Konu Başlığı: Harbin evveliyatı ve harbi doğuran sebepler Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 15:24:08 Harbin Evveliyatı Ve Bu Harbi Doğuran Sebepler: 41. Evvelemirde yeni İslâm dinini kabul ettikleri için Mekkeliler hemşehrilerini merhametsizce tazyikleri altında tuttular ve onları hicret etmeye zorladılar; yukarıda da zikredildiği gibi, Mekke'yi terke-denlerin geride bıraktıklan mal ve mülklerini znptet-tiler ve bu muhacirlerin sığındıkları memlekeUoriri, yani önce Habeşistan ve sonra Medine idarecilerine, bunların nüfuzlu insanlarına boş yere de olsa siyasî baskı icra ettiler. [64] Bütün gayeleri mücrim addettikleri bu insan'arın iadesi ve onların tekrar memleketlerine dönmeleri idi. Diğer yandan Müslümanlar Medine'ye hicret ettikten sonra onları iktisadi baskı altına almak ve kendi kontrol veya nüfuzu altında tuttukları Medine havalisinden Kureyşlilere ait kervanların geçmesini yasak etmek suretiyle mukabelei bil-misilde bulunuyorlardı. Bütün bunlar Kureyşliler ta-rafından tecavüzî bir harbin başlatılması için kâfi sebeplerdi. 42. Kureyşlilere ait kervanlara yapılan hücumların basit bir çapulculuk olarak mülâhaza edilmemesi icap eder. Çünkü ne Kureyşliler masum ve ne de hücum edenler sırf bu iş için teşkil edilmiş bir çete idiler. Sadece, iki Şehir-^Devleti arasında mevcut bir harp mevzuu bahisti; bir harp durumu ise muharip tarafların birbirlerine gerek can ve gerek mal ve gerekse düşmanın diğer menfaatlarına karşı zarar verme hakkını verir. 43. Bu sebeple ben, Kureyşlilerin kervanlarını yağma edip onlara zarar vermek gayesiyle tertip edilmiş bu seferlerin mevcudiyetini inkâr için deliller arayan bazı çekingen İslâm müdafileri ile hemfikir değilim. Hz. Peygamberin (A.S.) hayatı üzerindeki tetkikleriyle tanınmış hintli yazar profesör Şiblî, o devre ait en iyi bir isbât vesikası olan Kur'âna müracaat edip Bedr savaşma dâir mülâhazaları aydınlatmaya çalışmıştır. Filhakika Kur'ânm 8/6. âyetinde şöyle denir: «...sanki gözleri göre göre ölüme sürülüyorlar-mış gibi...» Keza, Hz. Peygamberin (S.A.) mü'minle-ri ticâret kervanı üzerine bırakmayıp aksine Kureyşlilerin silâhlı kuvvetlerine karşı koymağa sevkedişi dahi esas biri delildir. Aynı şekilde Kur'ânm aynı sûre ve bir sonraki âyetinde (8/7) deniyor ki: «Hani Allah size iki taifeden birinin muhakkak sizin olduğunu vadediyordu, siz ise kuvvetli ve silâhı bulunmayanın kendinizin olmasını arzu ediyordunuz...» Bu âyet, o zaman Müslümanların kervana mı, yoksa düşman silâhlı kuvvetlerine karşı mı savaşmaları lâzım geldiğini pek kes tireme miş olduklarını sarahaten gösteren kâfi bir delildir. Her iki vaziyet de müsavi idi. Kervan bin deveden müteşekkil ve getirdiği mallar, yarım milyon dirhem kıymetindeydi. [65] Evvelce kervan idarecilerinin yaptıkları istihbarat, kendileri daha hariçte iken bile Müslümanlar tarafından takip edildikleri merkezindeydi. [66] Müslümanlar şundan emindi ki, Mekkeliler, bu kervanı himaye için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar, gerek kendi ve gerekse müttefiki bulundukları kabilelerden toplıya-caklan gönüllüler ile bu himayeyi başarmaya çalışacaklardı. Bu yüzden Müslümanlardan bir kısmı Medine'den uzaklara, Mekke istikametinde gitmeyi «Ölümim ağzına girmek* olacağını düşünüyorlardı. Onlar ölümden korkmuyorlardı. Hz. Peygamber (S.A.) yaşça çok küçük Umeyr isimli bir gönüllünün teşkil edilen orduya gönüllü olarak katılmaktan menedil-mesi neticesi, bu çocuğun canhıraş feryat ve ağlamalar içinde kalması ve sonunda Hz. Peygamberin (S.A.) bu küçük gönüliüyü kabule mecbur oluşu, diğer Müslüman askerlerini heyecan içinde bırakmıştı. Çocuğun sevinci hudutsuz bir haldeydi; o kadar küçüktü ki, büyük kardeşi Sa'd'ubn Ebî Vaqqâs, onun harp teçhizatını giymesi için kendisine yardım etmeye mecbur olmuştur.[67] 44. Suriye'den gelen kervan, Müslümanlar tarafından batı kesiminde veya Medine'nin şimalinde durdurulabilirdi. Hz. Peygamber (S.A.) tarafından hususî surete Suriye'ye gönderilmiş casuslar vasıtasiyle kervanın bu seyahatmdan dönerken takip ettiği yol ve geçtiği mıntıkalar hakkında Medine'ye tam malûmat verilebilmiştir.[68] Öyle ki, bu devirde ne telgraf ve ne de sür'atli ulaştırma vasıtaları vardı; bir deve kervanı hakkında istihbarat gene deve vasıtasiyle yapılabiliyordu. Bu yüzden bir haberci kıt'ası, doğruca batıdaki sahil bölgesinden dolaşsa bile, hareketi, dolaşıp haber araştırması ve bunu Medine'ye ulaştırması takriben iki gün veya daha fazla bir zaman alıyordu. Muhakkak ki, büyük bir kervan böyle bir işle vazifelendirilmiş bir askeri müfrezeden daha az hareket kabiliyetine sahiptir. Bununla beraber, kervan kılavuzları iki durak arasındaki yollarını rastge-le değiştiriyorlardı. Neticede, Suriye'den gelen ve hâlen şimalde olan bu kervanı güneye doğru inip Mekke istikametinde durdurmanın daha emniyetli olduğuna karar verdiler. Bunda, rlîğer mıılâhazalar da tesirli olmuş olabilir: Güney bölgesinde yaşayan halk, Müslümanların dostu ve müttefikiydi; halbuki kuzeydekiler böyle değildi. Bu sebepten güney halkı ker Bedi' savaşının krokisi. vanı durdurma işinde bir mâni yerine bir yardımcı vazifesini görebilirdi. Bahusus büyük bir kervanın bir yerde mola verişinin mahalli halk için büyük bir gelir kaynağı teşkil etiğini düşünmek lâzımdır. Keza Bedr havalisi gerek gizlenmek ve gerekse bir pusu kurmak için elverişli imkânlara sahip bir yerdi. 45. Zaman, oruç ayı olan Ramazan ayına rastlamaktadır ve o gün, tam manasıyla çok kızgın bir güneş altında geçiyordu. Bir iki günlük yürüyüşten sonra Hz. Peygamber (S.A.), teşkil ettiği askeri birliğe sefer boyunca orucu bırakmalarını emretti, ve Medine'den ayrılırken resmî işleri tertip ve tanzim etmek üzere bir vekil tayin etti. Orduda çeşitli muhitlerden gelen gönüllüler, evvelki kendi bayrakları altında toplandı ve Ensârilerden Kays'ül-Mezînî mühim bir vazife olan muhafız kıt'ası kumandanlığına getirildi. [69] Bir hâdise vardır ki askerî ehemmiyeti do-layısiyle kayda değer bulunmaktadır:' Bedr'e doğru yolda gelirken (keza Mekke'nin fethi için de yürüyüşe geçildiği zaman da) Hz. Peygamber (S.A.), de-yelerin boyunlarına v.s. yerlerine asılmış olan çıngırak ve çanların, hareket halinde olan ordunun gece yürüyüşünü ihtiyaten gizlemek gayesiyle, çıkarılmasını emretmiştir.[70] 46. Bedr, Kızıl Deniz sahiline oldukça yakın bir yerdedir. Mühim ve büyük bir konak yeridir; kervanlar umumiyetle buradan geçerler. Burası Suriye'ye, Mekke'ye, Medine'ye giden yolların birleştiği bir kavşak noktasıdır. Bu noktanın ehemmiyeti dolayı-siyle Hz. Peygamber (S.A.), gelmesi beklenen kervandan birkaç saat evvel Bedr'e vardı. 47. Hz. Peygamberin (S.A.) buraya gelirken mutadı veçhile, tanınmayan ayrı bir yolu kullanmış olması mümkündür. Yolda mütemadiyen keşif kît'aları çıkarıyor [71] ve bazan da bu vazifeyi bizzat îfa ediyordu. Veyahut da Ashâbdan birkaç kişi ile birlikte ordudan ayrılıp vadiler arasında, düşman hakkında malûmat topluyordu. Bazan yeni bir haberle dönse bile, bazan hiç bir haber elde etmeksizin döndüğü de vâkiydi. Bu çıkışlarından birinde O, Demre bedevilerinden düşman hakkında bazı mühim haberler elde etti. [72] Keşif kıtaları develere binmiş olarak Bedr civarındaki köylere varıncaya kadar nüfuz ediyorlar ve gayelerini gizliyerek gûyâ buralardaki kuyulardan su içmek için durmuş gibi yapıyorlardı. [73] Bir defasında bu kuyulardan birinin başına gelmiş iki kızın, «kervanın, pek yakında geleceğini, artık onların hizmetinde bazı işlerde bulunup elde edeceği kazançla kendine olan borcunu ödeyeceğine» dâir aralarındaki konuşmaları tesadüfen işittiler; bu kadarı kâfi idi. Derhal ordugâha dönerek haberi bildirdiler. Hemen Bedr'de pusu kurup kervan Bedr ovasına kuzeydeki dar olan dağ geçidinden duhûl ettiği zaman hücuma kalkmayı kararlaştırdılar. 48. Gördüğümüz gibi kervan, bu seyahati boyunca Müslümanlar tarafından bıkıp usanılmadan uzaktan ve yakından takip edildiğini kervan idarecileri de öğrenmiş bulunuyorlardı. Hattâ kendilerinden evvel altı yedi kervanın da böylece takip edildiklerini bilmekteydiler. Bilhassa, Müslümanların nüfuz ve tesir sahaları olan bu bölgede endişe içinde idiler. Sırası gelmişken söyliyelim ki, İslâmdan evvelki günlerde Gifâr.kabilesi, yağmayı itiyat hâline getirmiş olmasıyla mâruftu; hattâ bunu, hac mevsiminde harâm olduğu halde hacılara karşı da icra ederlerdi ve bunlar da Bedr civarında otururlardı". [74] Genç yaşında Mekke'de îslâmiyeti kabul eden Ebû Zer el-Gifârî, Hz. Peygamber (S.A.) tarafından bu havâinle Müslümanlığı yaymak için vazifelendirilmişti".[75] Düşünülebilir ki bu kabileye mensub olan bazı yeni Müslüman olmuş kimselerin enerjileri, bu sefer yeni dinin düşmanlarına yâni Kureyş kabilesi kervanlarına karşı zarar vermek üzere yöneltilmiştir. Tabiî olarak gelen kervanın reisi Ebû Sufyân dahi endişeli ve müteyakkız idi. Bu yüzden Bedr - Huneyn sapağında bir durak yerdi"[76] ve Bedr düzlüğünün mola için kalma veya geçip gitme bakımından emniyetli bir yer olup olmadığını görmek üzere bizzat kendisi keşfe çıktı. Mevsimin çok sıcak bir gününde bulunulduğunu evvelce söylemiştik; bu yüzden develerle gecelen seyahat ediliyor, gündüzleri ise mola veriliyordu. Ebû Süfyân herhalde, sabahleyin çok erken Bedr'e varmış olmalıdır ve o sırada, muhakkak ki, kuyu başında birçok yerli toplanmış birbirleriyle konuşuyorlardı. Ebû Süfyân mühim bir şahsiyetti; ihtimal ki onun gelişini işiten Cuhey-nilerin başkanı Mecdî ibn Amr, çadırından çıkıp gelmiş vo ona hoş geldin demek istemiştir. [77] Mecdî, Yan-bû yakınında yaşıyordu. Onun burada bulunuşu, buradan geçecek bu büyük kervana ne kadar ehemmiyet atfettiğini gösterir. Her nasılsa Bedr yerli halkı, Müslüman ordusu hakkında hiç bir şey bilmiyordu. Mecdî, kuyudan su almak üzere biraz evvel gelmiş olan iki develi süvari müstesna, hiç bir şey görmediğini vo bilmediğini söyledi. Ehû Süfyân, Müslüman süvarilerin çıkıp geldikleri cihete acele koştu vo ayak izlerini takip ederek, henüz yeni edilmiş deve pisliği bulunan bir yere geldi; eline bir parça alarak onu ezdi, parçaladı ve içinde hurma çekirdeklerini görür görmez: «-Aman Allahım! Bura ahalisinin develerine verdikleri yem bu olamıyacağma göre, bunlar Medinelüere ait develerdir ve eminim ki bunlar Mu-hammedin (Ş.A.) askerlerinin develeridir.» diye haykırdı. Buradan acele olarak kervanın beklediği yere döndü ve süratli bir hecin devesi ile Mekke'ye bir imdat çağrısı gönderdi, kervanın yolunu değiştirdi, Bedr'e uğrama yerine, Kızıl Deniz sahil yolundan yürüyüşüne devam etti ve iki gece hiç duraklama yapmaksızın devamlı yürüyüş yaptı ve böylece kervan, Müslümanların hücumundan kurtulmuş oldu ve Mekke'ye vardı. [78] Yoldayken, ikinci bir haberci ile, artık Mekkelilerin yardımına ihtiyacı kalmadığını bildirmişti. 49. Ebû Süfyân'ın gönderdiği ilk haberci, Mekke'ye varıp âdet veçhile çırılçıplak bir vaziyette [79] yüksek bir yere çıkıp haberi bildirince, bu, infial ve iğ: birâra sebep oldu. Çünkü Mekke'de herhangi bir aile yoktu ki, bu kervanda bir malı olması suretiyle yahut başka bir sebepten menfaati olmamış olsun. Durum çok acele idi; uzun uzun hazırlık yapmaya vakitleri yoktu; müttefiklerinin yardımlarım, hattâ Ehâ-bişlerin yardımlarını bile bekleyemezlerdi (sonradan buna pişman olmuşlardır). Bin kadar gönüllü ve yüz kadar da süvârî ile Bedr'e doğru hemen yola koyuldular. Yolda, Ebû Süfyân'm ikinci habercisi ile mülâki olmalarına ve bunun kervanın emniyet, haberini kendilerine ulaştırmasına rağmen, plânlarında bir değişiklik yapmadılar. Müşriklere ait bu iki kafilenin yarı yolda karşılaşmadığına bakılacak olursa, kaçan kervanın ve Mekkeli kuvvetlerin aynı güzergâh üzerinde olmadıkları sonucuna varabiliriz. Mekkelilerin nâlâ Bedr'e doğru yürüyüşlerinin, evvelden beri devam eden Medinelilerin tehdit ve tehlikelerine bir son vermek maksadına matuf olması muhtemeldir. 50. Mekkeli bu kuvvetlerin Bedr'e ulaşabilmesi için bir haftalık bir zaman lâzım gelmektedir. Şimdi şu sual sorulabilir: Hz. Peygamber (S.A.) kervanı kaçırdıktan sonra .niçin bu kadar müddet bekledi de kendi üssü ve müstahkem mevkii olan Medine'ye avdet etmedi? Düşünülebilir ki bu seferinden bilistifade, mahallî kabileler ile temas etmek ve mümkün ise dostluk muahedeleri ve ittifaklar akdetmek istemiştir. Tabii bu muahedelerle kendi nüfuz ve tesir sahası genişleyerek Mekkeli kervanların Suriye'ye giderken ve gelirken geçtikleri yollan tamamen kontrolü altına alabilecekti. Hicri 1 inci yılda Cuheynilerin bir kolu ile zâten ittifak etmişti ve tarihî malûmat gösteriyor ki [80] hicretten sonra ikinci yılda Benû Demre, Benû Müdlic, Benû Zur'a ve Benû Rab'a kabileleri ile ittifak muahedeleri yaptı; bunlardan bazılarını işte bu sırada akdetmiş olması muhtemeldir. Bütün bu kabileler, Kızıl Deniz ile Bedr arasında oturmaktadırlar; işaret ettiğimiz gibi, bu havaliden Mekke - Suriye yolu geçmektedir. 51. Şu ihtimal dahi varittin Hz. Peygamber (S.A.) kervanı çevirmek üzere ovanın kuzey geçidi civarında bir yerde ordugâhını kurmuştu ve muhtemeldir ki sonradan dahi bu kesimde kalmıştı. Fakat, Mekkelilerin büyük sayıda bir kuvvetle üzerlerine geldiğini haber alınca, onlara karşı koymağa karar verdi; kumandanlarından bazıları araziyi çok müsait buluyorlardı. Onların tavsiyesi üzerine Hz. Peygamber (S.A.), güneye hareket etti ve su ikmâl yeri olan kuyuyu zaptetti; gayesi, düşmanı bundan mahrum bırakmaktı.[81] 52. Mekkeli Kureyşîler, musiki âletleri çalarak geldiler; onlar muzaffer bir edâ taşıyorlardı. Müslümanlar ise her şeyden, hattâ ulaştırma imkânlarından bile mahrum idiler. Bir deveyi iki veya üç kişi kullanıyordu. Maneviyat durumları ise şu hâdiseden kolaylıkla çıkarılabilir: Huzeyfet'übn'ül-Yemân adlı bir Yemenli anlatıyor: «Benim Bedr muharebesine iştirak edemeyişime şu hâdise sebep olmuştur • Ben ve babam İslâm dinini kabul ettikten sonra, yolumuz Mekke'ye düştü. Bizi Mekkeli Kureyşiler yakaladılar ve dediler ki, siz Hz. Peygambere (S.A.) ulaşmak istiyorsunuz; reddedip böyle bir arzumuz olmadığını, sadece Medine'ye gittiğimizi söyledik. Onlar Medine'ye gitmemize müsaade ettiler ve fakat Hz. Peygamberin (S.A.) safında harbe iştirak etmeyeceğimize dair bizden söz alıp yemin ettirdiler; biz de Hz. Peygambere (S.A.) geldik, durumu izah ettik, o da Medine'ye gitmemizi ve onlara verdiğimiz sözü tutmamızı söyledikten sonra ilâve etti: Allah bize Kureyş-lilere karşı yardım edecektir.»[82] 53. Hz. Peygamber (S.A.) Bedr'e vâsıl olunca subaylarından bazılarını da yanına alarak ovada keşfe çıktı ve onlara düşman ordusunun ne taraftan gayet kolaylıkla imha edilebileceğini gösterdi22. Mucize göstermesini bir tarafa bırakacak olursak görürüz ki Hz. Peygamber (S.A.), müteaddit düşman birliklerinin çeşitli yön ve mevkilerden kabiliyet, istidat ve iktidarlarını harpten evvel mütalâa etmiş, ihtimalleri hesaplamış ve kendi müdâfaasını da bu tahminlere göre tayin ve tanzim etmiştir. Tarihî malûmat, Hz. Peygamberin (S.A.) düşman kuvvetleriyle birlikte gelmekte olan mâruf kumandanların kim olduklarını öğrenmek için hususi bir gayret ve mesai sarfetti-ğini göstermektedir.[83] 54. Meydan muharebeleri umumiyetle sabah erken başladığından, Hz. Peygamber (S.A.) kuvvetlerini öyle bir yerde toplamıştı ki, düşman ilerlediği vakit yükselen güneşin ışıkları kendi askerlerinin gözlerini asla kamaştırmayacak ti.[84] 55. Eski tarihçilerin Bedr arazisinin yapısı ve vasıfları hakkında verdikleri malûmat umumiyetle vazıh değildir. Bin üç yüz küsur senenin geçmesiyle tabii durumlarında bazı değişiklikler olması mümkündür (meselâ bu tarihçilerin bahsettikleri su mecraları gibi). Mamafih, burada bugün bir nevi yeraltı su mecrası olan bir su kemeri vardır ki, akıntısı şehirden başlar, Arİş Tepesine doğru gider ve oradan hurmalıklara doğru akar. Ariş Camiinden takriben dokuz metre mesafede tedricen ufkileşerek nihayet yer yüzüne çıkar. el-Ariş Camii, tepe üzerinde olduğu için bu su mecrasından abdest almakta faydalanabilmek için tabiatiyle bazı kazı ameliyelerine ihtiyaç vardır. 56. Muhtemeldir ki, düşmanın gelmesi üzerine Hz. Peygamber (S.A.); vadinin el-Udvet'üd-Dünyâ tarafından hareket ederek, el-Ariş tepesine yakın bir yerde ordugâhını tesis etmiştir. Gayesi vadinin el*-Üdvet'ul-Kusvâ tarafına, daha uzağa konaklamış olan düşmanın su ile alâkasını kesmekti; birçok'büyük hendek kazılarak suyun akışı bu kanallara çevrildi. Bu suretle, suyun sadece düşman tarafına akması önlenmiş olmadı, aynı zamanda onu bir yerde biriktirerek Müslümanların faydasına emre amade tutmak da mümkün oldu. Kaynaklar naklediyor ki. Hz. Peygamber (S.A.) Bedr harbi sırasında kırmızı bir çadırda kalmıştır.[85] Savaş Nasıl Oldu? 57. Müslüman gönüllülerinin adedi 300 kadar vardı, ayrıca, iki (muhtemelen üç) atları vardı. [86] Devriyeler tarafından esir edilen, düşman su nakliyecilerinden Müslüman istihbaratının öğrendiğine göre, düşman 1000 veya 900 askerden müteşekkildi". [87] Bunlara ilâve olarak aynı tarihçi, yüz kadar atlı süvarinin mevcudiyetini iddia etmektedir [88] İyi tertibat alınmaksızın ve yüksek sevkülceyş gösterilmeksizin bu gayri müsavi mücadelenin aleyhte çok kısa süreceği pek tabii idi. et-Tirmizî'ye nazaran [89], islâm kuvvetlerinin arazi üzerinde kol nizamından harp nizamına açılması işi, harbe takaddüm eden gece tamamlanmış bulunuyordu. Sabahleyin çok erken Hz. Peygamber (S.A.), kendi küçük ordusunun muntazam sıra ve muayyen hatlarını dikkatle teftiş etti ve onların «bir ok gibi» cevval ve kuvvetli olduklarım bir kere daha yakından gördü. Hz. Peygamber (S.A.), bu teftiş esnasında, elinde bir âsâ taşıyor ve bununla kendi hattının ilerisinde veya gerisinde kalmış gönüllülerin hakikî yerlerini işaret ediyordu. [90] Bu işi bitirdikten sonra, her mevzi için bir kumandan tayin etti. Vâ-qıdî'ye nazaran [91], Hz. Ebû Bekr sağ kanadın idaresine getirilmişti. Bu biraz şüphelidir, çünkü diğer bazı tarihçiler, Hz. Ebü Bekr'in harp boyunca Hz. Peygamberin (S.A.) yanında, yani gözetleme kulesinde kalmış olduğunu iddia etmektedirler. Hakikaten Hz. Ali'ye isnad edilen bir rivayette, Hz. Peygamberin (S.A.) etrafında daimî bir muhafız kıtası mevcuttu. Çünkü kendisi harpte, bahadırlığı sebebiyle bazı ataklar yaptığından, mutlaka himayeye muhtaç oluyordu. [92] Müslüman kuvvetleri, üç esas zümreye ayrılmıştı: 1. Mek-keli Muhacirler, 2. Evsiler, 3. Hazreciler. Bunlardan herbiri, açtıkları kendi sancakları altında toplanmışlardı". [93] Bugüne mahsus üç ayrı parola dahi -tesbit edilmişti. [94] Fakat bu üç ayrı kısmın sayıları birbirine müsavi olmadığı gibi, ihtimal, bazı bölgelere başka kabilelerden kuvvetler dahi yerleştirilmişti. [95] Hz. Peygamber (S.A.) Tarafından Orduya Verilen Talimat: 58. Mevzileri ve harp hatlarını tanzim ettikten sonra Hz. Peygamber (S.A.), o günlerin Allahsız ve putperest camiası içinde, tek Allaha inananlar dünyasının bu en son kafilesini teşkil eden adamlarına bazı mühim talimatta da bulunmuştur. Keza Hz. Peygamber (S.A.), o günkü namazlarında bizzat: «Ey Kadiri Mutlak Allahım, Sen mü'minlere yardım et! Şayet onlar tamamen mahvolacak olurlarsa sana artık ileride ibâdet edecek kim kalır.» [96] şeklinde, bu durumu belirten bir dua etmiş ve neticede bu methiyeleri işiten, gayelerine sonsuz derecede bağlı Müslümanların heyecanları son haddini bulmuştur. Hz. Peygamberin (S.A.) orduya hitabesi şudur: «Hatlannızı bırakıp ayrılmayınız, hiçbir yere kımıldamayıp yerlerinizde kalınız. Ben emir vermedikçe savaşa başlamayınız. Oklarınızı düşman size yaklaşmadan kullanıp israf etmeyiniz, düşman kalkanını açtığı zaman okunuzu atınız. Düşman iyice yaklaşınca elinizle taş atınız. Daha da yaklaşırsa mızrak ve kargılarınızı kullanınız. Kılıç en sonra, düşman ile göğüs göğüse gelindiği vakit kullanılacaktır.» [97] Herbir Müslüman bulunduğu yere taş yığmakları yapmıştı; bunlar, o günün el bombaları olarak addolunabilir. Sadece müdafaa harbi yapacak olan Müslümanlar için bunlar çok elverişli ve işe yarar şeylerdi. Düşman ise taarruz harbine giriştiğinden, isteseler bile, muharebe hattından hücuma geçtiklerinde beraberlerinde bir veya iki taştan fazlasını atmalarına imkân yoktu. 59. Hz. Peygamberin (S.A.) ahlâki ve bediî meşhur bir sözü vardır: «Allah her hususta güzellik ve iyilikle hareket etmenizi emretmektedir. O halde öldürürken bile en iyi ve en güzel tarzda öldürünüz.» [98] Hz. Peygamberin (S.A.) taraflardan birine kumanda ettiği bu ilk savaşta yukarıki mezkûr esas emir ve tenbîhin ifa edilmiş olması muhtemeldir. Öldürmenin zalimane ve lüzumsuz olanı sarahaten menedilmiştir. Meselâ, zaruret yokken kadınları, çocukları, fiilen savaşa iştirak etmemiş ahçi, uşak ve benzeri kimseleri öldürmek gibi... 60. Kur'ân, Bedr savaşı münasebetiyle çok calibi dikkat bir savaş usulü vazetmiştir: (8/12) «...ve onların herbir mafsalına vurunuz.» Bu tarz savaş düşmanın kafi bir ölüme sürüklenmesinden ziyade, onun uzun müddet rahatça savaşmasını önleyici bir tesir yapar; aynı zamanda göğüs göğüse yapılan çarpışmalarda, bu husus harbin maksat ve gayesine halel getirmeksizin mümkün olduğu kadar az kan dökülmesini temin eder. 61. O zamanki Müslüman askerlerin tek tip elbiseleri (üniformaları) yoktu. Karşı tarafta Gayrimüs-limler arasında ise, kıyafet birliğine daha da az rastlanıyordu. Bunun için Müslümanlar, kendi kardeşlerini hasımlarından göğüs göğüse çarpışma esnasında evvelden tesbit ettikleri parolaları bağırmak suretiyle tefrik ediyorlardı. el-Vâkıdî'ye göre [99], bu parola umumiyetle «Yâ Mansûr emit» (yani, Ey yardım edip zafer veren, öldür) idi. Ibn Kesîr'e nazaran. [100] «Ahad, Ahad» (yani, Allah birdir, Allah birdir) şeklinde olan parola diğerlerinden daha fazla kullanılmıştır. Diğer parolalar ise şunlardır: süvariler için; «Ey Allanın süvarisi», Mekkeli Muhacirler için; «Ey Benû Abdurrahmân», Hazrecîler için; «Ey Benû Abdullah» ve Evsîler için; «Ey Benû Ubeydullah». Sadece gece nöbeti esnasında değil, gündüz çarpışmaları esnasında da, kendilerini düşman askerlerinden ayır-maK maksadıyla bu parolaları Işi'âr) kullandıklarından bunların gizli tutulmaya da lüzumu yoktu. Asıl mühim olan, harbin en kızgın olduğu bir sırada muhariplerin birbirlerini nasıl bulup tefrik ettiklerini ortaya çıkarmaktır. Mamafih, evvelden beri Müslümanların tek tip kılık taşıdıklarına dair bir kanaat mevcuttur. Kur'ânda Bedr savaşıyla ilgili âyetlerde «işaretli meleklerde [101] atıflar vardır. Bu âyeti açıklayan Taberi, Tefsir adlı eserinde bu harp münasebetiyle Hz. Peygamberin (S.A.) şu tenbihte bulunduğunu söylüyor: «Ey Müslümanlar! Allanın sizlere yardımcı olarak gönderdiği melekler işaretler taşımaktadırlar; o halde sizler de işaretler edinin». Ve müellif ilâve ediyor: «temin edebilenler, derhal başlık ve miğferleri üzerine yünden ibik şeklinde parçalar ilâve ettiler.»[102] 62. Düşmanın tertîb ve teşkili hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. el-Vâqıdî'ye göre [103] sağ ve sol olmak üzere iki cenah halinde harp sahasında toplanmışlardı. Aynı kaynağa göre, onlar sadece üç sancak taşıyorlardı. Tam ilerledikleri sırada, bir müddet tevakkuf ettiler ve o zamanların âdeti veçhiyle, önce her iki taraftan birer ferçii teke tek döğüştürdü-Ier" [104] (Mubâreze). 63. Hz. Peygamber (S.A.), harbe tekaddüm eden bütün bir geceyi Allaha ibadet ve dua ile geçirmişti. Şimdi, artık küçük ordusunun tertip ve teşkilinden memnun ve emin bir halde «erkânı harbiyesi» ile birlikte harp meydanına hâkim ve bütün ovayı görüşü altında tutan tepeye çıktı. Burada onun emriyle bir tarassut (gözetleme) kulesi (Ariş) inşâ edilmişti. Bu yapı, aynı zamanda bir yandan kızgın güneş ve diğer yandan da düşman tarafından gelebilecek olan serseri oklara karşı bir sığınak vazifesini görecekti. Bu mevkide icabı halde kullanılmak üzere birkaç sür'atli hecin devesi bulundurulmaktaydı. [105] Muhakkak ki bu muharebe idare yerinde bulunan kumandanlar, kendi emri altındaki birliklere emirlerini bu develerle ulaştırmışlardır. Keza, bu süratli hayvanlar, harp hiç beklenmeyen bir tarzda sona ererse, yüksek kumanda heyetinin ric'atini de kolaylıkla sağlayabilirdi. Esasen bu tarassut kulesi ile Medine yolu arası tamamen açık bir halde bulunuyordu. Taberî'ye göre [106], burada yani Ariş isimli mezkûr muharebe idare yerinde, seçme muhafızlardan müteşekkli bir müfreze de vazifelendirilmişti. İşte Ariş tepesi, ismini bu tarassut kulesinin o zamanki isminden almaktadır. [107] [64] Tarih'üt Taberİ, s. 1603; Ibn Hişftm, s. 217 ve müt; Ibn Heptbel. MÜsned, C. IV. s. 198; Ibn Habib, Muhabbar, s. 271-73. [65] İbn Sa'd, II/l, s. 25; el-Vâqıdi'nin el-Mağâzî adlı eseri, vr. 8a. [66] Aynı eser, vr. 8b. [67] Kenz'ul-Ummâl, C. V, No. 5375. [68] fbn Sa'd, C. H/1, s. ö. [69] Taberİ, C. I, s. 1299. [70] Maqrizi, İmtâ", Cilt I, s. 38. [71] Taberİ, C. I, s. 1299, 1303. [72] îbn Kesîr, C. III, s. 364; tbn Hişâm, s. 435; Taberİ, C. I, s. 1302. [73] Taberİ, C. I, s. 1305; Îbn Sad, C. II/l, s. 16. [74] Muk. ed ; «Ebü Zer Ğifâri», Menâzir Ahsen Cilam tarafından yazılmıştır. 2'ııci tabı, Karaçi, s. 10, İbn Hacer'in bir rivayetine -göredir. [75] Aynı eser, s. '75-84, Müslim v.s. nin rivayetlerine göredir. [76] Eş-Şo'mi. -Sîre». [77] îbn Kesir, C. III, s. 2(35. [78] tbn Hişâm, s. 437. [79] Bu âdet için daha fazla bilgi, -M. Mamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1981, C. II, s. 900de mevcuttur. [80] Muk.ed. *el-Vesâiq'us-Siyâsiyye*. [81] İbn Hişâm, s. 439. [82] Kenz'ül-Ummâ!, C. V, No. 5348. [83] Taberî, C. I, s. 1304. [84] Vâqıdî, Mağâzi, vr. 15a. [85] Kenzül-Ummâl, C. V, No. 5256; Umumiyetle Emel Esin Hanımefendinin şu makalesine bakınız: <al:Qubbah al-Turkiy-yah», Atti del III. Congresso di Studi Arabi e Islamici, Ravello 1966, Napoli 1967, s. 281-313 (bu makale ile birlikte birçok da resim bulunmaktadır). Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 55-67. [86] İbn Sa'd, C. H/l, s. 6-7, 12, 15; Taberi, C. I, s. 1%98, 1304. [87] İbn Sa'd, C. II/l, s. 9; Taberî, C. I, s. 1304. [88] îbn Sa'd, H/l, s. 15. [89] Bak. Ebvâb'ül-Cihâd. [90] Taberî, C. I, s. 1319; İbn Hişâra, s. 444. [91] Mağâzî, vr. 15b. [92] Müslim, Sahih, 32/79. [93] Taberı, C. I, s. 1297. [94] Belâzurî, Ensâb, I, 293, İbn Kesir, C. III, s. 274. [95] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 67-69. [96] İbn Hişâm, s. 444. [97] İbn Hİşâm, s. 443; Mişkât'de zikredildiğine göre, Buhârİ, Ebû Davut v.s. de mukayyettir. Kez Kenz'ul-Umml, V, No. 5350 de bu talimat hakkında teferruatlı bilgi mevcuttur. [98] Müslim, Sahih, 34/57. [99] Mağâzî, vr. 6a. [100] C. III s. 274. [101] K. 3/125. [102] Tefsîr'üt-Taberi, K. 3/125 in tefsiri ve Kenz'ül-Ummâl, C. V, No. 5349, v.s. [103] Mağâzî, vr. 15b. [104] İbn Hişâm, s. 443 ve müt. [105] îbn Hişâm, s. 439-40. [106] C. I. s. 1322. [107] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 69-72. |