın lezzetinden mahrum etmektir. Ey Dâvud! Dünya ile sarhoş olan ve seni sevgi yolundan alıkoyan bir âlimi benden sorma! Çünkü böyleleri, kullarımı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 26 Ocak 2010, 11:25:22 Gönderen: derya »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri
« Posted on: 29 Mart 2024, 11:43:20 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri rüya tabiri,İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri mekke canlı, İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri kabe canlı yayın, İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri Üç boyutlu kuran oku İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri kuran ı kerim, İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri peygamber kıssaları,İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleri ilitam ders soruları, İlmin Afetleri,İyi ve Kötü Alimlerin Alametleriönlisans arapça,
Logged
26 Ocak 2010, 11:19:32
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 26 Ocak 2010, 11:19:32 »

Hz. Peygamberden ´Yeryüzünün neresi en hayırlı, neresi en şerli yeridir?´ diye sorulduğunda, buna ´Bilmiyorum´ diye cevap verdi. Cebrail gelince Hz. Peygamber aynı suali Cebrail´e tevcih etti. Cebrail de ´Bilmiyorum´ şeklinde cevap verdi. Allah Teâlâ, Cebrail´e ´Yeryüzünün en hayırlı yerinin mescidler ve en kötü yerinin de çarşılar´ olduğunu bildirinceye kadar durum aydınlanmadı.235

İbn Ömer´e on mesele sorulursa yalnız birine cevap veriyor, dokuzunda susuyordu.
Fakihler arasında ´bilmiyorum mânâsına gelen lâ edrî lafzını kullananlar, ´Biliyorum mânâsına gelen Edrî lafzını kullanandan daha fazlaydı.

Süfyân-ı Sevrî, İmanı Mâlik, İmam Ahmed, Fudayl b. İyaz, Bişr el-Hafî bunlardandı.

Abdurrahman b. Ebİ Leylâ şöyle der: ´Medine´nin şu mesci dinde Hz. Peygamber´in 120 arkadaşına yetiştim. Onlardan her hangi birine, bir hadîsin mânâsı veya bir fetva sorulduğu zaman arkadaşından, buna cevap vererek sualin manevî yükünden ken disini kurtarmasını rica ederdi´.

Başka bir ibarede de şöyle denmiştir: ´FIkhî bir mesele onlar dan birine havale edildiği zaman, herkes bir diğerine devreder, so nunda döne dolaşa ilk sorulana geri dönerdi. O zaman cevap ver mek durumunda kalırdı.

Rivayet edilir ki: Ashab-I Suffe´den birine, pişirilmiş bir koyun başı hediye edildi. Karnı çok aç olduğu halde onu yanındaki ar kadaşına ikram etti. Arkadaşı yanındakine, o da yanındakine dev rederek pişmiş baş, döne dolaşa ilk sahibinin eline geldi.

Bir de zamanımıza bakınız! Bu durumun aksine hareket edildiğini açıkça göreceksiniz.

Eskiden âlim, aranandı, şimdi arayan; uzak durulması gere ken emirler de aranan oldu. Derhal fetvaya teşebbüs edilmemesi hususunda bizi ikaz eden en güzel delil Hz. Peygamber´in şu hadîsidir:
Ümmetime ancak üç sınıf insan fetva verebilir:

1- Emîr,
2-Memur,
3- Hiçbir asla ve esasa dayanmayan hikâyeleri ve kıssaları karıştırarak tefsir eden kimse.236

Hz. Peygamber´in mübarek arkadaşları dört vazifeyi birbirle rine havale ederlerdi:
1. Namazda imam olmayı
2. Bir ölünün vasiyetini yerine getirmek görevini üstlenmeyi
3. Emanet saklamayı
4. Fetva vermeyi

Bir kısım âlimler şöyle buyurmuştur: ´Fetva vermede herkes ten önce davranan ilimsiz, en çok kaçanlar da müttaki kişilerdir´.

Sahabe-i Kiram ve tâbiîn (Allah hepsinden razı olsun), beş işle meşgul olurlardı:

1) Kur´an okumak;
2) Mescidleri (ibadetle veya servetle) tâmir etmek;
3) Allah´ı anmak;
4) Durmadan emr-i bi´l-mâruf yapmak;
5) Durmadan nehy-i an´il-münker yapmak.

Böyle yapmalarının sebebi Hz. Peygamberden dinledikleri bir hadîs-i şerîf idi;
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Âdemoğlunun bütün konuşmaları kendi aleyhindedir. Ancak üç konuşma bu hükmün dışındadır:

1) Mârufu (iyiyi) emretmek,
2) Münkeri (kötüyü) yasakla mak,
3) Allah´ı zikretmek237.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hayır yoktur. Yalnız sadaka, yahut iyilik, ya da insanların arasını düzeltmeyi emreden(in konuşması) müstesnâ. Kim Allah´ın rızasını kazanmak amacıyla bunu yaparsa, yakında ona bü yük bir mükafaat vereceğiz.(Nisâ/114)

Kûfeli rey sahibi âlimlerden bazılarına bir kısım âlimler rü yada sordular: ´Dünyada verdiğiniz fetva ve reylerden dolayı ne gibi bir muameleye tâbi tutuldunuz?´Rey sahipleri, yüzleri buruşuk bir şekilde, başlarını çevirerek dediler ki:´Bir fayda görmediğimiz gibi, üstelik zarara da uğradık´.

İbn Hasin238 şöyle buyurmuştur: ´Zamanımızdaki âlimlerin, sual sormaya gelenlere hemen fetva verdiklerini görürsünüz. Halbuki bu husus, Hz. Ömer devrinde bizzat kendisinden sorul saydı, o, Bedir savaşına iştirâk etmiş bütün sahabîleri toplar, on larla iştişare eder ve sonra cevap verirdi.
Demek ki, ilim sahiplerinin en bariz vasıflarından biri de sus maktır. Ancak zaruret hâli hariç...

Nitekim bir hadîs-i şerîf te şöyle buyurulmaktadır:
Kişiyi sükût ve zâhidlik içinde gördüğünüz zaman, ona so kulunuz; çünkü ona hikmet telkin olunuyor.239

Şöyle denmiştir: Âlimler iki kısımdan ibarettir:

1. Halk tabakasını eğiten âlim ki, bunlar yöneticilerin de
yakınları olup fetva veren âlimlerdir.
2. Havass âlimi, kalplerin amellerini ve tevhid ilmini bilen bu âlimler zaviyelerde, dağınık olarak yaşayan ve İslâm´ı yaşatan âlimlerdir.

Eskiler şöyle söyler: ´Ahmed b. Hanbel´in durumu Dicle neh rine benzer. Şöyle ki: Herkes ondan, avucunu doldurarak kana kana içer. Bişr b. Hars´ın durumu ise, kapalı ve tatlı suyu olan bir kuyu gibidir. İnsanlar ancak nöbetle ve birbirinin ardı sıra kuyu nun başına gelebilirler´.

Salih seleflerimiz şöyle söylerlerdi:´Falan adam gerçekten bir âlim, filân ise, yalnız, konuşan bir adamdır. Falan insan da Allah´a çokça ibadet eden kişidir´.

Ebu Süleyman b. Atiyye ed-Daranı ´Mârifet, konuşmaktan daha fazla sükûta yakındır´ buyurmuştur.
´İlmin çoğalması konuşmayı azaltır. Konuşmanın çoğalması ise ilmi azaltır´ denilmiştir.

Selman-ı Farisî, Hz. Peygamberin kendisine kardeş yaptığı Ebu Derda hazretlerine şöyle bir mektup yazmıştır: ´Kardeşim, kulağıma gelen haberlere göre, sana gelen hastaları bir doktor ola rak tedavi ediyormuşsun. Bu hususta dikkatini çekerim. Şayet dok tor isen konuş! Ancak bu takdirde konuşmanda fayda vardır. Eğer kendini doktor zannediyorsan, o zaman böyle bir işi yapmaya kalkma! Zira sana gelen müslümanlar senin elinle ölmüş olurlar´.

Selman´ın bu mektubunu alan Ebu Derda, yaşadığı müddetçe kendisine getirilen meseleleri çok düşünür ve öyle cevaplandırırdı.

Sahabe-i Kiram´dan Enes b. Mâlik´e bir mesele sorulduğu za man, ´Efendimiz Hasan Basrî´den sorunuz´ diyerek sual sahibini Hasan´a gönderdi. Sonra şöyle dedi: ´Çünkü o hıfzetmiş, biz ise unutmuşuz´.

İbn Abbas´a bir mesele sorulduğu zaman şöyle derdi: ´Bu suali Hâris´e veya Câbir b. Zeyd´e sorunuz´.240

İbn Ömer´den bir mesele sorulduğunda Said b. Müseyyeb´e ha vale ederdi.

Hikâye edildiğine göre; sahabe-i kirâmdan birisi, Hasan Basrî´nin huzurunda yirmi adet hadîs rivayet etmişti. Cemaat arasında bulunan bir zat, bu hadîslerin mânâsını râvi´den sorduğu zaman (hadîsleri, rivayet eden zâtın tefsir etmesini is tediğinde) sahabî şöyle cevap verdi: ´Ben ancak râviyim, tefsirini bilmem, hepsi o kadar..´
Bu söz üzerine Hasan Basrî, rivayet edilen hadîsleri teker teker tefsir etti. Orada bulunan cemaat, hazretin hıfzına ve tefsir kaabi liyetine hayran oldu ve´Doğrusu çok güzeldi´ dediler. Bu sözü duyan hadîs râvisi sahâbî, yerden bir avuç kum alarak hazır bulu nanların yüzüne serpti ve´Bunun gibi bir büyük âlimin yanında iken nasıl oluyor da bana sual soruyorsunuz?´ demek suretiyle onları azarladı.

Âhiret âlimlerinin alâmetlerinden birisi de, âhiret yolunu bil meyi, kalbini murakabe altında tutmayı, bâtın ilimleriyle meşgul olmayı birinci plânda tutmak ve bu güzellikleri mücâhede ve mu rakabe ile elde etmeye ihtimam göstermektir.

Zira mücâhede, in sana müşahede kaabiliyeti verir. Kalp ilimlerinin inceliklerini bilmek de kalpteki hikmet pınarlarının gürül gürül akmasına ve sile olur. Kitaplar ve öğrenilenler bunları elde etmek için yeterli değildir. Sayılmayacak kadar çok ve hiçbir inhisar kabul etmeyen hikmet, ancak, mücâhede, murakabe, zâhir ve bâtın amellerini edâ etmek, kalp huzuru ve saf bir fikirle tenha bir yerde Allah Teâlâ ile mânen beraber olmak suretiyle elde edilir. Her şeyden tamamen alâkasını kesip sadece Allah´a yönelmek, ilâhî keşfin anahtarıdır. Nice öğrenciler vardır ki, öğrenmek için uzun zamanlarını sar-fetmelerine rağmen dinledikleriyle bir derece bile ileri gide memişlerdir. Nice kimseler de sadece öğrenilmesi mühim olan meseleleri öğrenir, kalan zamanlarını amel ve murakabeye has reder, Allah Teâlâ da ona insan aklını durduracak hikmet ve ince liklerin kapılarını açar.

Hz. Peygamber (s.a), bu hikmeti anlatmak için şöyle demiştir:
Bildiği ile amel eden bir kimseye, Allah Teâlâ bilmedikleri nin ilmini de bildirir.

Evvelki kitaplarda şöyle yazılıdır: ´Ey İsrailoğulları! İlim gök tedir, onu yere indiren kim? İlim yerlerin derinliklerindedir, onu yeryüzüne çıkaran kim? İlim denizlerin ötesindedir, denizleri aşıp o ilimleri getiren kim? demeyiniz. Çünkü ilim bizzat kalbinizdedir. Benim huzurumda ruhânilerin edebiyle edebleniniz, sıddîkların ahlâklarıyla ahlâklanınız ki, ben de size, sizi soracak ve sizi ilim sahibi yapacak derecede ilim vereyim, kalbinize ilham edeyim´.

Sehl b. Abdullah et-Tüsterî:´Zâhidler, âbidler ve âlimler, kalp leri kilitli olduğu halde, dünyadan göçüp giderler. Ancak sıddîk ve şehidlerin kalpleri açılmıştır´ dedikten sonra şu ayeti okudu:
Gaybın anahtarları Allah´ın katındadır. Onları ancak Allah bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O´nun bil gisi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek tane, yaş ve kuru herşey Allah´ın ilmindedir. (Levh-i Mahfuz´dadır).(En´am/59)

Eğer kalbi bâtın nuru ile nurlanmış kalplerin, zahirî ilimlere hâkim olması mümkün olmasaydı Hz. Peygamber şu sözü söyle mezdi.

Sana fetva verseler de, sana fetva vers...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 11:23:59
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 26 Ocak 2010, 11:23:59 »

Tevazu

Tevazu kanadını mü´minler için indir. (Hicr-88)

Güzel Ahlak

Allah´tan gelen bir merhamet sayesindedir ki, onlara (ashaba) yumuşak davrandın.(Âli-İmrân/159)
Zühd

Kendilerine ilim verilenler şöyle dedi: Ey Kârun gibi dünyayı isteyenler! Yazıklar olsun size! İman edip sâlih amel işleyen için Allah´ın sevabı daha hayırlıdır. O sevaba ancak ibadet edenlerle sabredenler kavuşur.(Kasas/80)

Hz, Peygamber (s.a) ´Allah kime hidayet etmeyi dilerse İslâm´a onun göğsünü açar, gönlüne genişlik verir´ (En´am/125) ayetini okuduğu zaman kendisine, ´Bu genişlikten gaye nedir?´ diye so ruldu ve şu cevabı verdi: ´Nur, bir kalbe akıtıldığı zaman o göğüs genişler´. ´Ey Allah´ın Rasûlü! Bunun böyle olduğunun alâmeti var mıdır?´ diye sorulduğunda da, Hz. Peygamber ´Evet bunun al âmeti vardır. Aldanma evinden (dünyadan) uzaklaşmak, ebediyet evine dönmek ve ölüm gelip çatmadan evvel, ölüme hazırlık yap maktır´ cevabını verdi.251

Ahiret âlimlerinin alâmetlerinden birisi de amelleri bildiren, nelerle ifsad olunduklarını beyan eden, kalpleri karıştıran, vesve seye ve şerre kapı açan ilimden çokça bahsetmektir. Zira dinin te meli insanları şerden korumaktır. Bu hikmete binaen şair ´Şerri şer için değil, ondan korunmak için öğrendim. Çünkü şerri bilme yen ona düşebilir´ demiştir.

Bir de insana daha kolay gelen fiilî amellerdir. Fiilî amellerin en güzeli, kalp ve dille Allah´ın zikrine devam etmektir. Bu amel lerin sağlam kalması için kendilerini ifsad ve kalbi karıştıran şeyleri iyi bilmek gerekir. Bu ifsad eden şeyler birçok şubelere ayrılır ve teferruatı çok uzun sürer. Bütün bunları bilmek lâzımdır. Zira âhiret yolculuğunda herkesin müptelâ olduğu felâ ketlerdir bunlar... Bu bakımdan âhiret âlimleri bunları bilmekle, Allah´ın rahmetine yaklaştıran faydalı ilmi elde etmişlerdir.

Dünya âlimlerine gelince; onlar hüküm vermek için bindebir vâkî olan fer´î meselelere dalarlar. Belki hiçbir zaman vâkî olmayan veya hayatta bir defa vukuû mümkün olan meseleler üzerinde çalışarak o meselenin mahiyetini kavramak için yorulurlar. Çünkü üzerinde durdukları meseleler vâkî olacak olsa bile, bu on ların zamanında olacak değildir. Kendi zamanlarında değil, başka zamanlar ve başka insanlar için meydana gelecektir. O halde, bu gibi meseleleri, meydana geldikleri zamanda halledecek nice âlim ler bulunabilir.

İşte dünya âlimleri, bu şekilde, vazifeleri olmayan ve kendile rini hiçbir bakımdan ilgilendirmeyen meselelerle meşgul olur da onları yakından alâkadar eden meselelere kulak asmazlar. Gece ve gündüz birbiri ardınca onların üzerinden akıp gittiği müddetçe, kalplerine gelen mânâlar, vesveseler ve amelleri içinde bocalayıp dururlar. Bu hallerine hiçbir çıkar yol da aramazlar. Nefsine ait en mühim bir meseleden kaçar, başkasının vâkî olma ihtimali çok uzak meselelerine kafa yorar. Bu insanlar saadetten ne kadar uzaktır! Bir insanın, kendi üzerine düşen vazifeleri bırakarak, başkasının meydana gelme ihtimali olmayan işleriyle meşgul ol ması, halk nezdinde makbul bir insan kabul edilmek gayretinden başka bir mânâ taşımaz...

Bu acıklı durumdan daha kötüsü, dünyaya bağlı sersem insan ların böyle kimselere fazıl, muhakkik ve müdekkik âlim lâkabını takmalarıdır. Böyle bir kişiye Allah Teâlâ tarafından verilecek en hafif ceza, ilminin dünyadaki halk arasında rağbet görmemesidir. Bu rağbeti bulamayışı bir yana, belki de, zamanın hâdiseleri içinde bulanık bir hale gelerek kaybolup gidecektir. Kıyamet gününde on lar, gerçek âlimlerin kâr ettiklerini ve saadete erdiklerini gördük leri zaman, müflis durumlarından ötürü büyük bir hasret çeke ceklerdir. Bu ne dehşetli bir zarardır!

Hasan Basrî´nin konuşma bakımından peygamberlere, hidayet bakımından da sahabîlere benzediğini bütün ulema ittifakla söy lemektedir. İşte durumu böyle olan bir zâtın konuşmasının çoğu, kalbin şüphesi, amellerin fesadı, nefislerin vesvesesi ve nefis şehvetlerinden gelen çözülmesi zor, gizli sıfatlara aitti.
Bir ara kendisine şöyle denildi: ´Ey Ebu Said! (Hasan Basrî´nin künyesi) Sen o kadar yerinde konuşma yapıyorsun ki, bu konuşmayı senden başka hiç kimseden dinlemiyoruz. Acaba bu konuşmaları nereden öğrendin?´ O da ´Huzeyfe b. Yeman´dan öğrendim´ dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

- Bir gün Huzeyfe´ye şöyle bir suâl soruldu: ´Seni, hiçbir sahab-înin konuşmadığı şeyleri söyler görüyoruz. Sen bu konuşmaları nereden öğrendin?´ Huzeyfe şöyle cevap verdi: ´Bu sözleri Hz. Peygamber sadece bana söyledi. Çünkü sahabe-i kiram, Hz. Peygamberden daima hayır ve fazilet hakkında sorarlardı. Ben ise, şerden çok korktuğum için, Rasûl´e sadece bu hususu soru yordum. Çünkü biliyordum ki, şerri öğrendiğim zaman hayırla il gili ilim, elimden kurtulamaz.252

Huzeyfe sözlerine şunları da ilâve etmiştir: ´Apaçık bildim ki, şerri bilmeyen bir kimse asla hayrı bilemez´.

Başka bir lâfızda şöyle buyurulmuştur:
"Sahabe-i kirâm ´Ey Allah´ın Rasûlü! Şu şu amelde bulunan kimseler için ne gibi mükâfatlar vardır´ diye amellerin fazi leti hakkında sualler sorarlardı. Ben ise şöyle sorardım: ´Ey Allah´ın Rasûlü! Şu şu amelleri ne gibi hareketler ifsad eder?´ Hz. Peygamber, benim bu şekilde sualler sorduğumu gördüğünden, amellerin âfetlerini hususî olarak bana öğretti. Benim en iyi bildiğim ilim de, böylece bu ilim oldu".

Hz. Huzeyfe, amelleri ifsad eden ilmi bildiği gibi, münafıklara ait malûmatı da, o şekilde, hususî olarak biliyordu. Nifak ilmini, sebeplerini ve fitnelerin inceliklerini bilen biricik sahabî o idi. Hz. Ömer, Hz. Osman ve daha birçok büyük sahabî nifak hususunda Hz. Huzeyfe´den faydalanırlardı. Bu konularda onunla daima istişare ederlerdi. Münafıklar, hep ona sorulurdu. O da mü nafıkların adedini söyler ve hatta onlardan ne kadar kaldığını da bildirirdi. Fakat hiçbir zaman isimlerini zikretmezdi. Hz. Ömer birgün kendisinde nifak olup olmadığını sormuştu. Bunun üzerine Huzeyfe (r.a), Hz. Ömer´in nifak ehlinden olmadığını söyleyerek onu tebrik etmişti. Bir cenaze olduğu zaman Hz. Ömer, Hz. Huzeyfe´nin o cenazeye iştirak edip etmediğine dikkat ederdi. Şayet Huzeyfe cenazeye iştirak etmişse o da eder, etmemişse cenaze na mazına katılmazdı.
Bu sebeple Hz Huzeyfe´ye sır sahibi denilmişti.

Bu bakımdan kalp makamlarına ve hallerine itina göstermek, âhiret âlimlerinin âdetidir. Çünkü Allah´a varacak olan kalptir. Fakat zamanımızda bu ilim garip oldu ve hatta ortadan kalktı. Zamanımızın âlimlerinden herhangi birine kalp hakkında bir sual sorulduğu zaman, bu sual garip karşılanmakta ve cevap vermek gereksiz kabul edilmektedir.

Bir âlim kalp ilimlerinden bahsetse, dinleyenler bunu garip ve anlamsız bularak ´Bu adam yaldızlı laflar ediyor, mücadele ince liklerini ortaya koyan o büyük vâizler nerede?´ derler.

Şu sözü söyleyen ne kadar doğru söylemiştir: ´Bütün yollar aynıdır, fakat hak yol birdir. Hak yolunun yolcuları ise fertlerdir. O yolcular bilinmez, onların maksatlarını anlayamazsın. Onlar yavaş yavaş yürüyüp hedefe yönelenlerdir. İnsanlar, kendileri için irade edilenden gafildir. Çünkü insanlar hak yolundan gâfildirler.

Kısaca, halk daima kendisine kolay gelen ve tabiatına uygun olana meyleder. Hakikat acıdır ve onu elde etmek hem zor, hem de büyük güçlüklere göğüs germekle mümkündür. Onun yolu işlenmemiş bir yoldur. Hele kalp sıfatlarını bilmek, kalbi, ahlâkî zaaflardan temizlemek; evet bu, ruhu yerinden söküp almaktan daha zor bir iş!.. Hakikatın sahibi, ilâcın acılığına katlanan bir kişi gibidir. Sonunda şifa vardır diye sabreder. Onun sahibi ölüm ânında meleğin müjdesiyle iftar etmek için sıkıntılara göğüs gere rek hayatını oruçlu geçiren bir kimseye benzer... Ne zaman bu yola rağbet çoğalır? Hiçbir zaman... Bu hikmete binaen şöyle de nilmiştir: ´Basra şehrinde, va´z u nasihatta bulunan, yüzyirmi kişi vardı. Bâtın sıfatları, kalp halleri ve yakîn ilmi hakkında, bu yüz yirmi kişiden, ancak üçü konuşuyordu: Sehl et-Tüsterî, Subeyhî ve Abdurrahim. Bu üç kişiyi, on kişiyi geçmeyen bir cemaat dinlerdi ancak... Diğer vaizleri ise binlerce insan... Bu durumun sebebi şudur: Kıymetli mücevherat, ancak hususiyet ve özellik sahibi kişilere mahsustur. Herkeste olan şeyin kıymeti olmaz.

Ahiret âlimlerinin özelliklerinden biri de, ilim öğrenirken kal bin saflığı ile idrak ve basiretine güvenmesi, başkalarını taklit et memesidir. Sadece şeriat sahibi emir ve buyrukta taklid edilir.

Bir de sahabe-i kiram! Hz. Peygamberi dinledikleri için fiilleri hadîs mesabesinde olduğundan uyulur. Bu hakîkat böylece bilindikten sonra, Hz. Peygamberin söz ve fiillerini kabul etmek sureti ile taklid eden zata düşen en uygun hareket, bu konunun sır ve hikmetlerini bilmeye çalışmaktır. Zira mukallid, bir fiili, şeriat sahibinin fiilidir diye işler. Halbuki şeriat sahibinin her fiilinde mutlak bir hikmet vardır. Öyleyse mukallid, hiç yorulmadan ve katiyyen yılgınlık göstermeden şeriat sahibinin amelleriyle, söylediği sözlerin hikmetlerini anlamaya gayret sarfetmelidir. Mukallid, söyleneni ezberlemekle kalırsa, ancak öğrendiği ilmin kabı olabilir, fakat katiyyen âlim olamaz. İşte bundan dolayı bazan ´Filân adam ilmin kabıdır* denilir. Şayet bu adam, sadece ezberlemekle iktifa eder, o söz ve fiillerin hikmetlerine nüfuz etmezse, böyle bir kimseye asla âlim denilmez.

Kimin kalbinden perde kalkmış ve hidayetle nürlanmışsa, böyle bir kimse başkalarına önder olur. Artık onun için, başkasını taklid etmek caiz olmaz. Bu hakikati, İbn Abbas şu sözüyle ne kadar güzel ifade buyurmuştur: ´Allah´ın yüce Rasûlü hariç, hiç kimsenin ilmine kayıtsız, şartsız râm olunmaz; hatta ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, çok kere sözleri ter...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Ocak 2010, 11:24:58
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 26 Ocak 2010, 11:24:58 »

188)Bu hadis daha önce geçmişti.
189) İbn Hibban, Ravzatu´l Ukalâ
190) Hâkim-i Tirmizî, en-Nevâdir, İbn Abdilberr, (Hasan Basrî´den sahih birsenedle)
191) Hâkim, (Enes´den zayıf bir senedle)
192) İbn Mâce, (Câbir´den)
193) Ahmed b. Hanbel, (Ebu Zerden)
194) Deylemî
195) Hâtib, iktizaul-ilm ve´l-Amel
196) Basra´nın Feraid nahiyesindendir. Nahiv ve aruz ilminin büyük otoritelerindendi. H. 100 senesinde doğmuş, H. 160 (veya 170-175) senesinde vefatetmiştir.
197) Künyesi Ebu Ali´dir. Dedesi Mansur b. Bişr et-Temimî el-Mervezî el-Mekkî´dir. H.187 senesinde Mekke´de vefat etmiştir. Cennet-ul-Muaila denen Mekke mezarlığında defnedilmiştir.
198) Bu hadîs, kendisinden sonra gelen Usame hadîsine mânâ bakımından benzemekte ise de muhaddisler bu ibare ile rivayet etmemişlerdir.
199) Buhâri ve Müslim,(ibarede alim kelimesi yerine racûl kelimesi mektedir).
200) Zinnun-i Mısrî´nin talebesidir. H. 283 yılında vefat etmiştir.
201) Künyesi Ebu Süleyman Abdurrahman b. Ahmed b. Atiyye´dir. H. 215 yılında vefat etmiştir. Sbu Süleyman ed-Dârâni iki kişinin künyesi olarak kullanılır. Genellikle bu iki kişi birbirine karıştırılmaktadır. Diğerinin
künyesi Abdürrahman b. Süleyman b. Ebu Cevmi el-Anasî ed-Dimeşkî´dir.
202) Hz. Peygamberin (s.a) hadîslerini arayıp ortaya çıkarmak en büyük cihad sayılmıştır. Bu yolda gayret sarfedenler cennetle müjdelenmiştir. Bu nedenle hadîs aramak dünyaya meyletmek sayılmaz. Nasıl sayılabilir?
Evlenme ve ticaret için yola çıkmak hususundaki sözün de te´vile ihtiyacı vardır.
203) Bazı ibarelerde Kisan yerine Hasan yazılmıştır, el-Basri yerine de en-Nazarî yazılıdır. Bu zat aslen Medinelidir. Bilâhare Basra´ya gelmiştir.
İmam Müslim Mukaddime de zikreder. Doğum ve vefat tarihi belli değildir.
204) İbn Abdilberr, (zayıf bir isnadla)
205)Teberânî el-Evsat, [zayıf bir ısnadla)
206) Ebu Nuaym, İbn CevzÎ, Mevzuât
207) Ebu Talib el-Mekkî Kut´ul´Kulûb) Irâkî böyle bir metne rastlamadığım söylemiştir. Ancak Buhârî ve Müslim´de farklı lafızlarla yer almıştır.
208) Ebu Nuaym, el-Hilye ; İbn Cevzî bu hadîsin uydurma olduğunu söy lemiştir.
209) İbn Hibban, (Enes´teıı)
210) Darimî, (Ahvas b. Hâkîm´den)
211) Evzaî´nin künyesi, Ebu Amr Abdurrahman b. Amr b. Ebî Amr´dır. EL
257) yılında vefat etmiştir.
212) Künyesi Ebu Amr Âmir b. Şurahbil´dir ve hicretin birinci yüzyılının
sonlarında seksen yaşlarında iken vefat etmiştir.
213) Künyesi Ebu ishak´tır, Belh şehrinde doğmuştur. Zâhid ve âlim bir zattır,
H. 162 yılında vefat etmiştir.
214) Künyesi Ebu Abbas Muhammed b. Sebîh´dir. H. 183 yılında vefat
etmiştir.
215) Künyesi Ebu Abdullah´tır, kendisi Şamlıdır. Hicrî 110´iu yıllarda vefatetmiştir.
216) İbn Abdilberr, İlim, (Muaz, İbn Ömer ve Enes´ten)
217) Hz. Ömer´in işaret buyurduğu üç şey Hz. Muaz´dan nakledilen bir hadîste şöyle bildirilir: 1. Âlimin günaha sapması, 2. Kur´an´ı bilen bir münafığın tartışması, 3. Kapılarını insana ardına kadar açan bir dünya...
218) Sünen sahipleri, (Büreyde´den)
219)Ka´b. Mâ´m, Himyer kabılesindendir. Meşhur lâkabı Ahbar, künyesi Ebu İshak´tır. Hz. Osman´ın hilâfetinin son senelerinde vefat etmiştir.
220) el-Câmi, (Enes´ten zayıf bir senedle)
221) Taberânî,(Ebu Derdâ´dan); İbn Hibban (İmrAn b. Hüseyin den)
222) İbn Sünnî; Ebu Nuaym Riyad ; İbn Abdilberr, (Abdullah b. Müsavver´den zayıf bir senedle)
223) Künyesi Ebu Kasım´dır. Ebu Muhammed künyesiyle de anılır. Hicretin birinci asrından sonra vefat etmiştir.
224) Kureyşlidir. H. 165 yılında vefat etmiştir.
225) İmam Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Beyhakî
226) Müslim, (Ümmü Seleme´den)
227) Ukaylî, (zayıf senedle); İbn Cevzî uydurma olduğunu söylemiştir.
228) İbn Mâce, (Ebu Hüreyre´den zayıf bir senedle)
229) Semnun´un babasının adı Hamza´dır, Sırrî es-Sakatî´nin talebesidir. Cüneyd-i Bağdadiden önce vefat etmiştir. İmam Suyutî´ye göre Semnun´un adı İshak´tır.
230) Hatib, (İbn Ömer´den mevkuf olarak); Ebu Davud ve İbn Mâce, (İbn Ömer´den merfû olarak)
231) Künyesi Ebu Hafs Ömer b. Salim´dir. H. 260 sonrasında vefat etmiştir.
232) Künyesi Ebu Sema İbrahim b. Yezid b. Şerik Teymî´dir. H. 192 yılında ve kırk yaşına gelmeden vefat etmiştir.
233) İsmi Nüfeyl´dir. Beni Riyah b. Yerbû kabilesine mensuptur. İbn Abbas ve başka sahabîlerden hadîs rivayet etmiştir.
234) Ebu Dâvud ve Hâkim, (Ebu Hüreyre´den); Hâkim hadîsin sahih
olduğunu söylemiştir.
235) Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya´lâ, Bezzar vc Hâkim; (Hâkim sahih olduğunu söylemiştir).
236) Bu hadîs daha önce geçmişti.
237) Tirmizî ve İbn Mâce, (Ümmü Habîbe´den); Tirmizî hadîsin garib olduğunu söylemiştir.
238) Künyesi Osman b. Asım b. Hasin el-Esedî´dir. H. 128 yılında vefatetmiştir.
239) İbn Mâce, (İbn Hallad´dan zayıf bir senedle)
240) Câbir b. Zeyd, tâbiin-i kirâmdandır. H. 93 yılında vefat etmiştir.
241) Hadîs-i kudsî´deki ´tereddüt ettiğim kadar3 ibaresi esasında ölümden kaçan ve tereddüt eden bir kişinin durumuna göre vârid olmuştur.. Yoksa te reddüt fiili Allah´a izafe edilmez, O´nun zât-ı ulûhiyetine yakışmaz. Müteşâbih ayetlerde olduğu gibi bu ibare de tevil edilmelidir. Türkçe´de bu
242) Buhari, Müslim, Ebu Hüreyreden); Ebu Nuaym, (Enesten zayıf bir se nedle)
243) Beyhakî Zühd; Hatip Tarih, (İbn Mes´ud´dan hasen bir senedle)
244) Ebu Nuaym, (İbn Yezid´den mürsel olarak)
245) Hâkim-i Tirmizî, Nevadir, (Enes´ten)
246) Irâkî, bu hadîsin aslına vâkıf olamadığını ve fakat aynı anlamda başka bir hadîsi İbn Abdilberr´in Muaz´dan rivayet ettiğini söylemektedir.
247) Hâkim, Müstedrek; Beyhakî, Şuab´ul-iman.
248) Irakî bu hadîsi bu şekilde toplu olarak görmediğini söylemektedir. Bu hadîs birkaç hadîsten alınmış parçalardan meydana gelmiştir. İbn Mübarek, Zühd ve Rekaik´de Muhammed b. Adiy´den, Yunus b. Hasan´dan bu hadîsin bir kısmını rivayet etmektedir. Diğer parçalar da başka hadîslerdenalınarak eklenmiştir.
249) Ebu Talib el-Mekki. (Amr b. Abdullah el-Makberî´den)
250) İbn Mâce, (Cündebe´den)
251) Hâkim, Beyhakî, Zühd , (İbn Mes´ud´dan)
252) Hâkim, Beyhakî
253) Taberânî, Kebir, (İbn Abbas´dan)
254) Bu söz İmam-ı A´zam Ebû Hanife´ye nisbet edilir.
255) İbn Mâce
256) Taberânî, (Berra b. Azib´den); Ebu Dâvud, (Şuayb´dan)
257) Buhârî, Müslim, (Hz. Âişe´den)
258) Dârekutnî, Efrad, (Enes´ten zayıf bir senedle)
259) Ebu Talib el-Mekkî, Kut´ul-Kulub ; Irâkî hadîsin aslına rastlamadığınısöylemektedir.
260) Ebu Ubeyde, (Ali b. Ebi Tâlib´den mevkuf ve garîb bir senedle); Irâkî, bu hadîsin merfû bir senedini bulamadığını söylemiştir.
261) Parantez içindeki ibare Zebidî´ye aittir.
262) Bu iki zat da ariflerin büyüklerindendir. Bu görüşün bütün müslüman lara teşmil edilmemesi gerekir, Çünkü cihad farzdır.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes