Konu Başlığı: Kuşku Ve Güven Gönderen: Ekvan üzerinde 26 Temmuz 2011, 12:17:13 Kuşku Ve Güven Mekke'nin müşrik ordusu, islâm ordusuna göre son derece güçlü, oldukça iyi teç-hizatlı bir orduydu. Ancak önemli bir problemleri vardı. Birçok kimse sırf gözdağı vermek için Müslümanlarla savaşmanın doğru olmadığını düşünüyordu. Bunlar, Müslümanların inançları uğruna her şeylerini feda edebileceklerini düşününce görüşlerinde ne kadar haklı olduklarını anlamakta zorlanmıyorlardı. Müslümanlarla savaşarak başlarına bela alacaklarına inanıyorlardı. Ayrıca birçok kimse utandıkları, zorlandıkları, tehdit edildikleri için istemedikleri hâlde orduya katılmışlardı. Abbas b. Abdulmuttalib bunlardan birisiydi. O, eşrafın zorlamasıyla orduya katılmak ve üstelik ordunun birçok ihtiyacını karşılamak zorunda kalmıştı. Eğer eşrafın isteğini yerine getirmezse bir tefeci olarak piyasadaki alacaklarını tahsil etmekte zorlanacağını biliyordu. Bütün bunlara ilâveten, Müslümanlarla savaşmayı arzuluyor olmalarına rağmen, yaptıkları işin doğruluğu konusunda ciddi tereddütleri olanlar vardı. Üstelik bunların sayısı az da değildi. Bunlar, Resûlüllah'tan yıllar önce duydukları 'Bir gün Müslümanların galip geleceği ve Müslüman olmayanların, özellikle de Mekke'nin müşrik eşrafının öldürüleceği' sözlerini hatırlıyorlar ve hiçbir zaman yalan söylememiş bir kişiye ait bu sözler karşısında korkmaktan kendilerini alıkoyamıyorlar di. Hatta Umeyye b. Halef korktuğu için orduya katılmak istememiş, istemeden katıldığı ordu ile Mekke'den yola çıktığında karısı 'Muhammed yalan söylemez! diyerek korkusunu paylaştığını belli etmişti. Utbe ve Şeybe b. Rebia kardeşler de sıkıntı içerisindeydiler. İkisi de orduya isteyerek katılmışlardı. Ancak köleleri Addas'm zihinlerini karıştırıcı ifadeleri karşısında oldukça tedirgin ve tereddütlü bir hale gelmişlerdi. Taif dönüşü sırasında Resûlül-lah'la görüşen ve Resûlüllah'ı tasdik eden Addas, iki efendisine Muhammed'in bir peygamber olduğunu ve peygamberle savaşanların muhakkak kaybedeceklerini, bu nedenle orduya katılmaktan vazgeçmelerinin doğru bir davranış olacağını söyleyip durmuştu. Onlar bir kölenin sözlerine uyacak kişiler değillerdi, ama bir kez düşünceleri altüst olmuş, zihinlerine 'acaba?' sorusu gelip saplanmıştı. Bir de tüm bunların yanı sıra, akrabalık bağlan nedeniyle Müslümanlarla savaşmanın Mekkelilere bir yarar sağlamayacağını, hatta Mekkeliler arasında kin ve düşmanlıkların doğmasına yol açacağını düşünüp, bu nedenle savaşmaktan vazgeçilmesini isteyenler vardı. Mekke'nin en saygın liderlerinden Utbe b. Rabia bu görüşteydi. O, imanlı gına, dizginlenmez kinine rağmen bu savaşın kazansalar bile aleyhlerine sonuçlanacağını düşünüyordu. Bu nedenle de arkadaşlarına şöyle diyordu: ıEy Kureyş toplulugul Vallahi, siz Muhammed ve adamları ile savaşıp da yenseniz hile bir şey elde edemeyeceksiniz. Birbirinize baktığınız zaman, birbirinizin şahsında amcanızın, yeğeninizin veya yakınlarından birisinin katilini göreceksiniz. Bu ise aranızda kin tohumları ekecek; birbirinize düşman olacaksınız. Gelin bu işten vazgeçin. Muhammed ile Arapların arasından çekilin; Muhammed ile Arapları baş başa bırakın. Eğer Araplar Muhammed'in hakkından gelirlerse bu sizin için amacınıza ulaşmaktan başka bir şey olmaz. Yok eğer Araplar Muhammed'i desteklerlerse, O'na dokunmadığınızdan size karşı yumuşak davranacak, iyiliklerde bulunacaklardır.[169] Fakat ordunun sevk ve idaresinden sorumlu olan, daha doğrusu mevcut bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla Mekke ordusunun Bedir'de gerçekleşecek savaşa girmesinde inisiyatifi elinde bulunduran Ebû Cehil, "Utbe'nin ve diğer bazılarının bu tür görüşlerine oldukça sert tepkiler veriyor, her ne olursa olsun bu savaşın gerçekleşmesi gerektiğini savunuyordu. Ebû Cehil, Vtbe'nin Muhammed ve adamlarını görünce korkudan ciğerleri şişti. Hayırf Allah, Muhammed'le bizim aramızdaki hükmünü verinceye kadar bu işten geri durmayacağız [170] diyerek kesin kararını açıklayarak tartışmalara son verdi. Mekke ordusu Bedir'de kendilerim bekleyen Müslümanlarla savaşmak için ilerliyordu. Ancak, İslâm ordusu hakkında bilgiye sahip değillerdi. Müşrik liderler bilgi elde etmeye çalıştılar. Birkaç kişiyi, İslâm ordusunu gözlemekle görevlendirdiler. Gözcülerin getirdiği haberlerle düşmanları hakkında bilmeleri gerekenleri elde etmiş oldular. Gözcülerden birisi şöyle diyordu: 'Vallahi, ne teçhizat, ne zırhlar, ne de atlar gordümV Bu sevindirici bir haberdi. Anlaşılan o ki, sayı olarak az ve teçhizat olarak son derece zayıf bir grupla karşı karşıya geleceklerdi. Ancak ne var ki aynı özcü şunu da söylemişti: "Vallahi, öyle bir topluluk gördüm ki, onlar, ailelerine dönüp gitmek istemiyorlar. Ölmeye karar vermişler. Ölümden hiç korkmuyorlar, önlerin kılıçlarından başka ne bir koruyucuları var, ne de herhangi bir sığınakları. Buna rağmen zırhlar altında kavga ve belâ tüten gök gözlerlerden başka bir şey görmedim. [171] İşte bu kötü bir haberdi. Ölüme razı bir kitleyle karşı karşıya gelmeleri nedeniyle tedirginlik duyanlar oldu. Bazıları savaşmamanın daha doğru karar olacağını daha güçlü ifade etmeye başladılar. Eakat Ebû Cehil inadından vazgeçmiyordu. Son kararını söyledi: 'Bedir'e varmadıkça dönmeyiz. Orada üç gün kalırız; develer keser yemekler yer, şaraplar içeriz- Cariyelere şarkılar söyletir, eğleniriz. Başımıza toplanan Araplar ise bizi dinler, seyrederler. Bundan sonra kararlılığı- ve gücümüz karşısında bizden hep çekinir, bize karşı içlerinde bir korku taşırlar. [172] İslâm ordusu Bedir ovasına yerleştikten ve savaş için gerekli hazırlıkları ta-nıamladıktan bir müddet sonra ovanın girişinde şirk ordusu gözüktü. Şirk ordusu ilerleyip Müslümanların karşısında bir yere geldi ve durdu. Resûlüllah, şirkin ordusunu görünce sesli olarak dua edip Müslümanları cesaretlendirecek sözler söyledi. Duasının bir bölümü şöyleydi: 'Allahım! îşte bunlar Kureyş müşrikleri. Olanca kibir ve gururlanyla; olanca büyüklerime ve övünmeleriyle geldiler. Başkasına değil, Sana meydan okuyor, resulünü yalanlıyorlar. AUahıml Bana yapmış olduğun vaadini gerçekleştir ve bunları burada helak et. Âllahım! Sen bana kitap verdin. Müşriklerle savaşmayı emrettin. îki taifeden birini nasip edeceğini vaadettin. Sen verdiğin sözden dönmezsin. [173] Savaş kaçınılmaz görünüyordu. Ancak buna rağmen, daha sonra Müslümanların bir geleneğine dönüşeceği üzere, Resulüllah problemi savaşsız çözmek için müşrik tarafa elçi gönderdi. Elçi Hz. Ömer'di. Ömer, Resulüllah adına Mekke eşrafına 'Bu savaştan vazgeçin. Geri dönüp gidin' teklifinde bulundu. Hakîm b. Hizam bu teklifi saygıyla karşıladı; arkadaşlarına Muhammed bize karşı insaflı davranıyor. İstediğini kabul edelim. Eğer kabul etmezsek bize karşı insafını terk edecektir' dedi. Fakat onun bu görüşü kabul görmedi. Ebû Cehil, öfke içerisinde, 'Allah bize ondan intikam alma imkânı verdikten sonra, bu işten vazgeçmek doğru olmaz. Hayır! Kesinlikle geri dönmeyeceğiz- Onlara hadlerini bildireceğiz. Hadlerini bildireceğiz ki, bundan sonra ne bize karşı bir harekete girişsinler, ne de kervanlarımızın önünü kessin/er [174] dedi. Ömer elçiliğinin gereğini yerine getirmiş olarak geri dönüp, durumu Resulüllah'a bildirdi. Resulüllah savaştan önceki gün, savaş alanını gezdi. Savaş teknik ve taktiklerini iyi bilen Müslümanlarla savaşın seyri hakkında konuştu. Bir taktik geliştirmeye çalıştılar. Nerede durulacağına, nereden saldırılacağma karar verdiler. Resulüllah, eğer savaş planladıkları gibi gerçekleşirse, Allah'ın yardımıyla Mekke ordusunu yeneceklerini söyledi. Hatta Mekke eşrafının vurulup düşecekleri yerleri gösterdi. Bu moralleri yükselten bir müjdeydi [169] Vakıdî, Meğazi, 1/44, 45; ibnü'l Esir, el-Kâmil fi't-Târih, 11/58. [170] Vakıdî, Meğazi, 1/44, 45; ibnü'l Esir, d-Kâmil fi't-Târih, 11/59. [171] Vakıdî, Meğazi, 1/45 [172] ibnü'l Esir, d-Kâmü fi't-Târih, 11/57; Vakıdî, Meğazi, 1/30. [173] İbnü'l Esir, d-Kâmû fi't-Târih, 11/58. [174] Vakîdî, Meğazi, 1/44. |