๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 24 Temmuz 2011, 17:41:42



Konu Başlığı: Tüm Hayatın İbadet Kılınması
Gönderen: Ekvan üzerinde 24 Temmuz 2011, 17:41:42
Tüm Hayatın İbadet Kılınması

 

Kur'ân ibadet kavramına önemli bir açılım kazandırmıştır. İbadeti tüm hayatı ku­şatacak kapsamda ve derinlikte kullanmıştır. Onu birçok duygu ve düşüncenin ve hareketin merkezine yerleştirmiştir. Bu bağlamda 'şükür" ibadetin kapsam ve de­rinliğini göstermesi açısından önemli bir örnektir.

Kur'ân açısından tüm hayatı ibadet kılan şeyin temelinde minnettarlık duygu­su ve minnettarlığın gereği olan şükür vardır. Şükür, Kur'ân'daki anlamıyla 'bir in­sanın, Allah'ın kendisine verdiği göz, kulak ve bunların dışında olan bütün organları­nı yaratılış gayesine göre kullanmasını [42] ifade etmektedir. Bir başka söyleyişle şü­kür, hayatı sorumluca yaşamaktır; hayatı ve gereklerini sunana karşı minnettar ol­maktır. Bir Mûslümanın tüm hayatı ibadet niteliğine sahiptir; çünkü bilinçli ve is­teyerek, gönülden gelerek yüce Allah'a karşı minnettarlık duyar. Zira her an, her durumda O'nun lütuflarını görür. Müslüman olan kişi yaratılışın, varlığı sürdür­menin, varlığı sürdürmeyi sağlayan şartların ve imkânların, içinde yaşanılan evre­nin, üzerinde yer alınan dünyanın, yenilen yiyeceklerin, içilen içeceklerin, sahip olunan malların, evlatların, sağlığın, akim, zekanın, zenginliklerin tamamıyla in­sana verilmiş ilâhî lütuflar olduğunun bilincinde olan kişidir. Bu nedenle de kar­şılıksız ve sınırsız lütuflarda bulunan Allah'a minnettarlık duyar; en samimi tarz­da teşekkür hislerine sahip olur. Hiçbir zaman O'na rağmen bir durumda veya iş­te olmak istemez. Böylesi bir durumun minnettarlık ve şükürle çatıştığını bilir.

Şükreden olmak, Müslümanm temel vasfını oluşturmaktadır. Müslüman min­nettarlığının gerektirdiği bir istekle hayatını düzenler, şükrünü gerçekleştirir. Tüm ilâhî lütuflara rağmen nankörlük yapıp (küfredip), minnettarlık hislerine sa­hip olmayan, sorumluluğunu yerine getirmeyen kâfirler (nankörler) gibi davran­maz. Kur'ân bu konularda ısrarlı bir şekilde uyarıda bulunmuştur; esenlik yurdu­na ulaşabilmek için insanların kalpleriyle, dilleriyle, bedenleriyle, mallarıyla şük­retmeleri gerektiğini bildirmiştir. Birçok ayetin konusu budur. Hatta Rahman sûtek basma şükür konusunu ele almıştır. Bu sûrede, insanın her an gördüğü, . asadıgı ilâhî lütuflardan bir kısmına değinilerek, bunlara rağmen nankör olma-kadirbilmez olmanın ne büyük yanlışlık olduğu ifade edilmiştir. Bu sûrede tam otuz bir kez kendilerine verilen nimetlere rağmen nankör davrananların [43] azaba uzanan kötü gidişatlarına vurguda bulunulmuştur. Diğer birçok ayette ise, gönülden gelen minnettarlığı ifade eden şükreden olmanın gerekliliğinden bahse­dilip insanlar şükreden olmanın güzel sonuçlarıyla müjdelenmişlerdir:

Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.[44]

Hatırlayın ki, Rabbiniz size: 'Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıraca­ğım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir^ diye bildir­mişti.[45]

Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıklarm temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin. [46] Siz Allah'ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bil­melisiniz ki, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O hâlde rız­kı Allah katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na dön­dürüleceksiniz. [47]

Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Hakikaten Allah, yalnız O zengindir, öv­güye değerdir. [48]

O daima diridir; O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O hâlde dinde ihlâslı ve sa­mimi kişiler olarak O'na dua edin. Her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah'a mah­sustur. [49] Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an. [50]

Kur'ân açıklamıştır ki, gerçeği görebilenler; kalpleriyle, elleriyle, dilleriyle, be­denleriyle ve mallarıyla şükrederler. Onların kalpleri Allah'a karşı minnettarlıkla doludur; şükreden bir kalbe sahiptirler. Şükreden kalpleri her türlü yanlış ve kö­tü duygu ve düşüncelere kapalıdır. Onlar dilleriyle şükrederler; hak ve hakikati ifade etmekten kaçınmazlar, yalan ve kötü söz onların dillerinde yer bulmaz. El­leriyle ve bedenleriyle, yaptıkları işlerle şükrederler; hakikatin, doğruluğun, iyili­ğin gereğini yaparlar; yanlış, kötü, çirkin işler, hâl ve hareketler onlardan uzaktır. Sahip oldukları imkânlarla, mallarla şükrederler; bunları hakkın, doğrunun, haki­katin, iyiliğin, güzelliğin gereğine göre harcarlar. Ve tüm bunları yaparak hakkı ayakta tutan şahitler olurlar: 'Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, aletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranma­maya sevk etmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davra­nış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkiyle bilmektedir.[51]


[42] Cürcanî, Ta'rifât, 128

[43] Nankörlük veya kadirbilmezlik, Kur'ân'da özel bir anlam kazanmıştır. Nankörlük, şükrün karşıtım ifade eder; şükür müminin özelliği olarak anlam kazanırken, nankör­lük ise kâfirin özelliği olarak anlam kazanır. Nankör (kafir) kişi rabbinin kendisine lütfettiği nimetlere şükredip bu şükrünün gereğini yerine getirmesi, AHah'a karşı so­rumlu bir hayata sahip olması gerekirken, nankörlük yapıp o nimetlerin gerektirdiği sorumluluktan kaçman veya şükrünü Allah'a değil başkalarına yönelten kişidir.

[44] Nisa, 4:147

[45] ibrahim, 14:7

[46] Bakara, 2:172

[47] Ankebut, 29:17

[48] Hac, 22:64

[49] Mümin, 40:65

[50] Duhâ, 93:11

[51] Maide, 5:8