๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 02 Ağustos 2011, 17:08:08



Konu Başlığı: Kuran ın Bütünlüğünün Korunması
Gönderen: Ekvan üzerinde 02 Ağustos 2011, 17:08:08
Kur'an'ın Bütünlüğünün Korunması


Esenliğin, hakikatin, adaletin, aydınlığın, iyiliğin, güzelliğin rehberi olan Kur'an'ın tüm bu özelliklerini her zaman yerine getirebilmesi, her ayetinin korun­masıyla, Kur'an'ın tamamının muhafazasıyla mümkündür. Onun bir kısmının unutulması veya kaybolması, insanlığın ebedî saadet özlemini gerçek kılacak yo­lun değişmesi veya zorlaşması demektir. Sıkıntıların, kötülüklerin, haksızlıkların, ahlâksızlıkların, çirkinliklerin, karanlığın insanlık için değişmeyen bir kader hali­ne gelmesi demektir. Bu nedenle Kur'an korunmalıydı; bir kelimesinin dahi kay­bı önlenmeli; kaybım, eksilmesini önleyecek tedbirler titizlikle alınmalıydı. Risâlet sürecinde Kur'an'm kaybedilmesi veya unutularak eksilmesi, öncelikle ve hat­ta sadece Resulüllah'ın hatasının sonucu olabilirdi. Özellikle de risâletin ilk za­manlarını dikkate alarak ifade etmek gerekirse, henüz müminlerin sayısının bir­kaç kişi olduğu bir zamanda, Resulüllah'ın bir ayeti unutması durumunda onu kim hatırlayabilirdi ki? Bu nedenle Resulüllah, ayetlerin bir kısmının unutularak kaybedilmesini önlemek için gerekli tedbirleri alması gerektiğini ve bu tedbirlerin alınmasının tamamıyla kendi sorumluluğunda olduğunu düşündü. Zira, Kur'an, kendisine vahyolunuyordu; insanlık katma indiği yer kendisiydi. Vakit geçirme­den Kur'an'ı korumak için alınması gereken tedbirleri almalıydı; ama nasıl? Ayet­leri yazıyla kaydetmenin, onu korumak .amacına hizmet eden en uygun yöntem olduğunu biliyordu. Fakat risâletin ilk günlerinin şartlarında bunu yapamazdı. Çünkü kendisi okur yazar değildi. Yanında okur-yazar olan kimse de yoktu. Bu durumda yapabileceği tek şey, ayetleri hatasız ve eksiksiz bir şekilde ezberlemek­ten ibaretti. Üstelik mevcut durum buna imkân sağlıyordu. Yeni bir ayet vahyolunduğu zaman, o ayeti vahyolunmasmm hemen arkasından zihninde olanca orijinalliğiyle hazır buluyordu. Biraz gayret sarf ederse, o ayetleri en doğru biçimde ezberleyebilirdi. Düşündüğünü uygulamaya koydu. İlk günden itibaren vahyolu­nan ayetleri titiz ve yorucu bir çabayla ezberlemeye; daha doğrusu, unutmamak için sıklıkla tekrar etmeye çalıştı.

Henüz bilmiyordu ama, O'nım bir insan olarak düşündüğü çözüm ve çözümü gerçekleştirmek için giriştiği çabalar tamamıyla gereksizdi. Ayetleri ezberlemek için özel bir çaba sarf etmesine hiç gerek yoktu. Esasen her ayet, hiçbir zaman unutmayacağı bir şekilde hafızasına kaydedilecekti. Bu durum yüce Allah'ın ken­disine bir lütfü idi; ama o bundan habersizdi. Ancak çok geçmeden, farklı zaman­larda vahyolunan üç ayeti takiben, ayetleri ezberleyerek koruma çabalarına gerek olmadığını anladı. Konuya ilişkin ilk ayet A'Iâ süresindeki bir ayetti. Ayet şöyle­dir: 'Bundan böyle sana Kur'an'ı okutacağız ve unutmayacaksın.[137] Muhte­vasından anlaşıldığı kadarıyla bu, Resulüllah'm ezberlemeye yönelik çabalarının yorucu düzeye erişmediği bir zamanda vahyolunmuş bir ayettir. Söz konusu ayet­te, Resulüllah'a, kendisine vahyolunanları insanlara 'okuma' sorumluluğu olduğu bildiriliyordu. Resulüllah, ayetteki 'unutmayacaksın'dan "ayetleri ezberle' talimatı­nı anlamış olmalı ki, yoğun bir şekilde ezberleme çabasına girdi. Zaten ayetleri ez­berleme düşüncesine sahipti ve Öyle de yapıyordu. Oysa A'lâ sûresinin ilgili aye-tiyle, vahyolunan ayetlerin kendisine hiçbir zaman 'unutturulmayacağı' bildirilmisti; O, bumro zaman fark edemedi; anlayamadı. Bu nedenle, takip eden günler­de Kıyamet süresindeki ayetler vahyolundu: '{Ey Muhammedi) Sana vahyedileni ezberlemek için çabalayıp durma. Kuşkusuz onu hafızanda toplamak ve gerektiğinde okutmak bize aittir. O halde onu okuduğumuz zaman sen onun sadece okunuşunu ta­kip et.[138] Bu yeni ayetle, Resulüllah'ın ayetleri ezberlemek için çabalamaması, kendisini yormasına gerek olmadığı açıkça bildirildi. Resulüllah'm yapması gereken tek şey, ayetler kendisine vahyolunurken sükûnet içerisinde din­lemekten ibaretti. Yüce Allah O'nun Kur'an'ı ezberlemesini sağlayacaktı. Hiç kuş­kusuz bu Resulüllah İçin her açıdan sevindirici bir haber, önemli bir müjdeydi. Nede olsa özel bir çabası olmaksızın tüm Kur'an'ı ezbere bilecekti. Fakat nedendir bilinmez, daha sonraları, Kur'an'ı ezberlemek konusuyla ilgili bir ayet daha vahyolunarak, konu kesin bir ifadeyle tekrar bildirildi: 'Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan acele ederek Kur'an'ı okumağa kalkma: 'Rabb'im ilmimi artır' de.[139] Böylelikle Resulüllah açısından sıkıntılara neden olan ayetlerin unutulması ve bu unutma nedeniyle ebedî hakikatin rehberi olan Kur'an'ın bir kısmının kaybedilmesi problemi kesin olarak ortadan kalktı. Bu konudaki sıkın­tıları giderildi.

Ancak bir süre sonra, risâletin ileri yıllarında, bir başka problem gündemine geldi. Resulüllah, Kur'an'm eksiksiz bir şekilde gelecek nesillere aktarılmasının imkân ve şartlarını düşündü. Eğer kendisi ölürse -ki bu bir gün muhakkak ola­caktı- o zaman Kur'an insanlık kalında var olmaya nasıl devam edecekti? Gerçi, ezberleme işini sonuna kadar sürdüren ve ezberlerini sık sık Resulüllah'a okuya­rak kontrol ettiren müminler eksik değildi. Bunlardan Ebû Bekir, Osman b. Affan, Ali b. Ebû Talib, İbn Mesud, Talha b. Ubeydullah'ın oluşturduğu beş kişilik grup, risâletin daha ilk zamanlarında İslâm'a girmişlerdi. Bunlara daha sonraları başka­ları da eklendi. Fakat ilk zamanlarda vahyolunan ayetlerin tamamının müminler tarafından ezberlenmiş olmasına karşılık, yeni vahyolunan ayetlerle birlikte, ayet­lerin hepsini ezbere bilenlerin sayısı gün geçtikçe azalmaya başladı. Bu durumda, Kur'an'ın, şahısların hafızalarına muhtaç olmadan sürekliliğini sağlayacak bir ted­bir alınmalıydı. Kur'an'ın korunabilmesi ve buhaliyle gelecek nesillere devredile-bilmesi için yazı önemli bir araçtı. Mevcut şartlar da buna müsaitti; çünkü Mek­ke'nin okur-yazar gençlerinden Osman b. Affan, Ebû Ubeyde b. Cerrah ve Talha b. Ubeydullah İslâm'a girmiş, himayesindeki Ali b. Ebû Talib ise okuma yazmayı öğrenmişti.

Ayetlerin yazıyla muhafazası konusunun risâletin hangi aşamasında gündeme geldiğini kesin olarak bilmiyoruz. Mevcut şartlar ve konuya ilişkin bazı bilgiler, yazıyla muhafaza işinin erken bir dönemde başladığım göstermektedir. Şöyle ki; risâletin 3. yılında kitlesel daveti başlatan ayetlerin [140] vahyolunmasma kadar, tamamına yakınını kısa sûrelerin oluşturduğu 50 civarında sûre vahyolunmuştu. Bu da, Resulüllah hariç, diğer müminler için ayetlerin ez­berlenerek hafızalarda muhafazasının erken bir dönemde zorlaşmaya başladığını göstermektedir. Bu dönem içinde ayetlerin sayısı artınca, Resulüllah, müminler­den okuma-yazma bilenleri çağırarak ayetleri yazdırmaya başladı. Yazılanları sık­lıkla okutturarak yazım hatalarını 'düzeltti ve yazılan metinleri kendi evinde mu­hafaza altına aldı. Ayetleri yazma işinin risâletin erken bir döneminde başlandığı­nı göstermesi açısından Ömer b. Hattab'ın islâm'a girişiyle ilgili rivayeti erdeki bir bilgi önemlidir. Ömer, kız kardeşinin evinde Hadid sûresinin yazılı olduğu sayfa­ları okuduktan İslâm'a girmeye karar vermiştir. Konuyla ilgili delillerin bir diğeri ve daha da önemlisi bir ayettir. Mekke döneminin ilk yıllarında vahyolunan bir ayet, Kur'an'ın erken bir dönemde yazılmaya başlandığına ve ayrıca Resulüllah'm sahabelerine yazdırdığı ayetleri okutturarak tashih ettiğine şahitlik etmektedir: '(.Müşrikler) dediler ki: '(Bu Kur'an) Evvelkilerin masallarından başka bir şey değil. Onları yazdırmış, sabah akşam onlar kendisine okunuyor.[141] Vahyolu­nan her ayetin yazılarak muhafaza edildiğiyle ilgili bir başka delil ise, Mekke dö­neminin sonlarına aittir. Zübeyr b. Bekkâr, Akabe'deki biat sırasında Resulüllah'la görüştüğü zaman, Resulüllah'm, o zamana kadar vahyolunan bütün ayetleri yazı­lı olarak kendisine verdiğini ve kendisinin de bu ayetleri Râfi'ye verdiğini, Râfi'nin ise onları Medine'ye götürerek Medinelilere okuduğunu bildirmiştir. Bütün bun­lar Kur'an'ın erken bir dönemde yazıyla tespit edildiğine şahitlik eden önemli de­lillerdir.

Ayetlerin yazılarak muhafazası, hakkında ilâhî bir talimatı gerektirmeyen, ko­laylıkla düşünülebilecek bir tedbir olmasına karşılık, önemi nedeniyle, Allah'ın, Resulüne bir hatırlatma veya talimatta bulunmuş olması ihtimali düşünülebilir. Risâlet süresinin tamamında ne kadar ayetin vahyolunacağmm Resulüllah tarafın­dan bilinmediği dikkate alınırsa, ayetleri ezberleyerek muhafazasının sahabeler açısından iyice zorlaşmaya başlamasından da önce, Resulüllah'm ayetleri yazdır­maya başlamış olmasının ilâhî bir hatırlatma veya talimata dayanıyor olması kuv­vetle muhtemeldir. Böylesi bir ayet mevcuttur. Söz konusu ayet açık bir tarzda 'yaz' talimatı vermez; daha ziyade hatırlatma, düşündürme niteliğine sahip bir ayettir. Bu, risâletin ilk günlerinde vahyolunan 'Kaleme ve yazdıklarına andolsun [142] ayetidir. Böylesine erken bir dönemde, yazı işlerinin yegâne aracı olan kalemin ayetle belirtilmesinin ve daha da önemlisi, kalemle yazılanlar üzeri­ne yemin edilerek dikkatlerin yazıya, yazıların teşkil ettiği kitaplara çekilmesinin önemli bir hatırlatma olduğu açıktır. Ayrıca, ilk zamanlar vahyolunan birçok ayet­te Kur'an, 'Kitap' olarak nitelenmiştir. Bir şeyin kitap olması, o şeyin yazılmasını gerektirir. Resulüllah'm, Kur'an'dan 'Kitafr olarak bahsedilmiş olmasından hare­ketle 'ayetleri yaz' emrini anlamış olduğunu düşünebiliriz.


[137] A'lâ, 87:6

[138] Kıyamet, 75:16-19

[139] Tana, 20:114

[140] Şuara, 26:214 ve Hicr, 15:94

[141] Burkan, 25:5

[142] Kalem, 68:1