๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 26 Temmuz 2011, 12:14:08



Konu Başlığı: Savaş
Gönderen: Ekvan üzerinde 26 Temmuz 2011, 12:14:08
Savaş


İki ordu da savaşa hazır durumda karşılıklı yerlerini alınca, Arap geleneğinde ol­duğu üzere ilk bireysel çatışmalar başladı. Müşriklerden Amir b. Hadrami öne çı­karak Müslümanlara meydan okuyup, kendisine rakip istedi. Ömer'in azatlı köle­lerinden Mihca b. Salih yerinden fırlayıp Amir'in karşısına çıktı. Amir attığı okla Mihca'yı şehit etti. Mihca, Müslümanların savaş alanında verdikleri ilk şehit oldu. Bu arada Adiy b. Neccar havuz başında su içerken bir müşriğin attığı okla boy­nundan vuruldu ve Müslümanlar ikinci şehitlerini verdiler.

Resûlüllah, savaş öncesinin bu son dakikalarında Müslümanların arasında ge­ziniyor, onları cesaretle savaşmaya teşvik ediyor, dualar ediyor ve ayetler okuyor­du. Sıklıkla okuduğu bir ayet şöyleydi: 'Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya ensesiniz. Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. Çalım satmak, insanla­ra gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkan­lar (kâfirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.[183] Resûlüllah'ın Müslümanlara hitaben konuşmalar yaptığı, dualar edip, ayetler okuduğu bu anlarda, Ebû Cehil de kendi askerlerine hitap ediyor, onları cesaretlendirmeye çalışıyor ve dualar ediyordu. Onun duası da şöyleydi: Allahım.' Bibimle akrabalık ilişkisini keseni, bize bilmediğimiz şeyleri getireni ve adamlarını helak et. Bugün burada haklı olanı galip kıl, haksız olanı perişan et.[184]

Savaşı kızıştırmak için Mekke'nin eşrafından Utbe, kardeşi Şeybe ve oğlu Ve-lid ile birlikte öne çıkarak Müslümanlardan kendilerine rakip istedi. Utbe'nin Müslümanların safında yer alan oğlu Huzeyfe dayanamayarak öne atıldı. Müşrik babasının hesabını bizzat kendisi görmek istiyordu. Ancak Resûlüllah onu dur­durdu. Onun yerine Ensarm gençlerinden üç kişiyi çıkardı. Utbe kendilerine doğ­ru gelen rakiplerin Medineliler olduğunu anlayınca itiraz etti. Medinelilerle bir problemlerinin olmadığını söyleyip, Mekkeli rakip istedi. Resûlüllah 'Kalk ya Ubeyde! Kalk ya Hamza! Kalk ya Ali!' diyerek üç muhaciri savaş alanına çıkardı. Utbe karşılarına çıkan yeni rakipleri beğendi ve birebir çatışma başladı. Hamza ve Ali rakipleri olan Şeybe ve Velid'i kısa sürede öldürdüler. Ubeyde, Utbe'nin hak­kından gelemedi. Üstelik yaralandı. Ali ve Hamza yaralanmış ve rakibinin hakkın­dan gelememiş olan Ubeyde'ye yardıma gidip Utbe'yi öldürdüler. Müşriklerden üç kişinin, üstelik eşraftan üç kişinin öldürülmesi Müslüman saflarında sevince ne­den olurken, müşrik saflarında üzüntü ve kederi artırdı.

îki ordu birbirine saldırmaya hazır haldeydi. Bir ara Hz. Ebû Bekir'in, müşrik­lerin safında Bedir'e gelmiş olan oğlu Abdurrahman öne çıktı ve kendisine rakip istedi. Abdurrahman kuvvetli ve maharetli bir savaşçıydı. Müslümanlardan rakip isterken şımarıkça tavırlar sergiliyordu. Ebû Bekir oğlunun şımarık tavrına öfke­lendi. Hiç tereddüt etmeden öne çıktı. Niyeti oğluna karşı savaşmak ve onu öldür­mekti. Ancak Resûlüllah 'Sen bize lazımsın diyerek Ebû Bekir'i durdurdu. Ebû Be­kir oğlunun şımarık tavrına çok kızmıştı, öfke içindeydi. Bu nedenle 'Ey pislik!' diye oğluna hakaret «tmekten kendisini alamadı. Müslüman saflarında gerçekle­şenleri izleyen Abdurrahman geri çekilip, müşrik arkadaşlarının arasına döndü.

Savaş başlamak üzereydi. Resûlüllah Müslümanların önüne geçerek yerden avuç­ladığı kumu müşriklere doğru savururken 'Yüzleri kara olsun! Allahım onların kalp­lerini korku ile doldur. Ayaklarım gevşet, titret [185] diye dua etti. Sonra Müslümanlara dönüp 'Hücuma geçin! Saldırın!' enirini verdi. Savaşın bu ilk anı, daha sonra vahyo bir ayette şöyle anlatılmıştır: '(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öl­dürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.[186]

Resûlüllah, düşmanın üzerine saldırma emrini verirken bir yandan da 'Ey Al­lah'ın kulları! Allah'ın cennetine koşun!' diyordu. Umeyr b. Humam el-Ensarî düş­man üzerine atılmak üzereyken Resulüllah'm bu sözünü duyunca durdu ve 'Ey Al­lah'ın Resulü! Cennet mi?.'' diye sordu. Resûlüllah 'Evet' dedi. Umeyr sevinçle 'Çok güzel! Çok güzel! Vallahi hep ona sahip olmak istemiştim' diye bağırdı. Bunları söy­lerken, bir yandan da azık torbasından avuçladığı hurmaları yiyordu. Sonra bir an elindeki hurmalara baktı ve 'Şu kurmaları yiyecek kadar beklemek bile çok geç olur [187]  deyip, elinde kılıcı müşrik saflarına daldı. Şehit oluncaya kadar da savaştı.

Resûlüllah ön saflardaydı. Hep aynı ayeti okuduğu duyuluyordu: 'O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar.[188] O anları Hz. Ali şöyle anlatıyor; 'Bedir'de, savaşın en kızgın anlarında Resülüllah'a sığınıyor, O'nun yanında durmaya çalışıyorduk. O, o gün insanların en cesuruydu. Hep düşma­na en yakın noktada duruyordu'. Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Resûlül-!ah bir ara dua etmek için gölgeliğe çekildi. İnsanlar içindeki en önemli sığmağı­nı göremeyen ve O'nu gölgeliğinde dua ederken bulan Hz. Ali anlatıyor: 'Bedir günü biraz çarpıştıktan sonra ne yaptığını görmek için Resulüllah'm yanına gittim. Baktım ki secdeye kapanmış dua ediyordu. [189]  Resûlüllah bir süre dua ettikten son­ra secdeden kalkıp tekrar Müslümanların yanma döndüğünde yüzü daha bir baş­kaydı; gülümsüyordu. Müslümanları bir kez daha kesin bir zaferle müjdeledi. Al­lah'ın kendilerine yardım edeceğini ve meleklerin Müslümanlara yardım için ha­zır beklediklerini bildirdi. Bu durum daha sonra vahyolunan bir ayette şöyle an­latıldı: 'Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz- O da,'Peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim' diyerek duanızı kabul buyurdu. Allah bunu (melek­lerle yardımı) sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştı. Zaten yardım yalnız Allah tarafınâandır. Çünkü Allah mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.[190]

Müslümanların tarafında bunlar olurken, müşriklerin tarafında ise Ebü Cehil kendi ordusunu cesaretlendirmekle meşguldü. Avazı çıktığı kadar bağırıyor; 'Yemin ederim ki, Muhammed ve adamlarını tutup iplerle bağlamadıkça buradan ayrılmayaca­ğız. Sizden her birini? onların birini öldürsün. Fakat eğer onlan öîdurmeyip yakalama­yı düşünüyorsanız, dinlerinden ayrılmanın, atalarının yolundan ayrılmanın ne demek olduğunu, hat ve Vzza'ya sırt çevirmenin nasıl olduğunu öğreteceği [191] diyordu.

Daha önce birçok kez açıklandığı üzere, risâlet sürecinin rehberi, îslâm dave­tinin kaynağı Kur'an'dı. Kur'an tüm risâlet süresince hayatın içinde yer aldı ve ha­yata yön verdi. İnsanlık için örnek bir nesil inşa etti. İnsanlığın temel problemle­rine yönelip, bu problemlerin çözüm yollarını gösterdi. Hem dünya hayatını mut­luluk, doğruluk, güzellik üzerinde yükseltecek, hem de ahireti esenlik yurdu kı­lacak ilke ve ölçüleri herkesin anlayabileceği bir üslûpta ve sadelikte sundu. Kur'an'm bireysel hayata aktarılmasında ebedi model ise Resûlüllah'dı; Kur'an Re­sulüllah'm şahsında bedenleşti. Kur'an'm ilke ve ölçülerinin toplumsal hayata ak­tarılmasında insanlık için ebedî modele gelince o ise Resulüllah'm yanındaki ilk Kur'an nesliydi. Kur'an onların şahsında örnek toplumunu inşa etti. Kur'an'm ha­yatın kitabı, hareketin ilkesi olması en açık biçimde Müslümanlar için bir varoluş savaşı olan Bedir'de kendisini ortaya koydu. Kur'an'm inşa ettiği Müslüman top­lumunun, müşrik toplumla ilk savaşı olan Bedir, Kur'an merkezli incelendiğinde, Kur'an'm Bedir savaşının her safhasında aktif olarak yer aldığı anlaşılmaktadır. O, savaşın her aşamasında bilgi vermiş, açıklamalarda bulunmuş, Müslümanları cesaretlendirmiş, müşrikleri tehdit etmiştir. Müslümanları başarıyla müjdelerken, müşrikleri azapla, bozguna uğramakla korkutmuştur. Bunun örneklerinden birisi savaşın perde arkasını açıklayan şu ayettir: 'Hani Rabbin meleklere: 'Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun. Ben kâfirlerin yüreğine korku satacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına! diye vahyediyordu. u söylenenler, onların Allah'a ve Resulüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ye Resulüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, abı şiddetli olandır.[192]

Ayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere, Allah, Müslümanların eliyle küfrü Bedir'de bozguna uğratmak istiyor ve bu nedenle de Resûlüllah'm söz ve tavırlarına yansı­dığı gibi, kolay olanı, yani kervanın ele geçirilmesini değil; zor olanı, yani Mekke ordusuyla savaşılmasını murat ediyordu. Fakat olur ki taraflardan birisi korkar da savaşmaktan vazgeçer ve savaş olmadığı için müşrik ordusu eski azgınlık ve şıma­rıklığını aynen devam ettirir diye her iki tarafı da savaşa cesaretlendirmek için, her iki tarafı da birbirlerine az göstermişti: 'Allah, olacak bir işi yerine getirmek için (savaş alanında) karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döner.[193] Bu durumun bir tanığı olarak Abdullah b. Mes'ud şunları söylemiştir: 'Bedir günü Mekke ordu­su gözümüze az görünmüştü. Öyle ki, yanımdaki kardeşime 'Yetmiş kişi varlar mı?' diye sordum. O da 'Daha fazlalar, yüz kişi kadarlar' dedi. Savaşın sonunda, onlardan aldığımız esire kaç kişi olduklarını sorduğumuzda 'Bin kişiydik' cevabını aldık'. Bir başka ayet ise müşrik ordusundaki cesareti kırmak için belki savaşın başından iti­baren belirli bir kesimin veya savaş başladıktan sonra bütün müşriklerin bir yanıl­gısından bahsetmektedir: '(Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir grup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir grup. Allah dilediğini yardımı ile destek­ler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.[194] Sa­vaş başladığı zaman Müslümanları desteklemesi, görünmeyen ordularıyla Müslü­manları kuvvetlendirmesi ise Allah'ın muradının gerçekleşmesi için irade ettikle­rinden bir başkası idi: 'Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz hâlde Allah, Bedir'de de si­ze yardım etmişti, öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: 'İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etme­si, sizin için yeterli değil midir?' Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, on­lar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin me­lekle sizi takviye eder.[195]

Müslümanlar daha savaş başlamadan Bedir'de gerçekleşecek savaşın önemini kavramışlar, bunun bir varoluş savaşı olduğunu, hangi taraf galip gelirse o tarafın hep güçlü olacağını; hangi taraf yenilirse o tarafın yok olacağım bilmişlerdi. Bu nedenle olağanüstü çaba ile, sabır ve cesaretle savaştılar. Hatta bazıları iki elinde birer kılıç bir kişi gibi değil, sanki iki kişi gibi savaştı. Hamza bunlardan birisiydi. Yine aynı şekilde Ali, Sâ'd b. Ebî Vakkas, Mâbed b. Vehb iki elinde iki kılıçla sa­vaşanlardandı. Bazıları ise savaş sırasında kolunu veya bacağını yitirmesine rağ­men, bunu savaştan çekilmenin bir gerekçesi kabul etmemiş, daha büyük bir hınçla ileri atılmış, her atılışında birkaç müşriği birden savurmuş, öldürmüş veya sakat bırakmıştı. Muaz b. Amr bunlardan birisiydi. O, savaşın o en kızgın anları­nı şöyle anlatıyor: 'Müşrikler 'Ebül Hakem (Ebû Cehil) erişilmez yerdedir, ona kim­se zarar veremez' diye bağırırlarken, o tarafa doğru gittim. Ebü CehiFi öldürmek İstivordum. Yanına kadar sokulma imkanı bulunca üzerine saldırıp bir vuruşta bacak­larından birisini kopardım. Vurulunca yere düşmesi, hurma çekirdeğinin değirmen ta­sının altından sıçramasına benziyordu. O sırada Ebü CehiVin oğlu tkrime kılıcı ile vu­rup kolumu kesti. Kolum tamamen kopmadı, deri tutuyordu. Bu nedenle kolum ya­nımda sallanıp kaldı. Çarpışmanın şiddetinden kolumu hiç dikkate almadım. O gün kesik kolumu arkama atıp, çarpıştım. Kolum bir ara bana sıkıntı vermeye, hareketle­rimi engellemeye başlayınca, yere eğilip ayağımla üzerine bastım, sonra ani bir hare­ketle kalkıp kolumu tutan deriyi kopardım. Hemen savaşa dönüp, çarpışmaya devam ettim.[196]

Artık savaşın şirk ordusunun aleyhine geliştiği anlaşılmaya başlanmıştı. Her geçen an daha fazla adam kaybediyor, her an daha fazla bozguna yaklaşıyorlardı. Eşraftan kişiler peş peşe öldürülüyordu. Abdurrahman b. Avf, Umeyye b. Halef ile oğlunu esir almıştı. Bir zamanlar .Umeyye b. Halefin can alan işkencelerine maruz kalan Bilâl, eski patronunun esir olduğunu görünce hemen o tarafa koşup Abdur­rahman b. Avfa 'Eğer o kurtulduysa ben kurtulmayayım [197] dedi. Abdurrahman b. Avf onun bu isteğine itiraz etmedi. Bilâl, Ensardan bazı Müslümanlarla birlikte Kureyş'in bu zorba eşrafım öldürdü.

Savaşın iyice kızıştığı bir anda îbn Mes'ud, yerde can vermek üzere olan Ebû Cehil'i gördü. Onu, Muaz b. Amr ve Muaz b. Afra isminde iki genç bu hale getir­mişler, öldü diye bırakıp savaşa dönmüşlerdi. Onlar bacağı kesildiği için yerde çır­pman Ebû Cehil'e saldırırken esasen onun kim olduğunu bilmiyorlardı. Çünkü Ebû Cehil'i tanımıyorlardı, lbn Mes'ud, Ebû Cehil'e yaklaştı ve canını alacak son darbeyi indirmeden önce ayağıyla boynuna basıp 'Ey Allah'ın âüşmanı\ Gördün mü Allah seni nasıl rezil ve perişan etti/' dedi. Ebû Cehil başucunda duranı tanımıştı, zorla 'Beni neyle rezil etti? Savaşta ölen adamdan daha şerefli kim var? Söyle bana du­rum nasıl? Bu gün devran kimindir?' dedi. lbn Mes'ud 'Allah'ın ve Resulünündür [198] deyince, Ebû Cehil hiçbir şey demedi. Canını vermek üzereydi. îbn Mesud eğilip İslâm'ın ve Müslümanların zorba, acımasız düşmanının boynunu kesti. Sonra ke­sik başı havaya kaldırarak Ebû Cehil'in öldüğünü ilan etmeye başladı. Onun bu ba­ğırmaları müşrik saflarında şiddetli bir sarsıntıya neden oldu. Müşrikler lidersiz kaldıklarını anladılar. Dağılıp, gerisin geri kaçmaya başladılar. Savaş birkaç saatte sonuçlandı. Zafer Müslümanlarındı. Daha da önemlisi Mekke eşrafının önemli bir kısmı, İslâm'ın en zorba düşmanlarının çoğu öldürülmüştü. Müslümanların kaybı 14 kişi, müşriklerinki ise 70 kişiydi. Ayrıca bir o kadar müşrik de esir alınmıştı.



[183] Enfal, 8:45-47

[184] Vakıdî, Meğazi, 1/50; Ahmed, Müsned, V/431; Belâzürî, Ensabül Eşraf, 1/129.

[185] ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 11/628.

[186] Enfal, 8:17

[187] Taberî, Tarihu'r-Rusül ve'l-Mütofc,lI/281.

[188] Kamer, 54:45

[189] îbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/26; Hakim, Müstedrek, 1/222.

[190] Enfal, 8:9-10

[191] Vakıdî, Meğazi, 1/51.

[192] Enfal, 8:12,13

[193] Enfal, 8:44

[194] Al-i îmran, 3:13

[195] Ahi îmran, 3:123-125

[196] Vakıdî, Meğazi, 1/63; Taberî, Tarihu'r-Rusül vel-Mulûk, 11/284; ibn Abdilber, el-îstiâbfi Esmai'l-Ashâb, III/1410.

[197] İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihâye, 111/350.

[198] Vakıdî, Meğazi, 1/66; Taberî, Tarihu'r-Rusü! ve'!-Mü/ük,IT/284.