๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Peygamberin Savasları => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 15:19:23



Konu Başlığı: Ariş ve Şehitliği ziyaret
Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 15:19:23
Ariş Ve Şehitliği Ziyaret:


64. Sonraki devirlerde, Hz. Peygamberin   (S.A.) bu muharebe  idare yeri, orada bir cami inşa edil­mekle yâd edilmiştir.   1939'da ise, benim   gördüğüm tam tepe üzerinde oldukça büyük bir cami inşaatının

mevcudiyeti idi. İçinde üç ayrı yere yazılmış, üç ay­rı yazıya rastladım ki, biri minberin üzerine isabet eden duvarda, ikincisi mihrabın üzerinde, üçüncüsü ise zeminde mihraba yakın bir taşın üzerinde bulun­maktaydı. Bıi son yazının hal ve vaziyeti, bize bura­da muhtemelen sonradan yapılmış bazı tamir ve res­torasyonlar hakkında malûmat vermektedir. Duvar­lar ise çamurla sıvalı olduğundan içinde tuğla yahut taş olup olmadığını anlıyamadım. Mamafih temeller taştan örülmüştür.

65. Minberin üzerindeki yazı,  Memlûk haneda­nından Mısırlı Türk subaylarından Hoşkadem'in ismi­ni ihtiva etmektedir. Her satırda, bir veya daha ziya­de imlâ hataları bulunmaktadır. O halde bu yazılar, Arap olmayan mezkûr aynı kimselerin elinden çık­mış olabilir. «Ahd Nebevt ki Meydan Ceng» adlı ki­tabımda evvelce bunların tam metnilerini vermiş ol­duğumdan, şimdi sadece tercümeleriyle iktifa ediyo­rum.

l'inci satır: Bismillâhirrahmânirrahim.

2'nci satır: Bu mukaddes yerde, bu mahalli bina etmeye teşebbüs eden.

3'üncü satır: Mısır devletinin subayı (onbaşı) ve devlet yapıları inşaatçısı Hoşkademdir.

4'üncü satır: Bu hayırlı yapının tamamlanması 906 yılının Rebi'ül-Evvel ayının 21'inci gününe isabet etmektedir.

Eski caminin yıkılmasından sonra, bu gerçekten tarihî kitabelerin şimdi ne olduklarına dair bir bilgi

sahibi olamadım.

66. O halde bu cami, Hicretin onuncu asrı ipti­dalarından kalmadır. Mihrabın üzerindeki diğer ya­zıya gelince, bu, tuğra üslûbunda yazılmıştır. Bunu çözmeye teşebbüs ettimse de mümkün olamadı; ışık da kâfi olmadığından, resmini dahi çekemedim. Bu yazı, takriben 20 cm. karelik bir mermer üzerine hâk-kedilmiştir. Üçüncü yazı, küçük bir taş üzerine hâk-kedilmiştir. İmlâ bakımından daha doğru ise de çok bozuk bir şekilde yazılmıştır. Bu son yazıda görülen «Kâne  el-Ferâğ»lâfzınm  delaletiyle  kitabenin sonra­dan yapılan tamirlere işaret ettiği anlaşılmaktadır.

67. Şehit  kabirleri,  hususî  bir  mezarlık  içinde toplanmıştır. Osmanlı idaresi sırasında onun fevka­lâde güzel bir yapı olmasını sağlayan mermer sütun­lar ve elde işlenmiş nefis yazılarla tezyin edilmişti. Şimdi ise, bu mahalde kırılmamış hiç bir taş ve mer­mer kalmamıştır; bu parçalar, orada burada sürük­lenmektedir. Bütün bunlar, insanı müteessir eden bir manzara teşkil etmektedir. Keza kıyıda bulunan ka­yalık üzerinde bazı eski kitabeler (yazılar)  okunabi­lir vaziyettedirler.

68. Buradaki rehberlerin de söylediği gibi savaş, bilhassa bugünkü şehidliğin bulunduğu mahalde en şiddetli bir şekilde cereyan etmiştir. Hz. Peygamberin (S.A.) şu meşhur hadîsine bakacak olursak, bu iddi­anın doğru olması icap etmektedir. «Şehitleri, düşüp kaldıkları yere gömünüz.»

69.  Harbin neticeleri gayet iyi bilinmektedir. Bir kere savaş, birkaç saat içinde sona ermiş, ondört Müslüman asker şehît düşmüştür. Fakat, bunlar hayat­larını kaybetmeden evvel en az, toplam yetmiş düşman öldürmüş ve bir o kadarını da esir etmiş bulunmak­tadır. [108] Bu esirlere, misal teşkil edecek tarzda muame­le tatbik edilmiş, az evvel aralarında bir harp cereyan etmesine rağmen Müslümanlar, bu esirlere karşı lü-tufkâr davranmışlardır. Hz. Peygamber (S.A.), bu esirleri en emin bir tarzda göz altında bulundurmak için bunları kendi askerleri arasında taksim etmiş ve onlara iyi davranmalarını askerlerine tenbih etmiştir. [109] Bu emir îcabsız kalmadı: Bu esirlerden elbisesi olma­yanlara elbise temin edildi, Müslümanlarla müsavi surette iaşe edildi. Bazı Müslümanlar, bunlara ek­meklerini verip sade hurma ile yetindiler; gayeleri, sadece verilen emirden dışarı çıkmamak ve bu emre itaat idi. [110] Kur'âna göre (76/8-9) esirlerin iaşesi esa­sen meccani yapılır.

70. îslâmdan evvelki Arap Yarımadasında harp esirlerine müteallik hususî ve muayyen bir muame­le tarzı yoktu: Bazan öldürülürler, bazan köle hali­ne getirilirler (bilhassa kadın ve çocuklar), bazan fid-yei necat alınarak ve bazan hiçbir karşılık alınmak­sızın serbest bırakılır ve nihayet bazan da karşı ta­rafın elinde bulunan esirlerle mübadele edilirlerdi. Fidye-i necat usûlü Bedr savaşından evvel pek re­vaçta olan bir muamele tarzı idi. Medine'ye doğru bir iki günlük bir yürüyüşten sonra îslâm arazisine girildiğinde, Hz. Peygamber (S.A.) bir meclis topladı ve bütün bu esirleri öldürmeye hak veren birçok sebepler bulunmasına rağmen, fidye-i necat mukabili hepsinin serbest bırakılmasına karar verildi. Herbir esire kıymet olarak 4.000 dirhem biçildi. [111] Hz. Pey­gamberin (S.A.) akrabaları bile bundan özellikle muaf tutulmamışlardı. Hz. Peygamberin (S.A.) Am­cası Abbâs ki çoktan bu muafiyete hak kazanmıştı, çünkü o, Mekke'de Islâmm gizli bir ajanı olarak hiz­mette bulunmuş ve oraya ait haberleri mütemadiyen Hz. Peygambere (S.A.) ulaştırmıştı, o bile, bu fid­yeyi ödemiştir. Yine bir silâh tüccarı olan ve Hz. Peygamberin (S.A.) yeğeni Nevfel'übn'ül-Hâris'ibn Abd'il-Muttalib'den fidye-i necat olarak bin aded mız­rak ödemesi istendi. [112] Diğer bir hadisin naklettiğine göre Arap menşeli esirler, takriben 1 kilo 134,5 gram ağırlığında gümüş vermekle mükellef tutulmuşlardır. Arab menşeinden olmayan esirler (siyahiler) sade­ce bunun yansını vermeye mecbur edildiler. [113] Bütün bu hâdiseler arasında şunu da öğrenmek insana sü­rür vermektedir: Hz. Peygamber (S.A.), esirler ara­sında okuyup yazma bilenleri arayıp bulmuş ve her-biri ayrı ayrı şayet on Müslüman çocuğuna okuyup yazma öğretirse, bunun fidye-i necat olarak kabul edileceğini söylemişti. [114] Esirlerden bazılarından fakir­likleri sebebiyle, ilerdeki harplerde Müslümanlara karşı çıkmayacağına dâir sadece söz alınarak serbest bırakılmışlardı. [115] Ganimet çoktu. [116] Bu yüzden esirler, dört günlük Medine yolunu yayan yürümeye bıra­kılmadılar.

71. Müslüman olsun, düşman olsun, bütün ölüler gömülmüş ve düşman ölülerine her türlü tecâvüz, par­çalama hareketleri şiddetle yasak edilmişti.

72. Hz. Peygamber  (S.A.)  hemen Medine'ye iki haberci göndermiş, biri şehrin «Âliye», diğeri «Sâfi-le» "îimtakasına vararak bu muhteşem zaferin habe­rini ulaştırmışlardır. [117] Hakikaten bunun gerçekleşmiş olması, birçok kimseler için inanılmayacak bir haber teşkil ediyordu.

73. Biz, şimdi burada muzaffer ordunun  şehre girişini nakletmekle meşgul olacak değiliz. Şenlik ve, şölen muhakkak ki çok ağır başlı, o nisbette de mu­azzam olmuştur.

74. Hâdiselerin   milletlerarası   tepkisi   olmamış değildir. Rivayet edilir ki, Müslümanların zafer ha­vadisi bazı seyyahlar vasıtasiyle Habeşistan kralı Ne-câşî'ye varınca çok sevinmiştir. Onun Hz. Peygamber­le (S.A.) olan münasebetleri, evvelce Habeşistan'a il­tica etmiş ve orada İslâm Devletinin ve yeni îmânın temsilcileri  olan  Müslümanların  tavr  u  hareketleri sebebiyle çok dostâne idi. [118] Muhtemeldir ki bu rivaye.t eş-Şe'mî  tarafından  «Sîre»  adlı eserinin  Bedr bölü­münde verilen malûmatın bir kısmıdır: eş-Şe'mî nak­lediyor ki Mekkeliler,   Bedr   mağlûbiyetinden   sonra Habeşistan'a iki hususî memur göndererek Necaşî'-den memleketine iltica etmiş olan «Müslüman müc­rimlerin» (!) iadesini talep ettiler. Bu teşebbüsü muh­temelen Mekke'deki bir casusu vasıtasiyle öğrenen Hz. Peygamber (S.A.) de buna mukabil, Demre kabile­sinden, henüz Müslüman olmamış olan Amr b. Umey-ye'yi Kureyşlilerin düşmanca bir hareketine karşı tedbîri ihtiyati olarak Habeşistan'a gönderdi. Şurası gayet iyi biliniyor ki Necâşî, Müslümanların iadesi­ne dâir Mekkelilerin taleplerini reddetmiştir.[119]




3- UHUD SAVAŞI


(Hicrî 3. Yıl, 7 Şevval / M. 624, 24 Aralık, Pazartesi) [120]

Mekkeli Kureyşilerin Bedr Mağlûbiyetinden Sonra, Medine Üzerine Tekrar Yürümek İçin Hazırlığa Girişmeleri:
 

75. Mekkeli Kureyşilerin Bedr'de ilk hezimetle­rinden sonra terketmek mecburiyetinde kaldıkları kendilerini Suriye ve Mısır'a ve birçok diyarlara bağ-hyan malûm yolun değer ve önemi çok büyüktü. Bu­nun için mukabil bir sefer hazırlıklarına yardım ol­mak üzere bir araya getirdikleri çeyrek milyon dir-hemlik serveti hiç de israf telâkki etmiyorlardı. [121] Bedr'­de Müslümanlar tarafından esir edilmiş arkadaşla­rından altmışına fidyei necat olarak aynı miktar bir para harcadılar. Her esirin vasatı olarak dört bin dir­hem fidyei necat parası "ödemesi lâzımdı. İbn Hişâm (s. 555), eş-Şe'mî (Uhurt bahsi) ve diğerlerinin ver­dikleri malûmata nazaran Kurey siler, sadece mahal­lî gönüllü askerler hattâ ebedi müttefikleri Ehâbîş kabilesi askerleriyle [122] iktifa etmediler; Amr'ubn'ul-As, Abdullah'ibn'iz-Ziba'râ, Hubeyret'ubn Vehb, Musâfi'-ubn Abd Menâf, Ebû Azze Amr'ubn Abdillah el-Cu-mahi gibi bazı mühim şahsiyetleri, bütün Arabistan yarımadasını dolaşarak kabilelere tslâmiyetin arzet-tiği yeni tehlikeyi haber vermeye ve izah etmeye gön­derdiler ve onlardan bütün kuvvetlerini «Poliçe Acti-on = Önleyici Hareket» halinde Medine'ye karşı bir­leştirmelerini istediler. Heyet muvaffak olmuştu: Be­deviler, güruhlar halinde bu iş etrafında toplandılar.

76. Hz. Peygamberin (S.A.) Mekke'deki gizli ajanı amcası Abbâs, diğer Mekkelilerle birlikte Bedr'-de esir alındığı zaman, onun da fidyei necat ile mü­kellef tutulmuş bulunmasına rağmen o, Mekke'ye döndükten sonra Ğıfâr kabilesinden bir haberci va-sıtasiyle Mekke'de zamanla inkişaf eden en son du­rumlardan Hz. Peygamberi (S.A.) haberdar etmiştir'. Düşman, Hicretin [123]  'üncü yılında (Milâdî 624, Kasım), Şevval ayında Medine üzerine yürüdüğü zaman esa­sen Medineliler hazır vaziyetteydiler. Kureyşliler ve müttefikleri Uhud Dağı yakınında Medine şehrinin kuzeyinde karargâh kurdular. [124]

 

Uhud Dağı:
 

77. Uhud.dağı, Medine'nin tam kuzeyine düşmek­te ve şehrin merkezinden itibaren beş kilometre ka­dar bir mesafede bulunmaktadır.  Kureyşliler,   (hari­tada)  herkesçe görüleceği gibi, Medine'min güneyin­de uzak bir mesafede bulunan Mekke'den gelmişler­di. Mekkeli müstevlilerin güneyden geldikleri halde, nasıl   olup  da  Medine'nin  güneyine isabet eden bir yerde  durmadıkları ve  Medine'yi  atlayıp,   çok daha ötelere  gidip; şehrin kuzeyinde karargâh kurdukları hususu beni uzun müddet şaşırtmış ve merakımı çek­mişti. Çünkü Medineliler, bu suretle onların ricat ve takviye  yollarını  kolaylıkla  kesebilecek  şekilde  gü­neyde  serbest  bırakılmış  olmaktaydılar.  Gerek  ma­hallî  ve gerekse  yabancı birçok mütehassıs  bilgine, bu meseleyi sordum, kimse beni ikna eden bir cevap veremeyince mütereddit bir şekilde de olsa bugünkü Uhud diye anılan yerin, meşhur muharebenin cereyan ettiği gerçek Uhud olmaması lâzım geldiği hususun­da nazarî bir fikre sahip olmuştum. Vaktiyle sahip olduğum bu görüşüme göre, günümüzde artık unu­tulmuş   olan hakikî Uhud'un, Kubâ yakınlarında bir yer olması gerekmekteydi. Yeni tarihçi ve coğrafya­cılar olduğu kadar, eskilerin de ittifakla temin etme­leri, hattâ Uhud'un unutulmaz ve en hürmete şayan şehidi Hz. Hamza'nm türbesinin bulunduğu yer bile, vardığım bu neticeden dönmemde kâfi delil teşkil et­memişti.

78. Filhakika, mezkûr mahalli ziyaret ve arazi­yi tetkik fırsatını ele geçirdikten sonra anladım ki, ömrüm boyunca sayfalarını çevirdiğim kitaplar, çok yüksek malûmata sahip âlimlerle görüşmelerim veya mektuplaşmalarım, gerçek durumu bana tam mâ-nasiyle izah etmekten uzak kalmışlardır.[125]

 

Medine'nin Mahallî Durumu Ve Hz. Peygamber (S.A.) Zamanında Arzettiği Manzara:

 

79. Hakikaten Medine, yapısı    lâv olan, eni ve boyu takriben  onbeş  kilometrelik bir   ova üzerinde kurulmuştur. Esasında bu ova    Cevf ül-Medine diye adlanır; sonradan  Hz. Peygamber   (S.A.) tarafından «Haram», yani mukaddes, tecavüzden mâsun yer ola­rak isimlendirilmiştir. Bu ova her taraftan zincirleme uzanan yüksek dağlarla çevrilidir. Ulaştırma, bu dağ­ların aralarında kalan dar vadiler arasından yapılır. Eski müelliflerin «Eyr» ve «Sevr arası» dedikleri bu ova, aynı zamanda, bu iki dağın arasında muhteşem Sal' dağına ve diğer stratejik kıymete sahip küçük te­pelere de sahiptir.

80. Hz. Peygamber (S.A.)  devrinde Medine, gü­nümüzde olduğu gibi kalabalık cadde ve iskân mın-takalanna sahib değildi; o günlerde Medine'de birçok Arab ve Yahudi kabileleri vardı ve her kabilenin kö­yü yahut mahallesi, birbirinden tamamen ayrı mın-takalarda bulunuyordu; aralarındaki mesafe iki yüz metre, dört yüz metre veya daha fazla idi. Bu kar­yelerin teşkil ettikleri zincir böylece, Eyr dağından Sevr dağına doğru   uzanıyordu.    (Aşağıda   Dördün­cü Bölüm'deki haritaya bakınız).

81. Bu kabile köylerinden her biri, bir veya bir­kaç kuyuya sahipti ve hepsinde taştan yapılmış çift katlı evler de bulunuyordu. Bütün köylerde «Utum» veya «Ucum» denilen sağlam yapıda birçok burç ve hisarlar yapılmıştı. Bir harp vukuunda kadınlar, ço­cuklar ve mevâşî ve diğer menkul eşya, emniyet ga­yesiyle buralara nakledilirlerdi. Bir zamanlar, bu ne­vi kulelerden şehirde yüz kadar mevcut bulunuyor­du. Sadece Benû Zeyd kabilesinin 14 hisara sahip ol­duğunu söylersek, durum, kendiliğinden îzah edilmiş olur. [126] Hattâ bunlardan bazıları çok büyüktü. [127] Uhey-hat'ubn'ul-Culah'a ait * Utum' ud-Dih yan*  bunlardan­dır; bu sonuncu üç katlı olup temeli siyah lâv taşlarıy­la örülmüştü. Burcun iki katı da «nabara» denen gü­müş gibi beyaz taştan yapılmıştı ve bu hisar o kadar yüksekti kî, deve ile bir günlük mesafeden göze çar­pardı. Bu kulenin harabelerine Kubâ denen köy civa­rında 1947 senesinde tarafımdan rastlanmıştır. Mah­fuz kalan zemin kat, harabı bir halde bile olsa, bize îslâmdan evvel Medine şehrinin askeri yapı ve mi­marisi hakkında fikir edinmek imkânım vermekte­dir. Medine'deki bu   hisarların   ekserisinde,   uzayan muhasara durumlarına karşı, burç sakinlerini içme suyundan mahrum etmemek için kuyular açılmıştır.

82. Bu yaygın ve birbirlerinden aralıklarla ayrıl­mış köyler bir yana, her bir kabilenin fertlerine ait birçok bahçe ve tarlalar da mevcuttu. Bunları bir­birlerinden ayıran müşterek duvarlar ise keza taştan yapılmıştı.   Bütün  bu   tarla   ve   bahçeler  Medine'nin her istikametinde yaygın olarak bu şehri kuşatıyordu.

83. Kabilelerin ikamet ettikleri bu mahallelerden birinin adı «Yesrib» idi; suyun çok bol olduğu Uhud dağının   güney   batısında,   vaktiyle   kurulu   bulun­duğu yeri bana müphem bir şekilde göstermişlerdi. Muhtemeldir ki burası îslâmdan evvel bu bölgenin ya ilk ikametgâhlarının  tesis edildiği veya en  mâ­mur ve müreffeh veyahutta en mühim ikamet bölge­sini teşkil ediyordu. Her nasılsa, şurası gerçektir ki bu mahal, bu bölgenin bir kısmını teşkil ettiği halde, bütün   bölgenin   isimlendirilmesinde    kullanılmıştır. Aynı duruma diğer çeşitli    memleketlerdeki    mahal isimlerinde   de   rastlanmaktadır.   Sonraları,    sadece «Medine*  olarak anılan  «Medinet'ün-Nebi», bölgenin merkezine isabet eden bir yerdedir.

84. Mekkeli  Kureyşîlerin Medine  ahalisinin  to­puna karşı hususi bir garezleri yoktu. Onlar, sade­ce bir tek kişiye karşı kızgındılar; o da, Medine'ye sığınmış durumdaki kendi hemşehrileri Hz. Peygam­berdi   (S.A.).   Şehrin   dışından   «Medinet'ün-Nebİ»ye varabilmek için, birçok bahçelerde mevcut sık ağaç kümelerini aşmak zarureti vardı. Bunun için, her iki tarafta da binlerce askerin bulunduğu orduların ra­hatça  meydan  muharebesi  verebileceği hiç  bir  yer mevcut değildi. İkinci asır müellifi Samhûdî'nin [128] İbn İshâq'dan naklettiğine nazaran «Medine dışarıya bir cihetten açıktı, diğer taraflar, bir düşmanın geçit bu­lamayacağı binalar,  hurma korulukları gibi mania­larla himaye edilmekteydi» demektedir. [129]




[108] İbn Hişâm, s. 506-513.

[109] Buhâri, 56/42.

[110] Taberî, C. I, s. 1337Î İbn Hişâm, s. 459-60.

[111] İbn Hişâm, s. 462.

[112] İbn Hacer, tsâbe. No. 8336.

[113] Kenz'üI-Ummâİ, C. V, No. 5367.

[114] İbn Sad. C. H/l, s. 14, 17; îbn Hanbel, C. I, s. 246.

[115] Taberî, C. I, s. 1342-54; İbn Hişâm, s. 471.

[116] tbn  Sa'd,  C. H/1.  s.   13.

[117] İbn Hişâm, s. 457.

[118] İbn Kesir, C. III, s. 307.

[119] îbn Hişâm, s. 716 ve müt. Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 73-78.

[120] Maqrizî'ye göre bu savaşın cereyan tarihi 3. Hicri yılın Şev­val ayının 7 veya li yahut 15. günlerine isabet eden bir cumartesi günüdür. Bunlardan sadece 11 Şevval bir cumartesi'ye isabet eder ki bu Milâdi 1 Aralık 624 ü karşılar; mezkûr 7 ve 15 Şevval gün­leri ise cumartesiye isabet etmez.

[121] Şe'mi'nİn Sîre adlı kitabı, Uhud bahsi.

[122] Bunlar ücretli idi.

[123] İbn Sa'd, C. H/l, s. 25; eş-Şe'mi, Uhud bahsi.

[124] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 79-80.

[125] Bu kitabın ikinci basılışı vesilesiyle müellif M. Hamidullah ile aynı konu üzerinde görüştüğümüzde bize, hassaten araziyi ye­rinde tetkik sonunda zikri geçen evvelki görüşünü tamamen ter-kettiğini ifade etiler. Daha açık bir ifadeyle, müellif, Uhud Dağı­nın güneydeki Kubâ mevkii civarında olmayıp bugünkü Medine'­nin kuzeyinde yer aldığı şeklindeki umumî kanaati açıkça teyit etmektedir (Mütercim). Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 81-82.

[126] Qays'ubn'ul-Hatİm'in Dîvânı, neşr. Kowalskİ, s. XVIII.

[127] KitâVüI-Eğânî, XIII, 124.

[128] Vefâ'ül-Vcfâ adlı eserinin Hendek bahsinde.

[129] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 82-84.




Konu Başlığı: Ynt: Ariş ve Şehitliği ziyaret
Gönderen: Kader 7/C üzerinde 13 Mayıs 2014, 18:30:13
 625 yılında Uhud dağı eteklerinde yapılmıştır. Savaş Medine'de bulunan Müslümanlarla, Mekke'deki Ebu Süfyan'ın ordusu arasında geçmiştir. Bedir savaşında yaşananların öcünü almak isteyen Kureyşliler itibarlarını yeniden elde etmek için hazırlık yapmaya başladılar. Bedir savaşında oğlunu kaybeden Ebu Süfyan, babası, kardeşi, oğlu ve amcası öldürülen Ebu Süfyan'ın eşi ve babasını kaybeden İkrime bu savaşın başını çekmekteydi.   

Uhud savaşı hazırlıkları

Mekkeli Cubeyr bin Mutim'in Habeşî kölesi Vahşi'ye '' Sen de bu savaşa katıl. Muhammed'in amcası Hamza'yı öldürebilirsen, seni azad edeceğim .'' demesi, Vahşi'nin özgürlük kazanmak için savaşa katılmasına neden olmuştur. Ebu Süfyan komutasında hazırlanan 3000 kişilik ordu, Mekke'den yola çıktı. Ordunun içinde Ebu Süfyan'ın karısı dahil 14 tane kadın bulunuyordu. Ebu Süfyan'ın eşi Hind intikam duygusuyla yanıyordu. Hz. Muhammed'in amcası Abbas bu hazırlıkları bir mektupla yeğenine bildirdi. Bunun üzerine Muhammed bir meclis toplayarak, ashabıyla bu konuda görüştü. Bu görüşmeden çıkan sonuca göre;

    Düşmanlar Uhud dağı eteklerinde karşılanacaktı
    Şehrin içinde savunma yapılacaktı 

Genç Müslümanların isteğiyle savaşın Uhud dağı eteklerinde yapılmasına karar verildi.