Konu Başlığı: Taif kuşatması Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 14:56:30 TÂ'İF KUŞATMASI Tâ'if Ve Etraf Bölgenin Tavsifi: 188. Tâ'if, Vadi Vacc üzerinde kurulu, yağmur yağma zamanları, içinde su bulunan bir nehirle yarı yarıya muhat ve etrafı surlarla çevrili bir şehirdir. Bir sayfiye yeri olup, denizden yüksekliği 900 metre kadar vardır. Mekke ile irtibatını sağlayan üç yolu mevcuttur. En kestirmesi Arafattan geçer, Kara' Dağına tırmanır. Sadece merkep ve katırların aşmaya cesaret edebilecekleri 80 -100 km. uzunluğundaki bu yol, bu vasıtayla yirmi saatte kat'edilebilmektedir. Öğleden sonra, geç vakit Mekke'den ayrılan bir kimse, devamlı bir hareketle gece yarısı Kara' Dağına varır ve burada tevakkuf ederek sabahleyin erkenden tepeler üzerinden yola devamla öğleden sonra Tâ'if'e varabilir. Diğer bir yol Ca'irrâne üzerinden develerle katedilmektedir ki, ben bu yoldan Tâ'if'e şahsen gitmedim. Tâ'if'e gidebilmek için, üçüncü olarak Vadi Na'mân ve Mesîl üzerinden bugün (1939) motorlu vasıtaların kullandıkları yol vardır ki 100 -125 km. olan bu yolu vasıtalar üç saatte almaktadırlar. Vadiler geniş ve düzdür, yolda hiç bir lanmamaktadır. maniaya rast- 189. Eski Arabistan'ın diğer bütün şehirleri gibi, Tâ'if şehri de o zaman, birçok kasabalardan müteşekkildi. Bunlardan her biri, iki yüz veya dört yüz veyahut bin beş yüz metre gibi aralıklarla kurulu idiler ve her birinde ayrı bir kabile (kılan) oturuyordu. Bu yerleşik durumların veya kasabaların hepsi ayn bahçelere, tarlalara, hisarlara ve tarassut kulelerine sahiptiler. Bu satırların yazan, bu neviden kasaba harabelerine 1939 yılında, mahallinde bizzat rastlamıştı. Bu bahçe ve çiftlikler, bunlar arasında geçen Vadi Vacc tarafından sulanmaktaydı. Bu nehir, aynı zamanda surlarla çevrili şehrin tam kıyısından geçmektedir. Ancak havaliye yağan yağmurlar kısa zamanda bu nehrin yatağı vasıtasıyla boşaltılmakta ve senenin ekseri günleri ise kuru kalmaktadır. Mamafih toprak altı su yatakları zengindir; bir nevi borulu kuyu vasıtasiyle eski devirlerde bu yeraltı sulan, mebzûlen satha çıkarılmakta ve arazî sulanmaktaydı ve hâlen de bu usul tatbik edilmektedir. Bu borulu kuyulardan gelen sular arklara verilmekte, tarlaların ve bahçelerin sulanmasında bunlar ihtiyaca kifayet etmektedir. 190. Çok eski devirlerden birinde, buranın şeflerinden biri, îran hükümdarının teveccühünü kazanarak buraya bir mühendis gönderilmesini temin etti. Bunun yardımı ile, etrafı kale ve tahkimatla çevrili bir şehir meydana getirildi. Neticede «tâ'if» sıfatı (kelime mânası «etrafı duvarla kaplı»dır), kısa zamanda buranın ismi hâline inkılâb etti". [276] Umumiyetle bu mahallin diğer kısımları Vacc diye anılmaktadır ki, genişlik itibariyle1 bazan Tâ'if i de içine almaktadır. Arazinin münbit oluşu buraya çeşitli mıntaka-lardan insanların gelip yerleşmesine sebep olmuştur. Ancak, buranın hakikî yerlileri olanlar, buraya gelip yerleşmek istiyenleri «müttefik» olarak kabul etmekte kâfi derecede müsamahakâr davranıyorlardı. Bu yüzden İsîâmm zuhurunda, Tâ'if (yahut Vacc) şehrinde iki ayrı halk kütlesine rastlıyoruz: Benû Mâlik ve Ahîâf (kelime mânası «müttefikler»). c 191. Bu mahalle ait bize kadar gelen nakillere göre, Lât ve Uzzâ mabetleri etrafı surlarla kaplı olan şehirde (Tâ'if) bulunmaktaydı. Ben 1939'da bu mabetlerden birinin bulunduğu yerde resmî bir misafirhane inşa edilmiş olduğunu ve ötekinin yerinde de bir şahsa ait büyük bir ikametgâhın inşa edilmiş olduğunu görmüştüm. 192. Tâ'if te rastlanan bugünkü sûrlar, Türkler zamanından kalmadır. Fakat, bunların eski temeller üzerine oturtulmuş olması kuvvetle muhtemel dir. Çünkü, Hz. Peygamber (S.Â.), devrinden kalan Tâ'if muhasarası sırasında şehit düşenlerin mezarları hâlâ İbn Abbâs Camii Kebîri yakınında, tam şehir sûrlarının dibinde bulunmaktadır. (Sonradan Hz. Peygamberin (S.A.) zabıt kâtiplerinden Zeyd'ubn Sabit dahi aynı mezarlığa defnedilmiştir.) îbn Hişâm, eserinin 872. sayfasında, Hz. Peygamberin (S.A.Î ordugâhını şimdiki «İbn Abbâs Camiinin» bulunduğu yere kurduğunu beyan etmektedir. [277] Hz. Peygamberin (S.A.) Muhasarada Kullandığı Harp Âletleri Hakkında Bilgi: 193. Arab Yarımadasında etrafı sûrlarla çevrili sadece birkaç mahal vardır. Bu yüzden, ilk İslâm orduları için bir muhasara harbi biraz fevkalâdelik arzediyordu. Hayber kalelerinden sonra Tâ'if, Hz. Peygamberin (S.A.) karşılaştığı mukavemet etme kabiliyeti olan bu nevi sûrlu şehirlerdendi. Müslümanlar, Haytıer'de mancınıkla atılan taşlardan epey zahmst çekmişlerdi. Bunlardan ders alan Hz. Peygamber (S.A.) tarafından, taş fırlatmak hususunda bu mancınıklar [278] ve keza muhkem - örtülü arabalar (debbâbe, debbûr, arrâde .yahut elle sürülen tanklar) Tâ'if sûrlarına karşı istimal olunmuştur. Keza Belâ-zuri'nin «Ensâb'ul-Eşrâf» adlı eserinde [279], Tâ'ifde kullanılan mancınığın Selmân'ul-Fârisî tarafından inşâ edildiğini ve debbâbe denen (örtülü, muhkem araba) âletin denen yerden (az sonra izah edilecektir) Hâlid'ubn Said tarafından temin edildiğini bize bildirmektedir. Mamafih, İbn Sa'd'm eserinde ise [280], gerek araba ve gerekse mancınığın Devsli et-Tnfeyl'ubn Amr tarafından getirildiği zikredilmektedir. İsimler münakaşalı olmakla beraber vak'a sabittir, aksi söylenmemiştir. Mamafih İbn Hişâm, «Sîre» adlı eserinin 869. sayfasında bir kıssa nakletmektedir. Buna göre, Tâ'ifli iki Sakîfi olan Gaylan'ubn Seleme ve Urvet'ubn Mes'ûd, Tâ'if harbine iştirak etmemişlerdir; kıssada şöyle denmektedir • «Muhkem (?) örtülü arabaların ve mancınıkların nasıl inşa edildiklerini öğrenmek üzere CRŞ gittikleri için...» ve onlar tam döndükleri sırada muhasara da esasen kaldırılmış bulunuyordu. Aynı vakayı anlatırken tbn Sa'd daha geniş ve mufassal malûmat vermekte [281] ve bu iki kişinin îslâm dinini, henüz o sıralarda kabul etmemiş olduklarım, bunu daha sonra tahakkuk ettirmiş olduklarım ilâve etmektedir. Acaba Tâ'ifliler, Hazreti Peygamberin (S.A.) bu son hareket ve teşebbüsüne aynı tarzda bir mukabelede mi bulunmayı düşündüler. Yani aynı âletlerle kendi ordularını da mı teçhiz etmeyi düşünmüşlerdi? Muhakkak ki mevzuubahis mancınıklar, İslâm ordusuna karşı kullanılabilirlerdi, fakat muhkem - örtülü arabalar ne işe yarayacaktı? Bu arabalar, cepheden girişilen hücumlarda ve göğüs göğüse yapılan savaşlarda çok zor kullanılırlar. Muhtemel ki, onlar bu arabaların imâlini, ileriki zuhurat ve ihtimalleri de düşünerek veyahut da kendi hemşehrileri için değil de, sırf bir müşteriye satmak ve ihrâc gayesiyle ticâret için öğ-«eniyorlardı. Hz. Peygambere (S.A.) gelince, o, en aşağı bir veya iki mancınığa sahip bulunuyordu. Bunlar, bir evvelki yıl Hayber çenginde ganimet olarak alınan harp âletlerindendi. Selmân'in bunları tamir veya aynen bir kopyasını imâl etmesi muhtemeldir. Buna rağmen, şunu da söylemek icab eder ki, sadece bir veya iki ufak çapta mancınığın bu kadar geniş bir sahaya yayılan muhasara karşısında kullanılmasının hiç de müessir olamıyacağı gayet açıktır. Hakikaten bunların kullanılması, Tâ'if in teslimi için yetmezdi. Üstelik Tâ'if'de müdâfî asker ve yiyecek stokları eksik değildi. Diğer yandan, düşman okları ve kızgın çiviler, İslâm ordusu içinde birçok zayiata sebep oluyordu'. [282] Bu kızgın çiviler Müslüman askerler tarafından kullanılan tankların örtülerini bile deli-yorlardı. Bu esaslı müdafaa tedbirleri karşısında, şehir surlarını hariçten rahneler açmak suretiyle yıkmanın imkânsızlığı anlaşıldı. 194. Gerçi düşman, göğüs göğüse çarpışmak üzere sûrlar dışına çıkmayı düşünmüyordu. Fakat, onların kale burçlarından- attıkları oklar, bazan muharebe edenler arasında isabetlere sebeb oluyor, bilhassa geceleyin ordugâhta korunaklar hâricine çıkan askerler kayıplara uğruyordu. Belâzurî'nin En-sâb'ul-Eşrâf adlı eserinde [283], «Hz. Peygamberin CS.A.) yanında haşeb (tahta, odun)_ bulunduıduğu, bunlarla Tâ'if muhasarasının devamı boyunca çadırının ei> .rafını çevirdiği» zikredilmektedir.[284] 195. Neticede, muhasara sürüncemede kalıp arzu ecttleh netice istihsal edilemeyince, Hz. Peygamber (S.A.) iktisadi baskı çaresine başvurdu ve .şehir dışındaki Tâ'ifin ileri gelenlerine ait yüksek evsafta ve nâdir üzümler yetiştiren bağ ve bahçeleri tahrip edeceğini duyurdu. [285] Bu teşebbüs, düşman arasında büyük bir heyecan ve karışıklık yarattı. Neticede düşman, onların tahrip edilmesindense, harp ganimeti olarak alınmasını teklif etti. Hz. Peygamber (S.A.) de bu emrinin fiilî bir netice doğurmaktan uzak olduğunu görerek onu geri aldı. 196. Hz. Peygamber (S.A.) diğer bir baskı çaresi olarak, «Herhangi bir düşmana ait köle, İslâm dinini kabul ettiği ve İslâm ordusu safları arasına katıldığı takdirde, hür bir müslüman gibi muamele göreceğini» ilân etti. [286] Bu münasebetle birçok iltihak vak'alan vuku bulmuş ve bunlar İslâm Hukuk Mü-devvenatt arasına, müstakar ve kuvvetli emsaller olarak katılmıştır (Aşağıda 2Ü7. paragrafla mukayese ediniz). 197. Bugünlere ait bir taktik olmak üzere Hz. Peygamber (S.A.) muhasara etmiş olduğu şehrin etrafında bulunan dikenli nebatların taze dallarını kestirdi ve gerek malzeme ve gerekse insanlar için giriş çıkışı imkânsız hale getirmek için sûrların münasip yerlerine koydurdu; bunlar aynı zamanda anî bir gece baskınına veya başka türlü bir hücuma karşı mania teşkil ediyorlardı.[287] 198. Kırk gün süren,bir muhasaradan sonra, Hz. Peygamber (S.A.) çekilmeye, cephe savaşı ve demir, ateş gibi vasıtalar yerine, siyasî silâhlarla mücadeleye devama karar verdi. Az ilende de göreceğimiz gibi, sonraki vak'alar bu usulün isabetini tamamen is-bât etmişlerdir. [288] «CRŞ» Nin Müşabeheti Meselesinin Münâkaşası; 199. Az evvel, CRŞ < = Cim, Râ, Şın diye adlandırılan bir mahalle dikkati çekmiştik. Burası hakikatte «Curâş» yahut «Carş» mıdır? I) İbn Hişâm'a göre [289] «Curaş» Tâif'in güneyinde, etrafı duvarlarla çevrili mahfuz bir şehirdi (Medine muğlaka, kelime mânası : kilitli, yahut kapalı şehirdir); burada, Yemen menşeli bazı insanlar oturmaktaydılar. Arap coğrafyacıları, bu havaliyi gayet yakından tanımakta ve burayı Yemen topraklarından saymaktadırlar. Mamafih ne olursa olsun bizim merakımızı çeken nokta, bu küçük ve alelade kasaba, harp âlet ve edevatı imâlinde, Mekke, Medine ve hattâ Tâ'if'den daha ileride bulunuyor v0. bu tekâmül ile iftihar ediyordu. Buraya, diğer yerlerden insanlar, sadece mancınık ve elle idare edilen tanklar ve muhkem - örtülü arabalar satın almak üzere değil, fakat aynı zamanda bunların yapımını öğrenmek için de gelirlerdi. 2) Hz. Peygamberin (S.A.) Bizans toprakları içinde kalan Ürdün'de kurulu «Carş» şehrine hususî murahhaslar göndermesi ihtimali mâkul addolunamaz. Hakîkaten «•Carş»in bir sanayi şehri olduğu hükmüne varmak pek münasiptir. Bugün, ondan kalan harabeler hâlâ onun eski büyüklük ve tekâmül seviyesine şehâdet etmektedir. Aynı zamanda, gayet İyi bilinmektedir ki Bizanslılar, bu şehir ahalisine, Arabistan topraklarında yaşayan bedevilere harp donanımı ihraç etmelerini sıkı sıkıya yasak etmişlerdi. Bundan başka, Mu'ta denilen yerde, son zamanlarda, Müslüman askerî birlikleriyle Bizans kuvvetleri arasında bir çarpışma cereyan etmiş ve Müslümanların ağır zayiat vermesiyle sona ermişti. Bu yüzden artık Müslümanlar, silâh satın almak üzere burada teşebbüse geçmeyi düşünemezlerdi. Ayrıca bu harp malzemesini bir aylık uzaklıkta bulunan Tâ'İf'e kadar nakletme zorlukları da nazarı itibara alınmalıdır. Mezkûr kıssayı bir ker-re de, «Tâ'iflilerİn ayni maksatlarla bu yere elçi gönderdikleri» şeklinde mülâhaza edecek olursak, Tâ'iflilerin İslâm Devletine kıyasen gerek sermaye ve gerekse sair kaynaklar bakımından çok âciz bir durumda bulunmaları dolayısiyle, hemen yakınlarında bulunan bir şehrin Ürdün'de bulunan Carş'den daha , tercihe şayan addedilmesi lâzım geldiği neticesine varırız. Bundan başka, anlaşılıyor ki Hz. Peygamberin silâh almak üzere vazifelendirmiş olduğu hususî murahhas heyeti, Yemenli Ezd kabilesinin aşi-nâsıydı. Bunlar, Yemen'in bir şehri olan Cureş'de, şüphe ve düşmanlıkla karşılanabilecekleri Bizans arazisi üzerinde bulunan Carş'dakinden daha fazla nüfuza ve itibara sahib olabilirlerdi. Yemenliler, Hicaz ahalisinden daha fazla talîm ve terbiye görmüş, kültürlü, yetişkin kimselerdi. Bu yüzden, onların sadece şehirlerinin etrafını kaim duvarlarla çevirmekle iktifa ettiklerini zannetmek yanlıştır. Ahalî Hıristiyan olsun, Yahudi olsun, aynı zamanda marangozluk mesleğine âşinâ, hafif mancınık ve muhkem örtülü araba imâline muktedir insanlardı. Hayat hikâyesine baktığımızda, marangozlukla zerre kadar ilgisi olmayan Selmân'ul-Fârisi'nin bile bir mancınık yapmaya muvaffak olduğunu düşünecek olursak, Cu-reş ahâlisinin de bu sanatta ileri olduğu iddiasını niçin reddedelim? Bu arada, Hindistanlı Müslüman bir âlim olan Şibli Nu'man'i, ayrı bir görüşle bu «CRŞ»nin Ürdün'deki Carş şehri olduğunu ileri sürmektedir. Eminim ki, kendisi bunu söylerken yukarki mülâhazaları hiç nazan itibare almamıştır. Hakikaten onun büyük bir eseri olan Sîret'un-Nebî [290] adlı kitabında bu noktayı hiç münakaşa etmeksizin sadece Suriye'deki (Ürdün) Carş şehrine atıfla iktifa etmektedir. [291] Hz. Peygamberin (S.A.) Mağlûp Hevâzinîlere Karşı Gösterdiği Muamele Tarzı: 200. Neticede Hz. Peygamber, S.A.) Mekke'ye dönmeye karar verdi ve yolda Ca'irrâne'ye uğrayarak Huneyn ve Evtâs'da ele geçirilen ganimetleri askerleri arasında bölüştürdü. 201. Mağlûp olan Hevâzinîler, Hazreti Peygamberin (S.A.) jdoğumunu müteakip temin edilen süt annenin mensup olduğu kabileydi. Bunu bildiklerinden, dadılık ettikleri çocuktan çekinmeyerek, az sonra Ca'irrâne'ye döndüler ve İslâm dinine dahil oldular. Hz. Muhammed (S.A.) dedi ki: «Birçok haftalar tek siz nadim olup tövbe edeceksiniz ümidiyle ganimeti bölüşmeyi geciktirdim durdum. Gayem bu suretle sizlere aile ve sürülerinizi iade etmekti. Şimdi artık çok geç... Bir zamanlar sizlere âit olan bu şeyleri sizlere iade, şimdi taksim edilmiş olmaları sebebiyle mümkün değildir. Mamafih, aileleriniz ve sürüleriniz arasında şimdi hemen bir seçim yapın, bakayım; yapabileceğim şeyi sonra bildireceğim." Bunun üzerine onlar kadın ve çocuklarını seçtiler. Hz. Peygamber (S.A.) dedi ki: «Ailelerinizden bana ve benim aile efradıma ganimetten isabet eden miktarı şu anda size iade ediyorum. Cemaat namazını bitirdiğim zaman, halkın içinde, diğer ganimetlere müteallik bu talebinizi bana tekrar ediniz.» Onlar da böyle yaptılar. Hz. Peygamber (S.A.) de kendisine ve ailesine ganimetten düşen mezkûr hisseyi iade ettiğini halkın ortasında tekrar etti. Hz. Ebû Bekr ve Ömer ve onlardan sonra diğer ileri gelenler, birbiri arkasından Hz. Peygambere (S.A.) katıldılar. Bu arada bir iki kılan, bu fikre iştirak etmeyip kendilerine düşen harp esirlerini (yani artık köle durumuna sokulmuş olan Hevâzinlüeri) azat etmekten geri kalmışlardı. Müslüman askerler, hiç bir fidyei necat vesair karşılık almaksızın harp esirlerine hürriyetlerini iade ettiler. Hattâ, Hz. Peygamber (S.A.) bazı dikbaşlı ve tamahkâr kimselere, «insan* cihetinden ganimet olarak aldıkları hisseleri Hevâzinîlere iade etmeleri emrini vermiş ve buna mukabil uğrayacakları kaybın devlet hazinesinden ödenmesi suretiyle telâfi edileceğini bildirmişti.[292] 202. Bütün bu siyasi hâdiseler, Tâ'ifin bu en son müttefikinin de kendisinden ayrılmasına sebep oluyordu. Tâ'if etrafında şimdi artık îslâmın nüfuz ve tesiri kuvvetlenmiş, atlayıp sıçramalarla yayılıp duruyordu. Tâ'if'de istihsal edilen ticari ürünler için yegâne bir pazar yeri olan Mekke, şimdi Müslümanların kontrolü altındaydı. Muhtemeldir ki artık Tâ'if kervanları, bizzat kendi şehir hudutları haricine çıkamamaktaydılar ve hattâ senelik Ukâz panayırı şimdi Tâ'iflilere kapatılmıştı. [293] Neticede, Tâ'if muhasarasının üzerinden bir yıl geçmemişti ki bunlar, Medine'de bulunan Hz. Peygambere (S.A.) bir heyet göndererek gerek manen ve gerekse siyasî olarak İslâm Devletine inkıyat etmek istediklerini bildirdiler ve artık kendi el yapılarından başka bir şey olmayan Lât ve Uzzâ gibi putlara tâbi olmayı bıraktıklarını, Allahın bir tek olduğunun gerçekliğine inandıklarını ve ibâdetin sadece Ona ait olduğunu itiraf ettiler. Hz. Peygamber (S.A.) derhal artık müslüman kimseler olarak onların kendilerine has olan istidat ve dirayetlerini salim bir mecraya akıtmasını bildi: Devletin çeşitli işleri başına idareciler ve memurları, bizzat yine onlar arasından seçip tayin etti. Bu adamlar, îslâmın sağlamlaşmasında ve yayılıp gelişmesinde muvaffakiyet ve fayda sağladılar. Bu husus, Hz. Peygamberin (S.A.) devamlı surette müdafaa ve tatbik ettiği akıllı siyaset, yâni, insan kanı ve mağlûblara karşı da müsamahakâr ve âli cenâb, davranma siyâsetinin bir neticesidir. [294] [276] Eğâni, C. 12. s. 48-49. [277] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 162-164. [278] İbn Hişâm, s. 872; Taberi, s. 1672. [279] Kahire neşri. I, 306. [280] C. II/l. s. 114. [281] İbn Sa'd, 1/2, s. 52. [282] tbn Hişâm, s. 873. [283] C. I, S. 337. [284] Mür. od.' tbn Sa'd, 11/1, s. 114. [285] îbn Hişâm, s. 873. [286] İbn Sa'd, n/l, s. 114-115; İbn Hişâm, s. 874. [287] İbn Sa'd, îl/l, s. 114; Vâqıdi, MağAzî, adlı eseri vr. 228b, British Museum, elyazması. [288] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 165-168. [289] s. 954. [290] C. II, s. 77, ikinci tabı. [291] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 168-170. [292] İbn Hişâm, s. 877 ve müt. [293] Calibi dikkattir ki, sonradan Tâ'if ile İslâm devleti arasında akdedilen muahedenin 5. maddesinde, Tâ'iılilerin Ukâz panayırında faizli ticari muamelelerde bulunabileceklerine dair bir nevî imtiyaz teşkil eden bir hüküm vardır. (Muahedo metni için bakınız: Ebû Ubeyd, Kitâb'ül-Emvâl, Kahire, Hadis No. 508; benim -el-Vesâiq'us-Siyâsiyye» adlı kitabım, No. 181 ve benim Corpus des documents, Paris 1936, No. 160. [294] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 171-173. |