๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 18 Temmuz 2011, 18:16:26



Konu Başlığı: Yoksulluk Ve Zenginlik
Gönderen: Ekvan üzerinde 18 Temmuz 2011, 18:16:26
Yoksulluk Ve Zenginlik


Resulüllah'm odasına girdim. Örtüsüne sarılmış bir halde hasırın üzerine uzanmış yatıyordu. Altında hasırdan başka bir şey yoktu. Yanına oturdum. Kalktı. Bir de ne göreyim, vücudu hasırın izleriyle doluydu. Merak içinde odayı incelemeye başladım. Bir köşede bir kap içinde yemek için saklanan bir avuç arpa, bir başka köşede de karaz yaprağı ve bir de duvara asılmış tam tabaklanmamış bir deri vardı. Odada başka bir şey görünmüyordu; ne bir yiyecek, ne de bir giysi vardı. Duygulandım; dayanamadım gözlerim ya­şardı. Üzüntüm çok ağırlaştı, kendimi tutamadım; ağlamaya başladım. -Yü­züme baktı 'Ömer neden ağlıyorsun?' dedi. Düşüncemi saklamadan söyleme ihtiyacı hissettim; 'Ev Allah'ın Resulü.' Neden ağlamayayım? Baksana hasır her tarafına iz yapmış. Üzerinde elbise, altında örtü olarak şu gördüğüm ku­maştan başkası yok. Odada ise yiyecek olarak sadece şu gördüklerim var. Kay­ser ve Kisra zenginlikler içinde yaşarken, Allah'ın resulü ve sevgilisi olmana rağmen senin evin ise işte bu' dedim. 'Üzülme Ömer! Onlar kral, ben ise pey­gamberim. Ben ancak bir kulum. Kulun oturduğu gibi oturur, kulun yediği gi­bi yerim' dedi. (Hz. Ömer)

islâm davetine olumlu karşılık veren ilk Müslümanların arasında ekonomik im­kâna sahip olmayan kölelerin yanı sıra, Hz. Ebubekir gibi Mekke'nin sayılı zen­ginlerinden kimseler de vardı. Ancak bu zengin Müslümanlar da bir süre sonra mal varlıklarının önemli bir kısmını kaybettiler. Çünkü Mekke eşrafı, insanların İslâm'a girişlerini önlemek veya Müslüman olanları islâm'dan vazgeçirmek için başvurdukları sayısız yöntemlerin arasına, Müslüman tüccarların ticarî faaliyetle­rini engellemeyi de katmışlardı. Bu karar, geçimlerini ticaretle sağlayan Müslü­manların yoksullaşmasına neden olmuştu. Ayrıca, zengin Müslümanların mevcut mal varlıklarını yoksul Müslümanlar için veya köle Müslümanların özgürlükleri­ni satın alıp onların kölelikten kurtulmalarını sağlamak için harcamaları, bu bazı rengin Müslümanları daha da yoksul kılmıştı. Hz. Ebubekir bunun en önemli ör­neğiydi. O Müslüman olduğu zaman Mekke'nin en zenginlerinden birisiydi. Ama nsâletin Mekke döneminin sonlarına doğru hem ticarî faaliyetlerde bulunamama ve hem de mal varlığını Müslüman kölelerin özgürlüğünü temin için harcama­sı nedeniyle büyük oranda yoksullaşmıştı. Medine'nin ilk yıllarında ise oldukça kişiydi. Medine döneminde onun zenginlikle bir ilgisi yoktu.

Mekke döneminin sonlan, tüm Müslümanlar için yoksulluğun had safhada ol­gu bir dönemi oluşturmuştu. Medine'ye hicret ederken mal varlıklarını Mek-e bırakmaları ise yoksuıhklarmı hepten artırmıştı. Muhacirler yoksul kimseler olarak Medine'ye geldikleri zaman, tabiî olarak Medineli Müslümanların eko­nomik durumları daha iyiydi. Zira, Mekke'den gelip kendilerine sığınmış Müslü­manların çektikleri sıkıntıları yaşamamışlar, ticarî engellemelerle karşılaşmamış­lardı. Fakat mevcut mal varlıklarını Mekke'den göç eden 'iman kardeşleriyle' pay­laşmaları, peş peşe gelen savaşlar nedeniyle yaptıkları harcamalar ve düşmanlarla kuşatılmış olmaları nedeniyle ticaretten uzak kalmaları, bir süre sonra 'Medineli Müslümanları da yoksullaştırdı. Böylelikle, yoksulluk neredeyse tüm Müslüman­lar için temel bir özellik haline geldi. Bu dönemde Müslümanların durumunu gös­termesi açısından şu olay önemlidir: Hz. Ebû Bekir bir gece evinden çıkıp dışarı­da gezinmeye başladı. Bu sırada Haysem b. Teyhan'la karşılaştı. Haysem'e neden dışarıda olduğunu sordu. Haysem 'Açlıktan1 dedikten sonra aynı soruyu Ebû Be­kir'e yöneltti. Ebû Bekir kendisini dışarı çıkaran şeyi 'Seni dışarı çıkaran şey' ola­rak açıkladı. Müslümanların bu halleri uzun süre devam etti ve ancak fetihlerin başlamasıyla kısmen değişikliğe uğradı. Elde edilen ganimetler nedeniyle yoksul­lukları bir parça olsun azalmaya başladı.

Hayber'in fethi, Müslümanların ekonomik gidişatları için bir dönüm noktası oldu. Bölgenin en zengin site devletlerinden Hayber'in fethi ile Müslümanlar çok büyük miktarlara ulaşan ganimet elde ettiler. Neredeyse hepsinin yoksulluğu önemli oranda sona erdi. Artık Müslüman kitlenin ekseriyeti zengin değilse bile, yoksul da değildi. Hayber'in fethiyle, yıllardan beri ilk defa ekonomik yoksullu­ğun zorluğunu üzerlerinden atma, doyasıya yeme, üstlerini örtecek giysiler alma, evlerini donatacak eşyalara sahip olma imkânına kavuştular.

Hayber'in fethiyle Müslümanların ekonomik durumları değişti, ancak bunun neredeyse tek istisnası Peygamber ailesi oldu. Askerî harekâtlar sonunda elde edi­len çok miktardaki ganimetler, Müslümanların imkânlarını artırmasına ve hayat standartlarını yükseltmesine karşılık, Peygamber ailesinin durumunda hiçbir de­ğişiklik gerçekleşmedi. Hz. Peygamberin kendi evindeki ve başta kızı Fâtıma ol­mak üzere bazı yakın akrabalarının evlerindeki yoksulluk kesintisiz devam etti. Hz. Aişe'nin ifadesiyle, kendisinin ve eşlerinin karnı üç gün üst üste doymadı. [1] Öyle zamanlar oldu ki evlerinin ocağı aylarca yanmadı. [2] Zaman geçtikçe yeni yer­ler fethedilip, savaşlar kazanıldıkça Müslümanların eşleri ve kızları giysileriyle, takılarıyla, ev eşyalarıyla , yiyecekleriyle daha iyi ve güzel maddî imkânlara sahip olmalarına rağmen, Resulüllah'm evi bir yoksul evi olarak kalmaya devam etti. Resulüllah'm evinde maddî zenginliğin işaretleri hiç görülmedi. Çünkü, Resulüllah ganimetlerden elde ettiklerini hep yoksullara dağıtıyordu. Elde edilen ganimetle­rin önemli bir kısmı devlet başkanı ve başkomutan sıfatıyla kendisine ait olması­na rağmen, evine hiçbir zaman ilâve yeni bir şeyin girmesine izin vermiyordu. Örneğin Hayber gibi verimli bir yerin ürünleri ile, Fedek ve Vadi'l Kurâ'dan alınacak verginin 1/5'i devlet başkanı sıfatıyla kendisine ve ailesine aitti. Ancak bunlardan eşlerinin zorunlu ihtiyacı için ayırdığı kısım hariç diğer kısmını olduğu gibi hep yoksullara dağıtıyordu. Kendisine ve ailesine ayırdığı ise en yoksul kimsenin ha­yat standardına uygun olan miktardı.

Değirmen taşı çevirip un yapmaktan elleri nasırlaşan Fâtıma, Müslümanların ekonomik durumlarının gözle görünür şekilde iyileştiği bir zamanda, babasına ge­lerek kendisine bir hizmetçi tahsis edilmesini rica etti. Zira, yoksulluğa dayana­maz olmuştu. Benzer isteği, yine aynı günlerde, benzer zorlukları yaşayan iki ku­zeni; amcası Zubeyr b. Abdülmuttalib'in kızları Ûmmü'l Hakem ve Duba'a'da dile getirdiler. Ancak Resulüllah'm onların bu isteklerine cevabı açık ve kesindi: 'Suf-fedeki insanlar açlık çekerken ve ben onlan doyuramazken nasıl olur da sizin bu is­teklerinizi yerine getiririm. Çünkü O, başta Suffe topluluğu olmak üzere tüm yoksul Müslümanları, dulları, yetimleri ailesinden kabul ediyor ve onları doyur­madan doymak, onları giydirmeden giyinmek istemiyordu. Hayber dönüşünde yaşanan bir durum Resulüllah'ın maddî şeyler karşısındaki tavrını göstermesi açı­sından oldukça önemlidir. Resulüllah, Hayber ganimetlerinden payına düşenleri yoksullara dağıttı. Kendisine ise bu ganimet mallarından sadece bir kolye ayırdı ve onu da kızı Fâtıma'ya hediye etti. Ancak o gece sabaha kadar uyuyamadı. Sa­bah olunca kalkıp doğruca kızma gitti. Kızma, kolye kendilerinde kaldığı sürece rahat edemeyeceğini, onun ihtiyaç sahibi birisine verilmesi gerektiğini söyledi. Kı­zı kolyenin yanında olmadığım, bir yoksula hediye ettiğini bildirince, sevinip iç huzuruyla evine döndü.

Diğer tüm Müslümanların maddî açıdan daha iyi hayat şartlarına kavuştukla­rının alenen görüldüğü bir zamanda, kendi hayat şartlarında, yoksulluklarında hiçbir değişmenin olmaması, Resulüllah ile eşleri arasında bazı küçük problemle­rin yaşanmasına yol açtı. Eşleri kendisinden maddî şeyler istemeye başladılar. Re­sulüllah, iyi bir eş ve anlayışlı bir insan olarak eşleriyle arasında açığa çıkan prob­lemleri her seferinde çözdü veya çözmeye çalıştı. Hiçbir zaman bu ailevî problem­lerin büyümesine izin vermedi. Ancak eşlerinin maddî istekleri kontrol edilemez şekilde büyüdü. Resulüllah ise eşlerinin istekleri ile hiçbir zaman değiştirmeyi dü­şünmediği hayat tarzı arasında sıkıntı yaşamaya başladı. O, meşru olsa bile zengin bir hayat tarzına sahip olmayı düşünmüyor; toplumun en yoksulunun sahip oldu­ğu hayat tarzından daha iyisine sahip olmayı istemiyordu. Zengin bir hayatın ge­tireceği bilinç ve hassasiyet kaybının bilincinde birisi olarak, yoksulluk içerisinde hayatlarını sürdürmeye çalışanların dünyasını terk etmeye yanaşmıyordu. İstese toplumun en zengini, en şatafatlı hayat tarzına sahip ailesi olabilecekken, yoksul­luğu hayatının değişmeyen özelliği kılmıştı ve böyle de kalmasını istiyordu. O, yoksulların dünyasının gönüllü üyesiydi. Ne var ki, eşlerinin çevrelerindeki in­sanların durumlarından etkilenerek eşyalar, süsler istemeleri, kendisine, yoksul bir hayatın zorluğundan daha ağır, daha dayanılmaz geldi. Ama sabretti; durumunu değiştirmedi ve eşlerini de kırmamaya çalıştı. Fakat eşlerinin maddî istekleri gün geçtikçe daha da yoğunlaşırken, davranışları da daha kırıcı olmaya başladı. Bir süre sonra, Resulûllah'm evinde yaşanan problemlerden Müslümanlar da ha­berdar oldular. Üzüldüler, ancak bir şey yapamadılar. Çünkü Resulûllah'm terci­hini ve tercihindeki kararlılığını biliyorlardı.

Peygamber evindeki problemden haberdar olanlar arasında Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir de vardı. Çünkü onlar aynı zamanda Peygamberin kayınpederiydiler. Konuyla ilgili olarak Hz. Ömer şunları anlatmıştır: 'BİZ Kureyşliler eşleri üzerinde otoriter insanlardık. Medİneliler bizim, gibi değildi. Medine'ye gelince kadınlarımız Medine'nin kadınlarından etkilendiler. Bize olur-olmaz şeylerde cevap vermeye baş­ladılar. Bir gün eşime kızdım. Bir de ne göreyim, bana karşılık vermeye başladı. Öf­kelenip karşılık vermesini önlemeye çalıştım. Bunun üzerine 'Bana neden engel olu­yorsun? Eşleri de Resulüllah'a karşılık veriyorlar da O bir şey demiyor. Hatta eşleri bazen Resulüllah'a küsüp konuşmuyorlar bile dedi. Hemen kızım Hafsa'nın yanına gittim. 'Sen Resulüllah'a karşılık veriyor musun?' diye sordum 'Evet karşılık veririm' dedi. Bunun üzerine 'Bunu nasıl yaparsınız? Sizlerden kim böyle yapıyorsa o büyük bir yanlışlık içindedir. Hüsrana uğramaya adaydır. Hanginiz, Allah Resulünün size kızmasından dolayı Allah'ın da size kızmayacağından emin olabiliyor? Allah birisine kızarsa o helak olmuş demektir. Sakın bir daha Resulüllah'a karşılık verme ve O'ndan olur olmaz şeyler isteme. Eğer İhtiyacın olan bir şey varsa benden iste. Komşunun (Ai-şe'nin) yaptığı şeyler seni aldatmasın. Çünkü o senden hem daha güzeldir ve hem de Resulüllah onu senden daha çok sevmektedir' dedim. Ebû Bekir de benzer şekilde kızma nasihatta bulundu. Kızı Aişe nedeniyle Peygamberinin çektiği sıkıntıya ra­zı olmadı, olamazdı. Bir keresinde Aişe'nin Resulüllah'a bağırdığını duyunca öfke­lendi ve kızını yakalayıp; 'Bir daha sesini böyle yükselttiğini duymayayım' diyerek azarladı. Bir başka seferinde de Resulüllah'ı fazlasıyla üzdüğünü duyunca kızının boğazına sarılıp, 'Resulüllah'tan sahip olmadığı şeyleri istiyorsun ha! diyerek kız­gınlığını açıkça ve şiddetli bir şekilde gösterdi. Fakat Peygamber evindeki prob­lem bitmedi. Hanımların Resulü ilah1 tan isteklerinin bir türlü sonu gelmedi. Resu­lüllah'ı fazlasıyla üzmeye, istemediği şeyi yapmast için zorlamaya başladılar. Ge­lişmelerle ilgili olarak Hz. Ömer anlatıyor: 'Evim Medine'nin dışında idi. Her zaman Resulûllah'm yanma gidemiyordum. Komşumla aramızda bir anlaşma yapmıştık. Resulüllah'ın yanma bir gün o gider, bir gün ben giderdim. Hangimiz Resulüllah'tan ye­ni bir şey öğrenmiş ise gelir diğerine anlatırdı. Bir gün komşum 'Büyük olay oldu' di­yerek geldi. 'Ne oldu? Yoksa Gassanlılar Medine'yi mi basacaklar?' dedim. 'Yok o de­ğil. Ama daha kötüsü oldu' dedi. 'Nedir?' dedim. 'Resulüllah bütün eşlerini boşadı' de­di. Bunu duyunca 'Eyvah Hafsa yanlış iş yaptı ve hüsrana uğrayanlardan oldu' dedim. Hemen hazırlandım. Medine'ye gidip mescide girdim. Bir grup Müslüman üzgün bir halde oturmuş ellerindeki taşlarla zemindeki kumları eşeliyorlardı. Ne olduğunu sordum 'Resulüllah eşlerini boşamış' dediler'. Ömer'in anlattıkları devam ediyor. Anlat­tığına göre, mescitteki Müslümanlarla konuşup, Resulûllah'm nerede olduğunu sorar. Eşlerine küstüğü için odasını terk edip yaklaşık bir aydır kalmakta olduğu hazine odasını gösterirler. Ömer odaya yönelir ve odaya çıkan merdivene oturmuş görevliden içeri girmek için izin ister. Görevli durumu Resulüllah'a bildirir. Ömer izin verilince içeri girer. Bundan sonrasını yine Ömer'den dinleyelim: 'Resulül-lah'ın odasına girdim. Örtüsüne sarılmış bir hâlde hasırın üzerine ulanmış yatıyordu. Altında hasırdan başka bir şey yoktu. Yanına oturdum. Kalktı. Bir de ne göreyim, vü­cudu hasırın izleriyle doluydu. Merak içinde odayı incelemeye başladım. Bir köşede bir kap içinde yemek için saklanan bir avuç arpa, bir başka köşede de karaz yaprağı ve bir de duvara asılmış tam tabaklanmamış bir deri vardı. Odada başka bir şey gö­rünmüyordu; ne bir yiyecek, ne de bir giysi vardı. Duygulandım; dayanamadım göz­lerim yaşardı. Üzüntüm çok ağırlaştı, kendimi tutamadım; ağlamaya başladım. Yüzü­me baktı 'Ömer neden ağlıyorsun?' dedi. Düşüncemi saklamadan söyleme ihtiyacı his­settim; 'Ey Allah'ın Resulü! Neden ağlamayayım? Baksana hasır her tarafına iz yap­mış. Üzerinde elbise, altında örtü olarak şu gördüğüm kumaştan başkası yok. Odada ise yiyecek olarak sadece şu gördüklerim var. Kayser ve Kisra zenginlikler içinde ya­şarken, Allah'ın Resulü ve sevgilisi olmana rağmen senin evin ise işte bu' dedim. 'Üzül­me Ömer! Onlar kral ben ise peygamberim. Ben ancak bir kulum. Kulun oturduğu gi­bi oturur, kulun yediği gibi yerim.' dedi. Sonra aramızda konuşmaya başladık, Bir ara 'Ey Allah'ın Resulü/ Eşlerin hangi konularda seni üzüyorlar. Eğer onları boşadıysan şüphe yok ki Allah seninledir, melekler de, Cebrail de, Mikail'de, ben de, Ebü Bekir'de, bütün müminler de seninle beraberdir. Hiç düşünme ve üzülme. Ey Allah'ın Resulü eş­lerini boşadın mı?' dedim. 'Hayır, boşamadım' dedi. 'Allahu Ekber' dedim. Çok sevin­miştim. Yeminli olduğunu ve bir ay süresince eşlerinin yanına gitmeyeceğini söyledi. Dışarı çıkıp haberi Müslümanlara bildirdim. Herkes sevindi.

Resulüllah, eşlerinin isteklerinden ve kendi aralarındaki çekişmelerden bunal­mış ve onları bir süreliğine terk etmişti. Mescidin köşesine inşa edilmiş olan ha­zine odasında kalıyordu. Bir anlamda inzivaya çekilmişti. Çünkü eşlerinin maddî istekleri ve çekişmeleri nedeniyle sıkılmıştı. Yoksul halini değiştirmek istemiyor, ama eşlerinin isteklerine de engel olamıyordu. Resulüllah, eşlerinin istekleri ne­deniyle sıkıntılı olduğu ve bir ay eşlerinden ayrı kaldığı günlerde vahyolunan bir ayet problemi çözdü. Söz konusu ayet, aralarındaki çekişmeler ve istekleri nede­niyle Resulüllah'ı üzmelerinin yanlışlığını gösteriyor ve çözümü de sunuyordu. Ayet şöyleydi: 'Ey Peygamber! Eşlerine şöyle de: 'Eğer dünya dirliğim ve süsünü isti­yorsanız, gelin boşanma bedellerinizi verip, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davra­nanlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır'. Ey Peygamber hanımları! Sizden kim «Çık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır. Sizden kim, Allah'a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafatını da iki kat veririz- Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdı.[3]

Ayette, Müslümanların anneleri olan peygamber eşlerine önemli bir hatırlat­mada bulunuluyordu. Peygamber eşi olmanın farklılığına dikkat çekiliyordu. Bu farkın kendilerine çok önemli sorumluluklar yüklediği, diğer kadınlar gibi olama­yacakları açıklanıyordu. Kendilerinin peygamber eşi olmaları nedeniyle diğer ka­dınlar için model şahsiyetler oldukları, bu nedenle yanlışlıklarının diğer kadınla­ra da yansıyacağı ve kolaylıkla yaygınlık kazanacağı, doğru işlerinin de yine aynı şekilde kolaylıkla yayılacağı, bu nedenle sorumluluklarının büyük olduğu bildiri­liyordu. Sahip oldukları sorumluluk nedeniyle yanlışlık yaparlarsa diğer insanlar­dan iki kat fazla cezalandırılacakları, ancak iyi işleri nedeniyle de diğer insanlar­dan iki kaz fazla ödüllendirilecekleri açıklanıyordu.

Ayetin vahyolunması üzerine Resulüllah eşleriyle görüşmeye karar verdi. Ön­ce Aişe'nin odasına gitti. Aişe, Resulüllah'm odaya girdiğini görünce heyecanlan­dı, sevinçle ama biraz da sitemle '29 gün oldu' dedi. Resulüllah 'Nereden biliyor­sun?' diye sordu. Aişe 'Her gün sayıyorum'' dedi. Resulüllah, sevgi ve saygı ile ken­disine bakan eşine 'Sana bir şey soracağım. Cevap vermekte acele etme, anne-baba-na danış ve ondan sonra kararını ver' deyip vahyolunan ayetleri okumaya başladı. Aişe'nin, yaptığı bütün yanlışlıklara rağmen, yoksul bir kimse olarak peygamber eşi olmakla, peygamberden ayrılıp zengin bir hayatın mensubu olmak seçenekle­ri konusunda düşünmeye, düşünmek için zamana ihtiyacı yoktu. Çünkü bu, ka­rarını vermekte zorlanacağı bir konu değildi. Kararını hemen açıkladı: 'Ey Allah'ın Resulü! Senin hakkında mı anne ve babamla konuşacağım? Olmaz böyle şey. Ey Al­lah'ın Resulü! Ben Allah'ı, Resulü'nü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum' dedi. Sözle­rinin hemen arkasından da, kararında yalnız kalmak arzusuyla Takat bu kararımı diğer eşlerine bildirme' isteğinde bulundu. Resulüllah bu isteği kabul etmedi: 'On­lar bana sorarlarsa söylerim. Allah beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı olarak göndermedi. Ben kolaylaştırıcı ve öğretici olarak gönderildim dedi. Daha sonra, aynı şekilde di­ğer eşleriyle görüştü. Onlardan da, ayetin hükmü gereği, mal ve para alarak bo­şanma ile yoksul bir hayatı kendisiyle paylaşmaya devam etme tercihlerinden bi­risini seçmelerini istedi. Hepsi de tereddütsüz bir şekilde Resulüllahla yoksul bir hayatı yaşamayı tercih ettiler. 'Vallahi! Bir daha senden, sende olmayan bir şeyi as­la istemeyeceğiz' diyerek kararlılıklarını ve kararlarındaki samimiyetlerini ifade et­tiler. Hayatlarının sonuna kadar da hep bu kararlarının gereğine göre oldular. Se­lâm onların üzerine olsun.


[1] Etime 23; Müslim, Zühd ve Rekaık 60.

[2] Et'ime 23, Rikflfe 17; Müslim, Zühd 20-27; Timüzî, Zühd 38,35

[3] Ahzab, 33:28-30