๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 11:44:47



Konu Başlığı: Yakın Akrabaları Davet
Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 11:44:47
Yakın Akrabaları Davet


Resulüllah'ın Dâru'l Erkam merkezli yürüttüğü davet faaliyetinin yüzü aşan men-ubu vardı.[214]  Ancak davetin hedefi sadece Mekke halkına ulaşmak değildi. Daha lk vahyolunan ayetlerle, islâm'ın bütün insanlara hitap eden bir kapsayıcüığa sa­hip olduğu Resulüllah ve müminler tarafından açıkça anlaşılmıştı. Bu nedenle, da­veti canlan pahasına devam ettirmeye ve birbirlerine destek olmaya kararlı bu kü­çük kitle, asıl hedefleri tüm insanlık olmakla birlikte, öncelikle Mekke'deki her­kese ulaşmaya çalışıyor, birebir görüşme ve sohbetlerinde Mekkelileri İslâm'a da­vet ediyorlardı. Zaman risâletin üçüncü yılının sonlarıydı, işte bu zamanda vah-volunan bazı ayetler, davetin yeni bir safhasını haber verdi. Bu ayetler, o güne ka­dar kısmen gizli yürütülen ve bireysel gerçekleştirilen davetin, kitlesel davete dö­nüştürülmesi talimatını verivordu. Söz konusu ayetler şöyleydi: "Yakın akrabala­rını uyar [215] 'Sen emrolunduğun gibi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma.[216] Bu iki ayetten hangisinin daha önce vahyolunduğu tartış­maların konusu olmuşsa da, esasen Tahin akrabalarını uyar ayetinin diğerinden daha önce vahyolunduğunu söylemek daha doğrudur. Zira, yakın akrabaları uyar­mak, diğer insanları uyarmaktan daha kolaydır. Davet ise zordan kolaya doğru de­ğil, kolaydan zora doğru ilerler.

Yakın akrabalarını uyar' ayeti vahyolunduğu zaman, bu talimatın gereğini ye­rine getirmek Resulüllah'a ağır geldi. Bir süre ilâhî talimatın gereğini yapamadı. Emrolunduğu görevi layıkıyla yapamama düşüncesi tedirginliğini ve korkusunu büyüttü. Çoğunluğu müşriklerden hatta müşriklerin ileri gelenlerinden oluşan akrabalarını, İslâm'a davet etmekte zorlandı. Resulüllah, o günlerdeki sıkıntılı du­rumunu şöyle anlatmıştır: 'Akrabam olan kimselere İslâm davetini yaptığım takdir­de, onlardan hoşuma gitmeyecek davranışlar göreceğimi bildiğim için sustum, davet­te bulunmadım. Ama Cebrail bana gelerek şöyle dedi; 'Ya Muhammedi Eğer Rabb'inin sana emrettiği şeyleri yapmazsan, Rabbİn sana azap eder. [217] Resulüllah için davetin bu yeni aşamasının gereklerini yerine getirmek zordu. Bu zorluk nedeniyle adeta hastalandı. Evine kapanıp kaldı. Davetin ilk günlerinde olduğu gibi, üzerine yine 'korku ve endişe elbisesini' aldı. Halaları, hastalandığı düşüncesiyle kendisini ziya­ret ettiler. [218] Ancak yeğenlerini sağlıklı görünce, son günlerdeki sıkıntılı ve garip durumunun nedenini sordular. Onların bu sorusuna Resulüllah'ın cevabı, her za­man olduğu gibi, sadece gerçeği dile getirmek oldu: 'Benim hiçbir rahatsızlığım, yok. Hastalanmadım. Allah, akrabam olan kimseleri azabıyla uyarmamı emretti1. Bu­nun üzerine halaları 'Sen yakınlarını çağır, fakat Abdu'l Uzza Ebû Leheb 'yi çağır­ma. Çünkü o senin davetini kabul etmez [219] diyerek, bazı tavsiyelerde bulundular.

Resulüllah, her ne olursa olsun kendisine vahyolunan emri yerine getirmekle yükümlüydü. Bunun bilgisine ve bilincine sahipti. Fazla gecikmeden verilen tali­matın gereğini yerine getirmeye koyuldu. Bir yemek ziyafeti verdi. Akrabalarına islâm'ı tebliğ etmeyi ve davetini gerçekleştirmeyi bu ziyafet sırasında yapacaktı. Dostça bir ortamda gerçekleşen davetin göreceği tepkinin sert olmayacağını düşü­nüyordu.

Resulüllah İslâm'ı tebliğ etmek için akrabalarını evine davet etti. Yaklaşık 40 kişi davete icabet etti. Ev davetlilerle dolup taştı. Davetliler hazırlanmış olan ye­mekleri yiyip, içeceklerini içtiler. Resulüllah fırsatını bulup da İslâm davetini ger­çekleştireceği bir an kollayıp durdu. Ancak göreceği tepkilerden çekiniyor, hatta biraz da korkuyordu. Zaman ilerledi. Resulüllah davetini gerçekleştiremedi. Ken­disine vahyolunan mutlak hakikatleri açıklayamadı. Karınları doyan davetliler bir müddet sonra kalkıp evlerine gittiler.

Resulüllah ertesi gün akrabalarını tekrar davet etti. Aynı şekilde yine yiyecek ve içecek ikram etti. Fakat bu sefer görevini yerine getirdi ve davetini gerçekleş­tirmeyi başardı. 'Ey Abdülmuttalib oğullan! Vallahi ben, benim size getirdiğimden daha iyisini getirmiş başka bir Arap genci bilmiyorum. Ben size dünya ve ahiretle il­gili bir şey getirdim' diyerek, öncelikle davetinin konusuyla ilgili genel nitelikte bir açıklamada bulundu. Sonra diğer konulara geçti. Misafirlerine Allah'ın sıfatların­dan bahsetti. Allah'ın insanların yegâne rabbı ve ilâhı olduğunu söyledi. Kendisi­nin Allah'ın elçisi olduğunu bildirdi. Söyledikleri, toplantıda bulunanların ilgisini çekti. Vahyin muhtevası hakkında bir şeyler sordular. Daha çok da vahyi alış tar­zını merak ediyorlardı. Resulüllah, akrabalarının meraklarını gideren gerekli açık­lamaları yaptı ve iman edip, şirkten ayrılmalarını istedi.

Davet edilmemiş olmasına rağmen, yüzsüzlük yaparak toplantıya katılan Ebû Leheb, yeğeni ile akrabaları arasındaki konuşmaları dinleyince, küstahça bir tavır takındı. Kendisini Abdülmuttalib oğullarının sözcüsü gören bir tavırla Resulül-lah'a çıkıştı. Yaptığı iş nedeniyle yeğenini suçlayıp, aşağıladı. Öfke içerisinde 'Bun­lar senin amcaların ve amca çocukların. Yaptıklarınla onlara zarar veriyorsun. Yan­lış yapıyorsun. Bir an önce atalarının dininden sapmış kimseleri yanından uzaklaştı­rıp, bu yanlış işini terk et. $unu bil ki, senin kavmin, seni tüm Araplara karşı koru­yacak güçte değil. Sen kavminin başına büyük bir bela açıyorsun. Bu nedenle Arap ka­bileleri bütün güçleriyle üzerimize çullanmadan önce bizler ellerimizi çabuk tutup se­ni hapsetmeliyiz. Bu seni tüm Araplara karşı korumaktan daha kolaydır. Ben, akra­balarına senin gibi şer ve kötülük olacak böylesi bir şey getirmiş başka birisini tanı­mıyorum' dedi.

Ebû Leheb'in sözlerinden de açıkça anlaşılıyor ki, aralarında kendisinin de bu­lunduğu Mekke eşrafı, Mekke toplumunun inanç ve hayat tarzına ters düşen bir grup insanın Resulüllah'm çevresinde toplamış olduğundan haberdardı. Bu ne­denle Ebû Leheb konuşmasında dikkatleri öncelikle bu noktaya çekti. Yeğenine, çevresindeki insanlardan uzaklaşması gerektiğini söyledi. Ayrıca, Mekke eşrafı­nın, Resulüllah'm ve çevresindeki müminlerin dile getirdikleri inanç ve hayat tar­zının sadece Mekke'deki insanların değil, eğer duyulursa diğer bölgelerdeki insan­ların da tepkisini çekecek nitelikte olduğunu düşündükleri ve bunu aralarında konuştukları Ebû Leheb'in sözlerinden anlaşılmaktadır.

Ebû Leheb, ısrarlı bir şekilde, yeğeninin durumu devam ettirmesi halinde Ab­dülmuttalib oğullarının büyük bir problemle karşı karşıya kalacağını söylüyordu. Amcasının bu tepkisi karşısında Resulüllah'ın tavrı görevinin gereğini yerine ge­tirmekten başka bir şey olmadı ve şunları söyledi: 'Hamd Allah'a mahsustur. Ben sadece O'na hamdeder, O'ndan yardım ister, O'na iman eder ve yalnız O'na tevekkül ederim. Şahitlik ederim ki Allah'tan başka herhangi bir ilâh yoktur. O, birdir ve hiç­bir ortağa sahip değildir. Kesinlikle bilin ki ileriye gönderilen bir gözcü, kendisini gö­revlendirmiş kimselere karşı asla yalan söylemez. Kendisinden başka hiçbir ilâh bu­lunmayan Allah'a yemin ederim ki ben sadece sizlere değil, bütün insanlara gönderil­miş bir elçisiyim. Allah'a yemin ederim ki uyur gibi öleceksiniz ve uyanır gibi diriltU leceksiniz. Hepiniz hesaba çekileceksiniz. Daha sonra da ebedî olarak Cennete ya da Cehenneme konacaksınız. [220]

Klasik siyerlerden birisinin yazarı olan İbn Kesir'in naklettiğine göre, [221] Resulül­lah risâletin bu günlerinde görevim tamamlayamadan müşrikler tarafından öldü­rüleceğini düşünüyordu. Davetinin yarım kalacağı kaygısına sahipti. Eğer öldürü­lecek olursa kendisine yardımcı olacak ve İslâm davetini devam ettirecek birisinin olmasını arzuluyordu. Bu isteğini akrabalarına açıkça ifade etti: 'Bu işte kim kar­deşim, vasim ve halîfem olacak? dedi. O'nun bu sorusu karşısında akrabalarından hiç kimsenin sesi çıkmadı. Herkes şaşkın bir halde birbirine bakıştı. Resulüllah sorusunu bir kez daha tekrarladı. Kimseden yine ses çıkmadı. O sırada henüz on iki-on üç yaşlarında bir çocuk olan Ali'nin sesi duyuldu. Ali, Resulüllah'm soru­suna olumlu cevap veren tek kişiydi: 'Ey Allah'ın elçisi! Bu işte ben senin yardımcın ve destekçinim [222] dedi. Ali'nin bu tavrı babasını etkiledi. Daha sonraki dönemlerde de, iman etmediği halde, yeğenini korumayı, O'nu desteklemeyi ihmal etmeyen Ebû Talib, kardeşi Ebû Leheb'in aksine, o gün o toplantıda Resulüllah'ı koruyup destekleyeceğini bildirdi: 'Yeğenim! Bizler senin yakınlarınız. Sana yardım etmek bizim için şereftir. Sen emrolunduğun şeyi yapmaya devam et. Seni koruyup, kolla­maktan hiçbir zaman geri kalmayacağım. Ancak atam Abdülmuttalib'in dininden ay­rılmak nefsime zor geliyor. Bu nedenle davetini kabul etmeyeceğim [223] dedi. Bu sözler Ebû Leheb'in öfkesini artırdı. Ağabeyine karşı çıkıp, 'Bu çok büyük bir musibettir. Başkaları O'nu engellemeden, bizler O'nu engellemeliyiz. Yoksa iş çok büyüyecek [224] di­yerek tekrar korku ve endişelerini dile getirdi. Ancak Ebû Talib kardeşiyle aynı düşüncede değildi. 'Hayatta kaldığım sürece O'nu korumaya devam edeceğim' diye­rek nihai kararım söyledi.

Ağabeyinin karan karşısında ne yapacağını bilemeyen Ebû Leheb, İslâm'a gir­miş bulunan kız kardeşi Safiyye'nin sözleriyle daha da öfkelendi. Safiyye, Resulül­lah'ı korumalarının üzerlerine düşen bir akrabalık sorumluluğu olduğunu söylü­yordu. Ebû Leheb bu görüşe karşı çıkıp, 'Zaten siz kadınların sözleri erkekler için hep ayak bağı olmuş, erkekleri hep yanlışa sevk etmişsinizdir'' diyerek tepkisini devam ettirdi. Sonra, toplantının başında ifade ettiği korkusunu tekrar dile getirdi: 'Kureyş'in diğer aileleri yanlarına bütün Arapları alarak üzerimize geldikleri zaman, onlara hangi güçle karşı koyacağız? Vallahi biz onlara ancak bir lokma oluruz'. Ebû Talib, Ebû Leheb ile Safiyye arasında devam eden tartışmayı kesti ve 'Ey korkak adam! Vallahi biz sağ oldukça O'na kimse dokunamayacak. Gerekirse savaşacak ve O'nu koruyacağız' dedi. Ebû Talib daha sonra sevgili yeğenine dönüp, 'Ey Yeğenim! Rabbına davet etmek istediğin zamanları bize söyle silahlarımızla seni korumak için hazır olalım [225] diyerek, her ne olursa olsun yeğenini korumaya devam edeceğini di­le getiren bir konuşma yaptı. Tartışmalı ortamı takiben toplantı sona erdi ve da­vetliler kalkıp evlerine gittiler.



[214] İslâm davetinin ilk üç yılını oluşturan dönem kendi içerisinde nevî şahsına münhasır özelliklere sahiptir. Bu dönem Hicr suresinin 15. ayetinin veya Şuara suresinin 214-216. ayetlerinin vahyedilmesine kadar devam etmiştir. Bu dönemde davete olumlu karşılık ve­rerek İslâm'a girenlerin sayısı, çoğu zaman zannedilenlerin aksine, bir kitle oluşturacak kadar çoktu. Kaynaklar, söz konusu dönemde İslâm'a girenlerin listesini ayrıntılı şekilde nakletmektedirler. Gerçi Hsteler arasında bazı ufak sayı ve isim farklılıkları vardır; ancak' yine de risâletin bu ilk yıllarında Müslüman olanların listesini kesin değilse dahi, kesine yakm bir doğrulukta tespit etmek mümkün olabilmektedir. Kaynaklardaki söz konusu listeler bir düzenlemeye tâbi tutulduğu zaman, şu şahsiyetlerin risâletin bu ilk dönemin­de İslâm davetini kabul ettiklerini söylemek mümkün olabilmektedir: 1- Hz. Hatice, 2-Ali b. Ebû Talib (Resıüüllah'm yeğeni, 10 veya 12 yaşında bir çocuk), 3- Zeyd b. Haris (Önceleri köle sonra Resulüliah'm evlatlığı), 4- Ebû Bekir b. Kuhâfe (Dâru'n Nedve'nin üyelerinden ancak cahüiye döneminde de şirk pisliğine bulaşmaktan uzak durmaya çalış­mış birisi), 5- Esma bint-i Ebû Bekr (Hz. Ebû Bekir'in kızı), 6- Cafer b. Ebû Taüb (Resu­lüliah'm yeğeni), 7- Esma bint-i Umeys Has'amiyye (Hz. Cafer'in eşi), 8- Safiyye bint-i Ab-dülmuttalib (Hz. Peygamber'in halası ve Hz. Zübeyr'in annesi), 9- Ervâ bint-i Abdülmut-talib (Hz. Peygamber'in halası), 10- Ubeyde b. el-Hâris b. Muttalib, 11- Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabi'a, 12- Süheyle bint-i Süheyl b. Amr (Ebû Huzeyfe'nin eşi), 13- Osman b. Af-fan, 14- Ervâ bint-i Kureyz , 15- Hâlid b. Sa'id b. el-As b. Umeyye, 16- Umeyye bint-i Ha­lef el-Hüza'iyye (Hâlid b. Sa'id'in eşi, bazı kaynaklar adım Umeyne olarak vermişlerdir), 17- Ümm-ü Habibe bint-i Ebû Süfyan (Daha önce Ubeydullah b. Cahş ile nikahlı iken da­ha sonra Müslümanların annesi oîdu), 18- Abdullah b. Cahş b. Riab, 19- Ebû Ahmed b. Cahş, 20- Ubeydullah b. Cahş, 21- Ûmm-ü Ruman (Hz. Ebû Bekr'in eşi ve Hz. Ayşe ile Abdurrahman'ın annesi), 22- Haris b. Halid, 23- Reyta bint-i Haris (Haris b. Halid'in eşi), 24- Suheyb b. Sinan er-Rumî, 25- Zübeyr b. el-Awam (Hz. Hatice'nin yeğeni ve Hz. Pey­gamber'in teyze oğlu), 26- Halid b. Hizam (Hakim b. Hizam'in kardeşi ve Hz. Hatice'nin yeğeni), 27- Esved b. Nevfel, 28- Amr b. Umeyye, 29- Yezid b. Zeme'a b. el-Esved, 30-Abdurrahman b. Avf, 31- Şifâ bint-i Avf (Abdurrahman b. Avfın annesi), 32- Muttalib b. Ezher (Abdurrahman b. Avfm amca oğlu), 33- Sâ'd b. Ebû Vakkas (Ebû Vakkas'm asıl adı Melik b. Ubeyd idi), 34- Remîe bint-i Ebû Avf Sehmiyye (Sa'd b. Ebû Vakkas'm eşi), 35-Umeyr b. Ebû Vakkas (Sa'd b. Ebû Vakkas'm kardeşi), 36- Amir b. Ebû Vakkas (Sa'd b. Ebü Vakkas'm kardeşi), 37-Tuleyb b. Ezher, 38- Abdullah b. $ihab, 39- Abdullah b. Mes'ud (Huzeyl kabilesine mensup olup Mekke'de Beni Zühre'nin müttefiki olarak kalır­dı), 40-Utbe b. Mes'ud (Abdullah b. Mes'ud'urt kardeşi), 41- Mikdâd b. Amr el-Kindi, 42-Habbâb b. el-Erett, 43- Şurahbil b. Hasene el-Kindî, 44- Câbir b. Hasene (ŞurahbiPin kar­deşi), 45- Cünâbe b. Hasene (Şurahbil'in kardeşi), 46- Said b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl (Ömer b. Hattab'm eniştesi), 47- Fatma bint-i el-Hattab (Said b. Zeyd'in eşi, Ömer b. Hat­tab'm kızkardeşi), 48-Zeyd b. el-Hattab (Ömer b. Hattab'm ağabeyi), 49- Amir b. Rebia el-Anzî, 50- Leyla bint-i ebû Hasme (Amir b. Rebia'nın eşi), 51- Ma'mer b. Abdullah b. Nadle, 52- Nuaym b. Abdullah el-Lehhâm, 53- Adiy b. Nadle, 54- Nûman b. Adiyy (Adiy b. Nadle'in oğlu), 5- Urve b. Ebî Üsâse (Arar b. El-As'm üvey kardeşi), 56- Mes'ud b. Sû-veyd b. Harise b. Nadle, 57- Vakıd b. Abdullah, 58- Halid b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Ley-sî, 59- Iyâs b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî (Halid b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî'nin kar­deşi), 60- Amir b. Bukeyr b. Abd Yâlil eİ-Leysî (Halid b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî'nin kardeşi), 61- Akü b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî (Halid b. Bukeyr b. Abd Yâlil el-Leysî'nin kardeşi), 62-Mus'ab b. Umeyr, 63- Ebû'r-Rûm b. Umeyr (Mus'ab'ın kardeşi), 64- Firâs b. en-Nadr, 65- Cehm b. Kays, 66- Harmele (Hureymüe)? (Cehm b. Kaş'ı eşi), 67- Osman b. Mâzûn, 68- Kudâme b. Mâzûn (Osman b. Mâzûn'un kardeşi), 69- Abdullah b. Mâzûn (Osman b. Mâzûn'un kardeşi), 70- Sâid b. Osman b. Mâzûn, 71- Ma'mer b. el-Hâris b. Ma'mer, 72-Hâtıb b. el- Haris, 73-Fatma bint-i Mücellil el-Amiriyye (Hâtıb b. el- Hâris'in eşi), 74- Hattâb b. el- Hârîs (Ma'mer'in kardeşi), 75- Fukeyle bint-i Yesâr (Ma'mer b. el-Hâris'in eşi), 76-Süfyan b. Ma'mer, 77- Nübeyhe b. Osman, 78- Abdullah b. Hüzâfe, 79-Kays b. Hüzafe (Abdullah b. Hüzafe'nin kardeşi), 80- Huneys b. Hüzâfe (Ûmer b. Hat-tab'ın damadı, Mü'minlerin annesi Hz. Hafza'nın ilk kocası), 81- Hişam b. El-As b. Vail, 82- Haris b. Kays, 83- Beşir b. Haris (Haris b. Kays'm oğlu), 84-Ma'mer b. Haris (Haris b. Kays'in oğlu), 85- Ebû Kays b. eî-Hâris, 86- Abdullah b. el-Hâris, 87- Sâid b. el-Haris, 88-Haccâc b. el-Haris, 89- Beşir b. el-Haris, 90-Sa'id b. el-Haris, 91- Umeyr b. Ri'âb, 92-Mah-miyye b. el-Cez, 93-Ebû Seleme Abdullah b. Abdül Esed (Hz. Peygamber'in teyze oğlu ve süt kardeşi), 94-Ümm-ü Seleme (Ebû Seleme Abdullah b. Abdül Esed'in eşi. Bu kadın ve kocası Ebû Cehil'in yakın akrabasıydı), 95- Erkam b. Ebû el-Erkam, 96- Amr b. Said, 97-Fâtıma bint-i Safvan (Amr b. Said'in eşi), 98- Halid b. Said (Amr b. Saİd'in kardeşi Halid b. Velid'in amcası), 99- Talha b. Ubeydullah (Halid b. Said'in oğlu), 100- Ümeyne (Hû-meyne) bint-i Halef (Halid b. Said'in eşi, Talha b. Ubeyduîlah'm annesi), 101- Ayyaş b. Ebû Rebia (Ebû Cehil'in üvey kardeşi, Halid b. Velid'in amca oğlu), 102- Esma bint-i Se-lâme, 103» Velid b. Velid b. Muğire, 104- Hişâm b. Ebû Hüzeyfe, 105- Seleme b. Hişâm, 106- Haşim b. Ebû Huzeyfe, 107- Habbar b. Süfyan, 108- Abdullah b. Sûfyan (Habbar b. Süfyan'm kardeşi), 109: Yasir (Ammar b. Yasir'in babası), 110- Ammâr b. Yasir, 111- Ab­dullah b. Yasir (Ammâr b. Yasir'in kardeşi), 112- Ebû Sebre b. Ebû Ruhm (Hz. Peygam­ber'in teyzesi, Beze bint-i Abdulmuttalib'in oğlu), 113-EbûSebre'nineşi, Ümm-ü Gülsüm bint-i Süheyl b. Amr (Ebû Cehil'in kız kardeşi), 114-Abdullah b. Süheyl b. Amr, 115- Ha-tib b. Amr (Süheyl b. Amr'ın kardeşi), 116- Selit b. Amr (Süheyl b. Amr'ın kardeşi), 117-Sekran b. Amr (Süheyl b. Amr'm kardeşi, mü'minlerirı annnesi Hz. Şevde bint-i Ze-ma'anın ilk kocası), 118- Şevde bint-i Zema'a (Sekran'ın eşi, Sekran'ın ölümünden sonra Hz. Peygamber'in eşi oldu), 119- Mâlik b. Zema'a (Hz. Sevde'nîn kardeşi), 120- Yakaze bint-i Alkame, 121- İbn Ümm-ü Mektûm, 122- Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, 123- Süheyl b. Beydâ, 124- Said b. Kays, 125- Amr b. el- Haris b. Zübeyr, 126- Osman b. Abdi Ganem (Abdurrahman b. Avfm teyze oğlu), 127- Haris b. Said, 128- Tuleyb b. Umeyr (Hz. Pey­gamber'in halası Ervâ bint-i Abdulmuttalib'ni oğlu), 129- Ümm-ü Eymen Bereke bint-i Salebe (Çocukluğunda Hz. Muhammed'e bakma şerefine nail olmuştu) , 130- Zinnire Rûmiye (Amr b. el-Muemmü'in serbest bıraktığı hizmetçisi), 131- Bilâl b. Rebâh (Umey-ye b. Halefin kölesi) 132- Hamâme (Bilâl'in annesi, cariye), 133- Ebû Fukeyhe Yesâr'ül-Cehmî (Köle), 134- Lebibe (Müemmü b. Habib'in hizmetçisi), 135- Ümm-ü Ubeys (Beni Teym b. Mürre veya Beni Zühre'nin hizmetçisi), 136- Amir b. Fuheyre (Tufeyl b. Abdul­lah'ın kölesi), 137- Sümeyye (Ammâr b. Yasir'in annesi ve Ebû Huzeyfe b. Muğire Mah-zumî'nin hizmetçisi), 138- Mihcen b. el-Edra el-Eslemî, 139- Mes'ûd b. Rebi'a b. Amr (Ben-i el-Hûn b. Huzeyne'nin kabilesi olan Kare'ye mensuptu).

[215] Şuara, 26:214

[216] Hicr, 15:94

[217] Ibn Ishak, Siyer, 201; Ibn Kesir, el-Bİdaye ve'n-Nihâye, 111/52.

[218] Belâzürî, Ensâbü'l Eşraf, 1/118; İbnü'l Esir, d-Kâmil fi't-Târih, 11/61.

[219] Belâzürî, Ensâbü'l Eşraf, 1/118; Ibnü'l Esir, ei-Kâmil fı't-Târih, 11/61.

[220] Belâzürî, Ensâbü'l Eşraf, 1/118; Ibnû'l Esir, d-Kâmil fi't-Târih, 11/61.

[221] Ibn Kesir, d-Bidaye ve'n-Nihâye, 111/53

[222] Ibn Sâ'd, et'Tabakata'l-Kübra, 1/187.

[223] Belâzürî, Ensâbü'l Esrâf 1/119; tbnii'l Esir, el-Kâmil fi't-Târih, 11/61.

[224] Belâzürî, Ensâbü'l Eşraf 1/119; Ibnü'l Esir, d-Kâmil fi't-Târih, 11/61.

[225] Bdâzürî, Ensâbü'l Eşraf 1/119.