Konu Başlığı: Sahte İmanın Adamları Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Temmuz 2011, 14:37:49 Sahte İmanın Adamları Risâletin Mekke döneminde Müslümanlarla müşriklerin safları birbirinden tamamen ayrıydı. Her iki tarafın mensupları da hem kendilerinden olanları ve hem de karşı safta olanları tanıyor, biliyorlardı. Saflar arasında bir karışıklık yoktu. Özellikle Müslüman olanların kimlikleri konusunda her şey açık ve berraktı. Bir kişi eğer İslâm davetini kabul edip Müslüman olduğunu bildiriyorsa, gerçekten öyle olduğu içindi. Çünkü o yularda Resulüllah ve Müslümanlar kuvvet ve otoriteye sahip değillerdi. Bu nedenle hiç kimsenin Müslümanlardan korkarak, çekinerek Müslüman olması gerekmiyordu. Ayrıca zamanın şartları, hiç kimseye iman ettiği için dünyalık bir imkân sunmuyordu. Hatta, islâm davetini kabul edip Müslüman olmak her türlü sıkıntıya, aşağılanmaya, maddî ve manevî boykota, baskıya, zulme muhatap olmak anlamına geliyordu. Çünkü müşrikler güçlüydüler, otoriteyi ellerinde tutuyorlardı, siyasî, ticarî bütün yetkiler ellerindeydi. işte bunlardan dolayı, islâm davetini kabul ettiğini, iman edip Resulün yanında yer almaya karar verdiğini söyleyen herkes bu söylediklerinde samimiydi. Hiçbir Müslüman bir diğer Müslümanm samimiyetinden kuşku duymuyordu. Müslüman saflarında yer alan hiç kimsenin imanından şüphe etmeyi gerektirecek bir durum söz konusu değildi. Ancak müşrik tarafa gelince, belki küçük bir karışıklığın müşrik saflarında bulunduğunu söylemek mümkündü. İslâm'a, Resulülları'a ve Müslümanlara düşman olduğunu söyleyen veya böyle olduğunu hâl ve hareketleriyle açığa vuran herkesin, gerçekte söylediği ve davrandığı gibi olmama ihtimali söz konusu olabilmekteydi. Müşrik saflarında yer alan ve sayıları son derece az olan bazı kimseler esasen kalplerinde Resulüllah'a karşı sevgi, saygı hislerine sahip bulunmalarına, islâm davetini kabul etme istek ve arzusu taşımalarına rağmen, müşriklerin tepkilerinden, zorbalıklarından çekindikleri için kalplerinde olana göre konuşmak ve davranmak yerine, sahte bir görünüme sahip olmayı tercih edip, zorba müşriklerle birlikteliği tercih edebiliyorlardı. Resulüllah'm amcası Abbas bunun en tipik örneğiydi. Zira o zamanda ve ortamda Müslüman olmak yiğit insanların, yaratılış sorumluluğunu her türlü engele rağmen yerine getirme kararlılığında olan kahramanların, bâtıla ölümü pahasına karşı koyabilecek korkusuzların, imanı için malını, mülkünü, sermayesini harcayabilecek fedakârların işiydi. Ve elbette ki herkes Hatice, Ebû Bekir, Ali, Zeyd, Bilâl, Osman, Ömer, Sâ'd b. Ebî Vakkas, Talha b. Ubeydullah, Safiye gibi yiğit ve fedakâr değildi. Medine'ye hicret birçok bakımdan bir dönüm noktası oldu. Sahte imanın adamları olan münafıklar ilk kez Medine'de görüldüler. Risâletin Medine yılları, şirkini gizleyip Müslüman görünmek isteyen adamların olduğu bir dönemi teşkil etti. Çünkü Medine yılları, Müslümanların fiziksel anlamda güçlü olmaya, toplumsal otoriteyi temsil etmeye, askerî gücü elinde bulundurmaya, ekonomik hayatın araçlarını ellerine geçirmeye başladıkları bir dönemi oluşturdu. Medine'deki en önemli muhalif güç olan Yahudilerle anlaşma yapılması ve anlaşmayı bozanların Medine'den kovulmaları, bir varoluş savaşı olan Bedir'de en büyük rakip Mekke müşriklerine büyük zarar verilmesi, Müslümanların artık düşmanlarının baş edemediği bir güce eriştiklerini gösteren önemli olaylardı. Bu aşamadan sonra sahte imanın adamları olarak tanımlanabilecek münafıklar kendilerini konum-landırmaya, duruşlarını korkularının ve çıkarlarının gösterdiği yönlere göre belirlemeye başladılar. Bundan böyle, Müslümanların safları,'Mekke dönemindeki gibi içi ve dışıyla, inancı ve davranışıyla, düşüncesi ve sözüyle aynı olan adamların safı olmaktan biraz da olsa uzaklaştı, içi ve dışıyla, İnancı ve davranışıyla, düşüncesi ve sözüyle aynı olmayan adamların da yer aldığı bir safa dönüştü. Bunun ise birçok nedeninden bahsedilebilir. Ancak özellikle ikisi çok belirleyici olmuştur. Bunlardan ilki ve en önemlisi can ve mal güvenliğiyle ilgili olandır. Müslümanların her geçen gün kuvvet ve otoriteye sahip olduğunu gören bir kısım müşrikler, canlarını ve mallarını korumak veya bazı menfaatler elde etmek için kerhen de olsa Müslümanlarla birlikte olmak, Müslüman görünmek ihtiyacı hissettiler. Bunların içinde en tanınanı Abdullah b. Ubeyy idi. Ve onun hayat hikayesi, münafıklığın nedenleri konusunda önemli ip uçları vermektedir. Hazreç kabilesinin eşrafından olan ve Hazreç ve Evs'in kralı ilan edilmek üzereyken Resulüllah'ın Medine'ye hicreti ile bu amacına kavuşamayan Abdullah b, Ubeyy islâm'a, Resulüllah'a ve Müslümanlara karşı kin ve düşmanlıkla dolu birisiydi. Ama kalbindeki kin ve düşmanlığı açığa vurmadı. Kalbindeki düşmanlığı açığa vurması durumunda, büyük çoğunluğu Müslüman olmuş kabilesinin tepkisiyle karşılaşmaktan ve gittikçe güçlenen ve hatta sadece Medine'de değil tüm yarımadada en büyük güç haline gelen Müslümanları karşısına almaktan korktu, islâm'a ve Müslümanlara düşmanca bir konumda olmanın bütün dünyevî imkânlarını, ikbal planlarını sona erdireceğini biliyordu. Düşmanlığının kendisine ölüm veya sürgün getireceğinin farkındaydı. Krallık amacına ulaşamamış olsa da, toplumunda eski saygınlığı kalmamış olsa da mevcut saygınlığını, sosyo-ekonomik ve politik gücünü koruyabilmek için Müslüman görünmek sorunda olduğunu düşündü ve buna göre davrandı. Bu kararın ve görünüşteki değişimin dönüm noktasını ise Bedir savaşı oluşturdu. Daha önce Müslüman görünme ihtiyacı hissetmezken Bedir savaşını takiben Müslüman görünmesi gerektiğine karar verdi. Bu nedenle Mescid-i Nebî'de namaz kılmaya, Müslümanların safında bazı askerî harekâtlara katılmaya başladı. Onun bu görünüşteki değişiminde Bedir savaşının dönüm noktası olma nedenini ise bizzat kendi ifadelerinde bulmak mümkün olmaktadır. Müslümanlar Bedir savaşını kazanıp, Mekke müşriklerini çok ağır bir zarara uğratınca Abdullah b. Ubeyy değişiminin gerekçesi olacak bir tespitini şöyle dile getirdi: 'Bu, zafer ve galibiyetin Müslümanlara geçtiğini gösteren açık bir durumdur. [175] [175] Koksal, Asım, îslâm Tarihi-Medine Devri, 11/206. |