Konu Başlığı: Ariş ve Şehitliği ziyaret Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 15:19:23 Ariş Ve Şehitliği Ziyaret: 64. Sonraki devirlerde, Hz. Peygamberin (S.A.) bu muharebe idare yeri, orada bir cami inşa edilmekle yâd edilmiştir. 1939'da ise, benim gördüğüm tam tepe üzerinde oldukça büyük bir cami inşaatının mevcudiyeti idi. İçinde üç ayrı yere yazılmış, üç ayrı yazıya rastladım ki, biri minberin üzerine isabet eden duvarda, ikincisi mihrabın üzerinde, üçüncüsü ise zeminde mihraba yakın bir taşın üzerinde bulunmaktaydı. Bıi son yazının hal ve vaziyeti, bize burada muhtemelen sonradan yapılmış bazı tamir ve restorasyonlar hakkında malûmat vermektedir. Duvarlar ise çamurla sıvalı olduğundan içinde tuğla yahut taş olup olmadığını anlıyamadım. Mamafih temeller taştan örülmüştür. 65. Minberin üzerindeki yazı, Memlûk hanedanından Mısırlı Türk subaylarından Hoşkadem'in ismini ihtiva etmektedir. Her satırda, bir veya daha ziyade imlâ hataları bulunmaktadır. O halde bu yazılar, Arap olmayan mezkûr aynı kimselerin elinden çıkmış olabilir. «Ahd Nebevt ki Meydan Ceng» adlı kitabımda evvelce bunların tam metnilerini vermiş olduğumdan, şimdi sadece tercümeleriyle iktifa ediyorum. l'inci satır: Bismillâhirrahmânirrahim. 2'nci satır: Bu mukaddes yerde, bu mahalli bina etmeye teşebbüs eden. 3'üncü satır: Mısır devletinin subayı (onbaşı) ve devlet yapıları inşaatçısı Hoşkademdir. 4'üncü satır: Bu hayırlı yapının tamamlanması 906 yılının Rebi'ül-Evvel ayının 21'inci gününe isabet etmektedir. Eski caminin yıkılmasından sonra, bu gerçekten tarihî kitabelerin şimdi ne olduklarına dair bir bilgi sahibi olamadım. 66. O halde bu cami, Hicretin onuncu asrı iptidalarından kalmadır. Mihrabın üzerindeki diğer yazıya gelince, bu, tuğra üslûbunda yazılmıştır. Bunu çözmeye teşebbüs ettimse de mümkün olamadı; ışık da kâfi olmadığından, resmini dahi çekemedim. Bu yazı, takriben 20 cm. karelik bir mermer üzerine hâk-kedilmiştir. Üçüncü yazı, küçük bir taş üzerine hâk-kedilmiştir. İmlâ bakımından daha doğru ise de çok bozuk bir şekilde yazılmıştır. Bu son yazıda görülen «Kâne el-Ferâğ»lâfzınm delaletiyle kitabenin sonradan yapılan tamirlere işaret ettiği anlaşılmaktadır. 67. Şehit kabirleri, hususî bir mezarlık içinde toplanmıştır. Osmanlı idaresi sırasında onun fevkalâde güzel bir yapı olmasını sağlayan mermer sütunlar ve elde işlenmiş nefis yazılarla tezyin edilmişti. Şimdi ise, bu mahalde kırılmamış hiç bir taş ve mermer kalmamıştır; bu parçalar, orada burada sürüklenmektedir. Bütün bunlar, insanı müteessir eden bir manzara teşkil etmektedir. Keza kıyıda bulunan kayalık üzerinde bazı eski kitabeler (yazılar) okunabilir vaziyettedirler. 68. Buradaki rehberlerin de söylediği gibi savaş, bilhassa bugünkü şehidliğin bulunduğu mahalde en şiddetli bir şekilde cereyan etmiştir. Hz. Peygamberin (S.A.) şu meşhur hadîsine bakacak olursak, bu iddianın doğru olması icap etmektedir. «Şehitleri, düşüp kaldıkları yere gömünüz.» 69. Harbin neticeleri gayet iyi bilinmektedir. Bir kere savaş, birkaç saat içinde sona ermiş, ondört Müslüman asker şehît düşmüştür. Fakat, bunlar hayatlarını kaybetmeden evvel en az, toplam yetmiş düşman öldürmüş ve bir o kadarını da esir etmiş bulunmaktadır. [108] Bu esirlere, misal teşkil edecek tarzda muamele tatbik edilmiş, az evvel aralarında bir harp cereyan etmesine rağmen Müslümanlar, bu esirlere karşı lü-tufkâr davranmışlardır. Hz. Peygamber (S.A.), bu esirleri en emin bir tarzda göz altında bulundurmak için bunları kendi askerleri arasında taksim etmiş ve onlara iyi davranmalarını askerlerine tenbih etmiştir. [109] Bu emir îcabsız kalmadı: Bu esirlerden elbisesi olmayanlara elbise temin edildi, Müslümanlarla müsavi surette iaşe edildi. Bazı Müslümanlar, bunlara ekmeklerini verip sade hurma ile yetindiler; gayeleri, sadece verilen emirden dışarı çıkmamak ve bu emre itaat idi. [110] Kur'âna göre (76/8-9) esirlerin iaşesi esasen meccani yapılır. 70. îslâmdan evvelki Arap Yarımadasında harp esirlerine müteallik hususî ve muayyen bir muamele tarzı yoktu: Bazan öldürülürler, bazan köle haline getirilirler (bilhassa kadın ve çocuklar), bazan fid-yei necat alınarak ve bazan hiçbir karşılık alınmaksızın serbest bırakılır ve nihayet bazan da karşı tarafın elinde bulunan esirlerle mübadele edilirlerdi. Fidye-i necat usûlü Bedr savaşından evvel pek revaçta olan bir muamele tarzı idi. Medine'ye doğru bir iki günlük bir yürüyüşten sonra îslâm arazisine girildiğinde, Hz. Peygamber (S.A.) bir meclis topladı ve bütün bu esirleri öldürmeye hak veren birçok sebepler bulunmasına rağmen, fidye-i necat mukabili hepsinin serbest bırakılmasına karar verildi. Herbir esire kıymet olarak 4.000 dirhem biçildi. [111] Hz. Peygamberin (S.A.) akrabaları bile bundan özellikle muaf tutulmamışlardı. Hz. Peygamberin (S.A.) Amcası Abbâs ki çoktan bu muafiyete hak kazanmıştı, çünkü o, Mekke'de Islâmm gizli bir ajanı olarak hizmette bulunmuş ve oraya ait haberleri mütemadiyen Hz. Peygambere (S.A.) ulaştırmıştı, o bile, bu fidyeyi ödemiştir. Yine bir silâh tüccarı olan ve Hz. Peygamberin (S.A.) yeğeni Nevfel'übn'ül-Hâris'ibn Abd'il-Muttalib'den fidye-i necat olarak bin aded mızrak ödemesi istendi. [112] Diğer bir hadisin naklettiğine göre Arap menşeli esirler, takriben 1 kilo 134,5 gram ağırlığında gümüş vermekle mükellef tutulmuşlardır. Arab menşeinden olmayan esirler (siyahiler) sadece bunun yansını vermeye mecbur edildiler. [113] Bütün bu hâdiseler arasında şunu da öğrenmek insana sürür vermektedir: Hz. Peygamber (S.A.), esirler arasında okuyup yazma bilenleri arayıp bulmuş ve her-biri ayrı ayrı şayet on Müslüman çocuğuna okuyup yazma öğretirse, bunun fidye-i necat olarak kabul edileceğini söylemişti. [114] Esirlerden bazılarından fakirlikleri sebebiyle, ilerdeki harplerde Müslümanlara karşı çıkmayacağına dâir sadece söz alınarak serbest bırakılmışlardı. [115] Ganimet çoktu. [116] Bu yüzden esirler, dört günlük Medine yolunu yayan yürümeye bırakılmadılar. 71. Müslüman olsun, düşman olsun, bütün ölüler gömülmüş ve düşman ölülerine her türlü tecâvüz, parçalama hareketleri şiddetle yasak edilmişti. 72. Hz. Peygamber (S.A.) hemen Medine'ye iki haberci göndermiş, biri şehrin «Âliye», diğeri «Sâfi-le» "îimtakasına vararak bu muhteşem zaferin haberini ulaştırmışlardır. [117] Hakikaten bunun gerçekleşmiş olması, birçok kimseler için inanılmayacak bir haber teşkil ediyordu. 73. Biz, şimdi burada muzaffer ordunun şehre girişini nakletmekle meşgul olacak değiliz. Şenlik ve, şölen muhakkak ki çok ağır başlı, o nisbette de muazzam olmuştur. 74. Hâdiselerin milletlerarası tepkisi olmamış değildir. Rivayet edilir ki, Müslümanların zafer havadisi bazı seyyahlar vasıtasiyle Habeşistan kralı Ne-câşî'ye varınca çok sevinmiştir. Onun Hz. Peygamberle (S.A.) olan münasebetleri, evvelce Habeşistan'a iltica etmiş ve orada İslâm Devletinin ve yeni îmânın temsilcileri olan Müslümanların tavr u hareketleri sebebiyle çok dostâne idi. [118] Muhtemeldir ki bu rivaye.t eş-Şe'mî tarafından «Sîre» adlı eserinin Bedr bölümünde verilen malûmatın bir kısmıdır: eş-Şe'mî naklediyor ki Mekkeliler, Bedr mağlûbiyetinden sonra Habeşistan'a iki hususî memur göndererek Necaşî'-den memleketine iltica etmiş olan «Müslüman mücrimlerin» (!) iadesini talep ettiler. Bu teşebbüsü muhtemelen Mekke'deki bir casusu vasıtasiyle öğrenen Hz. Peygamber (S.A.) de buna mukabil, Demre kabilesinden, henüz Müslüman olmamış olan Amr b. Umey-ye'yi Kureyşlilerin düşmanca bir hareketine karşı tedbîri ihtiyati olarak Habeşistan'a gönderdi. Şurası gayet iyi biliniyor ki Necâşî, Müslümanların iadesine dâir Mekkelilerin taleplerini reddetmiştir.[119] 3- UHUD SAVAŞI (Hicrî 3. Yıl, 7 Şevval / M. 624, 24 Aralık, Pazartesi) [120] Mekkeli Kureyşilerin Bedr Mağlûbiyetinden Sonra, Medine Üzerine Tekrar Yürümek İçin Hazırlığa Girişmeleri: 75. Mekkeli Kureyşilerin Bedr'de ilk hezimetlerinden sonra terketmek mecburiyetinde kaldıkları kendilerini Suriye ve Mısır'a ve birçok diyarlara bağ-hyan malûm yolun değer ve önemi çok büyüktü. Bunun için mukabil bir sefer hazırlıklarına yardım olmak üzere bir araya getirdikleri çeyrek milyon dir-hemlik serveti hiç de israf telâkki etmiyorlardı. [121] Bedr'de Müslümanlar tarafından esir edilmiş arkadaşlarından altmışına fidyei necat olarak aynı miktar bir para harcadılar. Her esirin vasatı olarak dört bin dirhem fidyei necat parası "ödemesi lâzımdı. İbn Hişâm (s. 555), eş-Şe'mî (Uhurt bahsi) ve diğerlerinin verdikleri malûmata nazaran Kurey siler, sadece mahallî gönüllü askerler hattâ ebedi müttefikleri Ehâbîş kabilesi askerleriyle [122] iktifa etmediler; Amr'ubn'ul-As, Abdullah'ibn'iz-Ziba'râ, Hubeyret'ubn Vehb, Musâfi'-ubn Abd Menâf, Ebû Azze Amr'ubn Abdillah el-Cu-mahi gibi bazı mühim şahsiyetleri, bütün Arabistan yarımadasını dolaşarak kabilelere tslâmiyetin arzet-tiği yeni tehlikeyi haber vermeye ve izah etmeye gönderdiler ve onlardan bütün kuvvetlerini «Poliçe Acti-on = Önleyici Hareket» halinde Medine'ye karşı birleştirmelerini istediler. Heyet muvaffak olmuştu: Bedeviler, güruhlar halinde bu iş etrafında toplandılar. 76. Hz. Peygamberin (S.A.) Mekke'deki gizli ajanı amcası Abbâs, diğer Mekkelilerle birlikte Bedr'-de esir alındığı zaman, onun da fidyei necat ile mükellef tutulmuş bulunmasına rağmen o, Mekke'ye döndükten sonra Ğıfâr kabilesinden bir haberci va-sıtasiyle Mekke'de zamanla inkişaf eden en son durumlardan Hz. Peygamberi (S.A.) haberdar etmiştir'. Düşman, Hicretin [123] 'üncü yılında (Milâdî 624, Kasım), Şevval ayında Medine üzerine yürüdüğü zaman esasen Medineliler hazır vaziyetteydiler. Kureyşliler ve müttefikleri Uhud Dağı yakınında Medine şehrinin kuzeyinde karargâh kurdular. [124] Uhud Dağı: 77. Uhud.dağı, Medine'nin tam kuzeyine düşmekte ve şehrin merkezinden itibaren beş kilometre kadar bir mesafede bulunmaktadır. Kureyşliler, (haritada) herkesçe görüleceği gibi, Medine'min güneyinde uzak bir mesafede bulunan Mekke'den gelmişlerdi. Mekkeli müstevlilerin güneyden geldikleri halde, nasıl olup da Medine'nin güneyine isabet eden bir yerde durmadıkları ve Medine'yi atlayıp, çok daha ötelere gidip; şehrin kuzeyinde karargâh kurdukları hususu beni uzun müddet şaşırtmış ve merakımı çekmişti. Çünkü Medineliler, bu suretle onların ricat ve takviye yollarını kolaylıkla kesebilecek şekilde güneyde serbest bırakılmış olmaktaydılar. Gerek mahallî ve gerekse yabancı birçok mütehassıs bilgine, bu meseleyi sordum, kimse beni ikna eden bir cevap veremeyince mütereddit bir şekilde de olsa bugünkü Uhud diye anılan yerin, meşhur muharebenin cereyan ettiği gerçek Uhud olmaması lâzım geldiği hususunda nazarî bir fikre sahip olmuştum. Vaktiyle sahip olduğum bu görüşüme göre, günümüzde artık unutulmuş olan hakikî Uhud'un, Kubâ yakınlarında bir yer olması gerekmekteydi. Yeni tarihçi ve coğrafyacılar olduğu kadar, eskilerin de ittifakla temin etmeleri, hattâ Uhud'un unutulmaz ve en hürmete şayan şehidi Hz. Hamza'nm türbesinin bulunduğu yer bile, vardığım bu neticeden dönmemde kâfi delil teşkil etmemişti. 78. Filhakika, mezkûr mahalli ziyaret ve araziyi tetkik fırsatını ele geçirdikten sonra anladım ki, ömrüm boyunca sayfalarını çevirdiğim kitaplar, çok yüksek malûmata sahip âlimlerle görüşmelerim veya mektuplaşmalarım, gerçek durumu bana tam mâ-nasiyle izah etmekten uzak kalmışlardır.[125] Medine'nin Mahallî Durumu Ve Hz. Peygamber (S.A.) Zamanında Arzettiği Manzara: 79. Hakikaten Medine, yapısı lâv olan, eni ve boyu takriben onbeş kilometrelik bir ova üzerinde kurulmuştur. Esasında bu ova Cevf ül-Medine diye adlanır; sonradan Hz. Peygamber (S.A.) tarafından «Haram», yani mukaddes, tecavüzden mâsun yer olarak isimlendirilmiştir. Bu ova her taraftan zincirleme uzanan yüksek dağlarla çevrilidir. Ulaştırma, bu dağların aralarında kalan dar vadiler arasından yapılır. Eski müelliflerin «Eyr» ve «Sevr arası» dedikleri bu ova, aynı zamanda, bu iki dağın arasında muhteşem Sal' dağına ve diğer stratejik kıymete sahip küçük tepelere de sahiptir. 80. Hz. Peygamber (S.A.) devrinde Medine, günümüzde olduğu gibi kalabalık cadde ve iskân mın-takalanna sahib değildi; o günlerde Medine'de birçok Arab ve Yahudi kabileleri vardı ve her kabilenin köyü yahut mahallesi, birbirinden tamamen ayrı mın-takalarda bulunuyordu; aralarındaki mesafe iki yüz metre, dört yüz metre veya daha fazla idi. Bu karyelerin teşkil ettikleri zincir böylece, Eyr dağından Sevr dağına doğru uzanıyordu. (Aşağıda Dördüncü Bölüm'deki haritaya bakınız). 81. Bu kabile köylerinden her biri, bir veya birkaç kuyuya sahipti ve hepsinde taştan yapılmış çift katlı evler de bulunuyordu. Bütün köylerde «Utum» veya «Ucum» denilen sağlam yapıda birçok burç ve hisarlar yapılmıştı. Bir harp vukuunda kadınlar, çocuklar ve mevâşî ve diğer menkul eşya, emniyet gayesiyle buralara nakledilirlerdi. Bir zamanlar, bu nevi kulelerden şehirde yüz kadar mevcut bulunuyordu. Sadece Benû Zeyd kabilesinin 14 hisara sahip olduğunu söylersek, durum, kendiliğinden îzah edilmiş olur. [126] Hattâ bunlardan bazıları çok büyüktü. [127] Uhey-hat'ubn'ul-Culah'a ait * Utum' ud-Dih yan* bunlardandır; bu sonuncu üç katlı olup temeli siyah lâv taşlarıyla örülmüştü. Burcun iki katı da «nabara» denen gümüş gibi beyaz taştan yapılmıştı ve bu hisar o kadar yüksekti kî, deve ile bir günlük mesafeden göze çarpardı. Bu kulenin harabelerine Kubâ denen köy civarında 1947 senesinde tarafımdan rastlanmıştır. Mahfuz kalan zemin kat, harabı bir halde bile olsa, bize îslâmdan evvel Medine şehrinin askeri yapı ve mimarisi hakkında fikir edinmek imkânım vermektedir. Medine'deki bu hisarların ekserisinde, uzayan muhasara durumlarına karşı, burç sakinlerini içme suyundan mahrum etmemek için kuyular açılmıştır. 82. Bu yaygın ve birbirlerinden aralıklarla ayrılmış köyler bir yana, her bir kabilenin fertlerine ait birçok bahçe ve tarlalar da mevcuttu. Bunları birbirlerinden ayıran müşterek duvarlar ise keza taştan yapılmıştı. Bütün bu tarla ve bahçeler Medine'nin her istikametinde yaygın olarak bu şehri kuşatıyordu. 83. Kabilelerin ikamet ettikleri bu mahallelerden birinin adı «Yesrib» idi; suyun çok bol olduğu Uhud dağının güney batısında, vaktiyle kurulu bulunduğu yeri bana müphem bir şekilde göstermişlerdi. Muhtemeldir ki burası îslâmdan evvel bu bölgenin ya ilk ikametgâhlarının tesis edildiği veya en mâmur ve müreffeh veyahutta en mühim ikamet bölgesini teşkil ediyordu. Her nasılsa, şurası gerçektir ki bu mahal, bu bölgenin bir kısmını teşkil ettiği halde, bütün bölgenin isimlendirilmesinde kullanılmıştır. Aynı duruma diğer çeşitli memleketlerdeki mahal isimlerinde de rastlanmaktadır. Sonraları, sadece «Medine* olarak anılan «Medinet'ün-Nebi», bölgenin merkezine isabet eden bir yerdedir. 84. Mekkeli Kureyşîlerin Medine ahalisinin topuna karşı hususi bir garezleri yoktu. Onlar, sadece bir tek kişiye karşı kızgındılar; o da, Medine'ye sığınmış durumdaki kendi hemşehrileri Hz. Peygamberdi (S.A.). Şehrin dışından «Medinet'ün-Nebİ»ye varabilmek için, birçok bahçelerde mevcut sık ağaç kümelerini aşmak zarureti vardı. Bunun için, her iki tarafta da binlerce askerin bulunduğu orduların rahatça meydan muharebesi verebileceği hiç bir yer mevcut değildi. İkinci asır müellifi Samhûdî'nin [128] İbn İshâq'dan naklettiğine nazaran «Medine dışarıya bir cihetten açıktı, diğer taraflar, bir düşmanın geçit bulamayacağı binalar, hurma korulukları gibi manialarla himaye edilmekteydi» demektedir. [129] [108] İbn Hişâm, s. 506-513. [109] Buhâri, 56/42. [110] Taberî, C. I, s. 1337Î İbn Hişâm, s. 459-60. [111] İbn Hişâm, s. 462. [112] İbn Hacer, tsâbe. No. 8336. [113] Kenz'üI-Ummâİ, C. V, No. 5367. [114] İbn Sad. C. H/l, s. 14, 17; îbn Hanbel, C. I, s. 246. [115] Taberî, C. I, s. 1342-54; İbn Hişâm, s. 471. [116] tbn Sa'd, C. H/1. s. 13. [117] İbn Hişâm, s. 457. [118] İbn Kesir, C. III, s. 307. [119] îbn Hişâm, s. 716 ve müt. Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 73-78. [120] Maqrizî'ye göre bu savaşın cereyan tarihi 3. Hicri yılın Şevval ayının 7 veya li yahut 15. günlerine isabet eden bir cumartesi günüdür. Bunlardan sadece 11 Şevval bir cumartesi'ye isabet eder ki bu Milâdi 1 Aralık 624 ü karşılar; mezkûr 7 ve 15 Şevval günleri ise cumartesiye isabet etmez. [121] Şe'mi'nİn Sîre adlı kitabı, Uhud bahsi. [122] Bunlar ücretli idi. [123] İbn Sa'd, C. H/l, s. 25; eş-Şe'mi, Uhud bahsi. [124] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 79-80. [125] Bu kitabın ikinci basılışı vesilesiyle müellif M. Hamidullah ile aynı konu üzerinde görüştüğümüzde bize, hassaten araziyi yerinde tetkik sonunda zikri geçen evvelki görüşünü tamamen ter-kettiğini ifade etiler. Daha açık bir ifadeyle, müellif, Uhud Dağının güneydeki Kubâ mevkii civarında olmayıp bugünkü Medine'nin kuzeyinde yer aldığı şeklindeki umumî kanaati açıkça teyit etmektedir (Mütercim). Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 81-82. [126] Qays'ubn'ul-Hatİm'in Dîvânı, neşr. Kowalskİ, s. XVIII. [127] KitâVüI-Eğânî, XIII, 124. [128] Vefâ'ül-Vcfâ adlı eserinin Hendek bahsinde. [129] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 82-84. Konu Başlığı: Ynt: Ariş ve Şehitliği ziyaret Gönderen: Kader 7/C üzerinde 13 Mayıs 2014, 18:30:13 625 yılında Uhud dağı eteklerinde yapılmıştır. Savaş Medine'de bulunan Müslümanlarla, Mekke'deki Ebu Süfyan'ın ordusu arasında geçmiştir. Bedir savaşında yaşananların öcünü almak isteyen Kureyşliler itibarlarını yeniden elde etmek için hazırlık yapmaya başladılar. Bedir savaşında oğlunu kaybeden Ebu Süfyan, babası, kardeşi, oğlu ve amcası öldürülen Ebu Süfyan'ın eşi ve babasını kaybeden İkrime bu savaşın başını çekmekteydi.
Uhud savaşı hazırlıkları Mekkeli Cubeyr bin Mutim'in Habeşî kölesi Vahşi'ye '' Sen de bu savaşa katıl. Muhammed'in amcası Hamza'yı öldürebilirsen, seni azad edeceğim .'' demesi, Vahşi'nin özgürlük kazanmak için savaşa katılmasına neden olmuştur. Ebu Süfyan komutasında hazırlanan 3000 kişilik ordu, Mekke'den yola çıktı. Ordunun içinde Ebu Süfyan'ın karısı dahil 14 tane kadın bulunuyordu. Ebu Süfyan'ın eşi Hind intikam duygusuyla yanıyordu. Hz. Muhammed'in amcası Abbas bu hazırlıkları bir mektupla yeğenine bildirdi. Bunun üzerine Muhammed bir meclis toplayarak, ashabıyla bu konuda görüştü. Bu görüşmeden çıkan sonuca göre; Düşmanlar Uhud dağı eteklerinde karşılanacaktı Şehrin içinde savunma yapılacaktı Genç Müslümanların isteğiyle savaşın Uhud dağı eteklerinde yapılmasına karar verildi. |