> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > İhya-u Ulumiddin 1-2 > Şüphelerin Mertebeleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Şüphelerin Mertebeleri  (Okunma Sayısı 1460 defa)
02 Şubat 2010, 19:10:51
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 02 Şubat 2010, 19:10:51 »



Şüphelerin Mertebeleri, Kaynakları ve Şüpheli Şeyleri Helâl ve Haramdan Ayıran Hususlar

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Helâl de, haram da açıktır (ve bilinir). Bu ikisi arasında iki» sine de benzer birçok durumlar ve haller vardır" ki bunları insanların çoğu bilmez. Bu bakımdan kim şüphelilerden sakınırsa, o hem namusunu hem de dinini (şer´î tenkidden) istibra ederek uzak tutmak istemiştir. Şüphelere giren kimse ise, haram ile boğuşmaktadır ve tıpkı sürüyü korunun etrafında otlatan çobanın koruya girme ihtimalinin pek yakın oluşu gibi (onun da harama düşme ihtimâli pek yakındır)33

Bu hadîs-i şerif üç kısmın isbatı hakkında kesin bir hükümdür. Bu üç kısımdan (helâl-haram ve şüpheli), birçok kimseler tarafından bilinmeyen ortanca kısım (şüpheli) müşkildir. Ortanca kısımdan gaye, şüpheli emirlerdir. Bu bakımdan şüphelileri izah etmek ve üzerlerindeki perdeyi kaldırmak gerekir. Zira halkın çoğu tarafından bilinmeyen bir şeyi az da olsa bilenler vardır. O halde deriz ki, mutlak mânâda helâl olan şey şudur: Zatı, aynısında haramlığı icab ettiren sıfatlardan uzak ve sebepleri de haram veya kerahiyetin arız olabileceği şeylerden uzak olanlardır.

Bunun misali, insanoğlunun yağmurdan edindiği sudur. İnsan bu suyu, herhangi bir kimsenin arazisine düşmeden önce, kendi mülkünde yahut da mübah olan (hiç kimsenin olmayan) bir arazide ayakta durup havadan edinir.

Katıksız haram, kendisinde, haramlığında şek ve şüphe olmayan bir sıfatın bulunduğu şeylerdir: İçkideki sarsıcı kuvvet ve bevldeki (sidikteki) necaset gibi; veya varlığında, kesinlikle yasaklanan bir sebebin rol oynadığı şeyler: Zulüm, faiz ve benzeriyle alınan mal gibi. Haramın bu iki kısmı, herkesçe bilinen ve apaçık kısımlarıdır. Haramlığı tahakkuk eden, fakat bilâhare bozulması ihtimal dahilinde bulunan şeyler de bu iki kısma iltihak etmiştir. Fakat bu ihtimalin varlığına delâlet eden sebep şimdilik bahis konusu değildir.

Meselâ kara ve deniz avı helâldir. Avlanan bir geyikte başka bir avcı tarafından avlanmış ve sonra o avcının elinden kaçmış olma ihtimali vardır. Başkasının eline düşüp, onun ağına girdikten sonra yakalayanın elinden kayıp denize düşme ihtimali bulunan balık da böyledir. İşte böyle bir ihtimal, havadan edinilen yağmur suyunda sözkonusu değildir. Fakat bunlar da, yağmur suyu mânâsındadırlar. O halde avlanmış geyik ve balıktan sakınmak, vesveseden başka birşey değildir. Bu bakımdan biz böyle bir takvaya Vesvesecilerin takvası´ adını verdik. Buna benzer misaller de bu kabilden sayılır. Çünkü bu, delilsiz ve mücerred bir vehimdir. Ancak balığın kulağında bulunan bir halka veya avlanan geyikte bulunan eski bir yara gibi kesin bir delil varsa iş değişir. Bu yara, daha önce bir avcı tarafından ve avlandıktan sonra yapılan bir dağlama olabildiği gibi, başka bir yara da olabilir. İşte böyle bir durumda takva için sebep vardır. Her cepheden deliller yok olduğu zaman, delilleri yok olan ihtimal, bizzat yok olan ihtimal gibidir.

Herhangi bir kimseden bir evi ödünç olarak alan bir kişinin, ev sahibinin kaybolmasıyla, ´Belki de ölmüş, ev varislerin hakkı olmuştur´ gibi bir zehâba kapılıp o evden çıkmak da bu kabilden bir vesvesedir! Zira ortada evi kendisine ödünç olarak veren adamın öldüğüne dair kesin bir sebep veya insanı şüpheye düşürecek bir illet yoktur. Oysa insanoğluna zarar veren şüphe, şekten kaynakla-nan şüphedir. Şek ise, ayrı ayrı iki sebepten neş´et eden iki zıt inançtan ibarettir. Bu bakımdan sebebi olmayan birşey, insanın nefsinde karar kılmaz ki, yerleşik karşı bir inanca eşit olup şekke dönüşsün. Bunun için deriz ki, üç veya dört rek´at kıldığında şüpheye düşen kimse üç rek´at kıldığını kabul edecektir. Çünkü asıl fazla olmamaktır. Eğer bir insana bundan on sene önce kılmış olduğu öğle namazın üç rek´at ını yoksa dört rek´at mı kıldığı sorulsa kesinlikle dört rek´at olduğunu kestiremez. Bunu kesin bir şekilde kestiremediği için, o namazın üç rek´at olması muhtemeldir. Oysa böyle bir ihtimal, şekke dönüşmez.

Zira bu kimsede o namazın üç rek´at oluşunu icab ettiren bir sebep mevcut olmamıştır. Bu bakımdan şekkin hakikati ve ne demek olduğu bilinmelidir ki, sebepsiz ihtimal ve vehim ile karıştırılmasın. Bu ise mutlak mânâda helâl olanlar grubunda mütâlaa edilir. Mutlak mânâda haram olanlar grubuna bilâhare helâl olmasını sağlayacak bir sebebin bulunması ihtimâli sözkonusu olsa bile haramlığı muhakkak olan herşey dahil olur. Fakat böyle bir sebebin varlığına herhangi bir delil delâlet etmiş değildir. Mesela bir adamın elinde, kendisinden başka varisi bulunmayan herhangi bir kimseden emanet olarak aldığı bir yiyecek maddesi bulunur ve onun asıl sahibi kaybolur. Böyle bir durumda kaybolan kişinin ölüp de o maddenin emanetçiye miras yoluyla intikal etmesi ihtimali de sözkonusudur. Ancak emanetçinin bu maddeyi yemesi, kelimenin tam mânâsıyla haram olan birşeyi yemesi demektir. Çünkü mal sahibinin ölmesi ve dolayısıyla emanetinin miras yoluyla kendisine intikal etmesi, mücerred ve delilsiz bir ihtimaldir.

Bu bakımdan bu tarzdaki şeyleri, şüpheler kısmından saymamız uygun bir hareket değildir. Şüpheden gayemiz; durumu bizim için müşkil olan ve kendisi hakkında iki zıt inanç doğuran iki sebebe sahip nesne demektir.

Şüphenin Kaynakları Birinci Kaynak

Eşyayı helâl veya haram kılan sebep hakkında şek ve şüpheye düşmektir. Bu kısımda, iki zıt ihtimal, ya eşit veya birisi diğerinden daha kuvvetli olacaktır. Eğer iki ihtimal eşitse, hüküm daha önce bilinene göre verilir ve önceki durum olduğu gibi devam eder; şüphe ile terkedilemez. Eğer ihtimallerden biri galip gelirse meselâ galip gelen hüküm, itibar edilen bir delilden doğarsa bu takdirde hüküm gâlibe göre verilir. Bunun hakikati ancak misaller ve deliller vermek suretiyle anlaşılır.

Bu bakımdan biz bunudört kısma ayırıyoruz:

a) Birinci kısım, daha önceden haram olduğu mâlum iken sonradan kendisini helâl edici sebeplerin varlığı hakkında şüphe vâki olan kısımdır. Böyle bir şüpheden sakınmak farz, bunu çiğnemekse haramdır. Mesela adam, avlamak istediği hayvana ok atar ve onu yaralar. Hayvan da suya düşer. Onu sudan çıkardığında ölmüş olduğunu görür. Bu hayvanın boğularak mı öldüğünü yoksa aldığı yaradan dolayı mı öldüğünü bilemez. İşte böyle bir hayvan haramdır; çünkü burada asıl olan haram olmasıdır. Ancak hayvan belli bir yolla öldüğü ve o yol hakkında da şüphe vâki olduğu zaman, yakîn, şüphe için terkedilmez. Hadesler, necasetler, namazın rek´atları ve benzeri gibi...

Hz. Peygamber´in Adiy b. Hâtem´e söylediği şu söz de bu mânâya hamledilir:
Sakın onu yeme; çünkü belki de onu, senin köpeğinden başkası öldürmüştür.34

Bunun içindir ki, Hz. Peygamber, kendisine birşey getirildiği zaman, onun sadaka mı, hediye mi olduğu hususunda şüphelendiğinde, hangisinden olduğunu öğrenmek için sorardı.35

Rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber bir gece sabaha kadar uyumaz. O gece hücresinde kaldığı hanımının ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bu gece niçin uyumadın?´ diye sorması üzerine de şöyle buyurur:

Evde bir hurma bulmuştum. Onun sadaka hurmalarından olmasından korktuğum için uyuyamadım.36

Başka bir rivayette hadîs şöyle devam eder:
Bulduğum o hurmayı yedim; sonra da onun sadaka hurmalarından olmasından korktum.

Bu cümleden olarak seleften şöyle rivayet edilir: Hz. Peygamber´le beraber seferdeydik ve acıkmıştık. Debab (keler) denilen hayvanın çok bulunduğu bir yerde konakladık. Bizim o hayvanlardan doldurduğumuz çömlekler ateşin üzerinde kaynarken Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Zamanında İsrâiloğulları´ndan bir topluluk mesholunmuştu. (başka bir sûrete sokulmuştu). Şu hayvancağızların onlar olmasından korkarım.37

Bu söz üzerine biz çömleklerimizin içindekileri yere döktük. Daha sonra ALLAH Teâlâ, peygamberi zîşânına bir kavmi meshettikten (suretini başka surete soktuktan) sonra onlara zürriyet vermediğini bildirdi.

Hz. Peygamberin bu hayvanların etini yememesi, başta bunların helâl olup olmadığı hususunda şüpheye düşmesindendir.

b) İkinci kısım, helâli bilip haram edici sebepler hakkında şüpheye düşmektir. Bu durumda esas olan helâl olmaktır ve burada hüküm ´helâlliğe´ göre verilir. Meselâ iki arkadaş evlenirler. Bir gün uçan bir kuş görürler; biri ´Eğer bu kuş karga ise, hanımım boş olsun´; diğeri de ´Eğer karga değilse, benim hanımım boş olsun´ der. O kuşun karga olup olmadığı bilinemediği takdirde, bunların ikisi için de haram ile hüküm verilmez ve dolayısıyla bunların, hanımlarından sakınmaları gerekmez. Fakat takva, iki adamın da sakınması ve hanımlarını boşamalarını gerektirir. Mekhul, bu meselede sakınmayı em-retmiştir. Şa´bî, münakaşa edip biri diğerine ´Sen hasedçisin´ di-yen iki kişiden biri ´İkimizden hangisi daha fazla hasedçi ise, hanımı üç talak ile boş olsun´; öbürü de ´Evet, öyle olsun´ dediği takdirde hangisinin daha fazla hasedçi olduğu müşkil olacağından ikisinin de hanımlarından sakınmaları ve boşanmaları gerektiği hakkında fetva vermiştir. Eğer Şa´bî, bu fetvasında takva cihetinden korunmayı irade ediyorsa, fetvası doğrudur. Yok kesinlikle haram olduğunu kasdediyorsa, elinde hiçbir delil yoktur. Zira sular, necasetler, hadesler ve namazlar bahsinde sabit olduğu gibi yakîni şek yüzünden terketmek vacib değildir. Şa´bî´nin fetvası da bu kabildendir.

Eğer ´Bununla onun arasında nasıl bir ilgi vardır´ dersen, bil ki, bu benzetmenin böyle bir ilgiye ihtiyacı yoktur; çünkü bazı durumlarda benzetme, münasebet ve ilgi olmaksızın da lazımdır. Zira suyun temizliği kesinlikle bilindiğinde, sonradan necis ve pis olup olmamasında şüphe edilse bile bu su ile abdest almak caizdir. Madem abdest almak caizdir, içilmesi neden caiz olmasın? İçilmesi caiz olduğu zaman da yakînin şek ile bertaraf e...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 02 Şubat 2010, 19:33:28 Gönderen: derya »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Şüphelerin Mertebeleri
« Posted on: 20 Nisan 2024, 02:04:30 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Şüphelerin Mertebeleri rüya tabiri,Şüphelerin Mertebeleri mekke canlı, Şüphelerin Mertebeleri kabe canlı yayın, Şüphelerin Mertebeleri Üç boyutlu kuran oku Şüphelerin Mertebeleri kuran ı kerim, Şüphelerin Mertebeleri peygamber kıssaları,Şüphelerin Mertebeleri ilitam ders soruları, Şüphelerin Mertebeleriönlisans arapça,
Logged
02 Şubat 2010, 19:37:14
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 02 Şubat 2010, 19:37:14 »

İkinci cevap şudur: Malın elde bulunması, onun mülkiyetine açıkça delâlet eden bir delil olup istishab yerine geçer. Hatta istishabdan daha kuvvetlidir. Bunun delili, şeriatın eli istishaba ilhak etmesidir; zira bir kimsenin borçlu olduğu iddia edildiği takdirde, söz alacaklının değil, borçlu olduğu iddia edilenindir. Çünkü asıl, onun borçtan uzak olmasıdır. İşte bu istishabdır. Bir kimsenin elinde bulunan bir mülkün başkasına ait olduğu iddia edilirse, sözmalı elinde bulunduran kişinindir. Çünkü el, burada istishab yerine geçer. Bu bakımdan, herhangi bir insanın elinde bulunan birşeyde asıl, onun el sahibinin (yani kimde bulunuyorsa onun) mülkü olmasıdır. Ancak muayyen bir alâmet, bunun hilâfına delâlet ederse, o zaman iş değişir.

8. Üçüncü delil şudur: Adedi belli olmayan bir cinse delâlet edip muayyen birşeye delâlet etmeyen herşey, kesin bile olsa nazar-ı itibara alınmaz. Bu bakımdan zann yoluyla delâlet ettiği zaman, itibara alınmaması daha uygundur. Şöyle ki; Zeyd´in mülkü olduğu bilinen birşeyin hakkı, onun izni olmaksızın başkasının tasarrufundan menedilmektir. Sahibinin var olduğu bilinen fakat onu veya varisini bulmaktan ümit kesilen bir mal müslümanların umumî menfaatine sarfedilmek üzere hazırlanan maldır. Böyle bir malda maslahat hükmüyle tasarruf etmek caiz olur. Sahibinin on veya yirmi kişi gibi, adedi belli olan bir kitlenin içinde bulunduğu anlaşılan bir malda ise maslahat hükmüyle dahi olsa tasarruf etmek yasaktır. Bu bakımdan elinde bulunduğu kişiden başka sahibi var mıdır, yok mudur diye şüpheli olan bir mal, sahibinin olduğu kesinlikle bilinip fakat aynısı bilinmeyen maldan hükmen daha fazla olamaz; yani en fazla o mal kadar bir hükmü olabilir. O halde umumî menfaat ve maslahat için böyle bir malda da tasarruf caiz olur.

Böylece maslahatı beş kısımda zikrettik. Bu bakımdan bu asıl onun delili olur; nasıl olmasın? Oysa sahibi kaybolmuş her malı sultan, müslümanların maslahat ve menfaatine sarfedebilir. Fakirler ve benzerleri bu maslahatların cümlesindendir. Bu bakımdan eğer o mal bir fakire verilirse, fakir onu mülk edinir. Fakirin o maldaki tasarrufu da geçerli sayılır. Eğer o mal fakirden çalınırsa, çalanın eli kesilir. O halde, fakirin, başkasının mülkündeki tasarrufu nasıl geçerli sayılır? Demek ki bu tasarrufun geçerli sayılması, ancak bizim ´Mashalat gereği kendisine intikal eden mal fakire helâldir´ hükmümüze binaen olur. İşte görüldüğü gibi, biz maslahatın gereğiyle hükmetmiş oluyoruz.

Eğer ´Böyle bir malda ancak sultanın tasarruf hakkı vardır´ denilirse buna şöyle cevap veririz: Sultan dahi sahibinin izni olmaksızın başkasının mülkünde tasarruf etme salâhiyetini haiz´ değildir. Ona böyle bir tasarrufu, maslahattan başka bir sebep caiz kılamaz. Maslahat da şudur: Sultan, sarfetmediği takdirde mal zâyi olacaktır, Bu bakımdan mal, sultanın tasarruf edip mühim bir yere sarfetmesiyle zâyi olup gitme arasında bulunmaktadır. Mühim bir noktaya sarfedilmesi ise, zâyi olmasından daha iyi ve daha uygundur. O halde hüküm; malın mühim noktaya sarfedil mesine ric´at etmiştir. Hakkında şüphe edilen ve haram olduğu bilinmeyen mal hakkında maslahat, elin delâletiyle hükmetmektedir. Böyle bir mal, kimlerin elinde bulunuyorsa, onlara terkedilir. Zira şüphe sebebiyle onu ellerinden almak ve kendilerine ´Siz ancak ihtiyacınız kadarını sarfedebilirsiniz´ şeklinde zorluk çıkarmak bizim daha önce zikrettiğimiz zararlara yol açar.

Maslahat yönleri değişiktir. Zira sultan, bazen o mal ile bir köprü yapmayı maslahata uygun görür; bazen de İslâm ordusuna sarfetmeyi, ya da fakirlere dağıtmayı... Hülâsa sultan, maslahat neyi gerektiriyorsa onun etrafında dönüp dolaşmak mecburiyetindedir. Böylece bu gibi mallar hakkında fetva da maslahat noktası etrafında döner. Bundan şu hüküm çıkar: Halk, aynıların mülkiyetinde hususî bir delile istinad etmeyen zanlardan dolayı malların aynılarında tasarruf etmekten sorumlu değildir; tıpkı malın sahibi olduğunu bilip de onun kimliğini ve kendisine işaret edilerek ´İşte budur´ denilecek keyfiyetini bilmedikleri takdirde o malda tasarruf eden sultanın ve o maldan alan fakirlerin sorumlu olmadıkları gibi... Bu mânâda, mülklerin aynısıyla mülk sahibinin aynısı arasında hiçbir fark ve ayrılık yoktur.

Karışma şüphesinin beyan ve izahı budur. Burada yalnızca sıvı maddeler, paralar ve aynı adamın elinde bulunan ticarî eşyaların karışması hakkında düşünme keyfiyeti kalmıştır. Bunun açıklaması ise zulmen alınmış şeylerden kurtulma bahsinde gelecektir.

Üçüncü Kaynak

Malı helâl kılan sebebe herhangi bir günahın ârız olmasıdır. Bu günahın ârız olması, ya o sebebin karinelerinde veya levâhıklarında (gelecekte ona iltihak edenlerde) veya sevâbıklarında (önceden geçenlerde) veyahut ivazındadır. Bu günahlar, akdin fâsid olmasını ve malı helâl kılan sebebin iptal edilmesini icab ettirmeyen günahlardandır.

Malı helâl kılan sebebin karinelerinde bulunan günahın misali; cuma ezanı vaktinde alış veriş yapmak, hayvanı gasbedilen bıçak ile kesmek, yine gasbedilen keser (ve balta) ile meşeden odun kesmek, başkalarının alış-verişine karşı çıkıp ikinci bir alış-veriş yapmak, başkasının pazarına karşı çıkmak (gibi haller)dir. Bu bakımdan akidlerde varid olan ve akdin fâsid olduğuna delâlet etmeyen her yasaktan (ki bunun misalidir) kaçınmak takvadır. Bu yollarla elde edilen malın haram olduğuna hükmedilmezse bile, böyle bir mala şüpheli adını vermekte müsamaha vardır. Çünkü şüphe çoğu zaman cehalet ve iştibah için kullanılır. Oysa burada iştibah (karıştırma) yoktur. Aksine başkasının bıçağı ile kesmenin günah olduğu ve yine o bıçakla kesilen hayvanın etinin helâl olduğu herkesin mâlumudur. Fakat şüphe kelimesi, bazen müşâbehet kökünden gelir. (Bundan dolayı da bu tarzdaki hareketlere ıtlak olunmuştur).

Bu yollarla elde edilen malı almak mekruhtur. Kerahet ise harama benzer. (Bunun için de bu kısma şüphe ismi verilmiştir). Eğer şüpheden bu kastediliyorsa, bu kısma şüphe ismini vermek yerinde olur. Aksi takdirde buna şüphe değil, kerahet ismi vermek gerekir. Mânâ bilindiğinde isimler hakkındaki münakaşa yersiz olur. Fakihlerin âdeti, isimlerde müsamaha göstermektir.

Bu kerahetin üç derecesi vardır: Birinci derece, harama yakındır ki böyle birşeyden kaçınmak mühimdir. Sonuncu derece, bir nevi mübalağaya varır ve neredeyse vesvesecilerin takvasına iltihak eder. Bu iki derece arasında iki tarafa da kayan ortalar vardır.52 Bu bakımdan gasbedilen bir köpekle avlanmaktaki kerahet, gasbedilen bıçakla kesmekteki kerahetten veya gasbedilen ok ile öldürülen avdaki kerahetten daha şiddetlidir; çünkü köpeğin ihtiyari vardır. Bu köpeğin avlandığı hayvanın köpek sahibine mi yoksa avcıya mı ait olduğu hususunda ulema değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. Bundan sonra, gasbedilen bir araziye ekilen tohum hakkındaki şüphe gelir; zira burada ziraat tohum sahibinindir. Ancak bunda şüphe vardır. Eğer biz, arazi sahibinin ziraatı hapsetme hakkı vardır dersek, o zaman bu tıpkı haram fiyat gibi olur. Ancak kıyas, böyle bir hapis hakkının bulunmamasını gerektirir.

Nitekim gasbedilen el değirmeninde öğütülen unda ve gasbedilen ağla avlanan balıklarda da durum böyledir; zira ağla elde edilen şeylerde ağ sahibinin herhangi bir hakkı yoktur.
Bundan sonra, gasbedilen keser (veya balta) ile kesilen odunların keraheti gelir. Daha sonra da kendi malını gasbedilmiş bıçakla kesme keraheti gelir; zira hiç kimse böyle bir bıçakla kesilmiş hayvanın haram olduğunu iddia etmemiştir.

Bundan sonra cum´a ezanı vaktinde yapılan alışverişin keraheti gelir; zira bunun akid hedefiyle ilgisi pek zayıftır. Her ne kadar bir kavme göre böyle bir akid fâsid ise de... Zira bu durumda, alışverişle yalnızca kendisine vacib olan başka bir vazifeyi yapmamış olur. Eğer böyle bir hareketle alışveriş fasid olacak olursa bir dirhem zekât borcu olan veya vaktinde kılınması farz olan bir namaz kazası bulunan veya kendisinde bir danik zulüm malı bulunan kimselerin alışverişinin de fâsid olması gerekir. Çünkü alışverişle iştigal etmek, bu vacibleri yerine getirmeye mânidir.

Bu bakımdan cum´aya gitmenin vacib olması, ancak ezandan sonradır. Böyle bir fetva zâlimlerin çocuklarının nikâhının sıhhatli ve doğru olmadığına da delâlet eder. Yine zimmetinde bir dirhem bulunan kimsenin nikâhının da fâsid olması gerekir; çünkü adam, bu alışverişle meşgul olursa, yapılması vacib olan bir fiilden geri kalmış olur. Ancak cum´a günü için özel bir yasak vârid olmuştur. Bundan dolayı, zihinlere cum´anın ayrı bir özelliği olduğu gelebilir. Bu bakımdan, cum´a günü ezan vaktinde yapılan alışverişin, bütün bu saydıklarımızdan daha şiddetli mekruh olması sözko-nusu olur. Böyle bir şeyden sakınmakta beis yoktur. Ancak böyle şeylerin nazar-ı itibara alınması bazen insanı vesveseye sürükler. Hatta zalimlerin kızlarıyla evlenmekten ve onlarla insanî ilişkilerde bulunmaktan çekinmeye sebep olur. (Bu ise, tehlikeli bir durum arzeder).

Anlatıldığına göre muttakî bir zat, adamın birinden birşey satın alır. Ancak daha sonra onun o şeyi cum´a günü satın aldığını işitince ´Belki bunu cum´a ezanı okunduğu zaman satın almıştır´ korkusuyla aldığı şeyi geri verir.

Böyle yapmak, mübalağanın son haddidir; çünkü adam malı, bir şekten ötürü geri veriyor. Bu vehmin benzeri, yasakların ve ifsad edenlerin takdiri aynı şekilde cumartesi ve sair günlerde de mümkündür. Takva güzeldir; bu husustaki mübalağa ise, daha güzeldir. Fakat bütün bunlara rağmen bunun da bir sınırı olmalıdır.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Toslaşanlar (mübalağa edenler) helâk oldular.53

Bu bakımdan bu mübalağaların benzerlerinden sakınmalıdır; zira bu mübalağalar sahibine zarar vermese bile, başkalarına böyle yapmanın mühim birşey olduğu vehmini vermektedir. Sonra o başkaları da bundan daha kolay olanı bil...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

02 Şubat 2010, 19:40:30
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 02 Şubat 2010, 19:40:30 »

Dördüncü Kaynak

Dördüncü kaynak, delillerde ihtilâf etmektir. Delillerdeki ihtilâf, sebepteki ihtilâf gibidir; çünkü sebep, helâl ve haram hükmünün sebebidir. Delil ise, helâl ve haramın bilinmesinin sebebidir. Dolayısıyla delil de mârifetin sebebidir. Allah Teâlâ´nın ilminde cereyan etse bile, başkasının mârifetinde sabit olmayan bir şeyin, kendi nefsinde sabit olmasında herhangi bir fayda yoktur.

Delillerdeki ihtilâf

a) ya şer´î delillerin çarpışmasından
b) veya o delillere delâlet eden alâmetlerin muarazasından
c) ya da benzerliğin muarazasından ileri gelir.

Bu bakımdan bunlar üç kısımdır:
a) Şer´î delillerin çarpışması: Meselâ Kur´an´dan veya hadîsten iki umumî mânâ ifade eden delilin veya iki kıyasın ya da bir kıyas ile bir umumun çarpışması gibi... Bütün bunlar şüpheyi uyandırır. Burada istishaba (o şeyin eski haline) veya daha önceden bilinen asl´a eğer tercih bahis konusu değilse müracaat edilir. Eğer tehlikeli ve haram olan tercih edilirse, ona yapışmak gerekir. Fakat takva, onu terketmektir. Gerek müftünün ve gerekse mukallidin ihtilâflı yerlerden sakınması, takva hususunda mühim bir adımdır; her ne kadar mukallidin, taklid ettiği kimsenin fetvasına yapışması caiz ise de... Mukallidin, ancak memleketinin en büyük âlimi gördüğü kimsenin fetvasıyla âmel etmesi caiz olur. Aynı zamanda taklid ettiği kimseyi, başkasından işitmek suretiyle de tanımalıdır. Tıpkı kendi o kadar da iyi olmasa dahi memleketin doktorlarının en iyisinin dinlemekle ve karinelerle bilindiği gibi...

Fetva isteyen kimsenin, mezhepleri karıştırıp en genişini ve tabiatına en uygun geleni seçme yetkisi yoktur. Bilakis zannına en faziletlisi galip gelinceye kadar tatbikatını yapıp kendisine en faziletli gelene tâbi olarak bir daha ona muhalefet etmemelidir. Evet; eğer imamı (taklid ettiği zat) kendisine birşey hususunda fetva verirse ve imamının da o şey hakkında muârızı varsa hilâftan icmaa kaçması, kuvvetli takvadandır. Müctehid de böyledir. Hükmünde deliller çarpıştığı zaman, rey, tahmin ve zan ile helâllik tarafı ağır bassa bile, takva olanı bundan sakınmasıdır.

Müftüler, bazen asla yapmadıkları şeylerin helâl olduğuna dair fetva vermişlerdir. O şeyi yapmamalarının sebebi ise şüpheden kaçmak ve takvaya dalmaktır.

Bu bakımdan biz bunu da üç mertebeye taksim ediyoruz:

Birinci Mertebe

Bir kısım vardır ki, ondan sakınmak kuvvetli müstehab olur. O da, hakkında muhalifin delilinin daha kuvvetli olduğu şeydir. Ancak kişiye diğer mezhebin tercih ciheti, pek ince görülür. O halde müftü helâlliğine dair fetva vermişse de, tâlimli köpek avladığı hayvandan yediği takdirde o avdan sakınmak takvanın mühim noktalarındandır. Çünkü burada tercih girift ve zordur. Biz daha önce de bunun haram olduğunu tercih etmiştik ki bu, İmam Şâfiî´nin iki kavlinden en kuvvetlisidir. Ancak müftü onun başka bir kavliyle fetva verse bile İmam Şafiî´nin; İmam Ebu Hanife´nin veya bir başka müctehidîn mezhebine muvafık yeni bir kavli ve fetvası olursa ona uygun hareket etmek gerekir. Besmelesiz kesilmiş hayvanın etini yememek ve ondan çekinmek, bu cümledendir; her ne kadar İmam Şâfiî´nin bu hususta değişik fetvaları yoksa bile...62

Çünkü ayet, burada besmelenin farz olduğunu açıkça göstermektedir ve bu hususta sayılamayacak kadar hadîs vardır. Çünkü Hz. Peygamber, avlanan hayvanın durumunu soran herkese şöyle buyurmuştur:

Eğitilmiş köpeğini avına kışkırttığın zaman, Allah´ın ismini de anmışsan onun yakaladığı avdan ye!63

Bu, mükerreren naklolunmuştur ve kesim de besmele ile şöhret bulmuştur. Bütün bu durumlar, kesimde besmelenin şart olduğunu belirten delili takviye etmektedir. Fakat Hz. Peygamber şöyle de buyurmuştur:

Besmeleyi ister çeksin ister çekmesin, mü´min kimse Allah´ın ismi üzerine kesmiş olur. (Müslümanın kestiği helâldir. Allah´ın ismini ister zikretsin, ister etmesin). (Müslim)

Bu hadîs sahih olduğu için, umumî olup ayetlerin ve sair had-îslerin zâhirinden sarfetmesini gerektirme ihtimali olduğu gibi ayet ve hadîsleri, te´vil etmeksizin zâhiri üzerine bırakıp bu hadîsi, besmeleyi unutarak terkedene tahsis etme ihtimali de vardır. Evet bu hadîsi, besmeleyi unutarak terkedene hamletmek mümkün olduğu gibi, unutarak terkettiği besmele hususunda mâzur sayılması için zemin hazırlayıcı olmasına hamletmek de mümkündür. Bunun umumîleştirilmesi ve ayetin te´vil edilmesi daha yakındır. Biz bunu tercih ettik, fakat karşı ihtimalin bunu kaldırabileceğini de inkâr etmeyiz. Bu bakımdan böyle şeylerden sakınmak birinci derecede mühimdir (Müellif burada Ahmed b. Hanbel´in mezhebine meyyal olduğunu işaret etmektedir. Çünkü terkedildiğinde de iki rivayet vardır birine göre yenmez, diğerine göreyenir.(İthâf ´us-Süade)
besmeleyi kasten terkeden ile unutarak terkeden arasında sadece İmam Ahmed fark gözetmektedir).

İkinci Mertebe

Vesvese derecesiyle muzâhamet edip aksine olan bir derecedir. Misâli, insanın, kesilmiş hayvanın karnından çıkan ölü ceninin ve düb (keler) denilen hayvanın etini yemekten çekinmesidir. Oysa sahih kitaplarda sıhhatli olarak vârid olmuştur ki, anneyi kesmek karnındaki cenini de kesmek demektir. Bu hususta vârid olan had-îslerin sıhhatına hiçbir şüphe karışmadığı gibi, metin ve senedlerinde de herhangi bir zâfiyet yoktur ve katılmamıştır.64

Böylece sahih bir şekilde vârid olmuştur ki; Hz. Peygamber´in sofrasında düb denilen hayvanın eti yenmiştir. Hâlid b Velid ´Ya Rasûlallah! Dübbün etini yemek haram mıdır?´ diye sormuş, Hz. Peygamber de ´Hayır! Fakat memleketimde görmediğim için onu yemekten tiksiniyorum´ buyurmuşlardır. Bunun üzerine Hâlid b. Velid, Hz. Peygamber kendisine baktığı halde ondan yemiştir. (Müslim ve Buhârî)
Kanaatimce bu hadîsler Ebu Hanîfe´ye ulaşmamıştır. Eğer bu hadîsler kendisine ulaşsaydı, o da böyle derdi. Çünkü bu durumda insaflı hareket etmeyen insaflı bir kimsenin muhalefeti yanlıştır ve nazar-ı itibara alınmaz. Ayrıca sanki hiç muhalefet etmemiş gibi olur ve verdiği hüküm haber-i vâhid ile bilinmiş gibi şüpheye bile yol açmaz!

Üçüncü Mertebe

Mesele hakkında hiçbir muhalefet şöhret bulmuş değildir; fa-kat helâlliği haber-i vâhid ile bilinmektedir. Böylece itiraz eden şöyle der: ´Haber-i vâhid hakkında halk ihtilâf etmiştir. Hatta bazıları onu kabul etmemiştir. Bense ihtiyatlı hareket ediyorum; zira hadîsi nakledenler, âdil kimseler olmalarına rağmen yine de yanılmaları veya gizli bir gaye için yalan söylemeleri aklen mümkündür. Çünkü âdil bir kimse de bazen yalan söyler. Böyle kimseler için vehim caizdir; çünkü bazen kendilerine, söylenenin tam hilâfı ulaşır ve böylece yanlış anlamış olabilirler´.

Bu takvanın benzeri sahabe-i kirâmdan nakledilmiş değildir; zira onlar, âdil ve nefislerini tatmin edici kimselerden duyduklarını tereddütsüz kabul ederlerdi. Özel bir sebepten dolayı bir şüphe ârız olduğunda, âdil dahi olsa râvî hakkında muayyen bir delilden herhangi bir şüphe meydana geldiğinde çekinmenin açık bir yönü olabilir. Ahadî haberlerde muhalefet edenlerin muhalefeti pek nazar-ı itibara alınmaz. Bu tıpkı icmanın esasında muhalefet eden İbrahim Nazzam´ın65 ´Aslı hüccet değildir´ deyişi gibidir. Eğer böyle bir takva caiz olsaydı, o zaman insanın, babasının babası olan dedesinin mirasını almaktan çekinmesi gerekirdi ve Allah´ın Kitabı´nda ancak evlâtların bahsi vardır derdi. Torunun öz oğul gibi kabul edilmesi ashab-ı kiramın icmaıyla olan bir şeydir. Onlar da mâsum kimseler değildir ve yanılmaları aklen mümkündür. Çünkü İbrahim Nazzam da burada muhalefet etmiştir!

Bu muhalefet hevesten ve dini karıştırmaktan başka birşey değildir. Böyle bir muhalefet, Kur´an´ın umumî emirleriyle bilinen hükümlerin terkedilmesine sebep olur. Çünkü kelâmcılardan bazıları ´Umumî emirlerin sîgaları yoktur. Ashâb-ı kiram, bunlardan karîne ve delâletlerle neyi anlamışlarsa, onunla ihticac ederdi´ demiştir. Oysa bütün bunlar vesveseden başka birşey değildir. Bu bakımdan hangi tarafında olursa olsun şüphede mutlaka ifrat ve haddi aşma bulunduğu anlaşılmıştır ve bu böyle bilinmelidir. İş karıştığı zaman, müslüman önce o iş hakkında kalbinden fetva istemeli, takvaya yapışmalı, kendisini şüpheye sürükleyeni bırakıp şüphe vermeyeni almalıdır; kalbini rahatsız eden hususları bırakmalıdır. Bu ise, şahıslara ve hâdiselere göre değişir. Fakat şüphelere düşmeksizin hak ile hükmedebilmek için kalbini vesveseye sebep olan şeylerden muhafaza etmesi gerekir. Kerâhetin bulunduğu yerde her kalp kendini şüphelerden koru-yamaz. Böyle bir kalp, pek nadirdir. Bunun için de, Hz. Peygamber herkesi kalbinden fetva istemeye sevketmemiştir. Ancak halini bildiğinden, bunu yalnızca Vâbise´ye söylemiştir.
b) Helâl ve harama delâlet eden alâmetlerin çarpışmasıdır. Şöyle ki; çok az bulunan bir mal çeşidi yağma edilir. Sonra sâlih bir kişinin elinde o maldan görülür. O kişinin sâlih olması, elindeki şeyin helâl olduğuna delâlet eder. O şeyin nev´i ve yağma edilenler dışında pek nadir oluşu da haram olduğuna delâlet eder. Bu bakımdan bu iki emir çarpışır. Bunun gibi, âdil bir kimse haram olduğunu, başka bir âdil kimse de helâl olduğunu söyler veya iki fâsığın ayrı ayrı şâhidliği veyahut bir çocuk ile bir bâliğin sözü çarpışırsa, eğer tercih sebebi görülürse, onunla hükmedilir; fakat takva sakınmaktır. Eğer tercih sebebi görülmezse, duraklamak tevakkuf) farz olur. Bunun izahı tanıtma, araştırma ve sorma bahsinde gelecektir.
c) Hükümlerin bağlı bulunduğu sıfatlardaki şüphelerin çarpışmasıdır. Mesela fakihler için vasiyet edilen bir malda, fıkıh ilminde tam yetişe...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes