๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Peygamberin Savasları => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 15:24:08



Konu Başlığı: Harbin evveliyatı ve harbi doğuran sebepler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 15:24:08
Harbin Evveliyatı Ve Bu Harbi Doğuran Sebepler:


41. Evvelemirde yeni İslâm dinini kabul ettikle­ri için Mekkeliler hemşehrilerini merhametsizce tazyikleri altında tuttular ve onları hicret etmeye zorla­dılar; yukarıda da zikredildiği gibi, Mekke'yi terke-denlerin geride bıraktıklan mal ve mülklerini znptet-tiler ve bu muhacirlerin sığındıkları memlekeUoriri, yani önce Habeşistan ve sonra Medine idarecilerine, bunların nüfuzlu insanlarına boş yere de olsa siyasî baskı icra ettiler. [64] Bütün gayeleri mücrim addettikle­ri bu insan'arın iadesi ve onların tekrar memleketle­rine dönmeleri idi. Diğer yandan Müslümanlar Me­dine'ye hicret ettikten sonra onları iktisadi baskı al­tına almak ve kendi kontrol veya nüfuzu altında tut­tukları Medine havalisinden Kureyşlilere ait kervan­ların geçmesini yasak etmek suretiyle mukabelei bil-misilde bulunuyorlardı. Bütün bunlar Kureyşliler ta-rafından tecavüzî bir harbin başlatılması için kâfi sebeplerdi.                           

42. Kureyşlilere ait kervanlara yapılan hücum­ların basit bir çapulculuk olarak mülâhaza edilme­mesi icap eder. Çünkü ne Kureyşliler masum ve ne de hücum edenler sırf bu iş için teşkil edilmiş bir çe­te idiler.  Sadece,  iki  Şehir-^Devleti  arasında mevcut bir harp mevzuu bahisti; bir harp durumu ise muha­rip tarafların birbirlerine gerek can ve gerek mal ve gerekse  düşmanın  diğer  menfaatlarına  karşı  zarar verme hakkını verir.

43. Bu   sebeple  ben,   Kureyşlilerin  kervanlarını yağma edip onlara zarar vermek gayesiyle tertip edil­miş bu seferlerin mevcudiyetini inkâr için deliller arayan bazı çekingen İslâm müdafileri ile hemfikir de­ğilim. Hz. Peygamberin (A.S.) hayatı üzerindeki tet­kikleriyle tanınmış hintli yazar profesör Şiblî, o dev­re ait en iyi bir isbât vesikası olan Kur'âna müracaat edip Bedr savaşma dâir mülâhazaları aydınlatmaya çalışmıştır. Filhakika Kur'ânm 8/6. âyetinde şöyle de­nir: «...sanki gözleri göre göre ölüme sürülüyorlar-mış gibi...» Keza, Hz. Peygamberin (S.A.) mü'minle-ri ticâret kervanı üzerine bırakmayıp aksine Kureyş­lilerin silâhlı kuvvetlerine karşı koymağa sevkedişi dahi esas biri delildir. Aynı şekilde Kur'ânm aynı sû­re ve bir sonraki âyetinde (8/7) deniyor ki:

«Hani Allah size iki taifeden birinin muhakkak si­zin olduğunu vadediyordu, siz ise kuvvetli ve silâhı bulunmayanın kendinizin olmasını arzu ediyordu­nuz...» Bu âyet, o zaman Müslümanların kervana mı, yoksa düşman silâhlı kuvvetlerine karşı mı savaşma­ları lâzım geldiğini pek kes tireme miş olduklarını sa­rahaten gösteren kâfi bir delildir. Her iki vaziyet de müsavi idi. Kervan bin deveden müteşekkil ve getir­diği mallar, yarım milyon dirhem kıymetindeydi. [65] Ev­velce kervan idarecilerinin yaptıkları istihbarat, ken­dileri daha hariçte iken bile Müslümanlar tarafından takip edildikleri merkezindeydi. [66] Müslümanlar şun­dan emindi ki, Mekkeliler, bu kervanı himaye için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar, gerek kendi ve gerekse müttefiki bulundukları kabilelerden toplıya-caklan gönüllüler ile bu himayeyi başarmaya çalışa­caklardı. Bu yüzden Müslümanlardan bir kısmı Me­dine'den uzaklara, Mekke istikametinde gitmeyi «Ölümim ağzına girmek* olacağını düşünüyorlardı. On­lar ölümden korkmuyorlardı. Hz. Peygamber (S.A.) yaşça çok küçük Umeyr isimli bir gönüllünün teşkil edilen orduya gönüllü olarak katılmaktan menedil-mesi neticesi, bu çocuğun canhıraş feryat ve ağlama­lar içinde kalması ve sonunda Hz. Peygamberin (S.A.) bu küçük gönüliüyü kabule mecbur oluşu, diğer Müs­lüman askerlerini heyecan içinde bırakmıştı. Çocu­ğun sevinci hudutsuz bir haldeydi; o kadar küçüktü ki, büyük kardeşi Sa'd'ubn Ebî Vaqqâs, onun harp teçhizatını giymesi için kendisine yardım etmeye mecbur olmuştur.[67]

44. Suriye'den gelen kervan, Müslümanlar tara­fından batı kesiminde veya Medine'nin şimalinde dur­durulabilirdi. Hz. Peygamber (S.A.) tarafından hu­susî surete Suriye'ye gönderilmiş casuslar vasıtasiy­le kervanın bu seyahatmdan dönerken takip ettiği yol ve geçtiği mıntıkalar hakkında Medine'ye tam ma­lûmat verilebilmiştir.[68] Öyle ki, bu devirde ne telgraf ve ne de sür'atli ulaştırma vasıtaları vardı; bir deve kervanı hakkında istihbarat gene deve vasıtasiyle ya­pılabiliyordu. Bu yüzden bir haberci kıt'ası, doğruca batıdaki sahil bölgesinden dolaşsa bile, hareketi, do­laşıp haber araştırması ve bunu Medine'ye ulaştır­ması takriben iki gün veya daha fazla bir zaman alı­yordu. Muhakkak ki, büyük bir kervan böyle bir iş­le vazifelendirilmiş bir askeri müfrezeden daha az hareket kabiliyetine sahiptir. Bununla beraber, ker­van kılavuzları iki durak arasındaki yollarını rastge-le değiştiriyorlardı. Neticede, Suriye'den gelen ve hâlen şimalde olan bu kervanı güneye doğru inip Mek­ke istikametinde durdurmanın daha emniyetli oldu­ğuna karar verdiler. Bunda, rlîğer mıılâhazalar da te­sirli olmuş olabilir: Güney bölgesinde yaşayan halk, Müslümanların dostu ve müttefikiydi; halbuki kuzey­dekiler böyle değildi. Bu sebepten güney halkı ker

Bedi' savaşının krokisi.

vanı durdurma işinde bir mâni yerine bir yardımcı vazifesini görebilirdi. Bahusus büyük bir kervanın bir yerde mola verişinin mahalli halk için büyük bir gelir kaynağı teşkil etiğini düşünmek lâzımdır. Keza Bedr havalisi gerek gizlenmek ve gerekse bir pusu kurmak için elverişli imkânlara sahip bir yerdi.

45. Zaman, oruç ayı  olan  Ramazan ayına   rast­lamaktadır ve o gün, tam manasıyla çok kızgın bir güneş altında geçiyordu.  Bir iki günlük yürüyüşten sonra Hz. Peygamber  (S.A.), teşkil ettiği askeri  bir­liğe  sefer  boyunca  orucu   bırakmalarını   emretti, ve Medine'den  ayrılırken  resmî  işleri  tertip  ve  tanzim etmek üzere bir vekil tayin etti. Orduda çeşitli mu­hitlerden gelen gönüllüler, evvelki kendi bayrakları altında toplandı ve Ensârilerden Kays'ül-Mezînî mü­him bir vazife olan muhafız kıt'ası kumandanlığına getirildi. [69] Bir hâdise vardır ki askerî ehemmiyeti do-layısiyle  kayda değer bulunmaktadır:' Bedr'e doğru yolda gelirken   (keza Mekke'nin fethi için de yürü­yüşe geçildiği zaman da)  Hz. Peygamber  (S.A.), de-yelerin  boyunlarına  v.s.  yerlerine  asılmış  olan  çın­gırak ve çanların, hareket halinde olan ordunun ge­ce yürüyüşünü ihtiyaten gizlemek gayesiyle, çıkarıl­masını emretmiştir.[70]

46. Bedr, Kızıl Deniz sahiline oldukça yakın bir yerdedir.  Mühim ve büyük  bir konak yeridir;  ker­vanlar umumiyetle buradan geçerler. Burası Suriye'­ye, Mekke'ye, Medine'ye giden yolların birleştiği bir kavşak noktasıdır.  Bu noktanın  ehemmiyeti dolayı-siyle  Hz.  Peygamber   (S.A.),  gelmesi beklenen ker­vandan birkaç saat evvel Bedr'e vardı.

47. Hz. Peygamberin (S.A.) buraya gelirken mu­tadı veçhile, tanınmayan ayrı bir yolu kullanmış ol­ması mümkündür. Yolda mütemadiyen keşif kît'aları çıkarıyor [71] ve bazan da bu vazifeyi bizzat îfa ediyordu. Veyahut da Ashâbdan birkaç kişi ile birlikte or­dudan ayrılıp vadiler arasında, düşman hakkında malûmat topluyordu. Bazan yeni bir haberle dönse bile, bazan hiç bir haber elde etmeksizin döndüğü de vâkiydi. Bu çıkışlarından birinde O, Demre bede­vilerinden düşman hakkında bazı mühim haberler elde etti. [72] Keşif kıtaları develere binmiş olarak Bedr civarındaki köylere varıncaya kadar nüfuz ediyorlar ve gayelerini gizliyerek gûyâ buralardaki kuyular­dan su içmek için durmuş gibi yapıyorlardı. [73] Bir defasında bu kuyulardan birinin başına gelmiş iki kızın, «kervanın, pek yakında geleceğini, artık on­ların hizmetinde bazı işlerde bulunup elde edeceği ka­zançla kendine olan borcunu ödeyeceğine» dâir ara­larındaki konuşmaları tesadüfen işittiler; bu kadarı kâfi idi. Derhal ordugâha dönerek haberi bildirdiler. Hemen Bedr'de pusu kurup kervan Bedr ovasına ku­zeydeki dar olan dağ geçidinden duhûl ettiği zaman hücuma kalkmayı kararlaştırdılar.

48. Gördüğümüz gibi kervan, bu seyahati bo­yunca Müslümanlar tarafından bıkıp usanılmadan uzaktan ve yakından takip edildiğini kervan idareci­leri de öğrenmiş bulunuyorlardı. Hattâ kendilerinden evvel altı yedi kervanın da böylece takip edildiklerini bilmekteydiler. Bilhassa, Müslümanların nüfuz ve te­sir sahaları olan bu bölgede endişe içinde idiler. Sıra­sı gelmişken söyliyelim ki, İslâmdan evvelki günler­de Gifâr.kabilesi, yağmayı itiyat hâline getirmiş ol­masıyla mâruftu;  hattâ bunu,  hac  mevsiminde  harâm olduğu halde hacılara karşı da icra ederlerdi ve bunlar da Bedr civarında otururlardı". [74] Genç yaşında Mekke'de îslâmiyeti kabul eden Ebû Zer el-Gifârî, Hz. Peygamber (S.A.)  tarafından bu havâinle Müslüman­lığı yaymak için vazifelendirilmişti".[75] Düşünülebilir ki bu kabileye mensub olan bazı yeni Müslüman olmuş kimselerin enerjileri, bu sefer yeni dinin düşmanları­na yâni Kureyş kabilesi kervanlarına karşı zarar ver­mek üzere yöneltilmiştir. Tabiî olarak gelen kervanın reisi Ebû Sufyân dahi endişeli ve müteyakkız idi. Bu yüzden Bedr - Huneyn sapağında bir durak yerdi"[76] ve Bedr düzlüğünün mola için kalma veya geçip gitme bakımından   emniyetli   bir   yer  olup  olmadığını   gör­mek  üzere  bizzat kendisi keşfe  çıktı.  Mevsimin  çok sıcak  bir gününde  bulunulduğunu  evvelce söylemiş­tik; bu yüzden develerle gecelen seyahat ediliyor, gün­düzleri ise mola veriliyordu. Ebû Süfyân herhalde, sa­bahleyin çok erken Bedr'e varmış olmalıdır ve o sı­rada, muhakkak ki, kuyu başında birçok yerli toplan­mış birbirleriyle konuşuyorlardı. Ebû Süfyân mühim bir şahsiyetti;  ihtimal ki onun gelişini işiten Cuhey-nilerin başkanı Mecdî ibn Amr, çadırından çıkıp gel­miş vo ona hoş geldin demek istemiştir. [77] Mecdî, Yan-bû yakınında yaşıyordu. Onun burada bulunuşu, bu­radan geçecek bu büyük kervana ne kadar ehemmi­yet atfettiğini gösterir. Her nasılsa Bedr yerli halkı, Müslüman ordusu hakkında hiç bir şey bilmiyordu.

Mecdî, kuyudan su almak üzere biraz evvel gelmiş olan iki develi süvari müstesna, hiç bir şey görmedi­ğini vo bilmediğini söyledi. Ehû Süfyân, Müslüman sü­varilerin çıkıp geldikleri cihete acele koştu vo ayak izlerini takip ederek, henüz yeni edilmiş deve pisli­ği bulunan bir yere geldi; eline bir parça alarak onu ezdi, parçaladı ve içinde hurma çekirdeklerini görür görmez: «-Aman Allahım! Bura ahalisinin devele­rine verdikleri yem bu olamıyacağma göre, bunlar Medinelüere ait develerdir ve eminim ki bunlar Mu-hammedin (Ş.A.) askerlerinin develeridir.» diye hay­kırdı. Buradan acele olarak kervanın beklediği ye­re döndü ve süratli bir hecin devesi ile Mekke'ye bir imdat çağrısı gönderdi, kervanın yolunu değiştirdi, Bedr'e uğrama yerine, Kızıl Deniz sahil yolundan yü­rüyüşüne devam etti ve iki gece hiç duraklama yap­maksızın devamlı yürüyüş yaptı ve böylece kervan, Müslümanların hücumundan kurtulmuş oldu ve Mek­ke'ye vardı. [78] Yoldayken, ikinci bir haberci ile, artık Mekkelilerin yardımına ihtiyacı kalmadığını bildir­mişti.

49. Ebû Süfyân'ın gönderdiği ilk haberci, Mek­ke'ye varıp âdet veçhile çırılçıplak bir vaziyette [79] yük­sek bir yere çıkıp haberi bildirince, bu, infial ve iğ: birâra sebep oldu. Çünkü Mekke'de herhangi bir aile yoktu ki, bu kervanda bir malı olması suretiyle ya­hut başka bir sebepten menfaati olmamış olsun. Du­rum çok acele idi; uzun uzun hazırlık yapmaya va­kitleri yoktu; müttefiklerinin yardımlarım, hattâ Ehâ-bişlerin yardımlarını bile bekleyemezlerdi (sonradan buna pişman olmuşlardır). Bin kadar gönüllü ve yüz kadar da süvârî ile Bedr'e doğru hemen yola koyul­dular. Yolda, Ebû Süfyân'm ikinci habercisi ile mü­lâki olmalarına ve bunun kervanın emniyet, haberini kendilerine ulaştırmasına rağmen, plânlarında bir de­ğişiklik yapmadılar. Müşriklere ait bu iki kafilenin yarı yolda karşılaşmadığına bakılacak olursa, kaçan kervanın ve Mekkeli kuvvetlerin aynı güzergâh üze­rinde olmadıkları sonucuna varabiliriz. Mekkelilerin nâlâ Bedr'e doğru yürüyüşlerinin, evvelden beri de­vam eden Medinelilerin tehdit ve tehlikelerine bir son vermek maksadına matuf  olması muhtemeldir.

50. Mekkeli bu kuvvetlerin Bedr'e ulaşabilmesi için bir haftalık bir zaman lâzım gelmektedir. Şimdi şu sual sorulabilir: Hz. Peygamber (S.A.) kervanı kaçırdıktan sonra .niçin bu kadar müddet bekledi de kendi üssü ve müstahkem mevkii olan Medine'ye av­det etmedi? Düşünülebilir ki bu seferinden bilistifa­de, mahallî kabileler ile temas etmek ve mümkün ise dostluk muahedeleri ve ittifaklar akdetmek istemiş­tir. Tabii bu muahedelerle kendi nüfuz ve tesir sahası genişleyerek Mekkeli kervanların Suriye'ye giderken ve gelirken geçtikleri yollan tamamen kontrolü altına alabilecekti. Hicri 1 inci yılda Cuheynilerin bir kolu ile zâten ittifak etmişti ve tarihî malûmat gösteriyor ki [80] hicretten sonra ikinci yılda Benû Demre, Benû Müdlic, Benû Zur'a ve Benû Rab'a kabileleri ile itti­fak muahedeleri yaptı; bunlardan bazılarını işte bu sırada akdetmiş olması muhtemeldir. Bütün bu ka­bileler, Kızıl Deniz ile Bedr arasında oturmaktadır­lar; işaret ettiğimiz gibi, bu havaliden Mekke - Suriye yolu geçmektedir.

51. Şu ihtimal dahi varittin Hz. Peygamber (S.A.) kervanı çevirmek üzere ovanın kuzey geçidi civarın­da  bir yerde  ordugâhını  kurmuştu  ve  muhtemeldir ki sonradan dahi bu kesimde kalmıştı.  Fakat, Mek­kelilerin büyük sayıda bir   kuvvetle   üzerlerine gel­diğini haber alınca, onlara karşı koymağa karar ver­di; kumandanlarından bazıları araziyi çok müsait bu­luyorlardı. Onların tavsiyesi üzerine Hz.   Peygamber (S.A.), güneye hareket etti ve su ikmâl yeri olan ku­yuyu zaptetti; gayesi, düşmanı bundan mahrum bı­rakmaktı.[81]

52. Mekkeli   Kureyşîler,   musiki  âletleri   çalarak geldiler; onlar muzaffer bir edâ taşıyorlardı. Müslü­manlar ise her şeyden, hattâ ulaştırma imkânların­dan bile mahrum idiler.  Bir deveyi iki veya üç kişi kullanıyordu. Maneviyat durumları ise şu hâdiseden kolaylıkla çıkarılabilir:  Huzeyfet'übn'ül-Yemân   adlı bir  Yemenli   anlatıyor:   «Benim  Bedr   muharebesine iştirak edemeyişime şu hâdise  sebep olmuştur • Ben ve babam İslâm dinini kabul ettikten sonra, yolumuz Mekke'ye   düştü.   Bizi   Mekkeli   Kureyşiler   yakaladı­lar ve dediler ki, siz Hz. Peygambere  (S.A.)  ulaşmak istiyorsunuz; reddedip böyle bir arzumuz olmadığını, sadece Medine'ye gittiğimizi söyledik. Onlar Medine'­ye gitmemize müsaade ettiler ve fakat Hz. Peygam­berin (S.A.) safında harbe iştirak etmeyeceğimize da­ir bizden söz alıp yemin ettirdiler;  biz de Hz. Pey­gambere  (S.A.) geldik, durumu izah ettik, o da Me­dine'ye gitmemizi  ve onlara  verdiğimiz sözü tutma­mızı söyledikten sonra ilâve etti: Allah bize Kureyş-lilere karşı yardım edecektir.»[82]

53. Hz. Peygamber (S.A.) Bedr'e vâsıl olunca su­baylarından bazılarını da yanına alarak ovada keş­fe çıktı ve onlara düşman ordusunun ne taraftan ga­yet kolaylıkla imha edilebileceğini gösterdi22. Mucize göstermesini bir tarafa bırakacak olursak görürüz ki Hz. Peygamber  (S.A.), müteaddit düşman birlikleri­nin çeşitli yön ve mevkilerden   kabiliyet, istidat ve iktidarlarını harpten evvel mütalâa etmiş, ihtimalleri hesaplamış ve kendi müdâfaasını da bu tahminlere göre tayin ve tanzim etmiştir. Tarihî malûmat, Hz. Peygamberin   (S.A.)    düşman   kuvvetleriyle   birlikte gelmekte olan mâruf kumandanların kim oldukları­nı öğrenmek için hususi bir gayret ve mesai sarfetti-ğini göstermektedir.[83]

54. Meydan muharebeleri umumiyetle sabah er­ken başladığından, Hz. Peygamber (S.A.)  kuvvetleri­ni öyle bir yerde toplamıştı ki, düşman ilerlediği va­kit yükselen güneşin ışıkları kendi askerlerinin göz­lerini asla kamaştırmayacak ti.[84]

55. Eski   tarihçilerin   Bedr  arazisinin   yapısı   ve vasıfları  hakkında   verdikleri  malûmat   umumiyetle vazıh değildir. Bin üç yüz küsur senenin geçmesiyle tabii  durumlarında bazı  değişiklikler  olması   müm­kündür (meselâ bu tarihçilerin bahsettikleri su mec­raları gibi). Mamafih, burada bugün bir nevi yeraltı su mecrası olan bir su kemeri vardır ki, akıntısı şe­hirden başlar, Arİş Tepesine doğru gider ve oradan hurmalıklara doğru akar. Ariş Camiinden takriben dokuz  metre  mesafede  tedricen  ufkileşerek nihayet yer yüzüne çıkar. el-Ariş Camii, tepe üzerinde olduğu için bu su mecrasından abdest almakta faydala­nabilmek için tabiatiyle bazı kazı ameliyelerine ihti­yaç vardır.

56.  Muhtemeldir ki,  düşmanın  gelmesi   üzerine Hz. Peygamber (S.A.); vadinin el-Udvet'üd-Dünyâ ta­rafından hareket ederek, el-Ariş tepesine yakın bir yerde ordugâhını tesis   etmiştir.   Gayesi   vadinin el*-Üdvet'ul-Kusvâ tarafına, daha uzağa konaklamış olan düşmanın  su  ile  alâkasını  kesmekti;   birçok'büyük hendek kazılarak suyun akışı bu kanallara çevrildi. Bu suretle, suyun sadece düşman   tarafına   akması önlenmiş olmadı, aynı zamanda onu bir yerde birik­tirerek  Müslümanların  faydasına  emre  amade  tut­mak da mümkün oldu. Kaynaklar naklediyor ki. Hz. Peygamber   (S.A.)   Bedr harbi sırasında kırmızı bir çadırda kalmıştır.[85]

 

Savaş Nasıl Oldu?
 

57.  Müslüman   gönüllülerinin   adedi   300   kadar vardı, ayrıca, iki (muhtemelen üç) atları vardı. [86] Dev­riyeler tarafından esir edilen, düşman su nakliyecile­rinden  Müslüman   istihbaratının   öğrendiğine   göre, düşman 1000 veya 900 askerden müteşekkildi". [87] Bun­lara ilâve olarak aynı tarihçi, yüz kadar atlı süvari­nin mevcudiyetini iddia etmektedir [88] İyi tertibat alınmaksızın ve yüksek sevkülceyş gösterilmeksizin bu gayri müsavi mücadelenin aleyhte çok kısa süreceği pek tabii idi. et-Tirmizî'ye nazaran [89], islâm kuvvetle­rinin arazi üzerinde kol nizamından harp nizamına açılması işi, harbe takaddüm eden gece tamamlan­mış bulunuyordu. Sabahleyin çok erken Hz. Peygam­ber (S.A.), kendi küçük ordusunun muntazam sıra ve muayyen hatlarını dikkatle teftiş etti ve onların «bir ok gibi» cevval ve kuvvetli olduklarım bir kere da­ha yakından gördü. Hz. Peygamber (S.A.), bu teftiş esnasında, elinde bir âsâ taşıyor ve bununla kendi hattının ilerisinde veya gerisinde kalmış gönüllülerin hakikî yerlerini işaret ediyordu. [90] Bu işi bitirdikten sonra, her mevzi için bir kumandan tayin etti. Vâ-qıdî'ye nazaran [91], Hz. Ebû Bekr sağ kanadın idaresi­ne getirilmişti. Bu biraz şüphelidir, çünkü diğer bazı tarihçiler, Hz. Ebü Bekr'in harp boyunca Hz. Peygam­berin (S.A.) yanında, yani gözetleme kulesinde kal­mış olduğunu iddia etmektedirler. Hakikaten Hz. Ali'­ye isnad edilen bir rivayette, Hz. Peygamberin (S.A.) etrafında daimî bir muhafız kıtası mevcuttu. Çünkü kendisi harpte, bahadırlığı sebebiyle bazı ataklar yap­tığından, mutlaka himayeye muhtaç oluyordu. [92] Müs­lüman kuvvetleri, üç esas zümreye ayrılmıştı: 1. Mek-keli Muhacirler, 2. Evsiler, 3. Hazreciler. Bunlardan herbiri, açtıkları kendi sancakları altında toplanmış­lardı". [93] Bugüne mahsus üç ayrı parola dahi -tesbit edilmişti. [94] Fakat bu üç ayrı kısmın sayıları birbirine müsavi olmadığı gibi, ihtimal, bazı bölgelere baş­ka kabilelerden kuvvetler dahi yerleştirilmişti. [95]

 

Hz. Peygamber (S.A.)  Tarafından Orduya Verilen Talimat:
 

58. Mevzileri ve harp hatlarını tanzim ettikten sonra Hz. Peygamber (S.A.), o günlerin Allahsız ve putperest camiası içinde, tek Allaha inananlar dün­yasının bu en son kafilesini teşkil eden adamlarına bazı mühim talimatta da bulunmuştur. Keza Hz. Pey­gamber (S.A.), o günkü namazlarında bizzat: «Ey Kadiri Mutlak Allahım, Sen mü'minlere yardım et! Şayet onlar tamamen mahvolacak olurlarsa sana ar­tık ileride ibâdet edecek kim kalır.» [96] şeklinde, bu du­rumu belirten bir dua etmiş ve neticede bu methiye­leri işiten, gayelerine sonsuz derecede bağlı Müslü­manların heyecanları son haddini bulmuştur. Hz. Pey­gamberin (S.A.) orduya hitabesi şudur: «Hatlannızı bırakıp ayrılmayınız, hiçbir yere kımıldamayıp yerle­rinizde kalınız. Ben emir vermedikçe savaşa başla­mayınız. Oklarınızı düşman size yaklaşmadan kulla­nıp israf etmeyiniz, düşman kalkanını açtığı zaman okunuzu atınız. Düşman iyice yaklaşınca elinizle taş atınız. Daha da yaklaşırsa mızrak ve kargılarınızı kullanınız. Kılıç en sonra, düşman ile göğüs göğüse gelindiği vakit kullanılacaktır.» [97] Herbir Müslüman bulunduğu yere taş yığmakları yapmıştı; bunlar, o günün el bombaları olarak addolunabilir. Sadece mü­dafaa harbi yapacak olan Müslümanlar için bunlar çok elverişli ve işe yarar şeylerdi. Düşman ise taar­ruz harbine giriştiğinden, isteseler bile, muharebe hattından hücuma geçtiklerinde beraberlerinde bir veya iki taştan fazlasını atmalarına imkân yoktu.

59. Hz. Peygamberin (S.A.) ahlâki ve bediî meş­hur bir sözü vardır: «Allah her hususta güzellik ve iyilikle hareket etmenizi emretmektedir. O halde öl­dürürken bile en iyi ve en güzel tarzda öldürünüz.» [98] Hz. Peygamberin  (S.A.)  taraflardan birine kumanda ettiği bu ilk savaşta yukarıki mezkûr esas emir ve tenbîhin ifa edilmiş olması muhtemeldir. Öldürmenin zalimane ve lüzumsuz olanı sarahaten menedilmiştir. Meselâ, zaruret yokken kadınları, çocukları, fiilen sa­vaşa iştirak etmemiş ahçi, uşak ve benzeri kimseleri öldürmek gibi...

60. Kur'ân, Bedr savaşı münasebetiyle  çok ca­libi dikkat bir savaş usulü vazetmiştir: (8/12)  «...ve onların herbir mafsalına vurunuz.»   Bu   tarz   savaş düşmanın kafi bir ölüme sürüklenmesinden ziyade, onun uzun müddet rahatça savaşmasını önleyici bir tesir yapar; aynı zamanda göğüs göğüse yapılan çar­pışmalarda, bu husus harbin maksat ve gayesine ha­lel getirmeksizin mümkün olduğu kadar az kan dö­külmesini temin eder.                           

61. O zamanki Müslüman askerlerin tek tip el­biseleri (üniformaları) yoktu. Karşı tarafta Gayrimüs-limler arasında ise, kıyafet birliğine daha da az rast­lanıyordu.  Bunun için  Müslümanlar,  kendi  kardeş­lerini hasımlarından   göğüs   göğüse   çarpışma   esna­sında  evvelden  tesbit  ettikleri  parolaları  bağırmak suretiyle tefrik ediyorlardı. el-Vâkıdî'ye göre [99], bu parola umumiyetle «Yâ Mansûr emit» (yani, Ey yardım edip zafer veren, öldür)  idi.   Ibn   Kesîr'e   nazaran. [100]  «Ahad, Ahad» (yani, Allah birdir, Allah birdir) şek­linde olan parola diğerlerinden daha fazla kullanıl­mıştır. Diğer parolalar ise şunlardır: süvariler için; «Ey Allanın süvarisi», Mekkeli Muhacirler için; «Ey Benû Abdurrahmân», Hazrecîler için; «Ey Benû Ab­dullah» ve Evsîler için; «Ey Benû Ubeydullah». Sade­ce gece nöbeti esnasında değil, gündüz çarpışmaları esnasında da, kendilerini düşman askerlerinden ayır-maK maksadıyla bu parolaları Işi'âr) kullandıkların­dan bunların gizli tutulmaya da lüzumu yoktu. Asıl mühim olan, harbin en kızgın olduğu bir sırada mu­hariplerin birbirlerini nasıl bulup tefrik ettiklerini ortaya çıkarmaktır. Mamafih, evvelden beri Müslü­manların tek tip kılık taşıdıklarına dair bir kanaat mevcuttur. Kur'ânda Bedr savaşıyla ilgili âyetlerde «işaretli meleklerde [101] atıflar vardır. Bu âyeti açıkla­yan Taberi, Tefsir adlı eserinde bu harp münasebe­tiyle Hz. Peygamberin (S.A.) şu tenbihte bulunduğu­nu söylüyor: «Ey Müslümanlar! Allanın sizlere yar­dımcı olarak gönderdiği melekler işaretler taşımak­tadırlar; o halde sizler de işaretler edinin». Ve müel­lif ilâve ediyor: «temin edebilenler, derhal başlık ve miğferleri üzerine yünden ibik şeklinde parçalar ilâ­ve ettiler.»[102]

62. Düşmanın tertîb ve teşkili hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. el-Vâqıdî'ye göre [103] sağ ve sol olmak üzere iki cenah halinde harp sahasında top­lanmışlardı. Aynı kaynağa göre, onlar sadece üç sancak taşıyorlardı. Tam ilerledikleri sırada, bir müd­det tevakkuf ettiler ve o zamanların âdeti veçhiyle, önce her iki taraftan birer ferçii teke tek döğüştürdü-Ier" [104] (Mubâreze).

63. Hz. Peygamber (S.A.), harbe tekaddüm eden bütün bir geceyi Allaha ibadet ve dua ile geçirmişti. Şimdi, artık küçük ordusunun tertip ve teşkilinden memnun ve emin bir halde «erkânı harbiyesi» ile bir­likte harp meydanına hâkim ve bütün ovayı görüşü altında tutan tepeye çıktı. Burada onun emriyle bir tarassut (gözetleme) kulesi (Ariş) inşâ edilmişti. Bu yapı, aynı zamanda bir yandan kızgın güneş ve diğer yandan da düşman tarafından gelebilecek olan serseri oklara karşı bir sığınak vazifesini görecekti. Bu mev­kide icabı halde kullanılmak üzere birkaç sür'atli he­cin devesi bulundurulmaktaydı. [105] Muhakkak ki bu muharebe idare yerinde bulunan kumandanlar, ken­di emri altındaki birliklere emirlerini bu develerle ulaştırmışlardır. Keza, bu süratli hayvanlar, harp hiç beklenmeyen bir tarzda sona ererse, yüksek kuman­da heyetinin ric'atini de kolaylıkla sağlayabilirdi. Esasen bu tarassut kulesi ile Medine yolu arası ta­mamen açık bir halde bulunuyordu. Taberî'ye göre [106], burada yani Ariş isimli mezkûr muharebe idare ye­rinde, seçme muhafızlardan müteşekkli bir müfreze de vazifelendirilmişti. İşte Ariş tepesi, ismini bu ta­rassut kulesinin o zamanki isminden almaktadır. [107]




[64] Tarih'üt Taberİ,  s.   1603;   Ibn  Hişftm,  s. 217  ve müt;   Ibn Heptbel. MÜsned, C. IV. s. 198; Ibn Habib, Muhabbar, s. 271-73.

[65] İbn  Sa'd,  II/l,  s.  25;  el-Vâqıdi'nin  el-Mağâzî  adlı  eseri, vr. 8a.

[66] Aynı  eser,  vr.  8b.

[67] Kenz'ul-Ummâl, C. V, No. 5375.

[68] fbn Sa'd, C. H/1, s. ö.

[69] Taberİ,  C.  I,  s.   1299.

[70] Maqrizi, İmtâ", Cilt I, s. 38.

[71] Taberİ, C. I, s.  1299,   1303.

[72] îbn Kesîr, C. III, s. 364; tbn Hişâm, s. 435; Taberİ, C. I, s.  1302.

[73] Taberİ, C. I, s. 1305; Îbn Sad, C. II/l, s. 16.

[74] Muk. ed ;  «Ebü Zer Ğifâri», Menâzir Ahsen Cilam tara­fından yazılmıştır. 2'ııci tabı, Karaçi, s. 10, İbn Hacer'in bir riva­yetine -göredir.

[75] Aynı eser, s. '75-84, Müslim  v.s. nin rivayetlerine göredir.

[76] Eş-Şo'mi. -Sîre».   

[77] îbn Kesir, C. III, s. 2(35.

[78] tbn Hişâm, s. 437.

[79] Bu âdet için daha fazla bilgi, -M. Mamidullah, İslâm Pey­gamberi, İstanbul  1981, C. II, s. 900de mevcuttur.

[80] Muk.ed. *el-Vesâiq'us-Siyâsiyye*.

[81] İbn Hişâm,  s. 439.

[82] Kenz'ül-Ummâ!, C. V,  No.  5348.

[83] Taberî, C. I, s.  1304.

[84] Vâqıdî, Mağâzi, vr. 15a.

[85] Kenzül-Ummâl, C. V, No. 5256;  Umumiyetle Emel Esin Hanımefendinin şu makalesine bakınız:  <al:Qubbah al-Turkiy-yah», Atti del III. Congresso di Studi Arabi e Islamici, Ravello 1966, Napoli 1967, s. 281-313 (bu makale ile birlikte birçok da re­sim bulunmaktadır). Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 55-67.

[86] İbn Sa'd, C. H/l, s. 6-7, 12, 15; Taberi, C. I, s. 1%98, 1304.

[87] İbn Sa'd, C. II/l, s. 9; Taberî, C. I, s. 1304.

[88] îbn Sa'd, H/l, s. 15.

[89] Bak. Ebvâb'ül-Cihâd.

[90] Taberî, C. I, s. 1319; İbn Hişâra, s. 444.

[91] Mağâzî, vr. 15b.

[92] Müslim,   Sahih,  32/79.

[93] Taberı, C. I, s. 1297.

[94] Belâzurî, Ensâb, I, 293, İbn Kesir, C. III, s. 274.

[95] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 67-69.

[96] İbn Hişâm, s. 444.

[97] İbn Hİşâm, s. 443; Mişkât'de zikredildiğine göre, Buhârİ, Ebû Davut v.s. de mukayyettir. Kez Kenz'ul-Umml, V, No. 5350 de bu  talimat hakkında teferruatlı bilgi mevcuttur.

[98] Müslim, Sahih, 34/57.

[99] Mağâzî, vr. 6a.

[100] C. III   s. 274.

[101] K.   3/125.

[102] Tefsîr'üt-Taberi, K. 3/125 in tefsiri ve Kenz'ül-Ummâl, C. V, No. 5349, v.s.

[103] Mağâzî, vr. 15b.

[104] İbn Hişâm, s. 443 ve müt.

[105] îbn Hişâm, s. 439-40.

[106] C.   I. s.  1322.

[107] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 69-72.