๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 18 Temmuz 2011, 18:14:59



Konu Başlığı: Kaza Umresi
Gönderen: Ekvan üzerinde 18 Temmuz 2011, 18:14:59
Kaza Umresi


Yoktur Allah'tan başka ilâh!

O'dur tek olan!

O'dur vaadini gerçekleştiren!

O'dur bu kuluna yardım eden!

O'dur askerlerini destekleyip güçlendiren!

O'dur toplanmış toplulukları bozguna uğratıp dağıtan! (Hz. Muhammed (s)

Hudeybiye'de Kureyşle anlaşmaya varılmış ve on yıllığına bir saldırmazlık anlaş­ması imzalanmıştı. Hudeybiye, Müslümanlar için, güneyden gelebilecek muhte­mel saldırıları önleyen bir anlaşmaydı. Artık Medine'nin güneyi emniyetliydi. Hudeybiye'yi takiben Hayber'in fethedilmesi ve Fedek, Vadi'I Kura ve Teyma Yahu-dileriyle de anlaşmalar yapılması Müslümanlar için kuzeyi de emniyetli kılmıştı. Hatta artık Müslümanlar için tüm yarımadada bir Yahudi tehlikesinden bahsedi­lemezdi. Kureyşle ve Yahudilerle anlaşılmış olması, diğer potansiyel düşman olan toplulukları da kontrole almak anlamına geliyordu. Zira onları Müslümanların üzerine kışkırtanlar hep bu iki topluluğun mensupları olmuştu. Sonuçta, Müslü­manlar ilk defa düşman saldırılarına uğrama korkusu olmaksızın Medine'de rahat bir hayat sürdürür hale geldiler. Bu nedenle de Hayber'in fethini takip eden altı ay boyunca Medine'de huzur içerisinde yaşadılar. Herhangi bir askerî harekâta çık­ma ihtiyacı hissetmediler. Ancak o senenin son ayında (Aralık 628) iki, takip eden iki ayda da birer olmak üzere bazı kabilelere yönelik toplam dört harekât gerçek­leştirmek zorunda kaldılar. Bunlar da önemli olmayan, daha önce onlarca kez ger­çekleştirmiş askerî harekâtların benzerlerinden başka bir şey değildi.

Hudeybiye anlaşmasının üzerinden bir yıl geçmişti (Mart 629). Kureyş'le yapan anlaşmaya göre, Müslümanların umre yapabilecekleri zaman gelmişti. Resulullah Müslümanlardan umre için hazırlanmalarını istedi. Özellikle de bir yıl ön­ceki umre yolculuğuna çıkan ve hayatta olan herkesin muhakkak bu umreye ka­nmasını istedi. Çünkü bu, bir yıl önce niyetlenilen, ancak Kureyş'in engellemesi sonucu gerçekleştirilemeyen umrenin kazası olacaktı. Müslümanlar zaten büyük bir heyecan içinde bunu bekliyorlardı. Hazırlıklar çabucak tamamlandı. Bu sefer sayı biraz artmıştı. İki bin kişi umre yapacaktı.

Resulüllah, Hudeybiye anlaşmasıyla sonuçlanan yolculuk sırasında, Müslüman­lardan yolcu silahı olarak tanımlanan kılıçlarından başka bir silahı yanlarına alma­malarını istemişti. Böylelikle Kureyş'e ve diğer Arap kabilelerine yolculuğun ama­cının sadece umre olduğunun mesajını vermeyi amaçlamıştı. Başta Kureyş olmak üzere düşman toplulukların muhtemel bir saldırısından korunmanın tek çaresi buydu. Ancak bu seferki yolculuğun amacının umre olduğunu herkes bir yıl önce­sinden biliyordu. Hudeybiye anlaşması bu yolculuğun yazılı belgesiydi. Artık diğer insanlara bu ziyaretin umre amaçlı olduğunu göstermek için özel bir gayrete girmeye gerek yoktu. Bu nedenle, Resulüllah, Muhammed b. Mesleme komutasında tam donanımlı yüz süvari hazırlayıp önden yürüttü. Ayrıca sanki savaşa gidiyorlar­mış gibi Müslümanlardan bütün silahlarını yanlarına almalarını istedi. Bazı Müslü­manlar bunu anlamakta zorlandılar; 'Ey Allah'ın Resulü! Kureyş yolcu silahı olan kı­lıçlarımızın kınlarında bulunması dışında bir silaha izin vermeyecekleri şartını ileri sürmüş ve biz de kabul etmiştik: Halbuki sen bütün silahlarımızı yanımıza aldırıyor­sun. Neden?' diye sordular. Resulüllah bu son derece haklı soruya 'Anlaşmaya uya­cağız. Silahlarımızla Harem'e girmeyeceğiz. Ancak Kureyş'in ne yapacağı belli olmaz. Gerektiğinde kullanabileceğimiz yerde bulundurmakta fayda var' cevabım verdi. Bu­nun üzerine 'Kureyş'ten korkuyor musun?' diye sorulduğunda cevap vermeyip ses­siz kaldı. Sessizliği, Kureyş'in anlaşmaya istemeyerek uyduğu, bu nedenle eğer fır­satını bulursa anlaşmayı ihlâl etmekten çekinmeyeceği anlamına geliyordu.

Yolculuk başladı. Zü'l Huleyfe'ye gelince ihrama girildi, Aynı zamanda umre­nin gereği olarak 'Emret, emrine uymaya hazırım Allahıni1 anlamına gelen terbiye­ye de başlandı. Yolculuğa devam edilip Merruzzahran'a gelindi. Kureyş'ten bazı kimseler Müslümanların tam donanımlı bir süvari birliğinin peşi sıra yolculuk yaptıklarını, üstelik tüm silahlarını da yanlarında taşıdıklarını gördüler. Hemen Mekke'ye giderek durumu Kureyş liderlerine bildirdiler. Kureyş liderleri duyduk­ları karşısında şaşırdılar. Korkup ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Bu hiç ummadıkları, beklemedikleri bir durumdu. Acele toplantı tertip edip, durumu aralarında görüştüler.

Kureyş liderleri aralarında Müslümanlara karşı ne yapacaklarım konuşurlar­ken, Müslümanlar Mekke'ye 6 km uzaklıkta olan Ye'cec'e geldiler. Resulüllah, kı­lıçlar hariç diğer bütün silahların bir yerde toplanmasını söyledi. Süvari birliğin­den de gerektiğinde hareket etmeye hazır şekilde Ye'cec'de beklemelerini ve silah­ları korumalarını istedi. Bu sırada Mikrez b. Hafs Kureyş'in elçisi olarak gelip Re-sulüllah'la görüştü. Kureyş liderleri mevcut durumla ilgili olmak üzere Resulül-lah'ın niyetini öğrenmek istiyorlardı. Mikrez, 'Ey Muhammed! Sana bizim küçük veya büyük bir ihanetimizin bildirildiğini sanmıyoruz. Çünkü böyle bir durumumuz yok. Buna rağmen sen yanında silahlarla gelmişsin ve Mekke'ye gireceksin. Bu anlaş­mamıza aykırı bir durumdur. Anlaşma gereği yanınızda sadece kılıçlarınız olacaktı; onlar da kınlarında bulunacaktı' dedi. Bu anlaşmanın konuyla ilgili şartım hatırla­tan bir konuşmaydı. Resulüllah, Kureyş'in tedirginliğine ve korkusuna hak verip; 'Anlaşmanın gereğine uyulacak. Yanımızda kınlarına sokulu olarak sadece kılıçları­mız olacak. Ben her zaman vefakârlığımla tanındım ve yine öyle olacak. Yanımıza başka silah almayacağız. Fakat bu silahların gerektiğinde uzanabileceğim yerde bu­lunmasını da gerekli görüyorum' dedi. Bu açıkça, bir saldırganlığa kalkışması duru­munda Kureyş'e cevap vermekten kaçınılmayacağı anlamına gelen bir tehditti. Ancak duydukları Mikrez'i sevindirdi. Çünkü kendilerinin anlaşmayı ihlâl etmek gibi bir niyetleri yoktu. Bütün korkuları Resulüllah'ın anlaşmaya uyup uymayaca­ğı ile ilgiliydi. Anlaşıldığına göre Resulüllah anlaşmaya uyacaktı. O halde korku­lacak bir şey yoktu. Mikrez duydukları karşısında sevinerek; 'Sana yakışan da ve­fakârlıktır' deyip Mekke'ye döndü. Müslümanlar da Mikrez'in hemen peşi sıra, yanlarında sadece kılıçları olduğu halde, Mekke'ye doğru hareket ettiler.

Mikrez'in durumu anlatması üzerine Kureyş liderleri rahatladılar. Korktukları başlarına gelmeyecekti. Ancak Müslümanların Mekke'de rahatlıkla gezinmelerine de katlanamayacaklardı. Çünkü bunun kendileri için savaşsız bir yenilgi, Müslü­manlar için de zafer olduğunu biliyorlardı. Bu nedenle Müslümanların Mekke'de kalacakları üç gün boyunca Mekke'yi terk etmeye karar verdiler. Çabucak hazır­lıklarını tamamlayıp, Mekke'den çıktılar. Mekke'yi rahatlıkla görebilecekleri çev­redeki dağlara yerleştiler. Halk Mekke'de kaldı. Halkın büyük bir çoğunluğu Ka­be çevresinde toplanmış, Müslümanları bekliyordu. Müslümanları savaşsız bir or­tamda, yakından görme arzusu içindeydiler.

Müslümanlar Medine'ye hicret edince hava değişimi nedeni ile hastalanmış ve zayıf düşmüşlerdi. Bundan da Kureyş'in haberi olmuş ve muhacirlerin hâlâ zayıf ve hasta olduklarını sanıyorlardı. Resulüllah bunu bildiği için Mekke'ye girerken Müslümanlardan olabildiklerince dik durmalarını, tavaflarını yürüyerek değil ko­şarak yapmalarını, sert adımlarla yürümelerini ve hatta koşmalarını istedi. O'nun bu istekleri de diğer tüm istekleri gibi eksiksiz yerine getirildi ve hep bir ağızdan, dağlarda yankılanan sesleri ile telbiye ederek Mekke'ye girdiler: 'Lebbeyk! Leb-beyh! Lâ şerike leke lebbeyk! înnel hamde ven nimete leke velmülke lâ şerike leh!'

Kureyş liderleri, Müslümanların büyük bir ihtişamla ve dağlarda yankılanan sesleriyle Mekke'ye girişlerini öfke ve şaşkınlık içerisinde izliyorlardı. Kin ve kıs­kançlıklarından kahrolmuş haldeydiler. Şirkin merkezinde tevhidin çağrısı yapılı­yor ve kendileri buna müdahale edemiyorlar di. Bu müşrikler için bir yenilgi, Müs­lümanlar açısından ise açıkça bir zaferdi.

Kureyş liderleri öfkelerinden yerlerinde duramaz halde çaresiz beklerlerken, duymamak ve görmemek için kulaklarını ve gözlerini kapamaya çalışırlarken, Mekke'nin çocukları ise bir bayram havası içerisinde Müslümanların etrafım sardı­lar. Özellikle Haşim oğullarının çocukları amcaları, dayıları olan Resulüllah'ı gör­mek, O'na sevinçlerini göstermek için özel bir çaba içerisindeydiler. Halk ise Ka­be'nin yakınında toplanmış, biraz şaşkınlıkla, biraz gıptayla Müslümanları seyredi­yordu. Müslümanların dinç, güçlü adımlarla yürümeleri, tavaf ederken yürümek yerine koşmaları Mekke'yi inletiyor, düşmanların kalbine korku veriyordu. Resu-lüllah Kabe'yi tavaf ederken önünde yürüyen Abdullah b. Revâha çoğu zaman yap­tığı gibi, davudi sesiyle şiir okumaya başladı. Sesi her bir taraftan duyuluyordu:

Allah'ın ismi ile başlarını,

O'nun dininden başka gerçek din yoktur; diğerleri hep batıl.

Allah'ın ismi ile başlarım,

Muhammed O'nun resulüdür.

Ey kâfir dölleri çekilin O'nun yolundan!

Çekilin! Çünkü her türlü hayır O'nun yolundadır.

O'nun Tenzil'ine göre size darbe vurduğumuz gibi,

Bugün de O'nun Tevil'i üzere size darbe vuruyoruz.

Hem de başlan omuz ve gövdelerden ayıran,

Dosta dostunu unutturan ölümcül bir darbe ile....

Hz. Ömer, umre tavafı sırasında şiir okunmayacağını düşünerek, 'Sen Harem'de Resulüllah'ın önünde şiir okumaya devam edip duracak mısın? Yeter artık' diyerek Abdullah'a müdahale etti. Ancak Resulüllah 'Ey Ömer' dedi; ' Ben onu dinliyorum. Allah'a yemin ederim ki onun bu sözleri Kureyş müşriklerine ok atmaktan daha etkili'. Bunlar Abdullah'ın yaptığım tasdik eden sözlerdi. O sıra şiir okumasına son vermiş olan Abdullah'a dönerek kendi söylediklerini tekrar etmesini istedi:

Yoktur Allah'tan başka ilâh!

O'dur tek olan!

O'dur vaadini gerçekleştiren!

O'dur bu kuluna yardım eden!

O'dur askerlerini destekleyip güçlendiren!

O'dur toplanmış toplulukları bozguna uğratıp dağıtan!

Müslümanlar da Abdullah'ın tekrarladığı bu sözleri hep bir ağızdan söylemeye başladılar. Mekke Resulüllah'ın sözleriyle inliyordu. Müslümanları seyreden, ses­lerini duyan Kureyş liderleri ise muhacirlerin zayıf ve hasta oldukları düşüncele­rinin yanlış olduğunu birbirlerine söyleyerek olup-bitenleri şaşkınlıkla izliyor ve dinliyorlardı. Bazıları 'Medine'nin humması, sıtması onlara zarar vermemiş. Onlar oldukça güçlüler. Baksanıza, bunlar yürümeye bile razı olmuyorlar da geyiklerin sıç­rayışı gibi zıplaya zıplaya tavaf ediyorlar' diyerek şaşkınlıklarını dile getiriyordu. Resulüllah putlarla dolu Kabe'ye girmeyi arzuladı. Kabe'nin kapısı kilitli oldu için giremedi. Müşrik liderlere haber göndererek isteğini bildirip, anahtarı is­tedi. Müşrik liderler bu isteği kabul etmediler. Kabe'nin içine girmenin umrenin gerekleri arasında olmadığını ve ayrıca aralarındaki anlaşmada böylesi bir şartın bulunmadığını bildirdiler. Söyledikleri doğruydu. Resulüllah ısrarcı olmadı. Bi-lâl'e Kabe'nin üstüne çıkmasını ve ezan okumasını söyledi. Bilâl hayatının en çok istediği işini büyük bir sevinçle yerine getirdi. Tevhidin çağrısı, tevhidin sembolü olan Kabe'de yüzyıllar sonra Bilâl'in sesinden tekrar işitildi:

Allah büyüktür

Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur.

Şahitlik ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve resulüdür.

Haydi kurtuluşa gelin

Haydi esenliğe gelin....

Bilâl'in sesi müşrik liderlerine kadar ulaştı. Kabe'nin.üzerinde tevhidin ilan edil­mesini şaşkınlık ve öfke içerisinde dinliyorlardı. Üstelik bu çağrının kendileri tara­fından insan dahi kabul edilmeyen zenci bir köle tarafından yapılması çok ağırla­rına gitti. Öfkelerinden ne yapacaklarını bilemez bir halde donup kaldılar. Sıkıntı­larını birbirlerine karşı benzer sözlerle ifade etmeye başladılar. İkrime b. Ebû Ce­hil 'Allah, babam Ebû Cehil'e bu kölenin söylediklerini işittirmemek lütfunda bulundu' derken, Halid b. Esed 'Allah'a şükürler olsun ki, Allah, babamın canım daha önceden aldı da bu kölenin Kabe'nin üzerinde durup bağırdığı zamanı görmedi', Safvan b. Umeyye ise 'Allah'a şükürler olsun ki, babam bunları görmeden ölüp gitti' diyordu.

Müslümanlar, anlaşma gereği, Mekke'de üç gün kaldılar. Umrenin bütün şart­larını yerine getirdiler. Resulüllah bir grup Müslümanı Ye'cec'de bekleyen süvari birliği ile değiştirerek, onların da umrelerini yapmalarını sağladı. Böylelikle her­kes umresini yapmış oldu. Mekke'de kalan ve üç gün içinde sürekli Resulüllah'la görüşen Abbas, Resulüllah'a baldızını eş olarak almasını teklif etti. Zira, daha ön­ce iki kez evlenmiş ye kırklı yaşlarda bulunan Meymune isimli hanımla evlenme­si önemli siyasî bağlantılara neden olacaktı. Resulüllah kabul etti. Meymune de bu evliliğe istekliydi. Evlilik töreninin Mekke'de yapılmasına ve büyükçe bir davet verilmesine karar verildi. Resulüllah, müşrik liderlere haber göndererek, onları düğününe davet etti. Amacı düğün daveti vesilesiyle müşrik liderlerle görüşme-konuşma imkanı elde etmek ve onlara bir şeyler anlatmaktı. Böylelikle kalplerin-deki kin ve düşmanlıkları kırma imkânı elde etme imkânı bulmuş olacaktı. Bir kez Müslümanlarla bir sofrada otururlarsa bunun gerisinin geleceğini düşünüyordu. Ancak müşrik liderler daveti kabul etmediler. Üstelik Resulüllah'tan Mekke'yi terk etmesini istediler. Çünkü anlaşma gereği olan üç günlük süre bitmişti. Resu-iüllah düşündüğünün gerçekleşmeyeceğini anlayınca, Müslümanlara Mekke'yi terk etmelerini söyledi. Resulüllah Müslümanların arasında Mekke'yi terk eder­ken bir kız çocuğunun sesi duyuldu: 'Amca! Amca!' Bağıran Hamza'nın kızı Ümâme'ydi. Mekke'de akrabalarının yanında yaşayan Ümâme, Resulüllah'ın peşinden koşuyor ve kendisini yanma almasını istiyordu. Ali hemen gidip Umâme'nin elin­den tuttu ve Fâtıma'mn yanına götürerek, çocuğa sahip olmasını istedi.

Mekke'den çıkıp, birkaç kilometre uzaklıktaki Şerif bölgesine gelinince mola verildi. Resulüllah'ın Meymune ile evliliği burada gerçekleşecekti. Bu evlilik Re-sulüllah ile Kureyş'in müşrik liderlerinin bazıları arasında akrabalık bağları oluş­turuyordu. Bu bağlardan en önemlisi ise Velid b. Muğire'nin oğlu, Kureyş'in başa­rılı komutanı Halid ile olacaktı. Çünkü Meymune ile Halid'in eşi yakın akrabay­dı. Buna göre Resulüllah ile Halid bacanak oluyorlardı.

Müslümanlar umre ziyaretini tamamlayıp Medine'ye döndüler. Dönerlerken Resulüllah'ın bir yıl önceki rüyasının gerçekleştiğini ve Hudeybiye'nin de bir yıl önce ayetle müjdelendiği üzere gerçek bir zafer olduğunu açıkça görüp, yaşamış­lardı. Hepsi mutluydu; Allah'a şükrediyorlardı.

Medine'ye dönüldüğü gün Resulüllah üç yakını arasında çıkan bir tartışmanın seslerini duydu. Ali, Cafer ve Zeyd birbirleriyle tartışıyorlardı. Resulüllah yanları­na gitti ve tartışmalarının nedenini sordu. Tartışmanın nedeni Ümâme'ydi. Her bi­ri Umâme'nin velisi olmayı arzuluyordu. Zeyd, Medine'ye hicret ettiklerinde Re­sulüllah tarafından Hamza ile kardeş yapıldığından Ümâme'yi almak ve bakımını üstlenmek konusunda sorumluluğun kendisine ait olduğunu iddia ederken; Ca­fer ve Ali bunu kabul etmiyorlar, Umâme'nin sorumluluğunu üstlenmeye kendi­lerinin daha layık olduklarını iddia ediyorlardı. Cafer iddiasında daha ısrarcıydı. Umâme'nin amcasının kızı olmasının yanı sıra, aynı zamanda eşinin yeğeni oldu­ğunu bildirip Ümâme'yi kimseye vermeyeceğini söylüyordu. Buna karşılık Ali ise Umâme'nin hem amcasının kızı olduğunu ve hem de onu Mekke'den kendisinin getirdiğini söyleyip, onun kendi sorumluluğundan olması gerektiğini iddia edi­yordu. Resulüllah üç tarafı da dinledi. Üçünü de övdü ve sevgilerini ifade etti: 'Ey Zeyd! Sen Allah'ın ve Resulünün dostusun. Ey Ali! Sen benim kardeşim ve arkadaşım-sın. Ey Cafer! Sen bana yapıca ve huyca en çok benzeyensin1 dedi. Sonra da araların­daki anlaşmazlığı çözecek kararım bildirdi: 'Ey Cafer! Ümâme'yi görüp gözetmeye sen daha layıksın. Çünkü onun teyzesi senin eşindir. Teyze anne yerinedir.[4] Resulül­lah'ın karan Zeyd ve Ali'yi üzdü, ancak itirazsız kabullendiler. Cafer ise sevincin­den kalkıp Resulüllah'ın etrafında sekerek dönmeye başladı. Cafer'in sekerek dö­nüşünü görünce, Resulüllah da, diğerleri de şaşırdılar. Cafer'in bu garip davranı­şının sebebini anlamaya çalıştılar. Resulüllah, Cafer'e bu davranışının sebebini sordu. Cafer, bunu Habeşistan'da görüp, öğrendiğini, Habeşlilerin bir şeye çok se­vindiklerinde sevinçlerini belli etmek için böyle yaptıklarını söyledi. Resulüllah gülümsedi ve herkes evine döndü.


[4] Vakıdî, Uegazı, 11/738, 739; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, VIII/ 159, 160.