๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 18 Temmuz 2011, 17:45:24



Konu Başlığı: Mekke nin Fethi
Gönderen: Ekvan üzerinde 18 Temmuz 2011, 17:45:24
Mekke'nin Fethi


Günlerden Cuma idi. Güneş doğmak üzereydi. Halid b.Velid komutasındaki birlik Yemen yolundan Mekke'ye girmek için hareket etti. Bu sırada Mekke'nin genç liderlerinin öncülüğünde yaklaşık yüz kişiden oluşan bir grup toplanmış, sa­vaşmaya hazır halde bekliyorlardı. Halid'in birliğinin Mekke'ye girdiğini görünce hemen o tarafa yöneldiler. Mekke'ye ilk giren Halid komutasındaki Müslümanla­rı önce ok yağmuruna tuttular. Sonra kılıçlarını sıyırıp saldırıya geçtiler. Halid, te­reddüt etmeden saldırı emri verdi. Kaçanların kovalanmamasını emretti. Mekke liderlerinin bu girişimi gururlarını kurtarma çabasından başka bir şey değildi. Ça­tışma yirmi dakika kadar sürdü. Müslümanlardan üç kişinin şehit olmasına kar­şılık, müşriklerden on İki kişi öldürüldü. Saldırganlar bozguna uğrayıp kaçmaya başladılar. Grubun liderlerinden İkrime ile Safvan atlarım sahile doğru sûrerlerken, Süheyl evine gidip kapıyı sıkıca kapadı. Grupta yer alan adamlardan diğerle­rinin bir kısmı dağlara kaçarken, diğer bir kısmı ise evlerine gidip Resulüllah'm 'Evlerine sığınanlar emniyettedir' teminatına sığınarak canlarını kurtarmaya karar verdiler.

Halid komutasındaki birlikle bazı müşrikler arasında çatışma sürerken Zübeyr b. Avvam komutasındaki birlik üst taraftan, Taif yolundan; Sâ'd b. Ubâde'nin ko­mutasındaki birlik de Şuayba (Cidde) yolundan Mekke'ye girdi. Bu birlikler her­hangi bir direnişle karşılaşmadılar. Ebû Ubeyde b. Cerrah komutasındaki birlik ise, Hind dağının çevresini dolaşıp Kadade geçidinden ilerleyerek, şehre girmek üzere olan Resulüllah'm komutasındaki birliklerle birleşti.

Resulüllah zırhım giyinmiş, miğferini takınmış, kılıcım kuşanmış bir halde de­vesi Kusva'nın sırtmdaydı. Terkisindeki Usâme b. Zeyd ve çevresindeki Muhacir ve Ensar topluluğuyla birlikte ilerliyordu. Hemen yanında Ebû Bekir ve Üseydb. Hudayr vardı. Mekke'nin en dışındaki evlerin hizasına gelince, Allah'a bir minnet ve şükür ifadesi olarak sakalı devenin semerine değecek kadar başım eğdi. Bir fa­tih, zafer kazanmış bir komutan olarak Mekke'ye giriyor olmasına rağmen, her türlü gurur görüntüsünden uzak durmaya çalışıyordu. Durumunda ve görünü­münde gururun en ufacık işareti yoktu; bu fethin ilâhî kattaki ödüUerin yanında hiçbir değer ifade etmediğini ifade edecek şekilde 'Allahım hayat ancak ahiret ha-yatıdıf dediği duyuluyordu. Daha sonra fetih süresini okumaya başladı. O bunu yaparken, Hz. Musa ve yanındaki topluluk için ifade olunan bir ilâhî uyarıya uyu­yordu. Ayet şöyleydi: 'Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bolca yiyin, kasabanın kapısından girerken eğilip, secde edin ve 'Hıtta!1 (Yâ Rabbi bi­zi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayayım; zira, iyi davrananlara (karşılığım) fazlasıyla vereceğimi vaat etmiştim.[34]

Resulüllah tevazu ile eğdiği başım kaldırınca, çevresindekilerin Mekke'nin aşa­ğı tarafına, kılış parıltılarının geldiği tarafa baktıklarım gördü. Orada ne olduğu­nu sordu. Halid'in emrindeki birlikle müşrikler arasında çatışma çıktığı söylendi. Hemen bir kişiyi Halid'e göndererek, çatışmayı durdurmasını ve kaçanları takip etmemesini emretti. Güneş yükselmiş, yakıcı ışıkları her tarafı aydınlatmaya baş­lamıştı. Biraz daha ilerledikten sonra durdu. Kabe karşısındaydı. Allah'a şükretti­ği duyuldu. Ebû Rafi, Kabe'nin hemen yanma kırmızı renkte bir çadır kurmuş Re-sulüllah'ı bekliyordu. Resulüllah çadıra baktı ve Cabir'e dönerek 'Ey Cabirl tşte be­nim konaklayacağım yer burası olacak. Burası müşriklerin aleyhimize anlaşma yap­tıkları yer' dedi. Bu sözüyle müşrik liderlerin Müslümanlara yönelik üç yıl süren boykot kararını aldıkları toplantıyı hatırlatıyordu. Müslümanlardan birisi çadırı uygun bulmayarak 'Ebû Talib'in evine gitsen' dedi. Resulüllah, çadırda kalmak is­tediğini bildirdi ve gerekçesini ifade etti: "Akil bizeyer mi bıraktı?' Çünkü, Ebû Ta­lib'in oğlu Akil, ölümünden sonra babasının evini satmıştı.

Resulüllah çadıra girdi. Bir süre dinlenip, abdest aldıktan sonra çadırdan çıktı ve devesine bindi. Usâme yine terkisindeydi. Kabe ile arasım süvariler doldurmuş, hem yolunu açmaya çalışıyorlar, hem de vereceği bir emri yerine getirmek için ba­kışıp duruyorlardı. Resulüllah yanında bulunan Ebû Bekir'le konuşarak ilerledi. Bu sırada bazı Kureyş kızlarının başörtülerini süvarilere doğru savurduklarını gördüler. Resulüllah gülümseyerek 'Hassan b. Sabit ne söylemişti, hatırlıyor mu­sun?' diye sordu. Ebû Bekir biraz düşününce hatırladı, 'Evet' dedi ve ezberinde kal­dığı kadarıyla Hassan b. Sabit'in şiirini okumaya başladı. İkisinin de hatırladığı şey, Hassan b. Sabit'in yıllar önce söylediği bir şiirdi. Hassan gün gelecek Kureyş kızlarının teslimiyetin ifadesi olarak Müslümanlara başörtülerini sallayacakların­dan bahsetmişti. Bir zamanların hayal kabul edilen, şimdi gerçekleşiyordu.

Resulüllah, yularını Muhammed b. Mesleme'nin tuttuğu devesinin üzerinde ilerliyordu. Müslüman, müşrik herkes kendisini izliyordu. Kabe'nin yanına geldi. Asasını Hacer'ül Esved'e uzatarak selâmlayıp, tekbir getirdi. Tekbirini tüm Müs­lümanlar eşlik ettiler. Mekke tekbirlerle inledi. Resulüllah, Müslümanlara susma­larını işaret ederek tavafa başladı. Devesinin sırtında tavafını bitirdikten sonra inip İbrahim'in makamına gitti. Orada iki rekat namaz kıldı. Sonra zemzem kuyusuna giderek Abbas'm uzattığı sudan içti ve abdest aldı. Bu davranışıyla hacılara su da­ğıtma işinin Haşim oğullarında kalışım onaylamış oluyordu. O zamana kadar bu işi Haşim oğulları adına Abbas yürütüyordu. Safa tepesine yöneldi. Tepeye çıkıp ellerini kaldırarak Allah'a hamdü sena ve dua etti. Duasını bitirdikten sonra Ha-lid'i yanma çağırıp çatışmanın sebebini sordu. Halid'i dinledikten sonra, daha ön­ce verdiği emirleri tekrarladı: 'Her kim evine sığınırsa o emniyettedir. Yaralılar öl­dürülmeyecek. Esir alınanlar öldürülmeyecek. Kaçanlar takip edilmeyecek.[35] Sonra bu emirlerinin herkese duyurulmasını istedi.

Resulüllah, Safa tepesinde dua ederken, henüz yeni Müslüman olmuş bazı Me-dineli Müslümanlar kendi aralarında konuşuyorlardı. İçlerinden birisi 'Adamımız kavmini buldu. Artık burada kalır. Bizimle Medine'ye dönmez' dedi. Diğer bazıları da benzer ifadelerle Resulüllah'ın Mekke'de kalacağını, Medine'ye dönmeyeceğini söylüyorlardı. Resulüllah duasını bitirip Halid ile konuştuktan sonra, hakkında konuşanlara dönüp 'Benim bir ismim yok mu? Benim için Allah'ın kulu ve Resulü di­yemez misiniz? Bilin ki benim hayatım sizin hayatınızdır. Ölümüm de sizin ölümü-nüzdür. Ben söylediklerinizden Allah'a sığınırım [36]  dedi. Dedikodu yapanlar utanıp af dilediler; kendisinden ayrılmak istemedikleri için böyle konuştuklarım söyledi­ler. Bu sırada bir adamın Resulüllah'a yaklaştığı görüldü. Adam korku ve heyecan­dan titremekteydi. Korku ve heyecanının nedeninin anlayan Resulüllah 'Sakin ol, korkma! Ben bir kral değilim. Ben ancak güneşte kurutulmuş et yiyen Kureyşli bir ka­dının oğluyum [37]  dedi. Adam Müslüman olmaya karar verdiğini bildirdi.

Resulüllah Safa tepesinden indi. Üzeri toz içerisindeydi. Ebû Talib'in kızı Ümm-ü Hani'nin evine gitti. Kirli, ter kokar bir halde olmaktan hiç hoşlanmazdı. Bu nedenle duş aldı. Sonra sekiz rekat fetih namazı kılıp, Allah'a şükretti. Ümm-ü Hani'nin evinden çıkarak Kabe'ye yöneldi. Ebû Süfyan, dünün Mekke lideri, ka­labalık arasında bir köşeye çekilmiş, yeni mensubu olduğu ve hâlâ içine sindire­mediği yeni dini ile eski inançları ve hesapları arasında gidip geliyordu. Bir ara ak­lından zamanı gelince bir ordu teşkil edip Müslümanlarla çarpışmayı ve Mekke dinini tekrar hakim kılmayı geçirdi. O sırada yanından geçmekte olan Resulüllah'ı gürünce düşüncelerinden sıyrılıp saygılı şekilde ayağa kalktı. Fakat hiç ummadı­ğı bir şeyle karşılaştı. Resulüllah, Ebû Süfyan'm sırtına hafifçe vurarak; 'O zaman da mağlup olursun. Allah o zaman da seni hor ve hakir kılaf [38]  dedi. Ebû Sûfyan şa­şırdı. Düşüncesinin anlaşılmış olması nedeniyle utandı. Resulüllah'a bakıp 'Ey Muhammed içimden geçen düşüncelerden dolayı Allah'tan diliyorum. Şimdi da­ha çok inanıyorum ki sen gerçekten Allah'ın elçisisin' dedi. Resulüllah ilerledi. Bu sı­rada kalabalığın arasında durmakta olan Fadâle b. Umeyr suikast amacıyla Resu­lüllah'a yaklaşmaya çalışıyordu. Bir ara Resulüllah'a iyice yaklaştı. Eli belindeki bıçağına gitmek üzereyken Resulüllah durdu ve 'Sen Fadâle misin diye sordu. 'Evet ben Fadâle'yim' dedi. Resulüllah imalı şekilde yüzüne bakıp 'Neîer düşünüyor­sun Fadâle?' dedi. Fadâle 'Hiçbir şey düşünmüyorum. Allah'ı zikretmekle meşgulüm' dedi. Resulüllah gülümsedi, elini uzatıp Fadale'nin göğsüne koyarak 'Allah'tan af dile' dedi Fadâle diyor ki; 'Vallahi.' O göğsümden elini kaldırdığı zaman, Allah'ın ya­rattıkları içinde bana ondan daha sevimli kimse kalamamıştı. [39]  Resulüllah ilerledi. Önüne bazı çocuklar çıktı. Çocukların başlarını okşadı ve dua etti.

Kabe'nin çevresinde ve içinde üç yüz altmış tane ahşap ve madenden yapılmış put vardı. Resulüllah Kabe'nin dışında bulunan putlara doğru gitti. Elindeki asa-sıyla putları itip devirmeye başladı. Putları itip devirirken 'Hak geldi, Batıl yok olup gitti. Kuşku yok ki batıl yok olmaya mahkûmdur [40] ayetini okuyordu. Müslümanlar da putları devirip, kırma faaliyetine katıldılar. Kabe'nin dışındaki putların hepsi kısa sürede imha edildi.

Resulüllah, putlar imha edildikten sonra Kabe'nin yanma oturdu. Osman b. Talha'dan Kabe'nin anahtarını getirmesini istedi. Osman eve giderek annesinde bulunan anahtarı getirip verdi. Resulüllah, Kabe'nin kapısını açtı ve Osman'a ka­pıda beklemesini söyleyerek, yanında Bilâl ve Usâme olduğu hâlde Kabe'ye girdi. Kabe'nin İçinde Hübel putunun yanı sıra çok sayıda irili ufaklı başka putlar ve re­simler vardı. Ömer'e seslenip putları Kabe'den çıkarılmasını ve kırılmasını bildir­di. İsteği yerine getirilince içerde iki rekat namaz kıldı. Uzunca dua etti. Rabbine Şükrünü dile getirdi.

Resulüllah Kabe'den çıktı. Kapının önünde durup üç defa tekbir getirdi. Son­ra kendisini merak ve endişeyle seyreden kalabalığa hitap etti: Hamd Allah'adır. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah vaadini yerine getirdi, ku­luna yardım etti. Toplanan tüm düşmanlarım bozguna uğrattı. Ey insanlar iyi biliniz ki cahiliye dönemine ait olan ve övünme nedeni kabule edilen her şey şu anda ayaklarımın altındadır; hepsi kaldırılmıştır. Bunlardan ancak Kabe per-dedarlığı (Hicabe) ile hacılara su dağıtma (Sikaye) istisnadır. Ey Kureyşliler ca­hiliye çağma olan atalarla övünme ve büyüklenme kaldırılmıştır. Bütün insan­lar Adem'dendir ve Adem topraktan yaratılmıştır. İnsanlar iki kısımdır. Bir kıs­mı Müslüman, diğer kısmı kâfirdir. Müslümanlar Allah katında değerli ve şe­reflidir. Kâfir olanlar ise azgın ve yaramazdır. Kâfirlerin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Ey Kureyşliler! Şimdi söyleyin bakalım, sizin hakkınızda ne hü­küm vereceğimi düşünüyorsunuz?

Kureyş müşriklerinden bazıları önceki yıllarda yaptıklarını düşününce umut­suzluğa kapıldılar. Bağışlanmaları mümkün değildi. Her türlü zorbalığın, kötülü­ğün failleri olmuşlardı. Buna rağmen son bir umutla, 'Senin iyilik ve hayır yapaca­ğını umuyoruz. Sen kerem ve iyilik sahibi bir kişisin. Kerem ve iyilik sahibi bir kar­deşimizin çocuğusun. Bugün bize gücün yetti. Senden iyilik bekleriz' dediler. Resulül­lah "Sizin ile benim halim Yusuf un kardeşlerine dediği gibi olacaktır. O kardeşlerine şöyle demişti: 'Bugün size hiçbir şekilde başa kakma ve ayıplama yoktur. Allah sizi affetsin. O esirgeyicidir, Esirgeyicilerin en büyüğüdür [41] Gidiniz ser­bestsiniz'- Bu bir genel af ilanıydı. O, bu genel af ile, başta kendisi olmak üzere mü­minlerin büyük çoğunluğunun katlanmak zorunda kaldıkları haksızlıkların, zu­lümlerin, işkencelerin sahibi zorbaları, zalimleri, akılsızları affetmiş oluyordu. Bu ancak duygularına hakim olan, kin ve düşmanlığını kontrol edebilen bir kişinin yapabileceği bir işti. O bir 'savaş peygamberi' olmasına rağmen, savaşçılığını fiilî zorbalıklara, zulümlere, kötülüklere ait kılıp, güçlü olduğu bu anda 'rahmet pey­gamberi' oluşunun gereğine göre davranıyordu.[42] O'nun bu yüceliği, O'nun bu af-fediciliği bir anda korkularından kin ve düşmanlıklarını gizleyen herkesin kalbi­ni değiştirdi. Daha biraz önce bir kenarda olumsuz duygularının etkisiyle Resu­lüllah için kötü şeyler düşünen Attab b. Esed öne atılarak 'Ben Esed'in oğluyum. Al­lah'tan başka ilâh olmadığına ve senin de O'nun elçisi olduğuna şahitlik ediyorum1 de­di. Onun bu samimi tavrı anında karşılığını buldu ve Resulüllah henüz yeni Müs­lüman olmuş karşısındaki gence 'Pekala! Ben de seni Mekke valisi yaptım' dedi. At­tab, kendisine verilen bu görevi gerek Resulüllah'm hayatta olduğu süre içerisin­de ve gerekse O'nun vefatından sonra en layıkıyla yerine getirdi.

Osman b. Talha, Resulüllah'a yaklaşarak 'Ey Allah'ın Resulü.' Hicabe ve Sikaye hizmetinin ikisini birden bana versen olmaz mı?' dedi. Resulüllah kabul etmedi. Ka­be'nin anahtarının kendisinde kalacağını söyledi. Sonra Vaktiyle sana söylediğimi hatırladın mı?' diye sordu. Osman bir süre düşündükten sonra 'Hatırladım, ey Al­lah'ın Resulü.' Hatırladım.'' dedi. Resulüllah, yıllar önce, Mekke'de Müslümanların yoğun baskı ve işkencelerin altında olduğu günlerin birisinde Osman'la arasında seçen bir durumu hatırlatmıştı. O zaman Osman, Resulüllah'a hakaret edip aşağı­lamış ve Kabe'ye girmek isteyen Resulüllah'a izin vermemişti. Resulüllah ise 'Za­man gelecek ben bu anahtarı kime istersem ona vereceğim. Sen de bunu göreceksin' demişti. Osman ise 'Eğer o gün gelirse, o gün Kureyş mahvoldu, kıymetten düştü de­mektir' dediğinde 'Hayır! Asıl o zaman Kureyş yaşayacak ve kıymetlenecek' demiş­ti. Resulüllah'ın Osman'a hatırlattığı olay bu idi. Dediği olmuştu. Kabe'nin anah­tarını istediği kimseye verebileceği bir konumdaydı. Kureyş ise hakka mensup ol­duğu oranda yücelip kuvvetleneceği bir aşamadaydı.

Ûğle vakti olmuştu. Resulüllah, Bilâl'e Kabe'nin üzerine çıkarak ezan okuma­sını söyledi. Bilâl büyük bir istek ve heyecanla Kabe'ye tırmandı. Bilâl Kabe'nin üzerinde ezan okurken, bazı müşrikler 'Bir siyahi Kabe'nin ürerinde ha/' diye mı­rıldanmaya başladılar. Bir zencinin Kabe'nin üzerine çıkmasını Kabe'ye saygısız­lık olarak değerlendirip Allah'ın gazabına neden olacağını düşünenler vardı. Bu sı­rada Ebû Süfyan ise düşüncelerini kontrol etmeye çalışıyor ve 'Her ne düşünür ve­ya konuşursam Muhammed'in haberi oluyor; hiçbir şey düşünmeyecek ve konuşmaya­cağım' diyordu. Bilâl'ı konuşmalarının konusu kılan grup, Resulüllah'ın kendile­rine seslendiğini duydular. Resulüllah hepsine isim isim hitap ederek söyledikle­rini ve düşündüklerini bildirdi. Yanlış düşündüklerini söyledi. Şaşırdılar. Ebû Süf­yan suçunu affettirmek isteyen bir çocuk gibi 'Ey AUah'ın Resulü! Vallahi hen bir şey söylemedim ve düşünmedim' deyince Resulüllah gülümseyip, bir şey demedi. Diğerleri, işittikleri nedeniyle, şaşkın bir halde, Müslüman olmaya karar verdikle­rini söylediler.

Resulüllah çevredeki kalabalığa bir konuşma yaptı. Herkes dikkatle dinliyor­du. Konuşmasında tevhid gerçeğini bir kez daha hatırlattıktan sonra, Mekke'nin özel konumunu açıkladı; onun korunmuşluğuna dikkat çekti. İslâm hukukunun bazı özelliklerini açıklayıp, evlilik, miras ve zekat ile ilgili açıklamalarda bulundu. Konuşmasını İslâm çağında cahiliye Özelliklerini ortaya çıkarmayın. Müslüman Müsiümamn kardeşidir. Müslümanlar kendilerinden olmayanlara karşı birdirler, bü­tündürler. Düşmanlarına karşı topluca hareket eder, birbirleriyle yardımlaşırlar. Müslümanların kanları birbirine eşittir. Aralarında fark yoktur [43] dedi.

Ebû Bekir yıllardır ayrı kaldığı evine gitti. İyice yaşlanmış ve gözleri görmeyen babasını ellerinden tutarak Resulüllah'a getirdi. Resulüllah yaşlı Ebü Kûhafe'nin kendisine doğru getirildiğini görünce Ebû Bekir'e 'İhtiyarı neden buraya kadar yor­dun. Söyleseydin ben onun yanına giderdim' dedi. Ebû Bekir 'Ey Allah'ın Resulü! Se­nin ona gitmenden, onun sana gelmesi daha uygundur [44] diyerek, babasını Resulül­lah'a yaklaştırdı. Resulüllah, Ebû Kuhafe ile bir süre konuştuktan sonra Müslüman olmasını istedi. Ebû Kuhafe Müslüman olduğunu söyledi. Bu sırada Mekke halkından birçok kimse Müslüman olduklarım bildirmeye başladılar. Resulüllah bir yere oturarak yeni Müslüman olan erkeklerle konuşup bazı emir ve tavsiyeler­de bulundu. Erkekler gittikten sonra örtülerine bürünmüş halde bir grup Kureyş-li kadın geldi. Müslüman olmak istediklerini bildirdiler. Resulüllah, Müslüman olabilmeleri için tevhidi ve kendi peygamberliğini kabul etmeleri gerektiğini bil­dirip, islâm'ın bazı özelliklerini ve gereklerini açıkladı; 'Hırsızlık yapmayacaksınız, zina etmeyeceksiniz, hiç kimseye iftira etmeyeceksiniz, çocuklarınızı öldürmeyeceksi­niz.'' Kadınlardan birisi 'Ey Allah'ın Resulü! Biliyorum ki hırsızlık kötü bir iş. Fakat ne var ki benim kocam çok cimri. Evin zaruri ihtiyaçlarını dahi karşılamıyor. Ben ve çocuklarımın aç kaldığı zamanlar oluyor. Ben de ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için bazen kocamın parasından birazını çalıyorum. Şimdi ne yapacağım? Bu yaptığım da hırsızlık mı?' dedi. Resulüllah gülümsedi ve 'Haklısın! Bu hırsızlık sayılmaz [45] de­di. Bu arada bir başka kadın söze karışıp 'Bedir günü öldürülmedik çocuk mu bırak­tın ki biz de kalanları öldürmeyeceğimize söz verelim' dedi. Ömer kendini tutama­yıp, gülmeye başladı. Gülmekten düşmemek için kendini zor tutuyordu. Resulül­lah da güldü. Kadına baktı ve kim olduğunu anladı. Kim olduğunu anladığını be­lirtmek için de 'Utbe'nİn kızı Hint' dedi. Hint 'Ey Allah'ın Resulü! Evet benim. Müs­lüman olduğumu bildirmek için geldim' dedi. Böylelikle örtüsüne sarınarak tanın­madan gelip Müslüman olduğunu ilan ederek ölümden kurtuldu. Çünkü kendisi öldürülecekler listesinde yer alıyordu. O İslâm ordusunun Mekke'ye girdiği ana kadar müşrikti; kalbi İslâm'a kapalı, Resulüllah'a ve Müslümanlara kinle doluydu. Ama İslâm ordusunun Mekke'ye girişiyle kalbinde önemli bir değişiklik olmuş ve evindeki putunun karşısına geçerek bir yandan puta vururken, bir yandan da 'Sen­den ne fayda gördük! Nasıl oldu da sana inandık' diye ağlamış, dertlenmişti. Müs­lüman olduğunu bildirmek için gelen kadınlardan birisi de Ikrime'nin hanımı Ümm-ü Hakim'di. Resulüllah'tan hakkında ölüm emri verilmiş olan kocasının af­fını istedi. Resulüllah onun bu isteğini kabul etti.

Osman b. Affan'ın, hakkında ölüm emri verilmiş Abdullah b. Sâ'd bin Ebî Serh ile birlikte geldiği görüldü. Osman, elinden.tuttuğu Abdullah'ın affını istedi. Re-sulüllah bu istekten hoşlanmamıştı, yüzünü çevirdi. Osman, Abdullah'ın elini tu­tarak Resulüllah'a uzattı ve tekrar affını rica etti. Resulüllah yüzünü başka yöne çevirdi. Osman ısrarlı bir şekilde ricasını tekrar etti. Resulüllah yine yüzünü çe­virdi ve bir şey demedi. Açıkça belliydi ki Abdullah'ı affetmek istemiyordu. O, Müslüman olmuş ve hatta bir süre vahiy katipliği yapmış birisiydi. Ancak sonra küfre dönerek Medine'den Mekke'ye kaçmış ve Kur'an'la alay etmeye başlamıştı. Resulüllah onu affetmeyeceğini hareketleriyle belli ettiyse de, Osman ısrarlı bir şe­kilde affını rica etti. Resulüllah, Abdullah'a "baktı ve 'Oluf dedi. Abdullah'ın Müs­lümanlığını kabul etti. Osman ile Abdullah uzaklaşınca yanında duran Müslümanlara dönerek 'Neden biriniz onun boynunu vurmadı. Ben biriniz onun boynunu vursun diye bekleyip durdum ama hiçbiriniz bunu yapmadı' diyerek sitemini dile ge­tirdi. Müslümanlar şaşırdılar; Ey Allah'ın Resulü! Küçük bir işaret verseydin hemen yapardık' dediler. Resulüllah İşaretlerle iş yapmak Peygambere yakışmaz. Peygam­ber işaretle adam öldürtmez [46] dedi.

Resulüllah yıkılan bütün putların bir yere toplanmasını taş ve metal olanların iyice parçalanmasını, ahşap olanların yakılmasını ve evlerde bulunan putların da aynı şekilde imha edilmesini emretti. İnsanlar evlerine gidip bir süre önce taptık­ları putları getirip meydana yığmaya başladılar. Ahşap putların hepsi yakıldı. Taş ve metal olanlar kırılıp, parçalandı. Böylelikle Mekke putlardan temizlendi.

O gün akşam ve tüm gece Mekke'de bir bayram havası yaşandı. Muhacirler yıl­lardır ayrı kaldıkları evlerine gittiler. Yakınlarına kavuşup hasret giderdiler. Mek-keli olmayanlar sabaha kadar Mekke'de gezinip, ibadet ettiler; Kabe'nin çevresin­de oturup, tavaf edip, tekbir getirdiler. Mekke'de ilk sabah namazı cemaat halin­de kılındı. Mekke, o gün puttan iz kalmayan yeni bir güne başladı.

 
[34] Bakara, 2:58

[35] Haîebî, tnsanü'1-Uyûn fî Sîreti'l Emini'! Me'mûn, 111/24; Vakıdî, Meğazi, 11/839.

[36] İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, IV/59; Ahmed, Müsned, 11/538.

[37] İbn Mace, Et'ıme 30.

[38] Koksal, İslâm Tarihi-Medine Devri, VIII/272.

[39] ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, İV/59.

[40] îsra, 17:81

[41] Yusuf, 12:92

[42] Bir defasında kendisini şöyle tanımlamıştı: ıBen savaş peygamberiyim, ben rahmet peygamberiyim' (Ahmed, Müsned, IV/395)

[43] Ahmed, Müsned, IV/31, 32; ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, İV/58; ibn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/137; Vakıdî, Meğazi, 11/836- 844.

[44] Ahmed, Müsned, VI/349; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, V/451; ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, İV/48.

[45] Taberî, Câmiu'l-Beyân fi Tejsîri'l-Kur'ân, XXVlII/78; Zemahşerî, el-Keşsaf, IV/95

[46] ibn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/141; ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, İV/52; Vakıdî, Meğazi, 11/856.