Konu Başlığı: Safların Ayrılışı Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 11:56:57 Safların Ayrılışı Asra yemin ederim ki. İnsan hüsran içindedir. Ancak, iman edip, iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabn tavsiye edenler istisna. [91] Risâletin ilk günlerindeki islâm davetinin niteliğini ve seyrini anlamak için dikkate alınması gereken temel konulardan birisi, vahyin insanları değerlendiriş tarzıdır. Bir başka söyleyişle, vahyin insanları hangi açıdan olumlu veya olumsuz değerlendirdiği dikkate alınmalıdır. Bu bakımdan dönemin ayetleri incelendiğinde dikkat çeken özelliklerden birisi ve belki de en önemlisi, bugün kullanılan anlamıyla salt 'inanan-inanmayan' ayrımının yapılmamış, böylesi bir ayrımın hiçbir şekilde kayda değer bir ölçü olarak nitelenmemiş olmasıdır. Kur'an, esasen hiçbir zaman insanları değerlendirişinde, onların sadece 'inandıkları' veya 'inanmadıkları söylemini dikkate almamıştır. Sadece inanan olmak, hayat tarzında vahye ilgisiz olup sadece zihinsel kabul gerçekleştirmek, Kur'an'm önem verdiği veya olumlu değerlendirdiği bir durumu ifade etmemiştir. Yine risâletin ilk zamanlarıyla ilgili olmak üzere dikkat çeken konulardan bir diğeri de, risâletin ileri aşamalarında anlam kazanan muhtevasıyla mümin-kafir veya Müslüman-müşrik isimlendirmelerinin vahyin pek iltifat etmediği konular olmasıdır. Bu terimlerin kavramlaşması daha sonraları gerçekleşmiş ve kavramsal inşaları tamamlanınca da sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. İnsanların davet karşısındaki konumlarını ifade etmek için ilk zamanlar kullanılan terimler, sonraki zamanlardakinden çok daha başkadır. Bu ilk zamanlar 'Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olmayı1 ifade eden 'takva' ayrıcalıklı bir öneme ve yere sahiptir. İlk ayetlerde 'takva1 sıklıkla geçer. Bir çok ayette, insanların "takva" sahibi olmaları istenir. Ayrıca 'hakikati onaylamak' (tasdik), Allah'tan çekinmek; O'ndan sevgi ve saygıyla korkmak' (haşyet) 'yüksek ahlâklılık, iyilik' (birr) de ebedî hakikatler karşısında olumlu hâl ve gidişata sahip olanların tanımlanmasında kullanılan diğer bazı terimlerdir. Bu terimler 'mü-min/müslümari teriminin kavramsal inşasında önemli bir işlev yerine getirmelerine karşılık; 'kü/ür/şirk'in kavramlaşma sürecine katkıda bulunan terimler ise daha çok 'azgınlık (şakâvet), 'hayasızlık' (fücur), 'ölçü, kural tanımamak (icram), 'yalanlamak' (tekzib), 'haddi aşmak' (tuğyan), 'büyüklenmek' (istiğna), 'kibirlenmek (is-tikbâr) ve benzerleridir. Tüm bunlar, mümin-kafir karşıtlığım ifade etmek için ayetlerde sürekli yer bulan kavramları oluşturmuşlardır. Hepsi de sadece 'inan-mak-inanmamak' söylemiyle değil, doğrudan eylemlerle, tutum ve davranışlarla ilgilidir. Risâletin ilk yıllarında daveti kabul edenleri sorumluluğunun bilincinde olan, hakikati onaylayan, Allaha karşı sevgi ve saygısı nedeniyle bir yanlışlık yapmaktan çekinen, hakikate uymakta samimiyet gösterip ahlâkını yüksek kılan, kendini her türlü yanlıştan, kusurlardan arındırmaya çalışan, hâl ve davranışlarında, tutum ve tavırlarında dengeli, iyiliklere, nimetlere müteşekkir, mevcut olumlu, doğru özelliklerini koruma konusunda dirençli, sabırlı, ahlâklı... kimseler olarak tanımlayan Kur'an; davetin muhaliflerini ise hakikate doğruya güzel ahlâka uzak duran, sırt dönen, yüz çeviren; hakikat konusunda kuşkucu, kararsız, kendisini sorumlu kabul etmeyen, azgın, hayasın, hakikati yalanlayan, iyilik ve nimetlere karşı nankör, büyüklenen, kibirli, günahkar, suçlu, zalim, asık, şımarık, cimri, müsrif, küstah, hoyrat, menfaatperest, saldırgan, taşkın, boş işlerle uğraşmayı seven, insanları aşağılayan, yetime, fakire, yardımcı olmayan, hayra engel olan... kimseler olarak tanımlamıştır. Burada dikkat çeken ve önemli olan şey, insanların bu ayrışmasının, hakikat karşısındaki tutum ve tavırları nedeniyle gerçekleşmiş olmasıdır. İnsanlara sırf'inandıkları' veya 'inanmadıkları' için bazı olumlu veya olumsuz sıfatlar atfedilmemiştir. Kur'an için öncelikle önemli olan, 'inanmak-inanmamak değil; nasıl olunduğu ve ne yapıldığıdır. Özellikle ilk ayetler için bu son derece önemli ve sürekli vurgulanan bir ölçüdür. Kur'an'da eylem, her zaman söylemden önce gelmiştir. Bu açıdan, davetin ilk günlerinde vahyolunan bir ayet önemli ve dikkat çekicidir. Meleklerin cehennemdeki bir grup insana 'Sizi şu yakıcı ateşe (cehenneme) sokan nedir?' sorusuna, cehennemdekilerin verdiği cevap şöyledir: 'Biz (insanı kötülüklerden alıkoyan) namazı kılmadık; yoksulu/aç kalmışı koruyup/kollamadık, doyurmadık; yanlış/kötü işlere dalmış olanlara arkadaşlık ettik, onlarla birlikte yanlışlıklara kötülüklere dalıp durduk; tüm yaptıklarımızdan sorumlu olacağımızı kabul etmedik. Sonunda işin aslını anladık; ölüm bize gerçeği gösterdi ama artık yapacak bir şey yok.[92] Yine şu ayetler de, aynı merkezde olmak üzere, konuyu 'inanma-inanmama' veya ismen ayrımından ziyade; tutum ve tavır, hâl ve gidişat ekseninde ele alınışlardır: O cehennem ateşine, ancak iflah olmaz azgın kimse girer. Öyle ki, o kimse yalanlayıp hakikatten yüz çevirmiştir. Ama Allah'a karşı sorunluluğunun bilincinde olan (muttaki) o ateşten uzak tutulur. O ki, sorumluluk bilinciyle (takva) arınmak için malım Allah yolunda harcar. [93] Hakikati yalanlayanı hiç düşündün mü? İşte o, yetimi İtip kakan, imkânı olduğu halde yoksulun ihtiyacını karşılama düşünce ve arzusuna sahip değildir. Yazıklar olsun şu nanîaz kılan bazı kimselere ki, onlar namazlarının gereğine uyma konusunda lakayttırlar. Onların yaptıkları sadece gösterişten ibarettir. Hayırlı işlere yardımcı olmazlar. [94] Ona iyiliğin ve kötülüğün, hakikatin ve yanlışın yolunu gösterdik. Ama buna rağmen sarp bir yokuşa tırmanmaya benzeyen zor bir işe girmeyi denemedi, ö sarp yokuşa tırmanmaya benzeyen zorluk nedir bilir misin? O, insanları tutsaklık zincirlerinden kurtarmaktır; kendisi ihtiyaç içindeyken bile başkasının İhtiyaç içinde olduğunu düşünüp bencillik yapmamak, açları doyurmaya çalışmaktır; yakınlığı olan bir yetime veya herhangi bir yakirdık bağı olmayan yabancı yoksula yardım etmektir; iman edenlerden ve birbirlerine sabrı, merhameti tavsiye edenlerden olmaktır. [95] Gayesi huzur ve rahatlık olan yolu senin için kolaylaştıracağız. O hak1",, kabul ederek faydalansın veya faydalanmasın, hakikati başkalarına hatırlatmaya devam et. Allah'tan korkan, öğüt alıp faydalanacaktır. Kötü kimse ise öğütten faydalanmaktan kaçınacaktır. O kendisine yapılan öğütten faydalanmadığı için ateşe gider; orada ne ölür ne de yaşar. Doğrusu her türlü kötülükten, yanlışlıktan arman kimse kurtuluşa erer; mutlu olur. O, Rabbinin adını anıp O'na gereken biçimde kulluk eden kimsedir. [96] Şunlarm hiçbirine taraftar olma, hâl ve gidişatları konusunda kendilerine uyma: Yemin edip duran aşağılık kimselere; dedikodu yapana, iftira atana; iyiliğe engel olana, ölçü tanımayana, zorbaya; ihtiras ve tutkularının esiri olmuş zalime, kötüye. O sermayesi ve kendini destekleyen oğulları, adamları nedeniyle azıp durur. Ona hakikati açıklayan âyetle^trniz okunduğu zaman onları, 'Öncekilerin masalları!' diyerek reddeder; değerini küçümser. [97] Yetime sakın haksızlık etme; maddî veya manevî açıdan ihtiyaç içinde olan ve el açıp yardım isteyeni sakın eli boş çevirme. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an. [98] Kur'an'm hakikati sunuş yöntemi ve insanları değerlendiriş tarzı, risâlet sürecini doğru anlayabilmek ve bütün zamanlar için örneklik çıkarabilmek açısından önemlidir. Konu dahilinde dikkate alınması gereken ayet sayısı ise pek çoktur. Burada, risâlet sürecini anlamaya katkı sağlaması için sadece bir-iki ayet grubu ele alınarak, konu, bu Örnekler dahilinde incelenecektir. Fatiha ve Asr sûreleri ise, bazı ayrıcalıklı özellikleri nedeniyle önemli ve konuyu anlamaya katkı sağlamaları açısından yeterlidirler. [91] Asr sûresi, 103:1-3 [92] Müddessir, 74: 42-47 [93] Leyi, 92:15-18 [94] Maun, 107:1-7 [95] Beled, 90:8-17 [96] A'lâ, 87:8-15 [97] Kalem, 68:10-15 [98] Duha, 93:9-11 |