๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 15:31:07



Konu Başlığı: Ömerb. Hattabın İslâma Girişi
Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 15:31:07
Ömer b. Hattab'ın İslâm'a Girişi


Mekke eşrafından ve müşriklerin en zorbalarından birisi olan Ömer b. Hattab'ın islâm'a girişi, ikinci Habeşistan hicretinden sonraki bir zamanda, Hz. Hamza'nm Müslüman oluşunu takip eden günlerden birisinde gerçekleşti. İslâm'a girişine ve­sile olan olaylar şu şekilde gelişti: Habeşistan'a hicret karan veren Amir b. Rabi'a ve eşi, yol hazırlıkları yaparlarken Ömer b. Hattab tarafından görüldüler. Ömer b. Hattab ne yaptıklarını sordu. Onlar da 'Allah'ın arzında bir başka yere gideceğiz. Çünkü sizler bizlere çok zulmedip, zorbalık yaptınız' dediler. Bu ifadeler Ömer b. Hattab'ın etkiledi, hatta biraz üzdü. Yakın zamana kadar komşuları, arkadaşları olan bu değerli insanların, kendilerinin zulüm ve baskıları nedeniyle perişan bir Şekilde yuvalarını terk edip başka memleketlere gitmeleri, kalbindeki şirk katılı­ğını biraz da olsa sarstı. Onun bu üzüntüsünü fark eden Amir b. Rabi'a ve eşi, bir anlık onun islâm'a girmeye meylettiğini düşündülerse de, 'Hattab'ın eşeği Müslü­man olurda, Ömer yine de olmaz' diyerek düşüncelerinin ne kadar anlamsız oldu­ğunu kendi aralarında konuştular. Bu önemli bir tespitti, çünkü Ömer b. Hattab müminlere en şiddetli tepkileri veren ve işkenceler uygulayan müşriklerden biri­siydi. Takip eden günlerde de durumu değişmedi.

Mekke meclisinin toplanıp, Resulüllah'ı davasından vazgeçirmenin yeni yön­temlerini tespit etmeye çalıştıkları bir gün, Ömer b. Hattab bir teklifte bulundu. Artık köklü bir çözümün gerektiğini ifade etti. Bu çözüm ise belli olmuştu; Resu­lüllah'ı öldürmek. Ancak daha önceleri de bazen dillendirilmiş bu konuyu Haşim oğullarının tepkisi nedeniyle uygulamaya koyamamışlardı. Ömer bu işi üstlenebi­leceğini, Haşim oğullarının öfke ve tepkisine sadece kendisinin muhatap olacağı­nı söylüyordu. Bu bireysel bir girişim olarak takdim edilecekti. Toplantıda bulu­nanlar Ömer b. Hattab'm bu işi üzerine alması karşısında, artık problemlerinin so­na ereceği, eski rahat günlerine kavuşacakları düşüncesiyle sevindiler. Ömer b. Hattab vakit kaybetmeden kılıcını kuşanıp Resulüllah'ı bulup öldürmek için yola çıktı. Yolda, Nuaym b. Abdullah'la karşılaştı. Ömer b. Hattab'ı kılıcım kuşanmış ve kararlı bir halde bir yere giderken gören Abdullah, merakla nereye gittiğini sor­du. Ömer b. Hattab, niyetini ve gerekçesini açıklamakta sakınca görmedi: 'Kureyş'in işini darmadağın eden, akıllarımızı akılsızlık sayan, dinimizi ayıplayan, ilâh­larımıza dil uzatan, atalarımızın yolunu bırakıp, yeni bir yol edinen Muhammed'i öl­dürmeye gidiyorum'. Nuaym b. Abdullah, bu kararın akıllıca alınmış bir karar ol­madığını düşündü. Resulüllah'ı öldürmesi durumunda Ömer b. Hattab'm ve aile­sinin zarar göreceğinden emindi. Kaygılı bir sesle 'Ey Ömer!' dedi 'Sen yanlış iş ya­pıyorsun. Öjken seni aldatmış. Muhammed'i öldürecek olursan Haşim oğullarının se­ni yeryüzünde sağ bırakacaklarını mı sanıyorsun? Sen Muhammed'i bırak da, yapma­yı düşündüğüne önce kendi ailenden başla. Çünkü kız kardeşin ve enişten de Muham-meâ'e tabi olmuş durumdalar'.

Ömer b. Hattab'm eniştesi, ünlü hanif Zeyd b. Amr'ın oğlu Said b. Zeyd idi. Sa­id b. Zeyd, risâletin daha ilk günlerinde eşi Fâtıma ile birlikte İslâm davetini ka­bul etmişti. Ekonomik durumları iyi olduğu için Habbab b. Eret yanlarında kalı­yor, onun ihtiyaçlarını da karşılıyorlardı. Habbab b. Eret ise Resulüllah'tan öğren­diği ayetleri onlara okuyup, öğretiyordu. Çünkü, Said b. Zeyd ve eşi, müşriklerin neden olduğu olumsuz şartlar gereği Resulüllah'la fazla görüşemiyorlar di; Resu-lüllah ile irtibatlarını Habbab b. Eret sağlıyordu. Ömer b. Hattab Resulüllah'ı öl­dürmek niyetiyle yola çıkıpta Nuaym b. Abdullah'la karşılaştığı ve ondan eniştesi ile kız kardeşinin islâm davetini kabul ettiklerini duyduğu sırada, Said b. Zeyd ve eşi Fâtıma, Habbab b. Eret'ten Kur'an dinliyorlardı. Ömer b. Hattab, eve iyice yak­laşınca içeriden gelen seslerden Kur'an okunduğunu anladı. Öfkeyle kapıya daya­nıp, yumruklamaya başladı. Said b. Zeyd hemen Habbab b. Eret'i sakladı. Fâtıma da okunan Kur'an sayfalarını sakladı. Fakat Ömer b. Hattab duyacağını duymuş­tu. Hışımla içeri dalıp, ne okuduklarını sordu. Cevap alamadı. Bu sefer Nuaym b. Abdullah'tan duyduklarının doğru olup olmadığını sordu. Ancak cevabı beklemeden saldırıya geçip, eniştesi Said b. Zeyd'e vurmaya başladı. Öfkeden gözleri dön­müş, ne yaptığını bilmez haldeydi. Kız kardeşi araya girip, kocasını ağabeyinin elinden kurtarmaya çalıştı. Fakat ne mümkün! Ömer büyük bir öfkeyle kız kar­deşine de vurmaya başladı. Fâtıma'nın başı yarıldı; eli-yüzü kan içinde kaldı. Sa­id b. Zeyd ve eşi pasif kalmanın, suçlu gibi sessiz durmanın çözüm olmadığını an­layınca, gerçeği ifade ettiler: 'Evet İslâm'a girdik. Allah'a ve O'nun elçisine inanıp, tasdik ettik. Sen istediğini yap. Biz yine durumumuzu değiştirmeyeceğiz'. Bu kararlı ifadeler Ömer'i şaşırttı. Her tarafları kanlar içerisindeki kardeşine ve eniştesine baktı. Onların hiçte korkmayan duruşları karşısında ne diyeceğini bilemedi. Ka­rarlı sözler karşısında sarsıldığını hissetti. Yumuşak bir üslûpla, "Biraz önce oku­duklarınızı bana da gösterin. Bakayım Muhammed size neler öğretiyor' dedi. Sonra kendisine uzatılan ve üzerinde Tâ-Hâ sûresinin bir kısım ayetlerinin yazılı oldu­ğu sayfayı alıp okumaya başladı:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

Tâ, Hâ. Ey Muhammed! Biz sana bu Kur'an'ı üzülüp sıkıntı çekmen için indir­medik. Sadece Allah'tan korkan kimselere bir öğüt, bir uyarı olsun diye indir­dik. Kur'an, yeri ve gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiştir. O sınırsız rahmet sahibi ki, mutlak kudret ve hükümranlık tahtına kurulmuştur. Gökler­de, yerde, göklerle yer arasında ve yer altında ne varsa, hepsi O'nundur. Sözü ister gizle, ister açığa vur, O insanın gizli düşüncelerini de bilir, gizlinin gizlisi duygularım da. Allah, O'ndan başka gerçek hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler O'nundur. Musa'nın başından geçen olaylardan haberin var mı? Hani O, uzakta bir ateş görmüştü ve ailesine: ıSiz burada bekleyin, ben bir ateş gör­düm. Belki size, omdan bir parçakor getiririm, yahut orada, ateşin yanında bir yol gösterici bulurum' demişti. Fakat ateşe yaklaşınca, kendisine 'Ey Musa!' diye ses­lenildi. 'Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Öyleyse artık pabuçlarım çı­kar, çünkü sen, kutsal vadi Tuvâ'dasın. Ben, seni kendime elçi olarak seçtim. Öy­leyse sana vahyolunanı dinle. Gerçek şu ki, ben Allahım. Benden başka gerçek ilâh yok; o halde yalnız bana kulluk et ve beni anmak için, namazında devamlı ve du­yarlı ol. Kıyamet zamanı mutlaka gelecektir. Herkesin peşinde koştuğu şeylerin tam karşılıklarını bulmaları için, onun vaktini bildirmeyip gizli tutuyorum. Bunun içindir ki, onun geleceğine inanmayıp, sadece kendi arzu ve tutkularının peşine dü­şen kimseler, seni ona inanmaktan alıkoymasınlar, yoksa sen de helak olursun. O sağ elindeki nedir ey Musa?' Musa: 'Bu benim değneğim' dedi. 'Buna dayanırım, bununla davarıma yaprak silkelerim ve başka işlerde de kullanırım onu.' Allah: 'Onu bırak, ya MusaF buyurdu. Bunun üzerine, Musa onu attı. Bir de ne görsün, hızla hareket eden bir yılan. Allah dedi ki: 'Onu tut, korkma, biz onu eski haline döndüreceğiz. Şimdi de elini koynuna sok, bir hastalık eseri olmadan, başka bir de­lil olarak bembeyaz çıksın. Böylece sana, en büyük delillerimizden bir kısmını gös­terelim. Şimdi Firavun'a git, şüphe yok ki, O pek azdı.' Musa yalvararak: 'Ev Rab-bim! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, Dilimdeki düğümü çöz ki, söylediklerimi tam olarak çınlayabilsinler. Bana, ailemden de bîr yardımcı ve destek ver, Kardeşim Harun'u, arka olsun bana, O'nunla kuvvetlendir beni, işime ortak et O'nu. Böylece, senin yüceler yücesi adım insanlar katında daha yükseklere çıkara-Um. Seni çokça analım. Muhakkak ki sen, bizi bütün varlığımızla görmektesin.' Al­lah: 'istediğin şey sana verildi, ey Musa!' dedi. 'Zaten sana, geçmişte bir kere daha lütufta bulunmuştuk. Sen doğduğun zaman, annene vahyedilmesi gerekeni vahyet-miştik. O'nu bir sandığa koy ve sandığı ırmağa bırak, ırmak O'nu kıyıya çıkara­caktır. O'nu benim de, O'nun da düşmanı olan biri alıp evlat edinecektir. Ve böyle­ce daha o çağda kendi katımdan bir sevgiyle seni kuşattım ki; benim korumam ve esirgemem altında senin için belirlediğim kader gereğince yetişip olgunlaşasın di­ye. Hani kız kardeşin gitmiş de, 'O'nun bakımını üstlenecek bir ev halkını size gös­terebilir miyim?' demişti. Böylece annen ütülmesin, sevinsin diye seni ona döndür­dük. Ve büyüyüp belli bir yaşa vardığın zaman, birini öldürmüştün. Fakat biz, bu yüzden içine gömüldüğün sıkıntıdan, seni kurtarmıştık ve seni sınayıp durmuştuk. Bu olaydan sonra, yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda benim tak­dirime uyarak, işte buraya geldin ey Musa! Çünkü ben seni, kendime elçi olarak seçmiştim. Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi Firavun'a götürün, beni anmayı ih­mal etmeyin. Firavun'a gidin. Çünkü O, gerçekten azdı. Ama O'nunla yumuşak bir dille konuşun, o zaman belki aklını basma toplar, yahut da olur ki korkar.' Musa ile Harun: 'Ey Rabbimiz!' dediler. 'Korkarız, hakkımızda çok aşın davranır yahut da büsbütün azar.' Allah: 'Korkmayın!' buyurdu. 'Şüphesiz ben sizinle beraberim, olacak şeylerin hepsini İşitir ve görürüm. Hemen ona gidin ve deyin ki: Biz ikimiz senin Rabbinin elçileriyiz, israil oğullarının bizimle gelmesine izin ver ve onlara artık işkence etme. Biz sana, Rabbimizden delille geldik. Selâmet ve saadete eren­ler ancak doğru yolu tutanlardır. Bize vahyedildi ki, Allah'ın azabı, peygamberle­ri yalan sayıp, onlara sırt çevirenlere erişir.' Fakat Allah'ın bu mesajları kendisi­ne iletilince, Firavun: 'Fy Musal Sizin Rabbİniz de kimmiş?' dedi. Musa, 'Rabbi-miz her şeye yaratılıştaki özellik ve biçimim veren ve sonra onu, yaratılış gayesi­ne uygun yola yöneltendir' dedi. Firavun: 'Peki, binden önce gelip geçen İlk asır­lardaki insanların hali ne olacak?' dedi. Musa: 'Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin katında bir kitapta yazılıdır. Rabbim neyamhr, ne unutur' dedi. O Rab ki, yeryü­zünü size bir beşik yapmış, hayatınızı kolaylaştırmak için, onun üzerinde yol­lar açmış, üzerinize gökten su indirip o su ile çiftler halinde çeşitli bitkiler çı­karmıştır. Yiyiniz, hayvanlarınızı otlatınız, şüphe yok ki bunlarda, aklı başında olup anlayan insanlar için ibretler vardır. Şöyle ki, sizi topraktan yarattık, tek­rar toprağa döndüreceğiz, yine ondan sizi bir kere daha çıkaracağız. Gerçek şu ki, biz Firavun'a bütün ayetlerimizi gösterdik. Onları yalan saydı ve kabule ya­naşmadı. Firavun dedi ki: 'Ey Musa! Sen büyülerinle, bizi yurdumuzdan çıkar­mak için mi geldin? Madem öyle, biz de sana senin büyün gibi bir büyü getirece­ğiz. Aramızda bir buluşma yeri ve vakti tayin et de, sen ve biz vaadimizden cay­mayalım, düz ve geniş bir yerde karşılaşalım. Musa dedi: 'Karşılaşma zamanı, herkesin ve her şeyin süslenip, bayram edileceği şenlik günü olsun. Halk kuşluk vakti toplansın.' Bunun üzerine Firavun, danışmanlarıyla görüşmek üzere çekildi. Bütün hilelerini hazırladı, topladı, sonra buluşma yerine geldi. Musa onla­ra: 'Yazıklar olsun size! Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azabı ile kırar geçirir. Zaten böyle yalan uyduran kimse, baştan kaybetmiş demektir!' dedi. Fira­vun ve sihirbazları, kendi aralarında yapacakları şey konusunda tartışarak gö­rüşüp konuşmalarını gizli tuttular. Şöyle diyorlardı birbirlerine: 'Musa ile Ha­run iki büyücüdür. Sihir yoluyla sizi ülkenizden çıkarmak ve geleneksel yaşama tarzınız olan örnek yolunuzu ortadan kaldırmak istiyorlar. Bunun içindir ki, ey Mısırlı sihirbazlar düzenleyeceğiniz oyuna iyi karar verin ve tek bir güç olarak boy gösterin. Çünkü bugün üstün gelen, gerçekten başarmış olacaktır.' Sihirbazlar 'Ey Musa!' dediler: 'Hünerini önce sen mi ortaya atacaksın, yoksa biz mi atalım?' Mu­sa: 'Hayır, önce siz atini' dedi. Ve derken onların ipleri ve değnekleri büyüleri sayesinde, gerçekten hareket ediyormuş gibi görünüyordu. Musa bu manzara­yı görünce, birdenbire içinde bir korku duydu. 'Korkma!' dedik, 'Üstün gelecek olan kesinlikle sensin. Sağ elindeki sopanı at, onların meydana getirdikleri şeyleri yutsun. Çünkü onların bütün yaptıkları sihirden ibaret, zaten büyücü nerede olur­sa olsun, umduğuna eremez'- Ve sonunda büyücüler secde ederek yere kapandı­lar ve 'Biz artık Musa'nın ve Harun'un Rabbine inandık!' diye haykırdılar. Fira­vun: 'Ben size izin vermeden önce O'na inandınız ha!' dedi. 'Mutlaka size sihirbaz­lığı öğreten ustanız O olmalı. Bana karşı gelmenizden dolayı ellerinizi, ayakları­nızı çaprazlama kestireceğim ve hurma dallarına astıracağım sizi, o vakit bilir, anlarsınız, hangimizin azabı daha çetin ve daha sürekli!' İman eden sihirbazlar Firavun'a dediler ki: 'Şu bize gösterilen apaçık mucizelere karşı, artık yaratanı­mıza tercih edemeyiz seni, elinden geleni yap, zaten senin hükmün sadece şu dün­ya hayatında geçer. Açıkçası biz, hatalarımızı ve bize sihirle zorla yaptırdığın ha­tadan dolayı, girdiğimiz günahian bağışlaması umuduyla, Rabbimize inandık. Çünkü Allah'ın mükâfatı daha hayırlı, cezası da daha süreklidir.' Ve her kim Rab­bine günaha batmış bir vaziyette gelirse, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne de yaşar. Oysa Rabbinin huzuruna dürüst ve erdemli davranışlar ile mümin olarak çıkan kimseye gelince, en yüksek makamlar işte böylelerinin olacaktır. Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri ki, orada onlar ebedi kala­caklardır. İşte bu kendilerini günahlardan temizleyen ve arınanların mükafatı­dır.[270]

Ömer, elindeki yazılı ayetleri okudukça şaşırdı. Anlatılanlar Muhammed ile kendilerinin durumuna ne kadar çok benziyordu. Ancak, bu okuduklarına göre kendileri yanlış tarafı temsil ediyordu. Okuduklarının etkilendi. Şaşkın bir şekil­de; 'Bu sözler ne kadar güzel, ne kadar değerli' demeye başladı. Bunun üzerine Hab-bab b. Eret saklandığı yerden çıkarak; 'Ey Ömer! Umarım Resulüllah'ın duası kabul olunacak' dedi. Ömer daha da şaşırdı. Ne demek istediğini sordu. Habbab b. Eret, Resulüllah'ın, önceki gün Ebû Cehil'in veya Ömer'in islâm'a girmesi için Allah'a dua ettiğini söyledi. İşittikleri Ömer'in iç dünyasını alt üst etti. Garipleşti. Ayak­ları bedenini taşımakta zorlandı. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi. Habbab'm

Ya Ömer Allah'tan kork, Allah'tan kork' sözlerinin de etkisiyle 'Beni Muhammed'in yanına götürün' dedi.

Resulüllah, Ebû Bekir, Hamza, Ali, Bilâl olmak üzere Habeşistan'a hicret etme­miş veya hicretten sonra Müslüman olmuş kişilerle Dâru'l Erkam'da oturuyordu. Bir ara Ömer'in Dâru'l Erkam'a doğru geldiğini fark ettiler. Müminlerden bazıları Ömer'in belinde kılıçla geldiğini görünce tedirgin oldular. Resulüllah'a bir zarar vermesinden korktular. Hamza kılıcına sarılarak, korkacak bir şey olmadığını, ona müdahale edip, durduracağını söyledi. Gayet sakin bir halde olan Resulüllah 'Ona izin verin girsin' diyerek müminleri durdurdu. Kalkıp Ömer'e doğru yürüdü. Avluya girmiş olan Ömer'e yaklaştı ve yanında durup, kuşağından tutarak hızla çekti: 'Ey Ömer! Buraya neden geldin? Allah'a yemin olsun ki başına bir musibet gel­meden duracağın yok' dedi. Bu sözler karşısında, Ömer, geliş amacını açıkladı: 'Ey Allah'ın Resulü! Ben buraya, Allah'a ve Allah'ın Resulüne, Allah'ın Resulüne inen şey­lere iman edeyim diye geldim'. Müminler şaşırdılar, sevinçle birbirlerine sarıldılar. Büyük bir sevinçle tekbir getirmeye başladılar: 'Allahu Ekber! Allah'u Ekber!'

Ömer bir müddet Dâru'l Erkam'da kaldı, Resulüllah'la konuştu. Daha sonra evine gitti. İslâm'a girmişti ama kafası karmakarışıktı. Butun bir gece, kararını, bir gün içinde geçirdiği büyük değişikliği düşündü. Yeni durumunu en kısa zaman­da Mekke'de ilan etmeye karar verdi. Sabah olunca Mekke'nin en dedikoducula­rından Cemil b. Mamer'i bulup, 'Ey Cemil! Biliyor musun? Ben Muhammed'in dini­ne girdim' dedi. Ve bunu, Cemil'in sayesinde bir anda bütün Mekke ileri gelenleri duydular. Şaşkınlık içerisinde kalakaldılar. Hep birlikte birazdan yanlarına gelen Ömer'le tartışıp, yaptığı işin yanlışlığını anlatmaya çalıştılar. Tartışma kısa sürede kavgaya dönüştü. Eşrafın yaşlılarından Âs b. Vâil'in araya girmesiyle kavga yatış­tı.

Ömer'in islâm'a girmesi, Mekke müşriklerini daha çok korku ve kaygılara sevk ederken, müminleri sevinçlere boğdu. Onun islâm'a girmesi, müminler için bü­yük bir zafer oldu. Müminler Ömer'in islâm'a girişi nedeniyle yaşadıkları mutlu­luğu ilan etmek ve müşriklere de gözdağı vermek için toplanıp hep birlikte Ka­be'ye giderek namaz kıldılar. Böylelikle, müşrik saltanatın gün geçtikçe daha da sarsıldığını açıkça göstermiş oldular.



[270] Tâ-Hâ, 20:1