๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 22 Temmuz 2011, 14:25:35



Konu Başlığı: Savunma Hazırlıkları
Gönderen: Ekvan üzerinde 22 Temmuz 2011, 14:25:35
Savunma Hazırlıkları


Müşrik cephenin savaş hazırlıklarını mümkün olduğunca gizli ve hızlı gerçekleş­tirmesi nedeniyle, Müslümanlar, kendilerine yönelik büyük bir ordunun hazırlı­ğından son ana kadar haberdar olmadılar. Uhud savaşında olduğu gibi, şirk ordu­sunun üzerine geldiğinden, ancak Mekke'den hareket ettikleri zaman haberdar ol­dular. Huzâa kabilesinden bir kişi Medine'ye gelerek Resulüllah'a büyük bir ordu­nun üzerlerine geldiğinin haberini verdi. Müslümanlar için rahat şekilde savaş ha­zırlıkları yapacakları bir zaman yoktu. Resulüllah vakit kaybetmeden Müslüman­ların ileri gelenlerini topladı. Onları durumdan haberdar etti. Önlerinde engelle­yemeyecekleri bir savaş vardı. Ne yapılabileceğini, nerede savaşmanın daha uygun olacağını sordu. Yaşanan Uhud tecrübesinden hareketle Medine'de kalmanın, sa­vunma savaşının tercih edilmesinin uygun olacağı dile getirildi. Bu, Resulüllah'ın da desteklediği bir görüştü. Fakat bu sefer üzerlerine gelen ordu çok büyüktü. Ev­lerin ve sık ağaçların oluşturduğu engeller düşmanı durdurmaya yetmezdi. Başka tedbirlerin de alınması gerekiyordu. Ne yapılabileceği ayrıntılı bir şekilde düşü­nüldü. Savunmayı kuvvetlendirecek değişik teklifler dile getirildi. Tekliflerin hep­si de pek işe yarar görünmüyordu. Selman-ı Farisi, o zamanlar için Araplar ara­sında hiç bilinmeyen bir savunma taktiğini teklif etti. Tecrübesinden hareketle 'Fars ülkesinde savunma savaşı yapılacağı zaman hendek kazılarak düşmana karşı bir savunma hattı oluşturulur. Biz de aynısını yapabiliriz. Düşman bu hendeği aşa­maz [206] dedi. Bu ilginç ve işe yarayacak görünen bir teklifti. Medine şartlarına uyu­yordu. Medine'nin üç tarafı dağlarla, geçişe izin vermeyecek sık hurmalıklarla ve yan yana sıralanmış evlerle çevriliydi. Düşmanın bu üç yönden saldırması zayıf ih­timaldi. Saldırsa bile durdurmak zor değildi. Bu durumda düşmanın saldırabilecei sadece bir taraf kalıyordu; şehrin kuzey tarafı. Buraya düşmanın geçişini engel­leyecek bir hendek kazılırsa Medine iyi bir savunma alanı haline dönüşebilirdi. Teklif itirazsız kabul edildi. Vakit çok dardı. Hemen işe başlamak gerekiyordu. Resulüllah, toplantının hemen sonrasında atma binerek, bir grup Müslümanla birlikte araziye çıktı. Aynı gün hendek kazılacak yer ayrıntılı şekilde belirlendi. Hendek bölgesi ölçüldü, her bir kişiye ne kadar yer düştüğü hesaplandı. Hendek yaklaşık 9 metre genişliğinde, 4,5 metre derinliğinde ve 5,5 kilometre uzunluğun­da olacaktı.[207] Hendekle ilgili planlar hazırlandıktan sonra, kazı işinde kullanılacak araç-gereçlerin teminine geçildi. Mevcut kazma ve kürekler yeterli değildi. Kuray-zalardan yardım istenmesi kararlaştırıldı. O sıralarda Kurayza Yahudileriyle bir problem yaşanmadığı ve hicretten sonra yapılan anlaşmaya göre Medine'ye yöne­lik düşman saldırılarında Müslümanlara destek vermeleri gerektiğinden, kazıda kullanılacak araç-gereçler için Kurayzalardan yardımcı olmaları istendi. Onlar da bu isteği geri çevirmediler ve anlaşma gereği Müslümanlara bol miktarda kazma, kürek gibi araç-gereç yardımında bulundular.

Resulüllah işleri bizzat organize etti. Müslüman yetişkin erkekleri onar kişilik gruplara ayırdı. Her gruba, kazmaları için yaklaşık yirmi metrelik yer gösterdi. Hemen kazı işine başlandı. Kazılan toprak hendeğin Medine tarafına yığılarak bir set oluşturuluyordu. Ayrıca Sal dağından toplanan taşlar hendeğin yanma getiri­lip, toprak setin arkasına yığınlar halinde istifleniyordu. Bu taşlar birer silah ola­rak kullanılacak ve düşmana atılarak hendeğe yaklaşmaları önlenecekti. Kazı işi sabahın erken saatinde başlıyor ve akşamın geç saatlerine kadar devam ediyordu. Geceleri herkes evine gidiyordu. Bunun istisnası Resulüllah'dı. Resulüllah akşam­lan evine gitmiyor, hendeğin yakınma kurdurduğu çadırda kalıyordu.

Kazı işi son derece yorucuydu. Fakat hiç kimse işini ağırdan almıyor, herkes bir an önce kendisine ayrılmış işini tamamlamak için çabalıyordu. Hatta gruplar arasında güzel bir rekabet de vardı. Her grup daha hızlı çalışıp, işini daha erken bitirmenin çabası içerisindeydi. Resulüllah da fiilen çalışıyordu. Aralarında Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ali'nin bulunduğu on kişilik bir grubun mensubu olarak kaz­ma ve kürekle toprak kazıyor, toprak ve taş taşıyordu. İşine, sadece kazı işinin seyrini kontrol için ara veriyor ve kontrolü gerçekleştirince tekrar hendeğe girip kazıya devam ediyordu. Bir ara şöyle dua ettiği duyuldu: 'Allahım! Sen bize hida­yet vermemiş, bize doğruyu göstermemiş, bize rahmet etmemiş olsaydın biz şaşırırdık. Bize saldıran kâfirler, bizim çekindiğimiz fitne ve fesadı, bizim aramıza sokmak İste­diklerinde bizim gönlümüze sabır ve sebat ihsan et ve onlarla yüz yüze geldiğimizde ayaklarımızı yerlerinde sabitle, bizi dağıtma ya Rabbi! [208]

Resulüllah 58 yaşındaydı, fakat herhangi bir gençten farksız çalışıyor, yorul­duğunu kimseye hissettirmiyor, ağrı ve sıkıntılarını dile getirmiyordu. Sıklıkla, "Vallahi, eğer Allah hidayet etmeseydi biz kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık' di­ye başlayan Abdullah b. Revâha'nın bir şiirini okuyor, yanındaki kazı arkadaşları da kendisine eşlik ediyorlardı. Her grubun çalışırken tercih edip söylediği şiir farklıydı. Herkes, çalışma temposunu artıracak bir şey okuyordu. En çok okunan şiir ise 'Biz hayatta kaldığımız sürece söz vermişiz Muhammed'e, islâm üzere sebat edeceğimize' diye başlayan bir şiirdi.

Çalışmalar oldukça yorucuydu. Düşman yolda olduğu için dinlenecek zaman yoktu. Herkes yorgundu. Resulüllah ise hem yorgun ve hem de geceleri hendek bölgesinde kalıp nöbet tuttuğu veya nöbet tutanlara eşlik ettiği için uykusuzdu. Her ne kadar yorgunluğunu ve uykusuzluğunu belli etmemeye çalışıyorsa da O'nun da bir dayanma gücü vardı ve bir ara dinlenmek için oturunca uyuyakaldı. Herhangi bir münafığın zarar vermesini önlemek için Ebû Bekir ve Ömer hemen yanma gelip nöbet tuttular. Ayrıca, yakın bölgede çalışanlardan sessiz olmaları is­tendi. Ancak üç bin kişinin çalıştığı alanda yükselen sesleri tamamen kesmek zor­du. Resulüllah çok geçmeden uyandı. Uyanınca eline kazmasını alıp hemen hen­değe indi ve çalışmaya başladı.

Hendek kazımı sırasında bazen gülünecek şeyler de yaşanıyor, Müslümanlar arasında gerçekleşen bazı ufak şakalara şahit olunuyordu. Bunlardan birisi Zeyd b. Sabit'le ilgiliydi. Henüz çocuk denebilecek yaşta olan Zeyd, kazı işinde canla başla çalışanlardan birisiydi. Bir ara, bir toprak yığının yanında uyuyakaldı. Zeyd'in uyuduğunu gören Umaret b. Hazm şaka yapmaya karar verdi ve sessizce yaklaşarak Zeyd'in elindeki kazı aletlerini aldı. Zeyd bir süre sonra uyandı. Kazı aletlerini aradı, fakat bulamadı. Bu sırada durumdan haberdar olan Resulüllah, Zeyd'i yanına çağırarak 'Gel bakalım uykucu} Demek uykuya daldın ve araçlarını kaybettin ha!' dedi. Zeyd mahcuptu; ne diyeceğini bilemiyordu. Onun bu mahcup ve telaşlı haline Resulüllah da dahil olmak üzere herkes güldü. Zeyd o zaman an­ladı ki bu bir şakaydı. Kendisi de gülmeye başladı. Sonra kendisine verilen aletler­le tekrar işinin başına döndü.

Daha önceden gerekli hazırlıklar yapılıp erzak depo etme imkânı olmadığı ve mevcut erzakın da savaş nedeniyle idareli kullanılması gerektiğinden, hendek ka­zımı sırasında açlık sıkıntısı baş gösterdi. Herkes yarı aç, yarı tok bir vaziyette ça­lışıyordu. Kimseye fazla yiyecek verilemezdi. Yiyeceği kontrollü kullanmamak, ne kadar süreceği bilinmeyen kuşatma sırasında daha büyük sıkıntılara yol açabilirdi. Bu nedenle herkes mümkün olduğunca en az yiyecekle idare etmeye çalışıyordu. Açlık duygularını bastırmak için karınlarına taş bağlayanlar vardı. Bir ara, kazı işi için hendeğe inerken elbisesi toplanan Resulüllah'ın karnında iki taş bağlı olduğu görüldü. O da.açtı, ama hiç yakınmıyor ve durumunu kimseye belli etmiyordu.

Herkes aç ve yorgundu. Ancak hiç kimse itiraz etmiyor, hiç kimse yakınmıyor­du. Herkes bir başkasından daha çok çalışmanın, işini en hızlı ve en iyi şekilde ta­mamlamanın çabasını yürütüyordu. Hiç kimse, geçerli mazereti olmadan ve Resu-lüllah'tan izin almadan görev alanını kesinlikle terk etmiyordu. Mazereti nedeniy­le izin alanlar da işini halledince hemen hendeğe dönüyor ve kazı işine devam edi­yordu. İşinden kaytaran hiç kimse yoktu. Müslümanların bu durumları her türlü takdirin üstündeydi. Onların bu durumu ilâhî katta da övgüye layık bulundu. Ayet şöyleydi: 'Mü'minler ancak Allah'a ve Resulüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o peygamber ile ortak bir iş üzerindeyken ondan İzin almadan işten ayrılıp git­mezler. (Resulüm!) şu senden izin İsteyenler, hakikaten Allah'a ve Resulüne iman et­miş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağış dile. Allah mağfiret edicidir, merhamet­lidir.[209]

Fakat buna rağmen bazı istisnalar vardı. Sayıları az da olsa işten kaytaranlar oluyordu. Onlar münafıklardı. Münafıklar, Müslüman görünmek ihtiyacı hisset­tikleri için çalışmak zorunda kalmışlardı. Bu nedenle de isteksiz şekilde çalışıyor, işi savsaklıyor, kimseye haber vermeden sık sık gözden uzak bir yerlere veya ev­lerine sıvışıp kayboluyorlardı. Onların bu durumları Müslümanların dikkatinden kaçmıyordu. Kendileri çalışırken onların bu kaytarmalarına canları sıkılıyordu. Vahyolunan bir grup ayet ise bu kimselerden bahsederek, onları yerip aşağıladı. Ayette münafıkların durumlarının ilâhî katta bilindiği ve münafıklıklarının hesa­bının sorulacağı bildiriliyordu. Ayet şöyleydi: 'içinizden birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davranan-'ar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etme­sinden sakınsınlar. Bümiş olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. O, sizin ne yotâa olduğunuzu iyi bilir, insanlar O'nun huzuruna döndükleri gün yapmış oldukla­rını onlara hemen bildirir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.[210]

Munahklar, kişiliklerinin gereğine göre davranmaktan hendek kazımı sırasın-da geri kalmadılar. İşten kaytarmakla kalmayıp, kazı işleri sırasında yaşanan olayı dillerine dolayarak, gizli düşmanlıklarının gereğini yerine getirdiler. Yasanan olayı, Resulüllah'la ve Resulüllah'a inanıp güvendikleri için Müslümanlarla alay etmenin malzemesi olarak kullandılar. Alaylarına konu olan şey şu idi: Grup­lardan birisi kazı işi sırasında büyük bir kayaya rastladı. Ne kadar uğraştılarsa ka­yayı bir türlü parçalayamadılar. Hendeğin yönünde küçük bir değişiklik yapma­nın uygun olacağını düşündüler. Grubun üyelerinden Selman-ı Farisi Resulül­lah'm yanma gelerek kazma ve küreklerinin kırıldığım, fakat buna rağmen kaya­yı kıramadıklarını, izni olursa hendeğin güzergahında değişiklik yapmayı düşün­düklerini bildirdi. Şu kayayı bir de ben göreyim' diyen Resulüllah, kayanın bulun­duğu yere gitti ve hendeğe girerek kendisine bir balyoz verilmesini istedi. Balyo­zu alınca 'Bismillah' deyip oldukça sert bir şekilde kayaya vurdu. Kayadan bir par­ça koptu. Resulüllah 'AHahu ekber! Bana Şam'ın anahtarları verildi. Buradan Şam'ın kızıl köşklerini görüyorum' dedi. Balyosu ikinci kez vurup kayadan bir parça daha kopardı ve bu sefer de LAllahu ekber} Bana Fars'ın anahtarları verildi. Buradan Me-dain'i ve onun beyaz köşklerini görüyorum' dedi. Balyozu üçüncü kez vurdu ve ka­yadan bir parça daha koptu. Bu sefer de 'Allahu ekber! Bana Yemen'in anahtarları verildi. Buradan San'a'mn kapılarını görüyorum' dedi. Sonunda kayayı tamamen parçaladı ve Resulüllah hendekten çıkarken 'Ey Müslümanlar! Sevinin! Sizler yar­dım ve zafere sahip olacaksınız!' dedi. [211] Müslümanlar sevindiler. Çalışma şevkleri bir kat daha arttı. Bütün yorgunluklarına rağmen daha büyük bir gayretle işlerine döndüler. Ancak, Resulüllah'm kayayı parçalarken ve hendekten çıkarken söyle­diği sözler münafıklar için dedikodularında kullanacakları bir malzeme oldu. Kendi aralarındaki konuşmalarında veya fırsatını buldukça Müslümanlara 'Canı­mızı kurtarmak için hendekler kazıyoruz. O ise bize Fars'ı, Rum'u vaad ediyor', 'Bu­gün tuvalet ihtiyacımızı karşılamak için giderken dahi sağ dönüp dönmeyeceğimizi bilmiyoruz. Korku her yanımızı sarmış. 0 ise ancak vaatlerde bulunuyor' veya Muhammed herkesi aldatıyor, Bütün vaatleri sadece yalan' demeye başladılar. Bazı Müslümanlar da bu dedikodulardan etkilenmeye başladılar. Ama çoğunun bu de­dikodudan haberi yoktu. Vahyolunan bir ayet bu dedikoduya açığa çıkarıp, hem Müslümanları uyardı ve hem de münafıkların iç yüzünü bir kez daha ortaya çıkardı: 'O zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar: 'Meğer Allah ve Re­sulü bize sadece kuru vaatlerde bulunmuşlar!' diyorlardı.[212] Münafık­lar biln.Iyorlardı ki, Resulüllah'm söyledikleri kendi aklının ürettiği şeyler veya sırf çalışanların şevkini artırmak için söylenmiş sözler değildi. O, o an .için imkân­sız görünen bir ilâhî müjdeye aracı olmuş ve onu seslendirmişti. Dediği gibi de ol­du. Hatta o kazı işinde çalışanlardan bir çoğu bu en zor zamanlarında kendilerine verilen müjdenin gerçekleştiğini bizzat gördüler. Selman-ı Farisî bunlardan biri­siydi. O demiştir ki; 'Vallahi ben Resulüllah'm söylediklerinin tamamen gerçekleşti­ğini yaşayarak gördüm.[213]

Münafıklar, hendek kazıldığı günlerde, Müslümanların moralini bozmak, dirençlerini kırmak için ellerinden geleni yaptılar. Yürütülen çalışmaların boşuna olduğunu, düşmanın çok büyük bir orduyla geldiğini, önlerinde durabilmenin, onlara direnebilmenin mümkün olmadığını söylüyorlardı. Resulüllah'm peşine ta­kılmakla hata ettiklerini, O'nun bütün vaatlerinin bu sefer boşa çıkacağını ifade ediyorlardı. Ancak Allah onların bu oyunlarına karşı Müslümanlara yardım etti; kalplerini sağlamlaştırdı, ayaklarını sabitledi, dirençlerini artırdı. Böyle olduğu içindir ki kendilerinden üç kat daha fazla mevcuda sahip şirk ordusunu gördük­lerinde telaşlanmadılar, korkmadılar. Sadece zafere ulaşacakları inancıyla, ne ge­rekiyorsa onu yaptılar. Onların bu durumu bir ayetin konusu oldu ve övüldüler. Müslümanların kalabalık müşrik ordusunu gördükleri andaki durumlarını tasvir eden ayet şöyledir: Müminler düşman birliklerini gördüklerinde: 'îşte Allah ve Resû-lü'nün bize vâdettiği! Allah ve Resulü doğru söylemiştir' dediler. Bu (orduların geli­şi), onların ancak imanlarım ve Allah'a bağlılıklarını artırdı.[214]

Hendek kazımı altı gün sürdü ve iş bitmek üzereyken şirk ordusu gözüktü. Hendek kazısı sadece bir yerde tamamlanamamıştı. Orası güçlü bir atın atlayıp ge­çebileceği darlıkta kalmıştı. Ancak buna rağmen kazı işine son verildi. Hemen sa­vaş hazırlıklarına geçildi. Resulüllah, hendeğin gerektiği gibi kazilamayan kısmı için özel nöbetçiler tayin etti. Kendisi de kuşatma süresince sıklıkla o bölgede nö­bet tuttu veya nöbetçileri teftiş etti.

Müşrikler Medine önlerine geldikleri zaman daha önce hiç görmedikleri bir sa­vunma tekniğiyle karşılaştılar. Hendeğe şaşkın bir hâlde bakakaldılar. Böylesi bir şeyi beklemiyorlardı. Onların amacı, eğer yapabilirlerse, Müslümanları açık alana çekmek, bunu başaramazlarsa Medine'ye saldırıp, bütün Müslümanları katlet­mekti. Hendeği görünce hem Müslümanları açık alana çekemeyeceklerini, hem de istedikleri gibi Medine'ye saldıramayacaklarım anladılar. Yapabilecekleri tek şey bir geçiş bölgesi oluşturup, hendekten içeriye girmekti. Bu ise son derece riskliy­di. Derin ve geniş hendeği geçmek hiç kolay değildi. Karşıdaki bir kişi bir koca birliği durdurabilirdi. O şartlarda hendeğin dışında uygun bir bölgeye yerleşip, di­ğer kabile savaşçılarının da gelmesini beklemekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Rûme kuyusu çevresine hendeğin hemen ilerisine ordugâhlarını kurdular. Müşrik ordusu ordugâhını kurarken, Müslümanlar ise hendek kazmaktan ya­ralanmış tozlu, topraklı, çamurlu ellerine silahlarını alıp, Sal dağı eteğindeki or­dugâha ve hendek boyuna yerleştiler. Komuta merkezi olarak Sal dağının yamacı­na bir çadır kurulmuştu. Resulüllah bazı Müslümanlarla birlikte ordugâha gidip, savaşın seyri ile ilgili planları tekrar gözden geçirdi. Bu arada bütün kadınlar ve çocuklar sağlam kale ve hisarlara yerleştirildiler. Müslüman savaşçıların mevcudu uç bin civarındaydı ve bunların sadece otuz altısı süvariydi. Süvariler, sürekli hen­dek bölgesinde gezinmekle, durumu kontrol edip, zor durumda kalanlara destek olmakla görevlendirildiler.


[206] Vakıdî, Meğazi, 11/445; Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 11/224.

[207] Kaynaklarda, hendeğin boyutuyla ilgili çok farkh sayılar geçmektedir. Buradaki sayı­lar Muhammed Hamidullah'ın araştırmalarından edindiği kanaatine göredir. Ancak yine de bu sayılara ihtiyatla yaklaşmak gerektiği açıktır. Özellikle hendeğin genişli­ğinin her yerde 9 metre olmadığını düşünmekteyiz. Kaynaklardaki ihtilafın nedeni «e bu olabilir. Hendeğin genişliğinin, düşman atlılarının uzaktan gelerek hız alıp hendeği atlamalarını önleyecek şekilde arazinin durumuna göre 5 ile 9 metre arasın­da değiştiğini söylemenin daha uygun olduğunu düşünüyoruz.

[208] Ahmed, Müsned, IV/282; tbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/70, 71.

[209] Nur, 24:62

[210] Nur, 24:63,64

[211] Ahmed, Müsned, IV/303; Ibn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 111/83, 84; Taberî,, Tarihu'r-Rusûl ve'l-MülüK HI/45,46

[212] Ahzap, 33:12

[213] Vakıdî, Meğazi, 11/450

[214] îbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, III/249.