Konu Başlığı: Kraliçenin tahtı Hz. Süleyman ın huzurunda Gönderen: Sümeyye üzerinde 05 Mayıs 2011, 17:37:01 6- Kraliçenin Tahtı Hz. Süleyman'ın Huzurunda Kur'an, elçinin nasıl geri döndüğünden, kraliçenin onu nasıl karşıladığından, sonra ileri gelenlerle neler konuştuğundan, hangi kararları aldıklarından söz etmiyor. Âyetler burada başka bir sahneye geçiyor, Sebe' ülkesi kraliçesinin, hüdhüdün büyük-değerli dediği tahtının Hz. Süleyman'ın huzuruna getirilmesini, hem de kraliçe müslüman olarak gelmeden önce-getirilmesini anlatmaya başlıyor. Kıssanın bu kısmında bir ara bulunuyor. Ancak biz âyetlerin akışından bu ara boşlukta neler olduğunu az çok tahmin edebiliyoruz. Belli ki kraliçenin elçisi ülkesine geri döndükten sonra olan biteni, gördüklerini ve Hz. Süleyman'ın cevabını ona rapor etmiştir. Bunun üzerine kraliçe, Hz. Süleyman'ı bizzat görmek, O'nun davetinin hak olup olmadığını anlamak veya müslüman olmak üzere onun yanma gitmeye karar vermiştir. Sebe' kraliçesinin kendi huzuruna gelmekte olduğunu öğrenen Hz. Süleyman, ona bir sürpriz yapmak ve peygamberliğinin bir başka kanıtını göstermek üzere, tahtının daha önceden huzuruna getirilmesini istemiştir. Hz. Süleyman, kraliçenin geleceğini ya vahiy yoluyla, ya da kraliçenin tekrar elçi göndererek geleceğini bildirmesiyle anlamıştır. Şüphesiz bir ülkenin en başındaki kişi bir başka ülke başkanını ziyaret giderken haber verir. Diplomasi ve nezaket bunu gerektirir. Kıssa buradan itibaren yeniden başlıyor: "(Süleyman) 'Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (müslüman) olmadan önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?' dedi. Cinlerden bir ifrit: 'Sen daha makamından kalkmadan önce, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.' dedi. Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: 'Ben onu sen (gözünü açıp kapamadan) sana getirebilirim.' Derken (Süleyman, kraliçenin tahtını) yanında durur vaziyette görünce dedi ki: 'Bu Rabbimin fazlındandır, O'na: 'Ben onu sen (gözünü açıp kapamadan) sana getirebilirim.' Derken (Süleyman, kraliçenin tahtını) yanında durur vaziyette görünce dedi ki: 'Bu Rabbimin fazlındandır, şükredecek miyim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse artık o kendisi için şükretmiştir, kim de nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Ganiy (her şeye ve herkese karsı ihtiyacı olmayan)dir, Kerim (cömert) olandır." [301] Bu sahnede Hz. Süleyman'ın hayatında yer alan bir başka olağanüstülükle karşılaşıyoruz. Ona verilen bunca nimetin, bunca üstünlüğün burada, bir başka şekilde ortaya konulduğunu görüyoruz. Onun peygamberliğinin pek çok delili vardı. Burada o delillerden bir başkasıyla, ALLAH'ın yüce gücünü ortaya koyan bir örneği ile yüzyüzeyiz. Bir peygamber olarak o ne bir ganimet peşinde idi, ne de gösteri yapmak istiyordu. Bunun, peygamberlik görevi ve Sebe'lilere tebliğ açısından mutlaka bir faydası vardı. Hz. Süleyman burada hem kendisinin bir ALLAH rasûlü olduğunu göstermek, hem ALLAH'ın kendisine onlara verilenlerden daha hayırlısını verdiğini bizzat gözler önüne sermek, hem de çok değer verdikleri, rivayete göre çok sıkı korunan tahtının kolaylıkla, kısa zamanda Hz. Süleyman'ın yanma getirildiğini haber vermek istiyordu.[302] Ayrıca o, Sebe' kraliçesine, ALLAH'ın kendisine vermiş olduğu nimetleri, ilâhî belgeleri göstermek, dünya mülkünün ALLAH'ın harika işleri ve yüce kudreti yanında basit kaldığını bildirmek istedi. ALLAH'ın hikmetinin insanların her gün şahit oldukları sıradan olaylardan geniş olduğunu da hatırlatmayı arzu etti.[303] Bununla Sebe' kraliçesinin ve adamlarının gönllerini imana daha iyi yumuşatabileceğini düşünmüş olabilir. (Allahu A'lem). Emrinde bulunan cinlerden güçlü kuvvetli bir ifrit, tahtı Hz. Süleyman yerinden kalkmadan, getirebileceğini söyledi. Hz. Süleyman ona cevap vermedi. Belli ki tahtı daha çabuk getirebilecek birinin ortaya çıkmasını bekliyordu. Sonunda kitaptan kendisine ilim verilmiş birisi onu, göz açıp kapayacak kadar zamanda getirebileceğim söyledi. Hz. Süleyman'ın onayı ile de tahtı o dediği zamanda onun huzuruna getirdi. Cinlerden olan ifrit kimdi? Yanında kitaptan ilmi olan birinden maksat nedir? Kimdi bu güçlü yaratık? Yine cinlerden biri miydi yoksa insan mıydı? Çok uzak mesafeden bu kadar kısa zamanda, hem de çok iyi ve kilitli odalarda bekçilerle korunan tahtı nasıl getirdi? Yoksa o bir melek miydi, keramet sahibi yüce bir kişi miydi? Yanındaki kitap ve ondan aldığı ilim ne idi? Bu konuda ne Kur'an'da ne sahih hadislerde hiç bir bilgi bulunmamaktadır. Onun kimliği ile ilgili açıklamaların hiç biri de sağlam bir delile dayanmamaktadır. Yapılan tahminleri isbat etmenin imkanı yoktur. [304] Kur'an, bu kimsenin kitaptan bir ilme sahip olduğunu söyleyerek onun imanla, ALLAH ile olan ilgisine dikkat çekiyor. Şüphesiz ALLAH (c.c.) kendisine ihlasla bağlanan kullarına dilediğini verir, önündeki engelleri kaldırabilir. Unutmamak gerekir ki kâinatta bizim bilmediğimiz nice sırlar bulunmaktadır. İnsanoğlu bunca ilmî gelişmeye rağmen bunların pek azma ulaşabilmiştir. ALLAH (c.c.) dilerse bu sırları herhangi bir kulu aracılığıyla insanlara gösterebilir. İsterse, umulmadık bir zamanda ve yerde O'na ait hârikaları bize bildirebilir. O'nun emriyle hiç kimsenin güç yetiremeyeceği olaylar meydana gelebilir. insan, anlayamadığı, idrak edemediği veya gözüyle görüp tecrübe edemediği şeyleri ve olayları hemen inkâr etmeye kalkmamalı. Çünkü insanın bilgisi ve gücü sınırlıdır. Elindeki imkanlarla evrendeki bilinmezliklerden ancak küçük bir kısmına ulaşabilmiştir. Halbuki onun bilgisinin dışında çok daha büyük sırlar ve gerçekler gizlidir. Hz. Süleyman, bu konudaki tereddütleri giderecek bir tavır gösteriyor. Belkıs'ın tahtını görür görmez, bu olağanüstü olayın nasıl gerçekleştiğini anlıyor ve insanlara ilân ediyor: "Bu Rabbimin bir fazlıdır, bağışıdır." Bunun kendisine nasip edilmesinden sebebi de bir imtihandır. Böyle bir nimet karşısında Hz. Süleyman şükür edenlerden mi, nimetlere nankörlük edenlerden mi olacaktı? Öyleyse taht kimin eliyle gelirse gelsin, bu; Hz. Süleyman'ın bir başka mucizesidir, peygamberliğin delillerinden biridir. ALLAH (c.c.) dilediği şeyi dilediği şekilde yapar, meydana getirir. Olayı Kur'an anlattığına göre bu noktada başka şüpheye yer yoktur. Olayın böyle birdenbire gerçekleşmesi belli ki Hz. Süleyman'ın gönlünde ürpertiye yol açtı. ALLAH'ın kendisine bu olağanüstü nimetleri vermesi karşısında huşu ile O'nun önünde boyun büktü. ALLAH'ın yardımını istemek gerekiyordu. O da onu yaptı. ALLAH'ın kullarının ibadetine, şükrüne ihtiyacı yoktur. Kim şükrederse kendisi için şükreder; karşılığını da kendisi alır. Kim de rızık ve nimet verenin ALLAH (c.c.) olduğunu bilemez, kulluğu başka ilâhlara yaparsa, bu da yapanın kendi aleyhine olur. ALLAH (c.c.) kimsenin şükrüne muhtaç olmayacak kadar Ganiy'dir, zengin ve güçlüdür. "Musa demişti ki: 'Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü küfredecek olsanız bile şüphesiz ALLAH hiç bir şeye muhtaç değildir, Ganiy'dir, Hamid'tir (övülmüştür),” [305]* [301] Neml: 27/38-40. [302] F. Razı. T. Kebir: 24/197. [303] T. Cevheri. El-Cevâhir: 13/168. [304] Taberi, el-C. Beyan: 19/102-104. E Razi, T. Kebir: 24/197-198. İbni Kesir, el-B. ve'n Nıhâye: 2/23. İbni Kesir, Muh. Tefsir: 2/672. Kımubl, el-C li-A. Kur'an, 13/136-137. Ebu's Suud, Tefsir, 4/201. T. Cevheri. El-Cevâhir, 13/168 [305] İbrahim: 14/8.Hüseyin K. Ece, Hz. Süleyman, H. Ece Yayınları: 164-168. |