> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Hz.Muhammedin İslam Daveti > Savaş ve Sorumluluk
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Savaş ve Sorumluluk  (Okunma Sayısı 696 defa)
27 Temmuz 2011, 15:52:56
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 27 Temmuz 2011, 15:52:56 »



Savaş ve Sorumluluk


Müslümanların, müşriklere fiilî müdahalede bulunmalarına ve gerekirse savaşma rina izin verecek ilâhî bir talimatı bekledikleri günlerde vahyolunan ayetler Ba­kara sûresinin bir grup ayetiydi (2:246-252). Bu ayetlerde, İslâm davetinin emir ve komutasını risâlet sürecinin her aşamasında elinde tutan ilâhî irade, Müslü­manlara önemli bir uyarıda bulunuyor ve bu uyarısını ise tarihte yaşanmış bir ör­nek üzerinden gerçekleştiriyordu. Böylelikle söz konusu uyarı, soyut ve herkesin kolaylıkla anlayamayacağı bir nitelikten, herkesin kolaylıkla anlayabileceği ve her türlü tereddütten uzak bir şekilde sorumluluğunu hissedebileceği bir niteliğe sa­hip kılınmış oluyordu. Söz konusu ayet grubu, tarihte yaşanmış ve örnek olarak anlatılacak durum sanki Medine'deki Müslümanların gözlerinin önünde o anda gerçekleşiyormuş ve onu bizzat seyrediyorlarmış gibi 'görmedin mi?' [132] sorusuyla başlıyordu. Böylelikle dikkatlerin anlatılan olaya yöneltilmesi, zihinlerin verilecek mesaja yoğunlaştırılması sağlanıyordu. İlk ayette, geçmişteki Müslüman bir topluluğun peygamberlerine sundukları bir istekleri anlatılıyordu: 'Musa'dan sonra İsrail oğullarının önde gelenlerinin ne yaptıklarını görmedin mi? On­lar, peygamberlerine; 'Başımıza bir hükümdar tayin et ki, Allah yolunda savaşalım.'1 dediler.' Bu, Medine'deki Müslümanların son zamanlarda yoğun bir şekilde dile getirdikleri bir isteklerinin aynısının geçmişte dile getirildiğini ifade eden ilâhî bir tanıklıktan başka bir şey değildi. Medine'deki Müslümanlar da, geçmiştekiler gi­bi, peygamberlerinden savaş izni isteyip duruyorlardı. Özellikle son aylarda, sava­şarak müşriklerin zorbalıklarına fiilî karşılık vermeyi arzuladıklarını dile getirip duruyorlardı. Dolayısıyla ilk anda, bu ayetin, Medine'deki Müslümanların istekle­rine cevap verdiği düşünülebilirdi, ama öyle değildi. İzin verilmiyor, izin vermek yerine izin verilmesi durumunda sahip olunacak sorumluluğun gereğine göre olu-nup-olunmayacağı soruluyordu. Bu ise kendisinden savaş izni istenen peygambe­rin sözleriyle ifade ediliyordu: Teki ama savaşmanız emredilir de savaşmaktan ka­çınırsanız'.' Bu önemli bir hatırlatmaydı. Üstlenilecek sorumluluğu dile getiren bir uyarıydı. Ancak izin isteyenlerin cevapları hazırdı; aynen Medine'deki Müslüman-lannki gibi: 'Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olan bizler niçin savaşmayacağız kir Bu sözler, savaşmalarına izin verilmesi durumunda sa­hip olacakları sorumluluğun gereklerini yerine getireceklerinin teminatını dile ge­tiren bir açıklamaydı. Öyle ya, bu kadar mağdur edilmişliklerine; evlerinden, ço­cuklarından, mal ve mülklerinden uzaklaştırılmalarına; onurlarıyla alay edilmiş, canlarına kastedilmiş olmasına rağmen niçin savaşmayacaklardı! Böylesi bir du­rumda savaşılmazdı da hangi'durumda savaşılırdı! Ayet, geçmişteki o Müslüman- savaş isteğini ve savaşın gereğine uyacaklarını dile getiren açıklamalarını ta-en sürecin doğrudan sonuna geçiyor ve geçmişte yaşanan kötü akıbete dikkat çekiyordu: 'Fakat kendilerine savaşmaları emredilince, çok azı hariç büyük çoğunlu­ğu dönüp kaçtılar; savaşa katılmak istemediler.' İşte bu, tamamen duygusal bir at­mosferde istenen, sonucu hesaplanmadan arzulanan ve bu şekilde üstlenilen so­rumluluğun altında ezilmenin yaşanmış tipik bir örneğiydi. Yaşanan acıların etki­siyle düşmandan uzakta durup savaşmayı istemek kolaydı; ama iş başa düşünce, düşmanla karşı karşıya kalınca üstlenilen sorumluluğu yerine getirmek kolay de­ğildi. O hâlde Medine'deki Müslümanlar peygamberlerinden isteklerini tekrar gözden geçirmeli ve olur ki kendilerine savaş izni verilirse sorumluluklarının ne kadar ağır olduğunu düşünmeliydiler. İzin verilip de, sorumluluklarım yerine getirmezlerse ilâhî katta suçlu konuma düşeceklerini bilmeliydiler. Selefleri olan Müslümanların çoğunluğunun durumuna düşmemeliydiler. Onlar savaşmalarına İzin verilip, kaçınmamaları gereken bir savaş durumuyla karşı karşıya kalınca so­rumluluklarının gereğine göre davranmaktan kaçınarak, ilâhî emre uymayarak 'zalimlerden olmuşlardı.

Medine'deki Müslümanları eğitme, uyarma görevini en güzel biçimiyle yerine getiren Kur'an, geçmiş zamanlardaki Müslümanların yaşadıkları ve çoğunluğu için kötü sonuçlanan durumu hatırlatan ayeti takiben, bir başka hatırlatmada bu­lunuyordu. Peygamberlerinden savaş konusunda izin isteyen geçmişteki o Müslü­manlardan 'zalim! olmayıp, sorumluluğunun gereğine göre davrananların savaşa çıkınca daha başka imtihanlarla karşılaştıkları hatırlatılıyordu. Bu hatırlatmada, savaşa uzanan sürecin ne gibi daha başka sorumlulukları gerektirdiği, duygu ve düşüncelerin ne tür yanlışlara kayabileceği ifade ediliyordu. Konuya ilişkin ilk ha­tırlatma, komutan tayin edilecek kişi veya kişilerin kimlikleriyle ilgiliydi. Bu ko­mutan veya komutanların Müslümanlarca düşünülen ve umulan kimseler olma­yabileceği bildiriliyordu. Hiç ummadıkları kişilerin yönetiminde savaşa çıkabile­cekleri ifade ediliyordu. Bunu geçmişteki örneğinden hareketle dile getiren ayet şöyleydi: 'Peygamber 'Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak tayin etti' dediği zaman onlar 'Biz hükümdarlığa ondan daha layık kimseler olduğumuz halde, kendisine ser­vet ve zenginlik konusunda geniş imkânlar verilmemiş birisi nasıl olur da bizim hü­kümdarımız olur?' dediler. Peygamber dedi ki: 'Allah sizin başınıza onu seçti. O, bil­gi ve cüsse bakımından size üstün kılındı. Allah hükümranlığı istediğine verir. Al­lah'ın mülkü ve kudreti çok geniştir. O her şeyi ilmiyle kuşatan ve her şeyi bilendir.[133]

Medine'ye toplanmış bulunan Müslümanlar arasında, itibarı diğerlerine göre daha yüksek kimseler vardı. Mekkeli Müslümanlar için Ebû Bekir, Ömer, Medineli Müslümanlar için ise Sâ'd b. Ubâde, Sâ'd b. Muaz söz konusu kimselerden ba­zılarıydı. Bu kimseler hâl ve hareketleriyle, kimlik ve kişilikleriyle, sosyoekono­mik konumlarıyla İslâm öncesi dönemde sahip oldukları itibarlarını, Müslüman olduktan sonra da olumlu özellikleri nedeniyle devam ettirmişlerdi. Kendileri istemeseler ve hatta karşı çıkıyor olsalar bile, Müslüman halk tarafından herhangi bir Müslüman gibi algılanmıyorlardı. Seçkin bir konumda bulunuyorlardı. Müs­lümanların bu kimselerin komutası altında savaşa çıkmaları bir probleme neden olmaz, gururlarını zedelemezdi. Ancak diğer bazı Müslümanlar vardı ki, bunlar köle geçmişleri, yoksullukları, fiziksel zayıflıkları nedeniyle halk arasında itibarlı kimseler değillerdi. Bu açıkça dile getirilmese bile durum açıkça böyleydi. Hatta açıkça dile getirildiği zaman da olmuş, Ebü Zerr, bir gün bir şeyden dolayı kızdı­ğı BilâTe 'Siyah kadının oğlu' diyerek deri'renginden, ırkından dolayı hakaret et­mişti. Kuşku yok ki, bu değerlendirmeler Islâmî bir temele sahip değildi. Bu ne­denle Resulüllah, Ebû Zerr'i 'Sen de hâlâ cahiliye kalıntıları vaf diyerek azarlamış ve durumunu düzeltmesini istemişti.[134] Ve yine bu nedenledir ki, daha sonraları birçok kez şu sözleriyle hatırlatmalarda bulunmuştu: 'Başı kuru üzüm tanesi -gibi bir Habeşli bile idareci olsa ona itaat, edin [135] 'Kim idarecisini beğenmiyor oha bile sabretsin, şunu bilin ki idarecisinin (emirlerin)den bir karış dışarı çıkarsa cahiliye ölümüyle ölür [136] Bir köle bile olsa size idareci tayin edilmişse, Allah'ın kitabına gö­re sizi yönettikçe ona itaat edin [137] 'Sevse de sevmese de Müslüman bir kimsenin din­leyip itaat etmesi gerekir, ancak isyan emrediîmesi bundan istisnadır. Eğer isyan em-redilirse buna itaat yoktur. [138]

Bilâl, Ammar, Zeyd b. Harise ve başta Suffe topluluğu olmak üzere diğerleri Müslüman halkın önemsemediği kimselerdi. Onları birer arkadaş, komşu olarak kabul etmekte problemleri yoktu, ama kendisine saygı duydukları bazı itibarlı kimseler varken, bu kimselerin emir ve komutası altında olmaktan hoşlanmaya­cak kimselerin bulunduğu da kesindi. Hatta daha da önemlisi, henüz yeni iman etmiş birçok kişi açısından Abdullah b. Ubeyy'in itibarı bile bu köle, yoksul Müs­lümanlardan daha yüksekti. O hâlde savaş konusunda izin isteyenler bilmeliydi­ler ki, savaşa izin verilir ve düşmana karşı çıkmaları gerektiği zaman istedikleri ki­şilerin komutası altında olmayabilirlerdi. Hatta komutan olması düşünülenler bi­rer er, er olması düşünülenler ise tam yetkili birer komutan olabilirlerdi. O halde savaşa izin verilmesi isteklerini dile getirirlerken, Allah ve Resulü tarafından ken­dilerine komutan tayin edilmiş kişi her kim olursa olsun, onun emri ile sonu ölüm olan yolculuklarına çıkmakta tereddüt etmemeliydiler. Daha savaşa izin ve­rilmediği bir aşamada bunu dikkate almalı ve isteklerini buna göre dile getirme­liydiler. Fakat bu arada şunu da hatırlarında tutmaları gerekiyordu: Eğer Allah ve Resulü birisini Müslümanlara komutan tayin ederse, bu tercih o kişinin bu işi hakkıyla yerine getireceğinden dolayıydı. İlâhî emanetin sorumluluğunu taşıyabi­lecek birisi olmasmdandı. Yoksa keyfi bir tercih değildi.

Müslümanlara, savaşa izin verilmesi durumunda, hiç ummadıkları kişilerin ernri altında savaşabilecekleri hatırlatıldıktan sonra, savaşın zorluklarını hatırla­tan bir başka uyarı daha yapıldı. Bu, geçmişteki Müslümanlara komutan tayin edilmiş kişi vesilesiyle yapılan bir uyarı ve hatırlatmaydı: Tâlût ordusuyla yola çı­kınca 'Allah sizi şimdi bir nehirle imtihan edecek, onun suyundan içen benden değil­dir, onu tatmayan bendendir; ondan sadece bir avuç dolusu içen ise affedilmiş olacak­tır' dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi sudan doyasıya içtiler.[139] Sa­vaşta üstün olmanın, galibiyeti elde etmenin değişmeyen şartları vardır. Komuta­nın emrine uymak, verilen sorumluluğun gereğini yerine getirmek, zorluklara di­renip kolayca pes etmemek, sıkıntılara katlanıp sabırlı olmak söz konusu şartlar­dan bazıları ve en önemlileridir. Geçmişteki Müslümanların komutanı olan Talût, askerlerinin tüm bu özel...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Savaş ve Sorumluluk
« Posted on: 29 Mart 2024, 00:59:57 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Savaş ve Sorumluluk rüya tabiri,Savaş ve Sorumluluk mekke canlı, Savaş ve Sorumluluk kabe canlı yayın, Savaş ve Sorumluluk Üç boyutlu kuran oku Savaş ve Sorumluluk kuran ı kerim, Savaş ve Sorumluluk peygamber kıssaları,Savaş ve Sorumluluk ilitam ders soruları, Savaş ve Sorumlulukönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes