Konu Başlığı: Akabe havalisi ve akabe bîatları Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 15:27:44 Akabe Havalisi Ve Akabe Bîatları: 10. Mekke'den Minâ düzlüğüne kadar yolun her iki yanında tepeler, bir duvar gibi zincirleme uzayıp gider. Mekke'den yola çıkılırsa Minâ'ya varmadan evvel, bu tepelerden müteşekkil duvarın sol cenahında bir kavis müşahede ederiz ki, bu bir kemer veya bir yarım dâire şeklinde olup, Delhi Cuma Mescidini veya İstanbul'da Sultanahmet Cami'sini içine alacak kadar genişliktedir. Buraya Akabe derler ki, esasında Akabe Kıyısı demek daha doğru olurdur Çünkü «Akabe», kelime mânası olarak «iki muvazi dağ arasında kalan geçid» anlamındadır. Bu yüzden, eski tarihçiler [21] buraya (İinde'l-Akabe) demişlerdir. 11. Akabe dediğimiz bu kavisi teşkil eden düzlükte büyük bir kuyu ve ekime elverişli yer de vardır. M İNA KASABASI CAMİ » — MEKKE YOLU Akaba bölgesini gösteren kroki; Ortadaki boşluk meşhur Akaba Bi'att*-nın akdedildiği yerdir ve burada Mescid'ul-Akaba, olayı yâdetnıek üzere sonradan inşâ olunmuştur. Hazreti Peygamber (S.A.) tarafından Akabe Biatinin yapılmış olduğu bu yerde, eski zamanlarda orta büyüklükte bir cami yapılarak hâtırası yaşatılmıştır. Bu caminm, çok eskiden yapılmış olduğu hususu, kûfî birçok yazıların hâlâ duvarlarında mevcut oluşundan istihraç olunabilir" [22] Ayakta duran dört duvarı müstesna, 1947 de benim ziyaretim esnasında, üstünde dam bile yoktu. Cami hâlen mahalli halk tarafından Mescid'ül-Aşere (Onlar Mescidi) diye anılmaktadır. Mamafih şüphe yok ki bu, Akabe Bîatları camisidir. Çünkü, Mekke tarihi üzerinde ihtisasiyle tanınmış Taqî'ud-Dİn el-Fâsî bu mukaddes şehrin tarihine âit Tahsil'ül-Merâm fî Ahbâr Beldet'il-Harâm (el yazması, Karaviyyîn, Fas) adlı eserinde şöyle yazıyor: «Biat camiine gelince... Bu cami Minâ dağ geçi-dindeki (Akabe) içerlek yerde bulunmaktadır. Onunla, yâni cami ile Akabe arasında bir taş atımı yahut biraz daha fazla bir mesafe bulunmaktadır. Bu yer, Mekke'den Minâ'ya giden bir yolcunun sol tarafında kalmaktadır. Bu cami, ilk defa 144 H. yılında el-Man-sûr tarafından inşâ edildi ve 629 yılında Abbasî Halîfesi el-Mustansır tarafından yeniden bina edildi.» 12. Kasaca bu yer, 20 ilâ 50 kişi bir araya gelse yoldan gelen geçenlerin nazarı dikkatini çekmeyecek kadar büyüklüktedir. Buradadır ki Hazreti Peygamber (S.A.), Medine'ye gelen altı kadar kimseye mülâki olmuştur. Tarihen bunlar acaba burada bir kamp mı tesis etmişlerdi, yoksa sırf tebliğini dinlemek için mi Hz. Peygamber (S.A.) ile burada buluşmuşlardı? Burası sabit değildir. Bu insanlar, îslâma ve AUahın birliğine imân etme davetini alâka ile dinlediler ve diğerlerinden ayrı olarak, bütün bunların imân edilecek kıymet taşıdığını kabul ve Hz. Peygamberle teşriki mesâi etmeyi kararlaştırdılar".[23] 13. Onların bu müzâharet temayüllerinin ve diğer Araplardan farklı bir zihniyet taşımalarının sebebi ne olabilirdi? Onlar, Hz. Peygamberin (S.A.) büyük annesinin mensup olduğu Hazre'c kabilesine mensup Medinelilerdi. [24] Annesi Âmine ise, Hz. Peygamber (S.A.) henü2; bir çocukken bu kabileye misafir gitmiş ve orada çocuğu «Benû'n-Neccâr'ın yüzmeye müsait geniş kuyusunda iyice yüzmeyi öğrenecek kadar...» ikamet etmişti (Sîre-i Şe'miyye). Bundan başka Hz. Peygamberin (S.A.) genç amcası Abbâs dahi ticaretle alâkalı olarak Suriye'ye her gidişinde ve buradan dönüşünde, Medine'de bu kabile ahâlisi ile sohbet için, birçok günler kalmayı itiyat haline getirmişti". [25] Bütün bunlar, aradaki münâsebetleri gayet hareketli kılmıştır. Ayrıca Medineliler, bu mahaldeki bazı Yahudi kabileleriyle itifak halinde ve bazılariyle de düşmanlık ahvâli içinde bulunuyorlardı. Onlar evelden beri dâima Yahudilerin bir Peygamber beklediklerini işitmekteydiler. Buna nazaran Yahudiler, ona tabî olacaklar ve onun başkanlığı altında bütün düşmanlarına karşı galip duruma geçeceklerdi. [26] Bunun için neden bu beklenen Peygambere tabi olmamalı ve doğacak şereflerde ve beklenen zaferlerde öncelik hakkı elde etmemeli idi? Hz. Peygamberin (S.A.) büyük babası Abd'ül-Muttalib ile bunun amcası Nevfel arasında Mekke'de evvelce zuhur eden şiddetli mücâde-delede Medineli Hazreciler, Abd'ül-Muttalib'in. tarafına askerî yardımda bulunmuşlardı [27] Mümkündür ki Hazrecîier şimdi, kendi yeğenlerine yani Medineli Ev-sîlere karşı Hz. Peygamber Muhammed'in (S.A.) kabilesinin yardımını ümit etmişlerdir. 14. Esas sebepler ne olursa olsun, Allahm lûtt'u ve kendilerine has sâdk ve mantıkî düşüncelerle bir an evvel îslâmı kabul etme endişesine sürüklenmişlerdi, 15. Medineli Arap kabileleri, yani Evsiler ve Hazreciler arasında mevcut kan dâvaları eski nesillerde pek çok kan dökülmesine sebep olmuş ve şimdi ise her iki taraf bîtap düşmüştü. Bu kabilelerin aklı başında mensupları, aralarındaki düşmanlığa son vermeye ve her şeye rağmen münasebetlerini düzeltmeye hazırlanıyorlardı. [28] Bunların karşılıklı haset, rekabet ve izzeti nefis kayguları karşısında, Medineli olmayan bitaraf bir şef, açıkça bütün bu müşkülleri halledip yoluna koyma ve müşterek bir üstün reis olmada çok daha müsait imkânlara malikdi. [29] İslâmm Yayılmaya Başlayışı Ve İslâınî Siyasetin Temelinin Atılması: 16. Akabe'de Müslümanlığı kabul eden bu altı kişi, memleketleri olan Medine'ye döndükleri ve hemen dini neşre başladıkları zaman, çok geçmeden diğer bazı kimseler, bunlara ilti' ak ettiler. Ertesi yıl Hac mevsiminde geçen senekilere katılanlardan beş kişi ile birlikte, Hazrec ve Evs kabilelerini temsil eden on iki kadar şahıs aynı Akabe mevkiinde Hz. Peygamber (S.A.) ile Hac mevsiminin mehtaplı geceleri devamın-ca buluşup konuştular. Bunlar, Hz. Peygambere (S.A.) aynı zamanda ailelerinin de sadakat ve bîatlarını getirmiş kimselerdi. Hz. Peygamber (S.A.) onlara: «Allahm mutlak birliğine inanç beslemelerini, ahlâkî istikamete yönelmelerini ve her iyi işte (mâruf) Peygambere (S.A.) itaat etmelerini» tenbih etti1''.[30] 17. Hz. Peygamber (S.A.) bir nevi sosyal mukabele İle bu Medineli on iki ailenin reisi ve âmiri olmuştu. Bunların bizzat talep ve ricaları üzerine, Mek-keli bir Müslüman muallim'e onlarla buluşmasını, bir misyoner gibi faaliyette bulunduğu kadar bu yeni imanlarının dini icraatına müteallik teferruatında hu muhtedîleri aydınlatmasını emretti. [31] Bu misyoner, sadece İslama davette değil, ayni zamanda kendine has bir taktikle yeni Müslümanların birbirleri arasında hulûsu kalble teşriki mesâi etmeleri hususunda muvaffakiyet kazanmış, Hazrec ve Evs kabilelerine mensup kimselerin Müslüman sancağı altında toplanmalarında baş rolü oynamıştır. 18. Bir yıl daha geçti ve Hicretten evvel birinci yılda Medineli 500 kadar müşrik Hac yolcusuna kadınlı erkekli 73 Müslüman katılmıştı. Bu 73 kişi bizzat başlarında muallimleri olduğu halde, hürmet ve tazimlerini arzetmek ve sevgili Peygamberlerini kendi vahalarına hicret etmeye davet için gelmişlerdi. O sıralar, İslâm Medine'de ekalliyetin diniydi. Medine'de çoğunluğu teşkil eden müşriklerden Hac için gelenler ise, Mekke Kureyşîlerinin şefleri ile askerî bir ittifak yapmak istiyorlardı. Buna mukabil Medineli Müslümanlar yine mehtaplı bir gecede geç vakit, Mübarek Akabe mevkinde bir meclis akdetmek üzere birbiri peşi sıra sökün edip gizlice toplandılar. Aynı saatte, Hz. Peygamber de refakatinde dünya işlerini iyi bilen amcası Abbâs olduğu halde belli saatte orada hazırdı. Hz. Peygamber, onlara ilâ;hî vazifesinin nelerden ibaret olduğunu ve onların şehâdet ettikleri îmânın ne manaya geldiğini ve ilâhî vazifesinin gerçekliğini anlatıp tasdik etti. Bundan sonra Medineli Müslümanlar, Onu ve Mekkeli diğer mü'minleri Medine'ye hicrete davet ettiler [32] ve şayet böyle yaparsa «ailelerini nasıl himaye ediyorlarsa onları da öylece himaye edecekleri» hususunda teminat verdiler. Hz. Peygamber (S.A.) böyle yaparsa, bunun bütün âlemle harp haline gelmek demek olacağını kendilerine söylemesine rağmen, onlar hâlâ kendilerinin söylediği gibi bu davetlerini kabul için çok ısrar ettiler ve verdikleri sözden asla geri dönmeyeceklerini bildirdiler. Hz. Peygamber (S.A.) ayrı ayn onlarla anlaşmış olarak el sıkıştı ve «Şu andan itibaren ben de sizdenim; sizin kanınız benim kanım ve sizin affınız benim affımdır» [33] dedi". [34] Sonra, onlardan zümre reislerini (naqîb) seçmelerini istedi ve neticede onlar tarafından teklif edilmiş on iki kişiyi, on iki zümrenin temsilcisi ve reisi olarak tasvip ve tasdik etti [35] ve bu Müslümanlardan birini «Başkanların Başı —* Naqîb'ün-Nuqabâ» tayin etti.[36] 19. îşte gizlice akdedilen meşhur Akabe Biati budur. Bununla kat'î olarak insanları, arazisi ve teşkilâtı ile İslâm Devletinin temeli atılmış oldu. Kurey1 siler, bu sözleşmeden malûmattar oldukları vakit şüphesiz buna çok kızdılar ve bunun, kendilerine karşı açık bir meydan okuma ve mürettep bir hareket olduğunu söylediler. Gerçekte mezkûr yetmiş üç Medineli Müslümahdan ayrı, cereyan eden bîatlardan habersiz Medineli müşrik hacılar ise onları teskin ettiler ve böyle bir sözleşmenin ademi mevcudiyeti hususunda onları temin ettiler. [37] İslâmın Kuvvet Ve Kudretinin Artması Mekke Ku-Reyşîlerini Hiddetlendiriyor: 20. Mekeli Müslümanlar, açık veya kapalı, ana vatanlarından hicret etmeye ve Kureyşlilerin kendilerini mâruz bıraktığı mezâlimden kaçmağa başladıkları vakit, Kureyşlilerin hiddet ve gazabı her geçen gün biraz daha arttı. 21. Eşhur'ul-Hurum mevsimi [38], Mekkeli Müslümanlar tarafından gönülleri ferah olduğu halde endişesiz, ocak ve yurtlarını terk etmede. kullandıkları bir devre idi. Kureyşliler, Müslüman halkın Mekke'den hicret edip Medine'de Kureyşlilerin ana ticaret yolu üzerinde temerküz etmelerini ciddiyetle nazarı itibara aldılar. Buna mukabil, Hz. Peygamberin (S.A.) ailesinden birçok zevat *sâdık Mekkeliler» olup şehri kendi haline bırakmamışlar, aksine şehir meclisinde esas mevkileri ele geçirmişlerdi. Mukaddes Zemzem kuyusunun idarecisi olan Abbâs ve îslâmın birinci düşmanı Ebû Leheb gibi... Bir müddet sonra, Kureyşliler, Hazreti Peygamber'e (S.A.) karşı bir suikast tertip ettiler. Aşikârdır ki bu, bütün Müslümanlar için müsamaha ve barışın sonu ve aynı zamanda İslâmlığa karşı gizlice girişilmiş bir harp olacaktı. 22. Hz. Peygamber (S.A.) evinden dışarı çıktığı vakit onu öldürmeye niyet ettiklerini alenen itiraf edenler tarafından iyice etrafının sarıldığını müşahede edince, evini terkedip Mekke'den uzaklaşmaya muvaffak oldu" [39] ve Sevr dağındaki malûm mağarada üç gece geçirdi. Bu arada şehirde heyecan yatışmıştı ve nihayet, Rebi'ül-Evvel ayının başlarında, herkesin kullanmadığı bir yoldan Medine'ye doğru yola koyuldu. Bu seyahat, takriben on iki gece sürmüştür. Onun «kaybolduğuna» dair haberler, Medine'ye ondan evvel ulaşmış bulunuyordu. Pek tabiîdir ki halk onun yolda olduğunu umuyordu. Heyecanlı ve üzüntülü geçen bekleyiş günlerinden sonra, Medine'nin cenubundaki Qubâ köyü ahalisi, bir gün uzaktan iki develik bir kervanın kızgın güneş altında kendi köylerine doğru yaklaştığını gördüler. Evet, yanılmıyorlardi; bunlar Hz. Peygamber, kölesi ve Ebû Bekir olup tut-, tukları bir rehber ile beraber gelmekteydiler. Resu-lûllahın şu muvasalatında, halkın din ve devletlerinin reisine karşı gösterdikleri mesut heyecan ve tezahüratı tavsif etmeğe kelimeler pek kâfi gelmez. Genç olsun, ihtiyar olsun, erkek ve kadınlar, en kıymetli zî-netlerini takınmış ve silâhlarını kuşanmış olarak Medine şehrinin cenubuna düşen ve bugün hâlâ Seniy-yetü'1-Vedâ namiyle yadedilen meşhur tepe üzerinde onu, insanlık tarihinin kaydetmediği ve kimseye nasip olmamış bir samimiyet içinde karşılamak, hoş geldin demek ve onu görmek için toplandılar. Kızlar, çocuklarla birlikte kasideler okuyorlar, tambur çalıyorlar ve aşağıdaki şu hoş geldin şarkısını terennüm ediyorlardı: «Seniyyet'ül-Vedâ'dan yükselen dolunay üzerimizi kapladı, Allaha ibadet edildiği müddetçe minnet şükürleri bize vâcib oldu. Ey Allah tarafından bize gönderilen, Tam itat edilecek bir emri bize ulaştırdın»".[40] 23. Bazı Arap tarihçileri Hz. Peygamber Medine'ye doğru yola çıktığı vakit yanına Bureydet'ül-Es-lemî ve onunla birlikte arkadaşlarından on iki kişi kadar bir topluluğu beraber aldığını zikretmektedirler. Bunlar, yolda sancaklar açmış oldukları halde, ona refakat etiler ve onu bir muhafız hassa alayı gibi her tehlikeden korudular. [41] Calibi dikkattir ki, yukarda belirttiğimiz gibi Medine civarında Qubâ'ya varıldığı vakit, aynı muhafızlardan hiç bir bahis yoktur. O haîde, Hz. Peygamberin (S.A.) hareketinden bir müddet sonra, kendisine refakat edenlerin geri dönmelerine müsaade etmiş olması gerekmektedir. 24. Mekkeli Kureyşiler, tabiatiyle Hz. Peygamberin (S.A.) bu muvaffakiyetli hicreti üzerine, ziyadesiyle hiddetlendiler ve tepki olarak da, Hz. Peygamberin (S.A.) ve diğer muhacirlerin geride bıraktıkları mal ve mülkü müsadere etiler. [42] Mekke'de kalmış olan birkaç mazlum Müslüman üzerinde takibat ve tazyiklerini de arttırdılar. [43] Hz. Peygamberin (S.A.) Muhacirler Meselesine Dair Bulduğu Hal Şekli Ve Dünyada İlk Yazılı Devlet Anayasasına Dair Bazı Malûmat: 25. Esas mücadele şimdi başlıyordu. 26. Hz. Peygamber (S.A.) ilk olarak, Mekkeli Muhacirler ile Medineli Evs ve Hazrec kabilesinden olan ve Ensâr diye anılan yerliler arasında kardeşlik bağları tesis etti. [44] Bununla, yerlerinden olmuş, dünyada bir dayanağı kalmamış kimselerin nasıl tekrar eski hal ve vaziyetlerine dönecekleri dâvasını halletmiştir. Bu kardeşlik meselesinin esası, bir arazî veya mülke iki «rızaî kardeş» in birlikte sahib olmalarından ibaretti ve bu ikisinin çalışmasından hâsıl olan kâr da müşterek Jbir sermayede toplanıyordu. Hattâ birbirlerinden miras dahi alarak örf ve âdeta göre mirasçı olması gerekli diğer kimseleri hariçte bırakmaya başladılar. [45] Hükümet dahi bu vakıayı nazarı itibara alarak, bir askerî sefer için gönüllüler arasında bir ayırma yaparken, bu rızaî kardeşlerden sadece birini seçip diğerini geride kalan İki aileye de mukayyet olması için, liste harici etmekte pek dikkatli davranıyordu. 27. Bundan başka, idare eden ve edilenin vazife ve selâhiyetlerini gösteren ve Medine ovasında (Cevf) «federal ve hattâ konfederal bir Şehir - Devleti» tesis ve teşkil eden sarih ve kat'İ yazılı vesika da ilân edildi. Bu vesikada, içtimai sigorta, adli - kazaî idare, yabancılarla münasebetler, devletin müdafaası ve merkezî idarenin diğer çeşitli vazife ve selâhiyetleri gösterilmiştir. Keza fertler arasında zuhur eden ihtilâflarda Hz. Peygamberin (S.A.) kafi ve nihaî karar hakkı olduğu esas bu yazıda yer almıştı. [46] Bu anayasayı, Medine'de ikamet eden Yahudilerin de bir taraf olarak, bu teşrii harekete, yani bu Şehir-Devletine katıldıklarını gösteren bir mukavele takip etmekteydi. Yahudilerle yapılan bu anlaşma bilhassa siyasî ve askerî duruma ait meseleleri hal ve faslediyordu. Bundan başka, Yahudiler anlaşmada sarahaten zikredil-diği gibi Hz. Peygamber Muhammedi (S.A.), üstün şef ve müşterek başkan olarak kabul etmeye ikna edilmişlerdi. Araplar gibi Yahudiler de bu mıntakada, birbirlerine hasım gruplara ayrılmışlardı. Şehirde, sulh ve nizâmı yeniden kuran ve tarafsız bir adalet mekanizmasını idare edebilen üçüncü bir bitaraf şahsiyetin mevcudiyeti muhakkak ki onlardan hiçbiri için nahoş bir mevzu teşkil etmiyordu. Şurası kayda değerdir ki Yahudi zümreler, bu vesikada: «filân ve filân Arab kabilesinin Yahudileri» şeklinde anılmaktadırlar. Bu hâle göre bu Yahudiler Medine'de müstakil ve yine kendilerinden müteşekkil bir varlığa sahip değilerdi.-Aksine onlar burada muhtelif Arap kabilelerinin müsamaha ve himayeleri altında yaşamaktaydılar. Yahudilerle yapılan bu mukavelename ve Medineli Müslümanlara ait yasa, bir tek basit *sa-hife»de toplanmıştır. Welhausen'in tabiriyle «Gemein-deordnung von Medine» olan bu «sahife-, malûm anarşi içinde yaşayan bu şehirde bir devlet tesis ve teşkil ediyordu. Ne kadar büyük bir talih eseridir ki bu vesika, dünyada bir devletin ilk yazılı anayasası, müverrihler tarafından zamanımıza kadar «verba-tum» ve «in toto» olarak saklanmış ve bize kadar sahih bir şekilde ulaştınlabilmiştir. Mukaddes yani «haram arazi» mefhumunu getirmesi, mahfuz ve muayyen toprak bütünlüğü anlayışı yaratması ve sayesindedir ki bu anayasa, Medine'nin birliğini temin etmiş ve Hz. Peygamberin (S.A.) hayatının sonunda bütün Arabistan'ı kucaklayan vâsi bir İmparatorluğun başşehri olduğu zaman bile ortaya çıkan birçok ihtiyaçlara kâfi Merecede hizmet edecek elastikiyette bir yasaya sahip Medine şehir devletini tesis edip meydana çıkarmıştır".[47] Anayasadaki «Haram» Mefhumunun İşaret Ettiği Mâna: 28. Muhakkak ki «haram» kelimesi bazı izahlara ihtiyaç göstermektedir. Bu tâbir, yarı siyasî ve yarı dinî bir mâna taşımaktadır. Bu mefhuma îslâmdan evvelki devirlerde, sadece Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde değil, aynı zamanda Filistin, Yunanistan ve diğer yerlerde de rashyoruz. Dinî noktai nazardan, işaret ettiği arazî hudutları dahilinde kalan ve mukaddes addolunan her bir şey haram mânasına gelir. Bu hudutlar "dahilinde, kuşlar veya vahşî hayvanlar avlanamaz, ağaçlar kesilemez, kan dökülmesine müsaade edilemez, buraya sığman kimseler canî bile olsalar, asla tecavüze mâruz kalamazlar. Siyasî cepheden bakılırsa haram, bir şehir devletinin arazı hudutlarını tayin ve tesbiti mânasına gelmektedir [48] Mekke'nin haram hudutlarını tayin için dikilmiş olan sütunlar Hz. İbrahim'in zamanı hakkında bize malûmat ulaştırmaktadır. Bunlar, Islâmdan evvelki devirlerde dahi mevcut idi. Hicretten sonra, 8. Hicrî yılda Mekke'nin fethi üzerine bu işaret yapılarını Hz. Peygamber (S.A.) yeniden inşa etti. [49] İhtiyaç zuhur ettikçe, bunlar daima tamir edilmiş olup günümüzde de hâlâ mevcuttur. 29. Görüldüğü gibi, Medine Şehir-Devleti anayasasında Medine, bir «haram mm taka» ilân edilmiştir. Hicrî, 9. yılda Tâ'if şehri teslim olunca, bu şehir de haram hudutları içine alındı. Bu husus, o sırada Hz. Peygamber (S.A.) ile Tâ'if şehri halkı arasında yapılan anlaşmada tasrih edilmiş bulunmaktadır [50] ve keza Hz. Peygamberin (S.A.) yasaya karşı bir tecavüz halinde sahip olduğu müeyyidelere dair beyanlar mevcuttur.[51] 30. Acaba Medine civarına da bu işaret sütunlarından dikilmiş midir? Sadece Buharî'de olmak üzere Hz. Peygamberin (S.A.) eshâbmdan birinin Medine şehri hudutlarına bu taşlardan dikmesi için gönderildiği zikredilmektedir. Umumî tarih ve diğer Hadîs kitapları bu meseleye ve Medine'nin haram hudutlarını Laba yahut Harra ve diğer taraftan Sevr ile Eyr mıntakaları arasında kalan arazî teşkil ettiğini söylerler. Şimdi Laba kelimesi, lâv kelimesinin eski Arapçada kullanılan karşılığıdır ve volkanik lâvların yayılmasıyla meydana gelmiş bir ova mânasını taşır; diğer yandan Harra, etrafa yayılmış lâvların sıcaklığı ile yanmış taş veya topraklar mânasına gelmektedir. Hakikaten, şimal ve cenup istikametlerinde] uzayan ve Medine şehrinin ikisi arasına kurulmuş olduğu böyle iki ova mevcuttur. Bu iki ovayı bura ahalisi tefrik etmeksizin ve lâkayıt bir tarzda doğu ve batı Laba yahut Harra diye adlandırılmaktadır. Sevr, şehrin kuzeyinde ve Utiud dağının batısında küçük bir dağdır. Eyr ise, şehrin güneyinde daha büyükçe bir dağdır. 31. Hicri 8. asır ortalarında vefat eden al-Mata-rî, Medine tarihi hakkında pek ehemmiyetli bir kitap yazdı: «at-Ta'rîf bimâ ensat'ül-Hucra min ma'âlim dâr'il-Hicre» ismini taşıyan bu el yazması esere (Medine, Şeyhül-Islâm Kütüphanesi), muahhar müellifler bol bol atıflarda bulunmuşlardır. O, «Haram» konusunda aşağıdaki şu geniş malûmatı verir: «Kâ'b'ubn Mâlik'in şöyle dediği rivayet edilir: «Hz. Peygamber (S.A.), beni Medine'nin mukaddes topraklarının (haram mıntıka) belirli yerlerine sütunlar dikmek üzere gönderdi ben de Zât'ül-Ceyş'e, Müşeyrıb'e, Mehid'e, el-Hufeyye'ye, Zu'1-Uşeyre'ye ve Teym kesimlerine sütunlar diktim.» «Zât'ül-Ceyş'e gelince, burası el-Hufeyye tepesinin dağ yoludur ve Mekke-Medine yolu üzerinde bulunur. Muşeyrib ise Zât'ül-Ceyş'in soluna dü;?n bir dağdır ve onunla Haleyk ovası arasında az-Zabûeh bulunur. Mehid kesimi ve Mehid dağı Suriye yolu üzerinde bulunurlar. Hufeyye, Medine'nin kuzeyinde el-Gâbe (orman)'nin içinde bir yerdir. Zu'1-Üşeyre ise el-Hufeyye'de bir keçi yolundan ibarettir. Teym, Medine'nin doğusunda bulunan bir dağdır.» «Bu malûmat gösteriyor ki, bu hudutlar boyunca enine veya boyuna seyahat bir gün kadar sürebilir... «Zât'ül-Ceyş, el-Beydâ'nın ortasına düşmektedir. El-Beydâ ise hac elbisesini (ihram) Hacılar Zul-Huley-fe'de giydikten sonra onları karşılayan ve batı tarafına doğru uzanan bir mıntakadır.» 32. Medine'de Şeyhülislâm Kütüphanesinde memurluk yapan ve Medine'yi karış karış bilen merhum İbrahim Hamdi Harputlu, bana 1939'da bu sütunların artıklarına hâlâ Medine'nin doğusunda rastlanabileceğini ve bunların topraktan yükseklikleri 35 santim ilâ 30 santim arasında değişmekte olduğunu söylemişti. Hiçbir kaynakta bunların yeniden inşa edildikleri zikredtlmediğine göre, bu mukaddes harabelerin Hz. Peygamberin (S.A.) yaşadığı o mübarek zamana ait olması kuvvetli bir ihtimal olarak gözükmektedir. [52] Hz. Peygamber Muhammed (S.A.) Tarafından Medine Şehir-Devletinin Takviye Edilmesi: 33. Bu fasıladan sonra, tekrar esas konumuza dönüyoruz. Hicret hareketinden sonra Medine'de Hz. Peygamberin (S.A.) giriştiği ilk iş, Medine şehir devletinin temellerini atmak olmuştur. Diğer işlerden serbest kahr kalmaz hemen dikkatini araziyi tesbit ve tahdit işine çevirmişti. Arabistan haritasına bir nazar atfedildiği takdirde görülür ki. Mekkeliler Suriye veya Mısır'a gitmek istedikleri takdirde, Medine yakınlarından geçmek mecburiyetindedirler. Şayet Medine ile Kızıl Deniz kıyısında bulunan Yanbû limanı arasındaki arazide meskûn kabileler bu yeni birliğe ithal edilecek olurlarsa, Mekke kervanlarının bu ana yolu (tamamen kapatılmasa bile) kullanmaları tehlikeli bir hale getirilebilirdi. Bu kabilelerin bir kısmı, İslâmdan evvelki Medineli Araplar (Ensâr) ile müttefik, bir kısmı değildi. Neticede Hz. Peygamber (S.A.), kâh yeni anlaşmalar ve kâh eskilere yeniden hayat vererek bu kabilelerin çoğu ile itifak haline geldi ve bu ittifak muahedelerine askeri yardıma dair maddeler ilâve etti.[53] 34. Teşkilâtlanma ve hazırlık için birçok aylar geçti. Nihayet Medine'den Kureyşlilere ait kervanlara zarar vermek, onları müşkülâta uğratmak üzere askerî müfrezeler gönderilmeye başlandı [54] ve bununla bu araziyi aşmanın ancak İslâm nüfuz ve hâkimiyetini tanımakla kabil olabileceğini karşı tarafa anlatmak ve bu geçişin ancak Medine Hâkimi Hz. Peygamber Muhammedin (S.A.) lütuf ve keremini istihsâl ile mümkün olabileceğini kabul ettirmek istiyorlardı. Bunun, Kureyşliler üzerinde uyandırdığı ilk tepki, kuvvet kullanarak yolu açık tutmak isteyişleri olmuştur. Bu mücadele, kanlı harpler şekline bürünmekte gecikmedi. Aşağıdaki sayfalarda anlatacağımız şeyler, işte bu harpler, bu şiddetli muharebelerin cereyan ettiği sahalar ve onların çeşitli bakımlardan görünüşleridir. [55] 2- BEDR SAVAŞI (2. Hicri Yıl, 17 Ramazan/M. 623, 18 Kasım, Cuma) Vaziyet 35. Hicaz kadar batı Arabistan da umumiyetle arızalı bir toprak parçasıdır; ancak vadiler ve dağ geçitleri yol ve ulaştırma hatlarını teşkil ederler; geniş vadiler ise kervanlar tarafından kendilerine yol olarak intihap olunmuşlardır. Dağ geçitlerini aşmak daha zordur; bunun için kervanlar zaruret halinde bu yolları kullanmakta, diğer hallerde vadi yollarını tercih etmektedirler. Diğer bir deyişle, iki mahal arasında çeşitli ve kestirme yollar vardır. İşte Bedr do bunlardan birini teşkil eder. Hz. Peygamber (S.A.) zamanında kullanılan Mekke, Bedr ve Medine arası yollar, değişen şartlarla birlikte şimdi tamamen tadilata uğramış bir haldedir. İslâm yayılıp, sınırlar genişlediği zaman, Hac mevsimi boyunca Kabe'ye hacca gidenlerin adedi yüzbinleri buldu. İlk Dünya Harbinden evvel içindeki deve sayısı on ilâ on beş bin arasında değişen kervanların kendilerine mahsus mutat ihtiyaçları vardı. Tabiatiyle konak sahaları, içmeye elverişli su ve diğer benzeri maddelere olan ihtiyaçlar, tavakkuf mahallinin seçiminde a£ır basıyordu. Bu yüzden Türklerin idaresi devrinden Tarîki Sultaniye vücut buldu. Her ne kadar bugünkü hacılar tarafından pek ender kullanılıyorsa da develer hâlâ bu yoldan işlemektedirler, Saudi inkılâbiyle birlikte, Hicaz dahilinde motorlu vasıtalar fiilen hac seyrüseferini inhisarlarına aldılar. Bunların arzu ve ihtiyaçları ise tamamen değiştir. Hz. Peygamberin (S.A.) en meşhur Hac yolculuklarmda kullanmış olduğu el-Hu-deybiye yolu, muhakkak ki Mekke'nin zabtı sırasında onları gafil avlamak gayesiyle takip ettiği yoldan bambaşka bir yoldur. Keza, 140.000 mü'minden. müteşekkil bir topluluğa hitap ettiği Veda Haccında da kullanmış olduğu tarik değişiktir. İbn Hişâm ve diğer müellifler bu değişik yolda kullanılan tavakkuf mahallerini bir bir zikrederler. , 36. Türk idaresi devrindekinin aksine Saudi iktidarı, ilk yıllarda Vahhâbîliğe has dogmatik inançları sebebiyle Hacıların Bedr mevkiine uğramalarına müsaade etmiyordu. Fakat bu bölgede asfalt yol geçer geçmez durumda âni bir değişiklik olmuş ve şimdi isteyen herkes Bedr düzlüğünden geçerken arabasını durdurup buradaki tarihî mahalleri ziyaret eder olmuştur. Eskiden bu otomobil yolu mevcut değilken, birçok yerlerde mania teşkil eden bilhassa otomobil yolcularını bıktıran kum yığınları bu havalide mevcuttu. Yeni yapılan otomobil yolu deve kervanlarının ekiden katettikleri güzergâhı, bir-iki kısım müstesna, takip eder (haritaya bakınız). Ben yol arkadaşlarımla birlikte Cidde'den hareketle Medine'ye doğru yola çıktığımda güzergâh mesâfesini şu şekilde tesbit ettim : 37. Bugüii Bedr'e gitmek isteyen birinin mezkûr Tariki Sultaniye güzergâhını takiben Medine'den yola çıkıp Museycid'de Bedr'e doğru sapması lâzım gelmektedir. Birçok seneler evvel, Hindistan'ın Haydara-bad şehrine mensup Müslümanlar, bu mühim kavşak yolu üzerinde barınak evleri inşa edilmesi için kâfi miktarda teberruda bulunmuşlardı. Bugün yapılan bu beyaz konaklar, manzaranın hususiyetini teşkil etmektedirler. Bu evlerden bazıları 1946'da polis tarafından, bazıları barınak ve bazıları da ilk mektep yapılmak gayesiyle işgal olununca, birçok hacı, geceyi samandan kulübelerde geçirmeğe mecbur olmuşlardır. Museycid'den sonra, Hayf'ın yanından geçilir. Burası, şimdi büyük' bir köydür. Fakat, büyük camii ve daha birçok âbideleri onun vaktiyle büyük bir şehir olduğuna işaret etmektedir. Bundan sonra, küçük bir köy olan el-Hamrâ'da durulur. Sonra el-Haskefiyye' -den geçilerek ertesi gün Bedr'e varılır. Mekke'den gelinmek istenirse Bi'r üş-Şeyh'den biraz sonra, Dâr-ül Azra'da Tarîki Sultaniyye terkedilir. (Bi'r üş-Şeyh için haritaya bak.); deve ile on saatlik bir seyahattan sonra Bedr'e varılır. Bedr ile Medine arası yol çok hoştur. Arazı münbittir. Kilometreler boyunca hurma ağaçlan uzanır. Bilhassa Bedr ile el-Hamrâ arasında el-Is denilen bir orman vardır ki bu yer Hz. Peygamber (S.A.) devri seyahatlerinde sık sık zikredilmektedir. Aynı zamanda tatlı birçok su kaynağı ve büyük deve, koyun, keçi sürüleri için meralar mevcuttur. MEDİNE DERVİŞ KUYUSU ŞUFEYVE KUYUSU KUYUSU Sultaniyye yolu üzerindeki konak yerleri. [56] Asri Bedr Şehri: 38. Biz, Bedr şehrinin tarihçesi ile meşgul olacak değiliz. Bugün orası büyük bir kasabadır. Taştan yapılmış ve bura halkınca Kasr denilen binlerce ev vardır. İki camii vardır: Biri günlük namazlar için olup küçük bir minaresi (Me'zene) vardır ve tamire muhtaç bulunmaktadır. Diğeri el-Gammâme Camii yahut el-Ariş Camii adını taşımaktadır. Cuma namazları için halkın toplandığı merkezi ibadethanedir. Tarihi bir âbidedir. Çünkü, Hz. Peygamber Muhamme-din (S.A.) Bedr harbi sırasında kendisi için yaptırdığı gözetleme kulübesinin bulunduğu mahalde tesis edilmiştir. [57] Bu kulübenin üzerinde inşa edildiği tepecik, aşağıdaki ovaya hâkim bir durumdadır, ki, işte bu ovada meşhur Bedr savaşı verilmiştir. Maama-fih bugün, hurma ağaçlarının yaprakları vesair nebatlar bu istikamette görüşe mâni olmaktadır. Men-balardan ağır ağır çıkan sular, bir su yolu ile bahçeler arasından geçip onları suladıktan sonra, mezkûr iki camiin arasından geçmekte ve abdest suyu olarak da kullanılmaktadır. Hurma ağaçları kilometrelerle uzanmakta, bu arada sebze dahi yetiştirilmektedir. Her hafta Cuma günleri burada hareketli bir de pazar kurulmaktadır. Bedeviler uzak mesafelerden gelip buralarda toplanmakta, memleketlerinin imalâtını satmakta veya değiş tokuş yapmaktadırlar. Tereyağ, debbağİanmış deriler, mürver ağacı (balzan) yağı, çeşitli hayvanlar, deve, koyun, keçi ve bazan da Öküz, yün battaniyeler, çizgili paltolar (abâ) v.s. İs-1 tundan evelki zamanlarda, her yıl burada büyük bir panayır kurulurdu'. [58] Ve Zu'1-Ka'de ayının ilk gününden sekizinci gününe kadar devam ederdi. [59] Kuvvetli bir ihtimalle burada da putperestler için bir mabet bulunuyordu. Bugün, tabiatiyle bunun izlerine rast lanamamaktadir. Sadece Bi'r'uş-Şeyh istikametinden gelirken Bedr'e bir buçuk kilometre kala oturan bir deve manzarasında, calibi dikkat bir kaya vardır. Cahiliyyet devrinde herhangi bir şey kolaylıkla bir put veya fetiş olabiliyordu. İşte bir zamanlar halkın bu kayaya tapmış olması mümkündür. [60] Coğrafi Ve Topografik Bazı Bilgiler: 39. Bedr, beyzî şekilde, sekiz - dokuz kilometre boyunda ve altı buçuk kilometre eninde bir ovadır ve etrafı yüksek dağlarla çevrilmiştir. Bu ova, Vadi Safra' yakınına kadar uzanır. Medine, Mekke ve Suriye'ye giden yollar, bu ovada birleşmektedir. Bu sahanın ortasına isabet eden yere Türklerin idaresinde iken, idarecilerden Şerîf Abdü'l-Muttalip, kuvvetli bir kale yaptırmıştır. Fakat 1939 senesinde harap bir haldeydi; az evvelki notta işaret ettiğimiz gibi sonradan burada yeni bir okul binası inşâ edilmiştir. Arazi taş ve çakıl ile kaplıdır. Fakat cenubu garbisinde ise toprak yumuşaktır. Bazı yerlerdeki hareketli kumlar Hz. Peygamber (S.A.) devrinde bile aynen müterakim bir haldeydi. Tarihçiler kaydediyor ki Bedr muharebesi günü yağmur yağmış ve neticede Kureyşîlerin ordugâhının bulunduğu saha bataklık haline gelmiştir. Buna mukabil her an tozu dumana katan Müslümanların tarafındaki arazi yağmur sebebiyle pek-leşmiş ve sertleşmiş, onların lehine çok müsait bir duruma gelmiştir. Aynı yumuşak toprak şimdi mün-bit bir vahadır. 40. Bedr ovası civarındaki dağlar muhteilf isimler alırlar. Bunlardan ovanın her iki başında kısır, kumluk, beyaz tepelere sahip olanları Kur'ân-ı Ke-rim'in vahyölduğu günlerdeki gibi, hâlâ «al-Udvat'üd-Dünyâ» ve «al-Udvat'ül-Kusvâ» diye isimlendirümek-tedir. [61] Bu ikisi arasında yüksek bir dağ vardır ki, şimdi Cebel Esfel diye adlandırılmaktadır. Daha sonra göreceğimiz gibi, Ebû Süfyan'ın idaresindeki Kureyşli-lere ait kervan Bedr'den geçmeksizin bu dağın arkasında durmuş (Kur'ün, 8/42: «... kervan ise (sizin) daha aşağı(nız)da») ve Kızıl Deniz sahilini takiben yoluna devam etmiş ve bu arada Hz. Peygamber (S.A.) tarafından pusuya yatırılmış olan müfrezeden de kaçmağa muvaffak olmuşlardır. Vâkıdî diyor ki [62] «Bedr, sahilden bir günün bir kısmında katedilebilecek bir mesafededir.» Cebeli Esfel'e çıkan biri, Kızıl Denizi kolaylıkla görebilir; bu mesafe onbeş-yirmi kilometre kadardır. Şurası muhakakktır ki, deve yürüyüşü ile oraya bir gün içinde varılamaz. O halde ya deniz çekilmiştir veya müverrih Vâkıdî hataya düşmüştür. [63] [21] Meselâ el-Fâsi; ayrıca aşağıdaki saytaıara bakınız. [22] Bu kitabelerden bazıları, Muhammed eî-Fer' tarafından Risalet'ul-Meacİd (Mekke) adlı dergide (1/2, 1979), -el-Hatt'ul-Arabi» adlı makalsde çözülüp incelenmiştir, [23] İbn Hişâm, s. 280 ve müt. [24] İbn Hişâm, s. 107. [25] İbn Hişâm, s. 294. [26] İbn Hişâm, s. 286. [27] Te'rih'ut-Taberî, s. 1084-tlu. [28] tbn HJşftrn, s. 287. [29] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 30-34. [30] İbn Hişâm, s. 289, 305; îbn Hnnbel, Knhiro 1313, IIIA41. [31] İbn Hi$âm, s. 289. [32] Tefsir'ut Taberî, IX, 163. [33] . Yani «Sizin düşmanınızla düşman, dostunuzla dost olacağım» mânasına, tam ve kafi anlaşmayı ifâde eden tearaülî bir formüldür (Mütercimin notu). [34] İbn Hişâm, s. 297. [35] İbn Hişâm, s. 297. [36] Belâzurî, Ensâb, Kahire, I, 254, § Es'ad'übn Zürâre. [37] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 34-37. [38] Musâlemet aylan (Eşhur'ul-Hurum), Zu'I-kde, Zu'1-Hicce, Muharrem ve Receb'dir. Malûm um uzdur ki Mekkeliler, kendi Kameri Yıllarını Güneş Yılına müsavi yapabilmek için kaideten her üç senede bir, bir aylık bir ilâvede bulunurlardı (nesi'). Yine bildiğimize göre bu -ilâve ay», 13. ay olarak o senenin 12. ayı ile yeni yılın 1. ayı yani Zu'1-Hicce ve Muharrem arasına yerleştirilirdi. Tarihi malzemenin bize bildirdiğine göre, bu şe kilde son ameliye yani son nesi', Hz. Peygamberin bu usûlü lâğvetmesinden önce Hicri 9. yılın sonunda yapılmış bulunuyor. Bu duruma göre Hicret sırasında, nesi yapılmış takvim ile nesi'siz takvim arasında dört aylık bir fark vardı. Benim şahsen yaptığım hesaplara göre, 1. Hicri yılın 1 Muharrem günü, 21 Mart 622 Milâdî tarihine uygun düşmektedir. (Daha fazla tafsilât için bk: Pakistan Historical Socİety, Karachi, October 1968, Vol. XVI, p. 213-219; gözden geçirilmiş ve genişletilmiş metni için bk. 'The Nasi', the Higra, Calendar and the Need of Preparing a New Concordance för the Hijra and Gregorian Eras», Islamîc Review, VVoking, LVII/2 (1969), s. 6-12). Bu arada hatırlanmalıdır ki Hz. Peygamber bizzat kendisi, 3. ayda (yani Rebî'ul-Evvelde) Mekke'yi Hicret maksadıyla terketmesine rağmen Islâmi Hicrî takvim, Muharrem ayından itibaren başlatılır. Öyle anlaşılıyor ki, ilk müslümanlar Hicretin ilk yılını muhtelif şekillerde hesaplamaktaydılar. Bunlardan bazıları Peygamberin Mekke'yi terket-mesini Hicretin ilk yılı içinde göstermektedir (ki mâmûlunbih olan da budur), bazıları Hicretin ikinci yılma ve diğer bazıları da Hicretten evvel ilk yıla isabet ettiğini hesaplamaktadırlar. Aynı vak'anın değişik rivayetlerde değişik'tarihlere oturtulması okuyucuyu şaşırtabilir, bu hususta Hendek Savaşı bahsinde daha fazla bilgi verilecektir. Ayrıca «İslâm Peygamberin (1881) ve -Hicri ve Milâdi Takvimler- adlı lürkçe kitaplarıma da müracaat ediniz. [39] lbn Hişâm, s. 323 ve mut.; ayrıca- İbn Hanbel (I, 86 ve 844)- ve diğerlerine göre yanında Ali olduğu halde Hz. Peygamber doğruca Ka'beye gitmiş ve onun çatısında bulunan baş putu yıkıp tahrip etmişti. [40] Halebi, Sîre, Mısır. C. II, s. 58 (Matbaai Âmire, İstanbul 1292, C. II, s. 71). [41] Siret'üş-Şe'miyyei Maqrîzi. İmtâ', I, 42-43; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 216-17. [42] Buharı, 64/84, No. 3; jbn Hişâm, s. 321-22, 339; Serahai, MebEÛt, Cilt X, S. 52. [43] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 37-40. [44] İbn Hişâm, s. 344. [45] TeFsir'ut-Taberi, K. 8/75 in tefsir bnhsı. [46] İbn Hişâm, s. 341-44; Ebû Ubeyde, Kitab'ül-Emvâl, No. 517; The Islamic Review, Ağustos - Kasım 1941; keza bk. M. Hamidul-lah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1981, C. I, s. 204-229; ayrıca son olarak Salih Tuğ tarafından telif edilen İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, istanbul 1969, s. 31-40 ve Hamidullah, M., îslâmın Hukuk İlmine Yardımları, İstanbul 1962 s. 20-30'a bakınız. [47] Yeryüzünün bu ilk yazılı anayasası, hakkında, daha fazla malûmat İçin bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1981 (Dördüncü yayın), C. I, s. 204-229; aynı müellifin «İslâ-nıın Hukuk İlmine Yardımları-, İstanbul 1962 CMakaleler külliyatı, l'inci makale); aynı müellif, The First Written-Constitution in the World, Üçüncü yayın, Lahore 1975; L. Caetani, AnnaH deli islam (Hüseyin Cahit tercümesi) İstanbul 1924, C. III, s. 118-157; Arapça metin için bak. İbn His/ğm, «Sîrc», (Wüstenfeld), s. 341-344 ve (Kahire 1936), C. II, s. 147-150; Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969, s. 31-35. Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 40-43. [48] 1938 senesinde üç ayda bir neşredilen Islamic Culture adlı mecmuada, Mekke ŞehirDevletinin, Cahiliye devrinde sahip olduğu siyasî sisteme dair bir makalem çıkmıştır; keza İslam Poygamberi, İstanbul 1966-69, muhtelif bahislere bk.; ayrıca yukarda 5. paragrafa müracaat ediniz. [49] İbn Sa'd, II/l, s. 99; AzrakI, s. 357. [50] F.bû Ubeyd, K. iİl-Emvâl, No. 506. [51] Bu iki hükme dair metinler için, şu iki kaynağa müracaat ediniz: Benim «el-Vasâİq'us Siy&siyye» adlı kitabımın No. 160 ve 161, 180, 181, 162; İslâm Peygamberi, istanbul 1981, C. I, s. 204 ve müt. ve keza Kenz'ul-Ummâl, Cilt II, No. 2132. [52] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 43-46. [53] Bu ittifak anlaşmaları için bak: M, Hamidullah, el-Vn-süiq'us-Siyâsiyye, No. 140-145, 159-162; İslâm Peygamberi, İstanbul 1066-69, muhtelif bahisler. [54] tbn Sa'd, H/I, s. 2-7. [55] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 46-48. [56] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 49-52. [57] Elinizdeki bu kitabın 1953'deki ingilizce neşrini müteakip, eski el-Ariş Camii yıkılmış ve tepenin alt yanında, doksan metre kadar ötede daha geniş bir cami inşâ edilmiştir. Elektrikle aydınlatılan yeni kasaba ise, haritada kale harabesi olarak işaret edilmiş olan mahalde kurulmuş bulunuyor. Kale tarafına isabet eden kısımda ben, bir okul binası müşahede etmiştim. [58] Tabert, I, s. 1307, 1460. [59] tbn Sa'd, Cilt H/1, s. 42. [60] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 53-54. [61] Kur'ân, 8/42. [62] el-Mağâzi, British Museum'deki bir el yazması, vr. 30b. [63] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 54-55. Konu Başlığı: Ynt: Akabe havalisi ve akabe bîatları Gönderen: Kader 7/C üzerinde 13 Mayıs 2014, 18:25:30 Çeşitli grupları İslam'a davet eden Peygamber özellikle Hacc mevsimlerinde işlek bir yer olan Mekke'deki farklı gruplara mesajını iletiyordu. 621 yılında, Hacc sebebiyle Mekke'ye gelen Medine'li Hazrec kabilesine mensub 6 kişi müslüman oldu. Gelecek yıl yine aynı yerde buluşacaklarına söz verip, yanlarında İslam'ı öğretmek için Peygamber tarafından görevlendirilmiş Musab bin Umeyr'i de götürdüler. Birinci Akabe biâtı'nda bulunan müslümanlar şirk koşmayacaklarını, hiçbir hayırlı işte Peygamber' e muhalefet etmeyeceklerini bildirmişlerdir.
|