๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Peygamberin Savasları => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 14:56:30



Konu Başlığı: Taif kuşatması
Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 14:56:30
TÂ'İF KUŞATMASI



Tâ'if  Ve Etraf Bölgenin Tavsifi:
 

188. Tâ'if, Vadi Vacc üzerinde kurulu, yağmur yağma zamanları, içinde su bulunan bir nehirle yarı yarıya muhat ve etrafı surlarla çevrili bir şehirdir. Bir sayfiye yeri olup, denizden yüksekliği 900 metre kadar vardır. Mekke ile irtibatını sağlayan üç yolu mevcuttur. En kestirmesi Arafattan geçer, Kara' Da­ğına tırmanır. Sadece merkep ve katırların aşmaya cesaret edebilecekleri 80 -100 km. uzunluğundaki bu yol, bu vasıtayla yirmi saatte kat'edilebilmektedir. Öğleden sonra, geç vakit Mekke'den ayrılan bir kim­se, devamlı bir hareketle gece yarısı Kara' Dağına varır ve burada tevakkuf ederek sabahleyin erken­den tepeler üzerinden yola devamla öğleden sonra Tâ'if'e varabilir. Diğer bir yol Ca'irrâne üzerinden de­velerle katedilmektedir ki, ben bu yoldan Tâ'if'e şah­sen gitmedim. Tâ'if'e gidebilmek için, üçüncü olarak Vadi Na'mân ve Mesîl üzerinden bugün (1939) mo­torlu vasıtaların kullandıkları yol vardır ki 100 -125 km. olan bu yolu vasıtalar üç saatte almaktadırlar.

Vadiler geniş ve düzdür, yolda hiç bir lanmamaktadır. maniaya rast-

189. Eski Arabistan'ın diğer bütün şehirleri gibi, Tâ'if şehri de o zaman, birçok kasabalardan müte­şekkildi. Bunlardan her biri, iki yüz veya dört yüz veyahut bin beş yüz metre gibi aralıklarla kurulu idiler ve her birinde ayrı bir kabile (kılan) oturuyor­du. Bu yerleşik durumların veya kasabaların hepsi ayn bahçelere, tarlalara, hisarlara ve tarassut ku­lelerine sahiptiler. Bu satırların yazan, bu neviden kasaba harabelerine 1939 yılında, mahallinde bizzat rastlamıştı. Bu bahçe ve çiftlikler, bunlar arasında geçen Vadi Vacc tarafından sulanmaktaydı. Bu ne­hir, aynı zamanda surlarla çevrili şehrin tam kıyısın­dan geçmektedir. Ancak havaliye yağan yağmurlar kısa zamanda bu nehrin yatağı vasıtasıyla boşaltıl­makta ve senenin ekseri günleri ise kuru kalmakta­dır. Mamafih toprak altı su yatakları zengindir; bir nevi borulu kuyu vasıtasiyle eski devirlerde bu yer­altı sulan, mebzûlen satha çıkarılmakta ve arazî su­lanmaktaydı ve hâlen de bu usul tatbik edilmekte­dir. Bu borulu kuyulardan gelen sular arklara veril­mekte, tarlaların ve bahçelerin sulanmasında bun­lar ihtiyaca kifayet etmektedir.

190. Çok eski devirlerden birinde, buranın şef­lerinden biri, îran hükümdarının teveccühünü kaza­narak buraya bir mühendis gönderilmesini temin et­ti. Bunun yardımı ile, etrafı kale ve tahkimatla çev­rili bir şehir meydana getirildi. Neticede «tâ'if» sıfatı (kelime mânası «etrafı duvarla kaplı»dır), kısa za­manda buranın ismi hâline inkılâb etti". [276] Umumiyetle bu mahallin diğer kısımları Vacc diye anılmakta­dır ki, genişlik itibariyle1 bazan Tâ'if i de içine almak­tadır. Arazinin münbit oluşu buraya çeşitli mıntaka-lardan insanların gelip yerleşmesine sebep olmuş­tur. Ancak, buranın hakikî yerlileri olanlar, buraya gelip yerleşmek istiyenleri «müttefik» olarak kabul etmekte kâfi derecede müsamahakâr davranıyorlar­dı. Bu yüzden İsîâmm zuhurunda, Tâ'if (yahut Vacc) şehrinde iki ayrı halk kütlesine rastlıyoruz: Benû Mâlik ve Ahîâf (kelime mânası  «müttefikler»).    c

191. Bu mahalle ait bize kadar gelen nakillere göre, Lât ve Uzzâ mabetleri etrafı surlarla kaplı olan şehirde   (Tâ'if)   bulunmaktaydı.  Ben  1939'da  bu  ma­betlerden birinin bulunduğu yerde resmî bir misafir­hane inşa edilmiş olduğunu ve ötekinin yerinde de bir şahsa ait büyük bir ikametgâhın inşa edilmiş ol­duğunu görmüştüm.

192.  Tâ'if te rastlanan bugünkü sûrlar, Türkler zamanından  kalmadır.   Fakat,  bunların  eski  temel­ler  üzerine   oturtulmuş  olması  kuvvetle   muhtemel dir. Çünkü, Hz. Peygamber  (S.Â.), devrinden kalan Tâ'if muhasarası sırasında şehit düşenlerin mezarla­rı hâlâ İbn Abbâs Camii Kebîri yakınında,  tam şe­hir sûrlarının dibinde bulunmaktadır.  (Sonradan Hz. Peygamberin (S.A.) zabıt kâtiplerinden Zeyd'ubn Sa­bit dahi aynı mezarlığa defnedilmiştir.)   îbn Hişâm, eserinin 872. sayfasında, Hz. Peygamberin  (S.A.Π or­dugâhını şimdiki  «İbn Abbâs  Camiinin»  bulunduğu yere kurduğunu beyan etmektedir. [277]

 

Hz. Peygamberin   (S.A.)  Muhasarada Kullandığı Harp Âletleri Hakkında Bilgi:
 

193. Arab Yarımadasında etrafı sûrlarla çevri­li sadece birkaç mahal vardır. Bu yüzden, ilk İslâm orduları için bir muhasara harbi biraz fevkalâdelik arzediyordu. Hayber kalelerinden sonra Tâ'if, Hz. Peygamberin (S.A.) karşılaştığı mukavemet etme kabiliyeti olan bu nevi sûrlu şehirlerdendi. Müslü­manlar, Haytıer'de mancınıkla atılan taşlardan epey zahmst çekmişlerdi. Bunlardan ders alan Hz. Pey­gamber (S.A.) tarafından, taş fırlatmak hususunda bu mancınıklar [278] ve keza muhkem - örtülü arabalar (debbâbe, debbûr, arrâde .yahut elle sürülen tanklar) Tâ'if sûrlarına karşı istimal olunmuştur. Keza Belâ-zuri'nin «Ensâb'ul-Eşrâf» adlı eserinde [279], Tâ'ifde kul­lanılan mancınığın Selmân'ul-Fârisî tarafından inşâ edildiğini ve debbâbe denen (örtülü, muhkem ara­ba) âletin denen yerden (az sonra izah edilecektir) Hâlid'ubn Said tarafından temin edildi­ğini bize bildirmektedir. Mamafih, İbn Sa'd'm eserin­de ise [280], gerek araba ve gerekse mancınığın Devsli et-Tnfeyl'ubn Amr tarafından getirildiği zikredilmekte­dir. İsimler münakaşalı olmakla beraber vak'a sabit­tir, aksi söylenmemiştir. Mamafih İbn Hişâm, «Sîre» adlı eserinin 869. sayfasında bir kıssa nakletmekte­dir. Buna göre, Tâ'ifli iki Sakîfi olan Gaylan'ubn Seleme ve Urvet'ubn Mes'ûd, Tâ'if harbine iştirak et­memişlerdir; kıssada şöyle denmektedir • «Muhkem (?) örtülü arabaların ve mancınıkların nasıl inşa edil­diklerini öğrenmek üzere CRŞ gittikleri için...» ve on­lar tam döndükleri sırada muhasara da esasen kal­dırılmış bulunuyordu. Aynı vakayı anlatırken tbn Sa'd daha geniş ve mufassal malûmat vermekte [281] ve bu iki kişinin îslâm dinini, henüz o sıralarda kabul etmemiş olduklarım, bunu daha sonra tahakkuk et­tirmiş olduklarım ilâve etmektedir. Acaba Tâ'ifliler, Hazreti Peygamberin (S.A.) bu son hareket ve te­şebbüsüne aynı tarzda bir mukabelede mi bulunma­yı düşündüler. Yani aynı âletlerle kendi ordularını da mı teçhiz etmeyi düşünmüşlerdi? Muhakkak ki mevzuubahis mancınıklar, İslâm ordusuna karşı kul­lanılabilirlerdi, fakat muhkem - örtülü arabalar ne işe yarayacaktı? Bu arabalar, cepheden girişilen hü­cumlarda ve göğüs göğüse yapılan savaşlarda çok zor kullanılırlar. Muhtemel ki, onlar bu arabaların imâlini, ileriki zuhurat ve ihtimalleri de düşünerek veyahut da kendi hemşehrileri için değil de, sırf bir müşteriye satmak ve ihrâc gayesiyle ticâret için öğ-«eniyorlardı. Hz. Peygambere (S.A.) gelince, o, en aşağı bir veya iki mancınığa sahip bulunuyordu. Bun­lar, bir evvelki yıl Hayber çenginde ganimet olarak alınan harp âletlerindendi. Selmân'in bunları tamir veya aynen bir kopyasını imâl etmesi muhtemeldir. Buna rağmen, şunu da söylemek icab eder ki, sadece bir veya iki ufak çapta mancınığın bu kadar geniş bir sahaya yayılan muhasara karşısında kullanılma­sının hiç de müessir olamıyacağı gayet açıktır. Haki­katen bunların kullanılması, Tâ'if in teslimi için yetmezdi. Üstelik Tâ'if'de müdâfî asker ve yiyecek stok­ları eksik değildi. Diğer yandan, düşman okları ve kızgın çiviler, İslâm ordusu içinde birçok zayiata se­bep oluyordu'. [282] Bu kızgın çiviler Müslüman askerler tarafından kullanılan tankların örtülerini bile deli-yorlardı. Bu esaslı müdafaa tedbirleri karşısında, şe­hir surlarını hariçten rahneler açmak suretiyle yık­manın imkânsızlığı anlaşıldı.

194. Gerçi düşman, göğüs göğüse çarpışmak üze­re sûrlar dışına çıkmayı düşünmüyordu. Fakat, on­ların kale burçlarından- attıkları oklar, bazan muha­rebe edenler arasında isabetlere sebeb oluyor, bil­hassa geceleyin ordugâhta korunaklar hâricine çı­kan askerler kayıplara uğruyordu. Belâzurî'nin En-sâb'ul-Eşrâf adlı eserinde [283], «Hz. Peygamberin CS.A.) yanında haşeb (tahta, odun)_ bulunduıduğu, bunlar­la Tâ'if muhasarasının devamı boyunca çadırının ei> .rafını çevirdiği»  zikredilmektedir.[284]

195. Neticede, muhasara sürüncemede kalıp ar­zu ecttleh netice istihsal edilemeyince, Hz. Peygamber (S.A.) iktisadi baskı çaresine başvurdu ve .şehir dı­şındaki Tâ'ifin ileri gelenlerine ait yüksek evsafta ve nâdir üzümler yetiştiren bağ ve bahçeleri tahrip edeceğini duyurdu. [285] Bu teşebbüs, düşman arasında büyük bir heyecan ve karışıklık yarattı. Neticede düş­man, onların tahrip edilmesindense, harp ganimeti olarak alınmasını teklif etti. Hz. Peygamber (S.A.) de bu emrinin fiilî bir netice doğurmaktan uzak ol­duğunu görerek onu geri aldı.

196. Hz.  Peygamber   (S.A.)   diğer bir baskı ça­resi olarak,  «Herhangi bir düşmana ait köle, İslâm dinini kabul ettiği ve İslâm ordusu safları arasına katıldığı takdirde, hür bir müslüman gibi muamele göreceğini» ilân etti. [286] Bu münasebetle birçok iltihak vak'alan vuku bulmuş ve bunlar İslâm Hukuk Mü-devvenatt arasına, müstakar ve kuvvetli emsaller ola­rak katılmıştır   (Aşağıda  2Ü7.  paragrafla  mukayese ediniz).

197. Bugünlere   ait  bir taktik   olmak  üzere  Hz. Peygamber  (S.A.)   muhasara etmiş olduğu şehrin et­rafında bulunan dikenli nebatların taze dallarını kes­tirdi ve gerek malzeme ve gerekse insanlar için giriş çıkışı imkânsız hale getirmek için sûrların münasip yerlerine koydurdu; bunlar aynı zamanda anî bir ge­ce baskınına veya başka türlü bir hücuma karşı ma­nia   teşkil   ediyorlardı.[287]

198. Kırk gün süren,bir muhasaradan sonra, Hz. Peygamber (S.A.)   çekilmeye, cephe savaşı ve demir, ateş gibi vasıtalar yerine, siyasî silâhlarla mücadele­ye devama karar verdi. Az ilende de göreceğimiz gi­bi, sonraki vak'alar bu usulün isabetini tamamen is-bât etmişlerdir. [288]

 

«CRŞ» Nin  Müşabeheti  Meselesinin  Münâkaşası;
 

199. Az evvel, CRŞ < = Cim, Râ, Şın diye adlan­dırılan bir mahalle dikkati çekmiştik. Burası hakikat­te «Curâş» yahut «Carş» mıdır? I) İbn Hişâm'a göre  [289] «Curaş» Tâif'in güneyinde, etrafı duvarlarla çevrili mahfuz bir şehirdi (Medine muğlaka, kelime mâna­sı : kilitli, yahut kapalı şehirdir); burada, Yemen men­şeli bazı insanlar oturmaktaydılar. Arap coğrafyacı­ları, bu havaliyi gayet yakından tanımakta ve bura­yı Yemen topraklarından saymaktadırlar. Mamafih ne olursa olsun bizim merakımızı çeken nokta, bu küçük ve alelade kasaba, harp âlet ve edevatı imâ­linde, Mekke, Medine ve hattâ Tâ'if'den daha ileride bulunuyor v0. bu tekâmül ile iftihar ediyordu. Bura­ya, diğer yerlerden insanlar, sadece mancınık ve elle idare edilen tanklar ve muhkem - örtülü arabalar sa­tın almak üzere değil, fakat aynı zamanda bunların yapımını öğrenmek için de gelirlerdi. 2) Hz. Peygam­berin (S.A.) Bizans toprakları içinde kalan Ürdün'­de kurulu «Carş» şehrine hususî murahhaslar gön­dermesi ihtimali mâkul addolunamaz. Hakîkaten «•Carş»in bir sanayi şehri olduğu hükmüne varmak pek münasiptir. Bugün, ondan kalan harabeler hâlâ onun eski büyüklük ve tekâmül seviyesine şehâdet etmektedir. Aynı zamanda, gayet İyi bilinmektedir ki Bizanslılar, bu şehir ahalisine, Arabistan toprakların­da yaşayan bedevilere harp donanımı ihraç etmeleri­ni sıkı sıkıya yasak etmişlerdi. Bundan başka, Mu'ta denilen yerde, son zamanlarda, Müslüman askerî bir­likleriyle Bizans kuvvetleri arasında bir çarpışma ce­reyan etmiş ve Müslümanların ağır zayiat vermesiy­le sona ermişti. Bu yüzden artık Müslümanlar, silâh satın almak üzere burada teşebbüse geçmeyi düşü­nemezlerdi. Ayrıca bu harp malzemesini bir aylık uzaklıkta bulunan Tâ'İf'e kadar nakletme zorlukları da nazarı itibara alınmalıdır. Mezkûr kıssayı bir ker-re de, «Tâ'iflilerİn ayni maksatlarla bu yere elçi gön­derdikleri»  şeklinde mülâhaza edecek olursak, Tâ'iflilerin İslâm Devletine kıyasen gerek sermaye ve ge­rekse sair kaynaklar bakımından çok âciz bir du­rumda bulunmaları dolayısiyle, hemen yakınlarında bulunan bir şehrin Ürdün'de bulunan Carş'den da­ha , tercihe şayan addedilmesi lâzım geldiği neticesi­ne varırız. Bundan başka, anlaşılıyor ki Hz. Peygam­berin silâh almak üzere vazifelendirmiş olduğu hu­susî murahhas heyeti, Yemenli Ezd kabilesinin aşi-nâsıydı. Bunlar, Yemen'in bir şehri olan Cureş'de, şüphe ve düşmanlıkla karşılanabilecekleri Bizans ara­zisi üzerinde bulunan Carş'dakinden daha fazla nü­fuza ve itibara sahib olabilirlerdi. Yemenliler, Hicaz ahalisinden daha fazla talîm ve terbiye görmüş, kül­türlü, yetişkin kimselerdi. Bu yüzden, onların sade­ce şehirlerinin etrafını kaim duvarlarla çevirmekle iktifa ettiklerini zannetmek yanlıştır. Ahalî Hıristi­yan olsun, Yahudi olsun, aynı zamanda marangoz­luk mesleğine âşinâ, hafif mancınık ve muhkem ör­tülü araba imâline muktedir insanlardı. Hayat hikâ­yesine baktığımızda, marangozlukla zerre kadar ilgi­si olmayan Selmân'ul-Fârisi'nin bile bir mancınık yapmaya muvaffak olduğunu düşünecek olursak, Cu-reş ahâlisinin de bu sanatta ileri olduğu iddiasını ni­çin reddedelim? Bu arada, Hindistanlı Müslüman bir âlim olan Şibli Nu'man'i, ayrı bir görüşle bu «CRŞ»nin Ürdün'deki Carş şehri olduğunu ileri sürmektedir. Eminim ki, kendisi bunu söylerken yukarki mülâha­zaları hiç nazan itibare almamıştır. Hakikaten onun büyük bir eseri olan Sîret'un-Nebî [290] adlı kitabında bu noktayı hiç münakaşa etmeksizin sadece Suriye'deki (Ürdün) Carş şehrine atıfla iktifa etmektedir. [291]

 

Hz. Peygamberin (S.A.) Mağlûp Hevâzinîlere Karşı Gösterdiği Muamele Tarzı:
 

200. Neticede   Hz.   Peygamber,   S.A.)    Mekke'ye dönmeye karar verdi ve yolda Ca'irrâne'ye uğraya­rak Huneyn ve Evtâs'da ele geçirilen ganimetleri as­kerleri arasında bölüştürdü.

201. Mağlûp olan  Hevâzinîler,   Hazreti  Peygam­berin   (S.A.) jdoğumunu  müteakip  temin edilen  süt annenin mensup olduğu kabileydi. Bunu bildiklerin­den, dadılık ettikleri çocuktan çekinmeyerek, az son­ra Ca'irrâne'ye döndüler ve İslâm dinine dahil oldu­lar. Hz. Muhammed   (S.A.)  dedi ki: «Birçok haftalar tek siz nadim olup tövbe edeceksiniz ümidiyle gani­meti bölüşmeyi geciktirdim durdum. Gayem bu su­retle sizlere aile ve sürülerinizi iade etmekti.  Şimdi artık çok geç... Bir zamanlar sizlere âit olan bu şey­leri sizlere iade, şimdi taksim edilmiş olmaları sebe­biyle  mümkün değildir. Mamafih,  aileleriniz ve sü­rüleriniz arasında şimdi hemen bir seçim yapın, ba­kayım;  yapabileceğim şeyi sonra  bildireceğim."   Bu­nun üzerine onlar kadın ve çocuklarını seçtiler. Hz. Peygamber  (S.A.)   dedi ki:  «Ailelerinizden  bana ve benim aile efradıma ganimetten isabet eden miktarı şu anda size iade ediyorum. Cemaat namazını bitirdi­ğim zaman,  halkın içinde,  diğer ganimetlere  müte­allik bu talebinizi bana tekrar ediniz.» Onlar da böy­le  yaptılar.   Hz.   Peygamber   (S.A.)   de   kendisine  ve ailesine ganimetten düşen mezkûr hisseyi iade ettiği­ni halkın ortasında tekrar etti. Hz. Ebû Bekr ve Ömer ve onlardan sonra diğer ileri gelenler, birbiri arkasın­dan Hz. Peygambere  (S.A.)   katıldılar. Bu arada bir iki kılan, bu fikre iştirak etmeyip kendilerine düşen harp esirlerini (yani artık köle durumuna sokulmuş olan Hevâzinlüeri) azat etmekten geri kalmışlardı. Müslüman askerler, hiç bir fidyei necat vesair kar­şılık almaksızın harp esirlerine hürriyetlerini iade ettiler. Hattâ, Hz. Peygamber (S.A.) bazı dikbaşlı ve tamahkâr kimselere, «insan* cihetinden ganimet ola­rak aldıkları hisseleri Hevâzinîlere iade etmeleri em­rini vermiş ve buna mukabil uğrayacakları kaybın devlet hazinesinden ödenmesi suretiyle telâfi edile­ceğini bildirmişti.[292]

202. Bütün bu siyasi hâdiseler, Tâ'ifin bu en son müttefikinin de kendisinden ayrılmasına sebep oluyordu. Tâ'if etrafında şimdi artık îslâmın nüfuz ve tesiri kuvvetlenmiş, atlayıp sıçramalarla yayılıp duruyordu. Tâ'if'de istihsal edilen ticari ürünler için yegâne bir pazar yeri olan Mekke, şimdi Müslüman­ların kontrolü altındaydı. Muhtemeldir ki artık Tâ'if kervanları, bizzat kendi şehir hudutları haricine çı­kamamaktaydılar ve hattâ senelik Ukâz panayırı şim­di Tâ'iflilere kapatılmıştı. [293] Neticede, Tâ'if muhasa­rasının üzerinden bir yıl geçmemişti ki bunlar, Me­dine'de bulunan Hz. Peygambere (S.A.) bir heyet gön­dererek gerek manen ve gerekse siyasî olarak İslâm Devletine inkıyat etmek istediklerini bildirdiler ve artık kendi  el yapılarından başka bir şey olmayan Lât ve Uzzâ gibi putlara tâbi olmayı bıraktıklarını, Allahın bir tek olduğunun gerçekliğine inandıklarını ve ibâdetin sadece Ona ait olduğunu itiraf ettiler. Hz. Peygamber (S.A.) derhal artık müslüman kimseler olarak onların kendilerine has olan istidat ve dirayet­lerini salim bir mecraya akıtmasını bildi: Devletin çe­şitli işleri başına idareciler ve memurları, bizzat yi­ne onlar arasından seçip tayin etti. Bu adamlar, îs­lâmın sağlamlaşmasında ve yayılıp gelişmesinde mu­vaffakiyet ve fayda sağladılar. Bu husus, Hz. Pey­gamberin (S.A.) devamlı surette müdafaa ve tatbik ettiği akıllı siyaset, yâni, insan kanı ve mağlûblara karşı da müsamahakâr ve âli cenâb, davranma siyâse­tinin bir neticesidir. [294]


[276] Eğâni,   C.   12.   s.   48-49.

[277] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 162-164.

[278] İbn Hişâm, s. 872; Taberi, s. 1672.

[279] Kahire  neşri.  I,  306.

[280] C. II/l. s. 114.

[281] İbn Sa'd,  1/2, s. 52.

[282] tbn Hişâm, s. 873.

[283] C. I, S. 337.

[284] Mür. od.' tbn Sa'd, 11/1, s. 114.

[285] îbn Hişâm, s. 873.

[286] İbn  Sa'd,   n/l, s.  114-115;   İbn Hişâm,   s. 874.

[287] İbn   Sa'd,   îl/l,   s.   114;   Vâqıdi,   MağAzî,   adlı   eseri   vr. 228b, British Museum, elyazması.

[288] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 165-168.

[289] s.   954.

[290] C. II, s. 77, ikinci tabı.

[291] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 168-170.

[292] İbn Hişâm,   s. 877 ve müt.

[293] Calibi dikkattir ki, sonradan Tâ'if ile İslâm devleti ara­sında akdedilen muahedenin 5. maddesinde, Tâ'iılilerin Ukâz pa­nayırında   faizli   ticari   muamelelerde   bulunabileceklerine   dair bir nevî imtiyaz teşkil eden bir hüküm vardır.   (Muahedo met­ni  için  bakınız: Ebû Ubeyd, Kitâb'ül-Emvâl, Kahire,  Hadis No. 508; benim  -el-Vesâiq'us-Siyâsiyye»  adlı kitabım, No.  181 ve be­nim Corpus des documents, Paris 1936, No.  160.

[294] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 171-173.