Konu Başlığı: Zannın Adamları Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 10:50:41 Zannın Adamları Zariyat sûresine ait yukarıdaki ayet grubunda dikkat çeken önemli nokta, davetin muhaliflerinin 'anlayıp-bilmeyen', 'aptallıkları nedeniyle cehalete gömülmüş' kimseler olarak tanımlanmasıydı. Söz konusu ayetlerde, müşriklerin eksik ve yanlışlarla dolu inançlarını ve gidişatlarını kontrol etmeleri gerekirken, bunu yapmayıp hakikat davetine muhalefet etmelerinin garipliğine, gülünçlüğüne dikkat çekiliyordu. Ayrıca, 'Kahrolsun, anlayıp bilmedikleri şeyler konusunda sadece zanda bulunmakla yetinenler' denirken, davetin muhaliflerinin tüm yanlışlıklarının temelini teşkil eden çok önemli bir özellik açığa çıkarılıyordu, ilgili ayette geçen ve Türkçeye aktarılırken 'zan' olarak karşılanan kelime 'harrâs'tır. Buna göre ayette kısaca 'harrâslar kahrolsun' denilmektedir. 'Harrâs' tahminde bulunan kişinin ismidir. Araplar bir ürünün miktarı veya bir orduyu oluşturan askerlerin sayısını tahmin edenlere 'harrâs' derlerdi. Bu ismin, mevcut kullanımının ötesinde olmak üzere, Kur'an tarafından inanç ve hayat tarzı (din) konusunda kullanılıyor olması ilginç ve önemliydi. Bu kullanımla, islâm davetinin muhalifi olan Mekke eşrafına ve yandaşlarına açıkça şu deniliyordu: 'Uğrunda canlarınızı, mallarınızı feda ettiğiniz inançlarınızın ve ilkelerinizin, sımsıkı sarıldığınız ve hiçbir şekilde değiştirmeye yanaşmadığınız hayat tarzlarınızın, hâl ve gidişatlarınızın gerçeğe uygunluğu, ancak bir harrâsın tahmininin gerçeğe uygunluğu kadardır. Harrâs tahmininde isabet etse bile, yaptığı şey sadece tahmindir ve öyle de kalmaya mahkûmdur; onun yaptığı hiçbir zaman gerçeğin bilgisi olamaz. Gerçeğin verdiği güvene neden olamaz. Üstelik sizlerin inanç ve hayat tarzınızla ilgili konularda gerçeği tespit edecek imkân ve aracınız da yok. Ayetlerde, imanları nedeniyle kendileyle alay edilen müminlere, o alay eden müşriklerin/kafirlerin inanç ve hayat tarzlarının çürük temeli gösteriliyordu. Müşriklerin ilme değil, zanna dayandıkları, zan üzere bir inanç sistemine ve hayat tarzına sahip olmakla nasıl aldandıkları ifade ediliyordu. Üstelik bu sadece birkaç ayetin konusu da değildi. Farklı zamanlarda vahyolunan ayetlerde aynı konuya dikkat çekiliyor, sıklıkla gerekli açıklama ve uyarılara devam ediliyordu. Risâletin ilk yıllarında vahyolunan şu ayetler, söz konusu açıklama ve uyarıların dile getirildiği ayetlerden sadece bazılarıydı: insan, (öldükten sonra) kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? [363] insan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor! [364] İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? [365] Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz? [366] İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece 'iman ettik' demeleriyle bırakılıvere-ceklerini mi sandılar? [367] Bu ve diğer bazı ayetlerde geçen ve 'sanmak' olarak tercüme edilen terimin aslı 'hisbârf veya türevleridir. Kur'an bu terimi, burada zikredilen ayetlerde ve diğerlerinde hep olumsuz bir manâda kullanmıştır. Esasen 'hisbân'm günlük dilde kullanılan ve kuşku yönüne ağırhk verilen manânın ötesinde kesinlik ifade eden bir manâsı da vardır. Örneğin çürümüş kemiklerin tozunu Resulüllah'm yüzüne üfleyerek 'Bu çürümüş kemikler tekrar diriltilecek, öyle mi?' diyenin amacı, esasen o kemiğin tekrar dirilmeyeceğine kesinlikle inandığını ifade etmekten başka bir şey değildi. Yine aynı şekilde olmak üzere, müşrikler başıboş/sorumsuz bırakıldıklarına, kendilerini kimsenin yenemeyeceğine... kesinlikle inanıyorlardı. Ama onların bu durumu Kur'an tarafından 'sanmak' ile açıklandı. Kur'an, söz konusu yanlış inanç ve ilkelerin sahiplerinin her ne kadar inançları ve durumlarıyla ilgili kuşkusuz bir güvenleri olsa bile, esasen tamamıyla tahmine dayandıklarını, kişisel tahminlerini doğru bilgi gibi algıladıklarını, derin bir aldanışla aldandıklarmı ifade etti ve gösterdi. ıZann' da, Kur'an'm İslâm davetinin muhaliflerini tanımlamada kullandığı terimlerden birisidir. Türkçe'de zan, sanı, tahmin, kanaat anlamlarına gelebilecek olan 'zann', Kur'an'm kullanımında tamamıyla olumsuz manaya sahiptir. Kur'an, çeşitli görünümlere, birbirlerine oranla farklı muhtevaya sahip islâm dışı tüm inanç sistemlerinin ve hayat tarzlarının temel dayanaklarından birisinin 'zann' olduğunu açıklamış ve yanlışlığın büyüklüğüne dikkat çekmiştir. Doğruluğu konusunda delil bulunmayan birbirinden farklı iki görüşten doğru olmak açısından diğerine ağır basanı veya doğruluğu konusunda kesin bir delili olmayan bir kanaati ifade eden '^ann'ın inancın ve hayat tarzının dayanağı haline getirilmiş olmasını sert bir tarzda eleştirmiştir. 'Zann'a dayanarak İslâm'ın eleştirilmesinin, vahyin alaya alınmasının, Peygamber hakkında olumsuz görüşler dile getirilmesinin ne kadar saçma, ne kadar aptalca bir tutum ve tavır olduğunu ifade etmiştir. Şu ayetler bunun örneklerindendir: Dediler ki: 'Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdu; yaşarız ve ölürüz. Bizi ancak zaman helak eder.' Bu hususta onların hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanlarına göre hüküm veriyorlar. [368] Kalelerine sığınarak Allah'ın azabından korunacaklarını zannetmişlerdi. Ama Allah 'in azabı onlara beklemedikleri yerden geliverdi. [369] Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanlarına uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. [370] (Alevli ateşe girecek) o kişi hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini zannediyor. [371] (Ey Cehenneme sürüklenenler!) Sizler, ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz; yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini zannediyorsunuz. Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz. [372] Göğü, yeri ve ikisi arasmdakileri boş yere yaratmadık. Onları amaçsız bir şekilde yarattığımız düşüncesi inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline! [373] Genel manâda düşünüldüğü zaman zan konusunda şöyle bir istisna vardır: Eğer zanda bulunulurken bir delile dayanılırsa, bu durum yapılan tahmini ilim seviyesine çıkarabilir. Buna karşılık delil çok zayıfladığı veya delil olmadığı zaman, zan vehim düzeyine iner. Dolayısıyla her zan, ilim ile vehim arası bir yerde bulunur. Bir başka söyleyişle, her zan aynı derecede olumsuz değildir. Belki bazı konularda zan edilebilir. Ancak zan, hiçbir zaman, İslâm davetinin muhaliflerinin yaptığı gibi hakikate muhalefetin veya yanlış bir inanç ve hayat tarzının referansı olmamalıdır. Kur'an bu konunun üzerinde ısrarla durmuş ve bu tür zandan sakın-dırrnıştır. Zannm sadece insanlar arası işlerde; günlük hayatla ilgili basit işlerde olabileceğini ifade etmiştir. Fakat buna rağmen müminlerin yine de çok dikkatli olmaları gerektiğini bildirmiştir. Müminlerin günlük işlerinde bile mümkün olduğunca zandan uzak durmalarını istemiştir: 'Ey iman edenler! Zatının çoğundan kaçının. Çünkü zannm bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı ? îşte bundan tiksindiniz. (Birisinin dedikodusunu yapmak onun etini yemek gibi iğrenç bir iştir). O halde Allah'tan korkun (ve yanlışınız nedeniyle tövbe edin). Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir.[374] İnsanların günlük işlerinde, basit konularda olabilecek zannı bile olumlu değerlendirmeyen, zanla hareket etmeyi eleştirip, reddeden Kur'an, dikkatleri tüm beşeri dinlerin zanna dayandığına çekmiştir. Mekke eşrafına ve o eşrafın sonraki çağlardaki haleflerine seslenmiş, inanç ve görüşlerinin doğruluğu konusunda hiçbir delilleri olmadığını bildirmiştir. Zanna dayanmanın beşeri dinlerin değişmeyen özelliği olduğunu ifade etmiştir. Bu konunun üzerinde ısrarla durarak, ha-ki-kate sırtlarını dönmüş kimselerin açması durumunu gözler önüne sermiştir: İnsanlardan kimi, Allah hakkında ilmi olmaksızın tartışır ve bunu yaparken azgın şeytana uyar. [375] Doğrusu birçokları, bilmeden keyiflerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.[376] Bunlar, hem tüm beşerî dinlerin ortak özelliklerini ifade etmesi ve hem de İslâm davetini reddedenlerin kişilik ve karakterlerini; hâl ve gidişatlarını göstermesi açısından çok önemlidir. Daha da önemlisi, muhaliflerinin zihniyetlerini, kişiliklerini ve dinlerinin özelliklerini deşifre eden Kur'an'm, onlarla ilgili açıklamalarının hiçbir şekilde kendisiyle ve kendisini rehber edinenlerle ilgili bir özellik olmadığını belirtmesidir. Bilgi konusunda önyargı, tutku, alışkanlık ve tutarsız düşüncelerden uzak durmayı, onlara uzak olmayı isteyen Kur'an, dinamik ve derunî bir din anlayışını öne çıkarmıştır. İlmi, inancın ve hayat tarzının merkezine koymuştur.[377] [363] Kıyamet, 75:3 [364] Kıyamet, 75:36 [365] Beled, 90:5 [366] Mü'minun, 23:115 [367] Ankebut, 29:2 [368] Casiye, 45:24 [369] Haşr, 59:2 [370] Necm, 53:27,28 [371] İnşikak, 84:14 [372] Fussilat, 41:22,23 [373] Sad, 38:27 [374] Hucurat, 49:12 [375] Hac, 22:3 [376] Eıı'am,6:119 [377] İlmini1 ve ondan türemiş terimler Kur'an'da 865 defa geçmiştir. Kuşku yok ki, bu Kur'an'ın 'ilm'e. verdiği önemin bir göstergesidir. Üstelik bu sayıya ilimle yakınlığı olan/ıfeih, ma'rifet, hudâ, akıl, fikir, tedebhür, tezekkür, nazar, hasıra gibi terimler dahil değildir. Buna ek olarak ilmin karşısında anlam kazanan ve reddedilen, olumsuz olduğu ifade edilen, istenmeyen, yasaklanan cehl, sefeh, dalâl, ameh, zan, batıl, ifk gibi terimler de dahil değildir. |