๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Peygamberin Savasları => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 15:27:44



Konu Başlığı: Akabe havalisi ve akabe bîatları
Gönderen: Sümeyye üzerinde 07 Ocak 2011, 15:27:44
Akabe  Havalisi Ve Akabe Bîatları:


10. Mekke'den Minâ düzlüğüne kadar yolun her iki yanında tepeler, bir duvar gibi zincirleme uzayıp gider. Mekke'den yola çıkılırsa Minâ'ya varmadan ev­vel, bu tepelerden müteşekkil duvarın sol cenahında bir kavis müşahede ederiz ki, bu bir kemer veya bir yarım dâire şeklinde olup, Delhi Cuma Mescidini ve­ya İstanbul'da Sultanahmet Cami'sini içine alacak kadar genişliktedir. Buraya Akabe derler ki, esasında Akabe Kıyısı demek daha doğru olurdur Çünkü «Aka­be», kelime mânası olarak «iki muvazi dağ arasında kalan geçid» anlamındadır. Bu yüzden, eski tarihçi­ler [21] buraya  (İinde'l-Akabe)  demişlerdir.

11.  Akabe dediğimiz bu kavisi teşkil eden düzlük­te büyük bir kuyu ve ekime elverişli yer de vardır.

M İNA KASABASI

CAMİ          » —

MEKKE YOLU

Akaba bölgesini gösteren kroki; Ortadaki  boşluk meşhur Akaba Bi'att*-nın  akdedildiği  yerdir ve burada Mescid'ul-Akaba, olayı yâdetnıek üzere sonradan inşâ olunmuştur.

Hazreti Peygamber (S.A.) tarafından Akabe Biatinin yapılmış olduğu bu yerde, eski zamanlarda orta bü­yüklükte bir cami yapılarak hâtırası yaşatılmıştır. Bu caminm, çok eskiden yapılmış olduğu hususu, kûfî birçok yazıların hâlâ duvarlarında mevcut oluşundan istihraç olunabilir" [22] Ayakta duran dört duvarı müstesna, 1947 de benim ziyaretim esnasında, üstün­de dam bile yoktu. Cami hâlen mahalli halk tarafın­dan Mescid'ül-Aşere (Onlar Mescidi) diye anılmakta­dır. Mamafih şüphe yok ki bu, Akabe Bîatları cami­sidir. Çünkü, Mekke tarihi üzerinde ihtisasiyle tanın­mış Taqî'ud-Dİn el-Fâsî bu mukaddes şehrin tarihine âit Tahsil'ül-Merâm fî Ahbâr Beldet'il-Harâm (el yazması, Karaviyyîn, Fas) adlı eserinde şöyle yazı­yor:

«Biat camiine gelince... Bu cami Minâ dağ geçi-dindeki (Akabe) içerlek yerde bulunmaktadır. Onun­la, yâni cami ile Akabe arasında bir taş atımı yahut biraz daha fazla bir mesafe bulunmaktadır. Bu yer, Mekke'den Minâ'ya giden bir yolcunun sol tarafında kalmaktadır. Bu cami, ilk defa 144 H. yılında el-Man-sûr tarafından inşâ edildi ve 629 yılında Abbasî Ha­lîfesi el-Mustansır tarafından yeniden bina edildi.»

12. Kasaca bu yer, 20 ilâ 50 kişi bir araya gelse yoldan gelen geçenlerin nazarı dikkatini çekmeyecek kadar büyüklüktedir. Buradadır ki Hazreti Peygam­ber (S.A.), Medine'ye gelen altı kadar kimseye mü­lâki olmuştur. Tarihen bunlar acaba burada bir kamp mı tesis etmişlerdi, yoksa sırf tebliğini dinlemek için mi Hz. Peygamber (S.A.) ile burada buluşmuşlardı? Burası sabit değildir. Bu insanlar, îslâma ve AUahın birliğine imân etme davetini alâka ile dinlediler ve diğerlerinden ayrı olarak, bütün bunların imân edilecek kıymet taşıdığını kabul ve Hz. Peygamberle teşriki mesâi etmeyi kararlaştırdılar".[23]

13. Onların bu müzâharet temayüllerinin ve di­ğer Araplardan farklı bir zihniyet taşımalarının se­bebi ne olabilirdi? Onlar, Hz. Peygamberin (S.A.) bü­yük annesinin mensup olduğu Hazre'c kabilesine men­sup Medinelilerdi. [24] Annesi Âmine ise, Hz. Peygamber (S.A.) henü2; bir çocukken bu kabileye misafir gitmiş ve orada çocuğu «Benû'n-Neccâr'ın yüzmeye müsait geniş kuyusunda iyice yüzmeyi öğrenecek kadar...» ikamet etmişti (Sîre-i Şe'miyye). Bundan başka Hz. Peygamberin (S.A.) genç amcası Abbâs dahi ticaret­le alâkalı olarak Suriye'ye her gidişinde ve buradan dönüşünde, Medine'de bu kabile ahâlisi ile sohbet için, birçok günler kalmayı itiyat haline getirmişti". [25] Bütün bunlar, aradaki münâsebetleri gayet hareket­li kılmıştır. Ayrıca Medineliler, bu mahaldeki bazı Ya­hudi kabileleriyle itifak halinde ve bazılariyle de düş­manlık ahvâli içinde bulunuyorlardı. Onlar evelden beri dâima Yahudilerin bir Peygamber beklediklerini işitmekteydiler. Buna nazaran Yahudiler, ona tabî olacaklar ve onun başkanlığı altında bütün düşman­larına karşı galip duruma geçeceklerdi. [26] Bunun için neden bu beklenen Peygambere tabi olmamalı ve do­ğacak şereflerde ve beklenen zaferlerde öncelik hak­kı elde etmemeli idi? Hz. Peygamberin (S.A.) büyük babası Abd'ül-Muttalib ile bunun amcası Nevfel arasında Mekke'de evvelce zuhur eden şiddetli mücâde-delede Medineli Hazreciler, Abd'ül-Muttalib'in. tarafı­na askerî yardımda bulunmuşlardı [27] Mümkündür ki Hazrecîier şimdi, kendi yeğenlerine yani Medineli Ev-sîlere karşı Hz. Peygamber Muhammed'in (S.A.) ka­bilesinin yardımını ümit etmişlerdir.

14. Esas sebepler ne olursa olsun, Allahm lûtt'u ve kendilerine has sâdk ve mantıkî düşüncelerle bir an evvel îslâmı kabul etme endişesine sürüklenmiş­lerdi,

15. Medineli   Arap   kabileleri,   yani   Evsiler   ve Hazreciler arasında mevcut kan dâvaları eski nesil­lerde pek çok kan dökülmesine sebep olmuş ve şim­di ise her iki taraf bîtap düşmüştü. Bu kabilelerin ak­lı başında mensupları, aralarındaki düşmanlığa son vermeye ve her şeye rağmen münasebetlerini düzelt­meye hazırlanıyorlardı. [28] Bunların karşılıklı haset, re­kabet ve izzeti nefis kayguları karşısında, Medineli ol­mayan bitaraf bir şef, açıkça  bütün  bu  müşkülleri halledip yoluna koyma ve müşterek bir üstün reis ol­mada çok daha müsait imkânlara malikdi. [29]

 

İslâmm Yayılmaya  Başlayışı Ve İslâınî  Siyasetin Temelinin Atılması:

 

16. Akabe'de   Müslümanlığı kabul eden bu altı kişi, memleketleri olan Medine'ye döndükleri ve hemen dini neşre başladıkları zaman, çok geçmeden diğer ba­zı kimseler, bunlara ilti' ak ettiler. Ertesi yıl Hac mevsiminde geçen senekilere katılanlardan beş kişi ile bir­likte, Hazrec ve Evs kabilelerini temsil eden on iki kadar şahıs aynı Akabe mevkiinde Hz. Peygamber (S.A.) ile Hac mevsiminin mehtaplı geceleri devamın-ca buluşup konuştular. Bunlar, Hz. Peygambere (S.A.) aynı zamanda ailelerinin de sadakat ve bîatlarını ge­tirmiş kimselerdi. Hz. Peygamber (S.A.) onlara: «Al­lahm mutlak birliğine inanç beslemelerini, ahlâkî is­tikamete yönelmelerini ve her iyi işte (mâruf) Pey­gambere  (S.A.)  itaat etmelerini»  tenbih etti1''.[30]

17. Hz. Peygamber (S.A.) bir nevi sosyal muka­bele İle bu Medineli on iki ailenin reisi ve âmiri ol­muştu. Bunların bizzat talep ve ricaları üzerine, Mek-keli bir Müslüman muallim'e onlarla buluşmasını, bir misyoner gibi faaliyette bulunduğu   kadar   bu   yeni imanlarının dini icraatına müteallik teferruatında hu muhtedîleri   aydınlatmasını   emretti. [31] Bu   misyoner, sadece  İslama davette değil,  ayni zamanda kendine has bir taktikle yeni Müslümanların birbirleri arasın­da hulûsu kalble teşriki mesâi   etmeleri   hususunda muvaffakiyet kazanmış, Hazrec ve  Evs kabilelerine mensup kimselerin Müslüman sancağı altında toplan­malarında baş rolü oynamıştır.

18.  Bir yıl daha geçti ve Hicretten evvel birinci yılda Medineli 500 kadar müşrik Hac yolcusuna ka­dınlı erkekli 73 Müslüman katılmıştı. Bu 73 kişi biz­zat başlarında muallimleri olduğu halde, hürmet ve tazimlerini arzetmek ve sevgili Peygamberlerini ken­di vahalarına hicret etmeye davet için gelmişlerdi. O sıralar, İslâm Medine'de ekalliyetin diniydi. Medine'de çoğunluğu teşkil eden müşriklerden Hac için ge­lenler ise, Mekke Kureyşîlerinin şefleri ile askerî bir ittifak yapmak istiyorlardı.   Buna mukabil   Medineli Müslümanlar yine mehtaplı bir gecede geç vakit, Mü­barek Akabe mevkinde bir meclis   akdetmek   üzere birbiri peşi sıra sökün edip gizlice toplandılar. Aynı saatte, Hz. Peygamber de refakatinde dünya işlerini iyi bilen amcası Abbâs olduğu halde belli saatte ora­da  hazırdı. Hz.  Peygamber, onlara ilâ;hî  vazifesinin nelerden ibaret olduğunu ve onların şehâdet ettikle­ri  îmânın  ne manaya geldiğini ve  ilâhî vazifesinin gerçekliğini anlatıp tasdik etti.  Bundan sonra Medi­neli Müslümanlar, Onu ve Mekkeli diğer mü'minleri Medine'ye hicrete davet ettiler [32] ve şayet böyle yapar­sa «ailelerini nasıl himaye ediyorlarsa onları da öy­lece himaye edecekleri» hususunda teminat verdiler. Hz.  Peygamber   (S.A.)   böyle  yaparsa,  bunun bütün âlemle harp haline gelmek demek olacağını kendile­rine söylemesine rağmen, onlar hâlâ kendilerinin söy­lediği gibi bu davetlerini kabul için çok ısrar ettiler ve verdikleri sözden asla geri dönmeyeceklerini   bildir­diler. Hz. Peygamber (S.A.) ayrı ayn onlarla anlaşmış olarak el sıkıştı ve «Şu andan itibaren ben de sizde­nim; sizin kanınız benim kanım ve sizin affınız benim affımdır» [33] dedi". [34] Sonra,   onlardan   zümre   reislerini (naqîb)  seçmelerini istedi ve neticede onlar tarafın­dan teklif edilmiş on iki kişiyi, on iki zümrenin tem­silcisi ve reisi olarak tasvip ve tasdik etti [35] ve bu Müslümanlardan    birini    «Başkanların   Başı —* Naqîb'ün-Nuqabâ» tayin etti.[36]

19. îşte gizlice akdedilen   meşhur   Akabe   Biati budur. Bununla kat'î olarak insanları, arazisi ve teş­kilâtı ile İslâm Devletinin temeli atılmış oldu. Kurey1 siler, bu sözleşmeden malûmattar oldukları vakit şüp­hesiz buna çok kızdılar ve bunun, kendilerine karşı açık bir meydan okuma ve mürettep bir hareket oldu­ğunu söylediler. Gerçekte mezkûr yetmiş üç Medine­li Müslümahdan ayrı, cereyan eden bîatlardan haber­siz Medineli müşrik hacılar ise onları teskin ettiler ve böyle bir sözleşmenin ademi mevcudiyeti hususunda onları temin ettiler. [37]



İslâmın Kuvvet Ve Kudretinin Artması Mekke Ku-Reyşîlerini Hiddetlendiriyor:

 

20. Mekeli Müslümanlar, açık veya kapalı, ana vatanlarından hicret etmeye ve Kureyşlilerin kendi­lerini mâruz bıraktığı mezâlimden kaçmağa başladık­ları vakit, Kureyşlilerin hiddet ve gazabı her geçen gün biraz daha arttı.

21. Eşhur'ul-Hurum   mevsimi [38],   Mekkeli   Müslü­manlar tarafından gönülleri ferah olduğu halde en­dişesiz, ocak ve yurtlarını terk etmede. kullandıkları bir devre idi. Kureyşliler, Müslüman halkın Mekke'­den hicret edip Medine'de Kureyşlilerin ana ticaret yolu üzerinde temerküz etmelerini ciddiyetle nazarı itibara aldılar. Buna mukabil, Hz. Peygamberin (S.A.) ailesinden birçok zevat *sâdık Mekkeliler» olup şeh­ri kendi haline bırakmamışlar, aksine şehir meclisin­de esas mevkileri ele geçirmişlerdi. Mukaddes Zem­zem kuyusunun idarecisi olan Abbâs ve îslâmın bi­rinci düşmanı Ebû Leheb gibi... Bir müddet sonra, Kureyşliler, Hazreti Peygamber'e (S.A.) karşı bir su­ikast tertip ettiler. Aşikârdır ki bu, bütün Müslüman­lar için müsamaha ve barışın sonu ve aynı zamanda İslâmlığa karşı gizlice girişilmiş bir harp olacaktı.

22. Hz. Peygamber (S.A.) evinden dışarı çıktı­ğı vakit onu öldürmeye niyet ettiklerini alenen itiraf edenler tarafından iyice etrafının sarıldığını müşahede edince, evini terkedip Mekke'den uzaklaşmaya mu­vaffak oldu" [39] ve Sevr dağındaki malûm mağarada üç gece geçirdi. Bu arada şehirde heyecan yatışmıştı ve nihayet, Rebi'ül-Evvel ayının başlarında, herkesin kullanmadığı bir yoldan Medine'ye doğru yola koyul­du. Bu seyahat, takriben on iki gece sürmüştür. Onun «kaybolduğuna» dair haberler, Medine'ye ondan ev­vel ulaşmış bulunuyordu. Pek tabiîdir ki halk onun yolda olduğunu umuyordu. Heyecanlı ve üzüntülü ge­çen bekleyiş günlerinden sonra, Medine'nin cenubun­daki Qubâ köyü ahalisi, bir gün uzaktan iki develik bir kervanın kızgın güneş altında kendi köylerine doğru yaklaştığını gördüler. Evet, yanılmıyorlardi; bunlar Hz. Peygamber, kölesi ve Ebû Bekir olup tut-, tukları bir rehber ile beraber gelmekteydiler. Resu-lûllahın şu muvasalatında, halkın din ve devletlerinin reisine karşı gösterdikleri mesut heyecan ve tezahü­ratı tavsif etmeğe kelimeler pek kâfi gelmez. Genç ol­sun, ihtiyar olsun, erkek ve kadınlar, en kıymetli zî-netlerini takınmış ve silâhlarını kuşanmış olarak Me­dine şehrinin cenubuna düşen ve bugün hâlâ Seniy-yetü'1-Vedâ namiyle yadedilen meşhur tepe üzerinde onu, insanlık tarihinin kaydetmediği ve kimseye na­sip olmamış bir samimiyet içinde karşılamak, hoş gel­din demek ve onu görmek için toplandılar. Kızlar, ço­cuklarla birlikte kasideler okuyorlar, tambur çalıyor­lar ve aşağıdaki şu hoş geldin şarkısını terennüm edi­yorlardı:

«Seniyyet'ül-Vedâ'dan yükselen dolunay üzerimizi kapladı,

Allaha ibadet edildiği müddetçe minnet şükürleri bize vâcib oldu.

Ey Allah tarafından bize gönderilen, Tam itat edilecek bir emri bize ulaştırdın»".[40]

23. Bazı Arap  tarihçileri Hz.  Peygamber Medi­ne'ye doğru yola çıktığı vakit yanına Bureydet'ül-Es-lemî ve onunla birlikte arkadaşlarından on iki kişi kadar bir topluluğu beraber aldığını zikretmektedir­ler. Bunlar, yolda sancaklar  açmış   oldukları  halde, ona refakat etiler ve onu bir muhafız hassa alayı gi­bi her tehlikeden korudular. [41] Calibi dikkattir ki, yu­karda belirttiğimiz gibi   Medine   civarında   Qubâ'ya varıldığı vakit, aynı muhafızlardan hiç bir bahis yok­tur. O haîde, Hz. Peygamberin (S.A.) hareketinden bir müddet sonra, kendisine refakat edenlerin geri dön­melerine müsaade etmiş olması gerekmektedir.

24. Mekkeli Kureyşiler,   tabiatiyle   Hz. Peygam­berin  (S.A.)  bu muvaffakiyetli hicreti üzerine, ziya­desiyle hiddetlendiler ve tepki olarak da, Hz. Peygam­berin (S.A.)  ve diğer muhacirlerin geride bıraktıkla­rı mal ve mülkü müsadere etiler. [42] Mekke'de kalmış olan birkaç mazlum Müslüman üzerinde takibat ve tazyiklerini de arttırdılar. [43]

 

Hz. Peygamberin (S.A.) Muhacirler Meselesine Dair Bulduğu Hal Şekli Ve Dünyada İlk Yazılı Dev­let Anayasasına Dair Bazı Malûmat:
 

25.  Esas mücadele şimdi başlıyordu.

26. Hz. Peygamber (S.A.) ilk olarak, Mekkeli Mu­hacirler ile Medineli Evs ve Hazrec kabilesinden olan ve Ensâr diye anılan yerliler arasında kardeşlik bağ­ları  tesis etti. [44] Bununla,  yerlerinden olmuş,  dünya­da bir dayanağı kalmamış kimselerin nasıl tekrar es­ki hal ve vaziyetlerine   dönecekleri   dâvasını   hallet­miştir. Bu kardeşlik meselesinin esası, bir arazî veya mülke iki  «rızaî kardeş» in birlikte  sahib olmaların­dan ibaretti ve bu ikisinin çalışmasından hâsıl olan kâr da müşterek Jbir sermayede toplanıyordu. Hattâ bir­birlerinden miras dahi alarak örf ve âdeta göre mi­rasçı olması gerekli diğer kimseleri hariçte bırakma­ya başladılar. [45] Hükümet dahi bu vakıayı nazarı iti­bara alarak, bir askerî sefer için gönüllüler arasın­da bir ayırma yaparken, bu rızaî kardeşlerden sade­ce birini seçip diğerini geride kalan İki aileye de mu­kayyet olması için, liste harici etmekte pek dikkatli davranıyordu.

27. Bundan başka, idare eden ve edilenin vazife ve selâhiyetlerini gösteren ve Medine ovasında (Cevf) «federal ve hattâ konfederal bir Şehir - Devleti» tesis ve teşkil eden sarih ve kat'İ yazılı vesika da ilân edil­di. Bu vesikada, içtimai sigorta, adli - kazaî idare, ya­bancılarla münasebetler, devletin müdafaası ve mer­kezî idarenin diğer çeşitli vazife ve selâhiyetleri gös­terilmiştir. Keza fertler arasında zuhur eden ihtilâf­larda   Hz. Peygamberin   (S.A.)  kafi ve nihaî   karar hakkı olduğu esas bu yazıda yer almıştı. [46] Bu anaya­sayı, Medine'de ikamet eden Yahudilerin de bir taraf olarak, bu teşrii harekete, yani bu Şehir-Devletine katıldıklarını gösteren bir mukavele takip etmektey­di. Yahudilerle yapılan bu anlaşma bilhassa siyasî ve askerî duruma ait meseleleri hal ve faslediyordu. Bun­dan başka, Yahudiler anlaşmada sarahaten zikredil-diği gibi Hz. Peygamber Muhammedi (S.A.), üstün şef ve müşterek başkan olarak kabul etmeye ikna edilmişlerdi. Araplar gibi Yahudiler de bu mıntakada, birbirlerine hasım gruplara ayrılmışlardı. Şehirde, sulh ve nizâmı yeniden kuran ve tarafsız bir adalet mekanizmasını idare edebilen üçüncü bir bitaraf şah­siyetin mevcudiyeti muhakkak ki onlardan hiçbiri için nahoş bir mevzu teşkil etmiyordu. Şurası kayda değerdir ki Yahudi zümreler, bu vesikada: «filân ve filân Arab kabilesinin Yahudileri» şeklinde anılmak­tadırlar. Bu hâle göre bu Yahudiler Medine'de müs­takil ve yine kendilerinden müteşekkil bir varlığa sa­hip değilerdi.-Aksine onlar burada muhtelif Arap ka­bilelerinin müsamaha ve himayeleri altında yaşa­maktaydılar. Yahudilerle yapılan bu mukavelename ve Medineli Müslümanlara ait yasa, bir tek basit *sa-hife»de toplanmıştır. Welhausen'in tabiriyle «Gemein-deordnung von Medine» olan bu «sahife-, malûm anarşi içinde yaşayan bu şehirde bir devlet tesis ve teşkil ediyordu. Ne kadar büyük bir talih eseridir ki bu vesika, dünyada bir devletin ilk yazılı anayasası, müverrihler tarafından zamanımıza kadar «verba-tum» ve «in toto» olarak saklanmış ve bize kadar sa­hih bir şekilde ulaştınlabilmiştir. Mukaddes yani «ha­ram arazi» mefhumunu getirmesi, mahfuz ve muay­yen toprak bütünlüğü anlayışı yaratması ve sayesin­dedir ki bu anayasa, Medine'nin birliğini temin et­miş ve Hz. Peygamberin (S.A.) hayatının sonunda bü­tün Arabistan'ı kucaklayan vâsi bir İmparatorluğun başşehri olduğu zaman bile ortaya çıkan birçok ihti­yaçlara kâfi Merecede hizmet edecek elastikiyette bir yasaya sahip Medine şehir devletini tesis edip mey­dana çıkarmıştır".[47]

 

Anayasadaki «Haram» Mefhumunun İşaret Ettiği Mâna:

 

28. Muhakkak ki «haram» kelimesi bazı izahla­ra ihtiyaç göstermektedir. Bu tâbir, yarı siyasî ve ya­rı dinî bir mâna taşımaktadır. Bu mefhuma îslâmdan evvelki devirlerde, sadece Arabistan'ın çeşitli bölge­lerinde değil, aynı zamanda Filistin, Yunanistan ve diğer yerlerde de rashyoruz. Dinî noktai nazardan, işaret ettiği arazî hudutları dahilinde kalan ve mu­kaddes addolunan her bir şey haram mânasına gelir. Bu hudutlar "dahilinde, kuşlar veya vahşî hayvan­lar avlanamaz, ağaçlar kesilemez, kan dökülmesine müsaade edilemez, buraya sığman kimseler canî bi­le olsalar, asla tecavüze mâruz kalamazlar. Siyasî cepheden bakılırsa haram, bir şehir devletinin arazı hudutlarını tayin ve tesbiti mânasına gelmektedir [48] Mekke'nin haram hudutlarını tayin için dikilmiş olan sütunlar Hz. İbrahim'in zamanı hakkında bize malû­mat ulaştırmaktadır. Bunlar, Islâmdan evvelki devir­lerde dahi mevcut idi. Hicretten sonra, 8. Hicrî yılda Mekke'nin fethi üzerine bu işaret yapılarını Hz. Pey­gamber (S.A.) yeniden inşa etti. [49] İhtiyaç zuhur et­tikçe, bunlar daima tamir edilmiş olup günümüzde de hâlâ mevcuttur.

29. Görüldüğü gibi, Medine Şehir-Devleti ana­yasasında Medine, bir «haram mm taka» ilân edil­miştir. Hicrî, 9. yılda Tâ'if şehri teslim olunca, bu şehir de haram hudutları içine alındı. Bu husus, o sırada Hz. Peygamber (S.A.) ile Tâ'if şehri hal­kı arasında yapılan anlaşmada tasrih edilmiş bu­lunmaktadır [50] ve keza Hz. Peygamberin (S.A.) yasa­ya karşı bir tecavüz halinde sahip olduğu müeyyide­lere dair beyanlar mevcuttur.[51]

30. Acaba Medine civarına da bu işaret sütunla­rından dikilmiş midir? Sadece Buharî'de olmak üze­re Hz. Peygamberin (S.A.)  eshâbmdan birinin Medi­ne şehri hudutlarına bu taşlardan dikmesi için gön­derildiği zikredilmektedir. Umumî tarih ve diğer Ha­dîs kitapları bu meseleye ve Medine'nin haram hu­dutlarını Laba yahut Harra ve diğer taraftan Sevr ile Eyr mıntakaları arasında kalan arazî teşkil ettiğini söylerler. Şimdi Laba kelimesi, lâv kelimesinin eski Arapçada kullanılan karşılığıdır ve volkanik lâvların yayılmasıyla meydana gelmiş bir ova mânasını taşır; diğer yandan Harra, etrafa yayılmış lâvların sıcak­lığı ile yanmış taş veya topraklar mânasına gelmek­tedir.   Hakikaten,   şimal   ve   cenup   istikametlerinde] uzayan ve Medine şehrinin ikisi arasına kurulmuş ol­duğu böyle iki ova mevcuttur. Bu iki ovayı bura aha­lisi tefrik etmeksizin ve lâkayıt bir tarzda doğu ve batı Laba yahut Harra diye adlandırılmaktadır. Sevr, şehrin kuzeyinde ve Utiud dağının batısında küçük bir dağdır. Eyr ise, şehrin güneyinde daha büyükçe bir dağdır.

31. Hicri 8. asır ortalarında vefat eden al-Mata-rî, Medine tarihi hakkında pek ehemmiyetli bir kitap yazdı:   «at-Ta'rîf bimâ ensat'ül-Hucra   min   ma'âlim dâr'il-Hicre» ismini taşıyan bu el yazması esere (Me­dine, Şeyhül-Islâm Kütüphanesi), muahhar müellifler bol bol atıflarda bulunmuşlardır. O,  «Haram» konu­sunda aşağıdaki şu geniş malûmatı verir:

«Kâ'b'ubn Mâlik'in şöyle dediği rivayet edilir: «Hz. Peygamber (S.A.), beni Medine'nin mukaddes topraklarının (haram mıntıka) belirli yerlerine sü­tunlar dikmek üzere gönderdi ben de Zât'ül-Ceyş'e, Müşeyrıb'e, Mehid'e, el-Hufeyye'ye, Zu'1-Uşeyre'ye ve Teym kesimlerine sütunlar diktim.»

«Zât'ül-Ceyş'e gelince, burası el-Hufeyye tepesi­nin dağ yoludur ve Mekke-Medine yolu üzerinde bu­lunur. Muşeyrib ise Zât'ül-Ceyş'in soluna dü;?n bir dağdır ve onunla Haleyk ovası arasında az-Zabûeh bulunur. Mehid kesimi ve Mehid dağı Suriye yolu üzerinde bulunurlar. Hufeyye, Medine'nin kuzeyinde el-Gâbe (orman)'nin içinde bir yerdir. Zu'1-Üşeyre ise el-Hufeyye'de bir keçi yolundan ibarettir. Teym, Me­dine'nin doğusunda bulunan bir dağdır.»

«Bu malûmat gösteriyor ki, bu hudutlar boyun­ca enine veya boyuna seyahat bir gün kadar sürebi­lir...

«Zât'ül-Ceyş, el-Beydâ'nın ortasına düşmektedir. El-Beydâ ise hac elbisesini (ihram) Hacılar Zul-Huley-fe'de giydikten sonra onları karşılayan ve batı tara­fına doğru uzanan bir mıntakadır.»

32. Medine'de Şeyhülislâm Kütüphanesinde me­murluk yapan ve Medine'yi karış karış bilen merhum İbrahim Hamdi Harputlu, bana 1939'da bu sütunların artıklarına hâlâ Medine'nin  doğusunda rastlanabile­ceğini ve bunların topraktan yükseklikleri 35 santim ilâ  30 santim  arasında değişmekte  olduğunu  söyle­mişti. Hiçbir kaynakta bunların yeniden inşa edildik­leri zikredtlmediğine göre, bu mukaddes harabelerin Hz.  Peygamberin   (S.A.)   yaşadığı  o  mübarek zama­na ait olması kuvvetli bir ihtimal olarak gözükmek­tedir. [52]

 

Hz.  Peygamber  Muhammed  (S.A.)  Tarafından Medine Şehir-Devletinin Takviye Edilmesi:
 

33.  Bu   fasıladan  sonra,   tekrar esas   konumuza dönüyoruz. Hicret hareketinden sonra Medine'de Hz. Peygamberin (S.A.) giriştiği ilk iş, Medine şehir dev­letinin temellerini atmak olmuştur. Diğer işlerden serbest kahr kalmaz hemen dikkatini araziyi tesbit ve tahdit işine çevirmişti. Arabistan haritasına bir nazar atfedildiği takdirde görülür ki. Mekkeliler Su­riye veya Mısır'a gitmek istedikleri takdirde, Medine yakınlarından geçmek mecburiyetindedirler. Şayet Medine ile Kızıl Deniz kıyısında bulunan Yanbû li­manı arasındaki arazide meskûn kabileler bu yeni birliğe ithal edilecek olurlarsa, Mekke kervanlarının bu ana yolu (tamamen kapatılmasa bile) kullanma­ları tehlikeli bir hale getirilebilirdi. Bu kabilelerin bir kısmı, İslâmdan evvelki Medineli Araplar (Ensâr) ile müttefik, bir kısmı değildi. Neticede Hz. Peygamber (S.A.), kâh yeni anlaşmalar ve kâh eskilere yeniden hayat vererek bu kabilelerin çoğu ile itifak haline gel­di ve bu ittifak muahedelerine askeri yardıma dair maddeler ilâve etti.[53]                               

34. Teşkilâtlanma ve hazırlık için birçok aylar geçti. Nihayet Medine'den Kureyşlilere ait kervanlara zarar vermek, onları müşkülâta uğratmak üzere as­kerî müfrezeler gönderilmeye başlandı [54] ve bununla bu araziyi aşmanın ancak İslâm nüfuz ve hâkimiye­tini tanımakla kabil olabileceğini karşı tarafa anlat­mak ve bu geçişin ancak Medine Hâkimi Hz. Peygam­ber Muhammedin (S.A.) lütuf ve keremini istihsâl ile mümkün olabileceğini kabul ettirmek istiyorlardı. Bunun, Kureyşliler üzerinde uyandırdığı ilk tepki, kuvvet kullanarak yolu açık tutmak isteyişleri olmuştur. Bu mücadele, kanlı harpler şekline bürünmekte gecikmedi. Aşağıdaki sayfalarda anlatacağımız şey­ler, işte bu harpler, bu şiddetli muharebelerin cere­yan ettiği sahalar ve onların çeşitli bakımlardan gö­rünüşleridir. [55]

 

2- BEDR SAVAŞI

 

(2. Hicri Yıl, 17 Ramazan/M. 623, 18 Kasım, Cuma)
Vaziyet
 

35. Hicaz kadar batı Arabistan da umumiyetle arızalı bir toprak parçasıdır; ancak vadiler ve dağ ge­çitleri yol ve ulaştırma hatlarını teşkil ederler; geniş vadiler ise kervanlar tarafından kendilerine yol ola­rak intihap olunmuşlardır. Dağ geçitlerini aşmak da­ha zordur; bunun için kervanlar zaruret halinde bu yolları kullanmakta, diğer hallerde vadi yollarını ter­cih etmektedirler. Diğer bir deyişle, iki mahal ara­sında çeşitli ve kestirme yollar vardır. İşte Bedr do bunlardan birini teşkil eder. Hz. Peygamber (S.A.) za­manında kullanılan Mekke, Bedr ve Medine arası yol­lar, değişen şartlarla birlikte şimdi tamamen tadila­ta uğramış bir haldedir. İslâm yayılıp, sınırlar geniş­lediği zaman, Hac mevsimi boyunca Kabe'ye hacca gidenlerin adedi yüzbinleri buldu. İlk Dünya Harbin­den evvel içindeki deve sayısı on ilâ on beş bin ara­sında değişen kervanların kendilerine mahsus mu­tat ihtiyaçları vardı. Tabiatiyle konak sahaları, içmeye elverişli su ve diğer benzeri maddelere olan ihti­yaçlar, tavakkuf mahallinin seçiminde a£ır basıyor­du. Bu yüzden Türklerin idaresi devrinden Tarîki Sul­taniye vücut buldu. Her ne kadar bugünkü hacılar tarafından pek ender kullanılıyorsa da develer hâlâ bu yoldan işlemektedirler, Saudi inkılâbiyle birlikte, Hicaz dahilinde motorlu vasıtalar fiilen hac seyrüse­ferini inhisarlarına aldılar. Bunların arzu ve ihtiyaç­ları ise tamamen değiştir. Hz. Peygamberin (S.A.) en meşhur Hac yolculuklarmda kullanmış olduğu el-Hu-deybiye yolu, muhakkak ki Mekke'nin zabtı sırasın­da onları gafil avlamak gayesiyle takip ettiği yoldan bambaşka bir yoldur. Keza, 140.000 mü'minden. mü­teşekkil bir topluluğa hitap ettiği Veda Haccında da kullanmış olduğu tarik değişiktir. İbn Hişâm ve diğer müellifler bu değişik yolda kullanılan tavakkuf ma­hallerini bir bir zikrederler.

, 36. Türk idaresi devrindekinin aksine Saudi ik­tidarı, ilk yıllarda Vahhâbîliğe has dogmatik inanç­ları sebebiyle Hacıların Bedr mevkiine uğramalarına müsaade etmiyordu. Fakat bu bölgede asfalt yol ge­çer geçmez durumda âni bir değişiklik olmuş ve şim­di isteyen herkes Bedr düzlüğünden geçerken araba­sını durdurup buradaki tarihî mahalleri ziyaret eder olmuştur. Eskiden bu otomobil yolu mevcut değilken, birçok yerlerde mania teşkil eden bilhassa otomobil yolcularını bıktıran kum yığınları bu havalide mev­cuttu. Yeni yapılan otomobil yolu deve kervanlarının ekiden katettikleri güzergâhı, bir-iki kısım müstesna, takip eder (haritaya bakınız). Ben yol arkadaşlarım­la birlikte Cidde'den hareketle Medine'ye doğru yola çıktığımda güzergâh mesâfesini şu şekilde tesbit et­tim :

37. Bugüii Bedr'e gitmek isteyen birinin mezkûr Tariki Sultaniye güzergâhını takiben Medine'den yo­la çıkıp Museycid'de Bedr'e doğru sapması lâzım gel­mektedir. Birçok seneler evvel, Hindistan'ın Haydara-bad şehrine mensup Müslümanlar, bu mühim kavşak yolu üzerinde barınak evleri inşa edilmesi için kâfi miktarda teberruda bulunmuşlardı. Bugün yapılan bu beyaz konaklar, manzaranın hususiyetini teşkil et­mektedirler. Bu evlerden bazıları 1946'da polis tara­fından, bazıları barınak ve bazıları da ilk mektep ya­pılmak gayesiyle işgal olununca, birçok hacı, geceyi samandan kulübelerde geçirmeğe mecbur olmuşlar­dır. Museycid'den sonra, Hayf'ın yanından geçilir. Bu­rası, şimdi büyük' bir köydür. Fakat, büyük camii ve daha birçok âbideleri onun vaktiyle büyük bir şehir olduğuna işaret etmektedir. Bundan sonra, küçük bir köy olan el-Hamrâ'da durulur. Sonra el-Haskefiyye' -den geçilerek ertesi gün Bedr'e varılır. Mekke'den ge­linmek istenirse Bi'r üş-Şeyh'den biraz sonra, Dâr-ül Azra'da Tarîki Sultaniyye terkedilir. (Bi'r üş-Şeyh için haritaya bak.); deve ile on saatlik bir seyahattan sonra Bedr'e varılır. Bedr ile Medine arası yol çok hoştur. Arazı münbittir. Kilometreler boyunca hurma ağaçlan uzanır. Bilhassa Bedr ile el-Hamrâ arasında el-Is denilen bir orman vardır ki bu yer Hz. Peygam­ber (S.A.) devri seyahatlerinde sık sık zikredilmek­tedir. Aynı zamanda tatlı birçok su kaynağı ve büyük deve, koyun, keçi sürüleri için meralar mevcuttur.

MEDİNE

DERVİŞ KUYUSU

ŞUFEYVE

KUYUSU  KUYUSU

Sultaniyye yolu üzerindeki konak yerleri. [56]

 

Asri Bedr Şehri:
 

38. Biz, Bedr şehrinin tarihçesi ile meşgul ola­cak değiliz. Bugün orası büyük bir kasabadır. Taştan yapılmış ve bura halkınca Kasr denilen binlerce ev vardır. İki camii vardır: Biri günlük namazlar için olup küçük bir minaresi (Me'zene) vardır ve tamire muhtaç bulunmaktadır. Diğeri el-Gammâme Camii yahut el-Ariş Camii adını taşımaktadır. Cuma namaz­ları için halkın toplandığı merkezi ibadethanedir. Ta­rihi bir âbidedir. Çünkü, Hz. Peygamber Muhamme-din (S.A.) Bedr harbi sırasında kendisi için yaptır­dığı gözetleme kulübesinin bulunduğu mahalde tesis edilmiştir. [57] Bu kulübenin üzerinde inşa edildiği te­pecik, aşağıdaki ovaya hâkim bir durumdadır, ki, iş­te bu ovada meşhur Bedr savaşı verilmiştir. Maama-fih bugün, hurma ağaçlarının yaprakları vesair ne­batlar bu istikamette görüşe mâni olmaktadır. Men-balardan ağır ağır çıkan sular, bir su yolu ile bahçe­ler arasından geçip onları suladıktan sonra, mezkûr iki camiin arasından geçmekte ve abdest suyu olarak da kullanılmaktadır. Hurma ağaçları kilometrelerle uzanmakta, bu arada sebze dahi yetiştirilmektedir. Her hafta Cuma günleri burada hareketli bir de pa­zar kurulmaktadır. Bedeviler uzak mesafelerden ge­lip buralarda toplanmakta, memleketlerinin imalâtı­nı satmakta veya değiş tokuş yapmaktadırlar. Tereyağ, debbağİanmış deriler, mürver ağacı (balzan) ya­ğı, çeşitli hayvanlar, deve, koyun, keçi ve bazan da Öküz, yün battaniyeler, çizgili paltolar (abâ) v.s. İs-1 tundan evelki zamanlarda, her yıl burada büyük bir panayır kurulurdu'. [58] Ve Zu'1-Ka'de ayının ilk günün­den sekizinci gününe kadar devam ederdi. [59] Kuvvetli bir ihtimalle burada da putperestler için bir mabet bulunuyordu. Bugün, tabiatiyle bunun izlerine rast lanamamaktadir. Sadece Bi'r'uş-Şeyh istikametinden gelirken Bedr'e bir buçuk kilometre kala oturan bir deve manzarasında, calibi dikkat bir kaya vardır. Cahiliyyet devrinde herhangi bir şey kolaylıkla bir put veya fetiş olabiliyordu. İşte bir zamanlar halkın bu kayaya tapmış olması mümkündür. [60]

 

Coğrafi Ve Topografik Bazı Bilgiler:
 

39. Bedr, beyzî şekilde, sekiz - dokuz kilometre boyunda ve altı buçuk kilometre eninde bir ovadır ve etrafı yüksek dağlarla çevrilmiştir. Bu ova, Vadi Safra' yakınına kadar uzanır. Medine, Mekke ve Su­riye'ye giden yollar, bu ovada birleşmektedir. Bu sa­hanın ortasına isabet eden yere Türklerin idaresinde iken, idarecilerden Şerîf Abdü'l-Muttalip, kuvvetli bir kale yaptırmıştır. Fakat 1939 senesinde harap bir hal­deydi; az evvelki notta işaret ettiğimiz gibi sonradan burada yeni bir okul binası inşâ edilmiştir. Arazi taş ve çakıl ile kaplıdır. Fakat cenubu garbisinde ise top­rak yumuşaktır. Bazı yerlerdeki hareketli kumlar Hz. Peygamber (S.A.) devrinde bile aynen müterakim bir haldeydi. Tarihçiler kaydediyor ki Bedr muharebesi günü yağmur yağmış ve neticede Kureyşîlerin ordugâhının bulunduğu saha bataklık haline gelmiş­tir. Buna mukabil her an tozu dumana katan Müs­lümanların tarafındaki arazi yağmur sebebiyle pek-leşmiş ve sertleşmiş, onların lehine çok müsait bir duruma gelmiştir. Aynı yumuşak toprak şimdi mün-bit bir vahadır.

40. Bedr ovası civarındaki dağlar muhteilf isim­ler alırlar.  Bunlardan ovanın her iki başında  kısır, kumluk,  beyaz tepelere  sahip  olanları  Kur'ân-ı  Ke-rim'in vahyölduğu günlerdeki gibi, hâlâ «al-Udvat'üd-Dünyâ» ve «al-Udvat'ül-Kusvâ» diye isimlendirümek-tedir. [61] Bu ikisi arasında yüksek bir dağ vardır ki, şim­di Cebel Esfel diye adlandırılmaktadır. Daha sonra gö­receğimiz gibi,  Ebû Süfyan'ın idaresindeki  Kureyşli-lere ait kervan Bedr'den geçmeksizin bu dağın arka­sında durmuş (Kur'ün, 8/42: «... kervan ise (sizin) da­ha aşağı(nız)da»)  ve Kızıl Deniz sahilini takiben yo­luna devam etmiş ve bu arada Hz. Peygamber (S.A.) tarafından pusuya yatırılmış olan müfrezeden de kaç­mağa muvaffak olmuşlardır. Vâkıdî diyor ki [62] «Bedr, sahilden bir günün bir kısmında katedilebilecek bir mesafededir.»   Cebeli Esfel'e  çıkan biri,  Kızıl Denizi kolaylıkla görebilir; bu mesafe onbeş-yirmi kilometre kadardır. Şurası muhakakktır ki, deve yürüyüşü ile oraya bir gün içinde varılamaz. O halde ya deniz çe­kilmiştir veya müverrih Vâkıdî hataya düşmüştür. [63]



[21] Meselâ el-Fâsi; ayrıca aşağıdaki saytaıara bakınız.

[22] Bu kitabelerden bazıları, Muhammed eî-Fer' tarafından Risalet'ul-Meacİd (Mekke) adlı dergide (1/2, 1979), -el-Hatt'ul-Arabi» adlı makalsde çözülüp incelenmiştir,

[23] İbn Hişâm, s. 280 ve müt.

[24] İbn Hişâm, s. 107.

[25] İbn Hişâm, s. 294.

[26] İbn  Hişâm, s.  286.

[27] Te'rih'ut-Taberî, s. 1084-tlu.

[28] tbn HJşftrn, s. 287.

[29] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 30-34.

[30] İbn Hişâm, s. 289, 305; îbn Hnnbel, Knhiro 1313, IIIA41.

[31] İbn Hi$âm, s. 289.

[32] Tefsir'ut Taberî,   IX,   163.

[33] .    Yani «Sizin düşmanınızla düşman, dostunuzla dost olaca­ğım»  mânasına, tam ve kafi anlaşmayı ifâde eden tearaülî bir formüldür  (Mütercimin notu).                                                     

[34] İbn Hişâm, s. 297.

[35] İbn   Hişâm,   s.   297.

[36] Belâzurî, Ensâb, Kahire, I, 254, § Es'ad'übn Zürâre.

[37] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 34-37.

[38] Musâlemet aylan (Eşhur'ul-Hurum), Zu'I-kde, Zu'1-Hicce, Muharrem   ve  Receb'dir.   Malûm um uzdur  ki   Mekkeliler,   kendi Kameri Yıllarını Güneş Yılına müsavi yapabilmek için kaideten her üç senede bir, bir aylık bir ilâvede bulunurlardı (nesi'). Yi­ne bildiğimize göre bu -ilâve ay», 13. ay olarak o senenin 12. ayı ile yeni yılın 1.  ayı yani Zu'1-Hicce ve Muharrem arasına yerleştirilirdi. Tarihi malzemenin bize  bildirdiğine göre, bu şe kilde son ameliye yani son nesi', Hz. Peygamberin bu usûlü lâğvetmesinden önce Hicri 9. yılın sonunda yapılmış bulunuyor. Bu duruma göre Hicret sırasında, nesi yapılmış takvim ile nesi'siz takvim arasında dört aylık bir fark vardı. Benim şah­sen yaptığım hesaplara göre, 1. Hicri yılın 1 Muharrem günü, 21 Mart 622 Milâdî tarihine uygun düşmektedir. (Daha fazla tafsilât için bk: Pakistan Historical Socİety, Karachi, October 1968, Vol. XVI, p. 213-219; gözden geçirilmiş ve genişletilmiş metni için bk. 'The Nasi', the Higra, Calendar and the Need of Preparing a New Concordance för the Hijra and Gregorian Eras», Islamîc Review, VVoking, LVII/2 (1969), s. 6-12). Bu arada hatırlanmalıdır ki Hz. Peygamber bizzat kendisi, 3. ayda (yani Rebî'ul-Evvelde) Mekke'yi Hicret maksadıyla terketmesine rağmen Islâmi Hicrî takvim, Muharrem ayından itibaren başlatılır. Öyle anlaşılıyor ki, ilk müslümanlar Hicretin ilk yılını muhtelif şekillerde hesap­lamaktaydılar. Bunlardan bazıları Peygamberin Mekke'yi terket-mesini Hicretin ilk yılı içinde göstermektedir (ki mâmûlunbih olan da budur), bazıları Hicretin ikinci yılma ve diğer bazıları da Hicretten evvel ilk yıla isabet ettiğini hesaplamaktadırlar. Ay­nı vak'anın değişik rivayetlerde değişik'tarihlere oturtulması oku­yucuyu şaşırtabilir, bu hususta Hendek Savaşı bahsinde daha faz­la bilgi verilecektir. Ayrıca «İslâm Peygamberin (1881) ve -Hicri ve Milâdi Takvimler- adlı lürkçe kitaplarıma da müracaat edi­niz.

[39] lbn Hişâm, s. 323 ve mut.; ayrıca- İbn Hanbel (I, 86 ve 844)- ve diğerlerine göre yanında Ali olduğu halde Hz. Peygam­ber doğruca Ka'beye gitmiş ve onun çatısında bulunan baş putu yıkıp tahrip etmişti.

[40] Halebi, Sîre, Mısır. C. II, s. 58 (Matbaai Âmire, İstanbul 1292, C. II, s. 71).

[41] Siret'üş-Şe'miyyei   Maqrîzi.   İmtâ',   I,   42-43;   İbn   Kesir, Bidâye, VIII, 216-17.

[42] Buharı,   64/84,   No. 3;  jbn  Hişâm,  s. 321-22, 339;   Serahai, MebEÛt, Cilt X,  S. 52.

[43] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 37-40.

[44] İbn Hişâm, s. 344.

[45] TeFsir'ut-Taberi, K. 8/75 in tefsir bnhsı.

[46] İbn Hişâm, s. 341-44; Ebû Ubeyde, Kitab'ül-Emvâl, No. 517; The Islamic Review, Ağustos - Kasım 1941; keza bk. M. Hamidul-lah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1981, C. I, s. 204-229; ayrıca son olarak Salih Tuğ tarafından telif edilen İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, istanbul 1969, s. 31-40 ve Hamidullah, M., îslâmın Hukuk İlmine Yardımları, İstanbul 1962 s. 20-30'a bakınız.

[47] Yeryüzünün bu ilk yazılı anayasası, hakkında, daha faz­la malûmat İçin bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1981 (Dördüncü yayın), C. I, s. 204-229; aynı müellifin «İslâ-nıın Hukuk İlmine Yardımları-, İstanbul 1962 CMakaleler külli­yatı, l'inci makale); aynı müellif, The First Written-Constitution in the World, Üçüncü yayın, Lahore 1975; L. Caetani, AnnaH deli islam (Hüseyin Cahit tercümesi) İstanbul 1924, C. III, s. 118-157; Arapça metin için bak. İbn His/ğm, «Sîrc», (Wüstenfeld), s. 341-344 ve (Kahire 1936), C. II, s. 147-150; Salih Tuğ, İslâm Ülkelerin­de Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969, s. 31-35. Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 40-43.

[48] 1938 senesinde üç ayda bir neşredilen Islamic Culture adlı mecmuada, Mekke ŞehirDevletinin, Cahiliye devrinde sahip olduğu siyasî sisteme dair bir makalem çıkmıştır; keza İslam Poygamberi, İstanbul 1966-69, muhtelif bahislere bk.; ayrıca yu­karda 5. paragrafa müracaat ediniz.

[49] İbn Sa'd, II/l, s. 99; AzrakI, s. 357.

[50] F.bû Ubeyd, K. iİl-Emvâl, No. 506.

[51] Bu iki hükme dair metinler için, şu iki kaynağa mü­racaat ediniz: Benim «el-Vasâİq'us Siy&siyye» adlı kitabımın No. 160 ve 161, 180, 181, 162; İslâm Peygamberi, istanbul 1981, C. I, s. 204 ve müt. ve keza Kenz'ul-Ummâl, Cilt II, No. 2132.

[52] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 43-46.

[53] Bu ittifak anlaşmaları için bak: M, Hamidullah, el-Vn-süiq'us-Siyâsiyye, No. 140-145, 159-162; İslâm Peygamberi, İstanbul 1066-69, muhtelif bahisler.

[54] tbn   Sa'd,   H/I,   s.   2-7.

[55] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 46-48.

[56] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 49-52.

[57] Elinizdeki bu kitabın 1953'deki ingilizce neşrini müteakip, eski el-Ariş Camii yıkılmış ve tepenin alt yanında, doksan metre kadar ötede daha geniş bir cami inşâ edilmiştir. Elektrikle aydın­latılan yeni kasaba ise, haritada kale harabesi olarak işaret edil­miş olan mahalde kurulmuş bulunuyor. Kale tarafına isabet eden kısımda ben, bir okul binası müşahede etmiştim.

[58] Tabert, I, s.  1307, 1460.

[59] tbn Sa'd, Cilt H/1, s. 42.

[60] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 53-54.

[61] Kur'ân,  8/42.

[62] el-Mağâzi, British Museum'deki bir el yazması,  vr. 30b.

[63] Muhammad Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991: 54-55.




Konu Başlığı: Ynt: Akabe havalisi ve akabe bîatları
Gönderen: Kader 7/C üzerinde 13 Mayıs 2014, 18:25:30
Çeşitli grupları İslam'a davet eden Peygamber özellikle Hacc mevsimlerinde işlek bir yer olan Mekke'deki farklı gruplara mesajını iletiyordu. 621 yılında, Hacc sebebiyle Mekke'ye gelen Medine'li Hazrec kabilesine mensub 6 kişi müslüman oldu. Gelecek yıl yine aynı yerde buluşacaklarına söz verip, yanlarında İslam'ı öğretmek için Peygamber tarafından görevlendirilmiş Musab bin Umeyr'i de götürdüler. Birinci Akabe biâtı'nda bulunan müslümanlar şirk koşmayacaklarını, hiçbir hayırlı işte Peygamber' e muhalefet etmeyeceklerini bildirmişlerdir.