๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 16:32:10



Konu Başlığı: Kadınlar
Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 16:32:10
Kadınlar


Cahiliye döneminde kadın, insanî değeri olmayan bir canlı varlık konumunday­dı. Hatta bu anlayış nedeniyle, kadınları, müşrik Arap toplumunda yer alan top­lumsal kesimlerden veya tabakalardan birisi saymak doğru bile olmayabilir. Hürler sınıfında yer alan hür kadınların da hür erkeklere oranla bir değeri sö2 konusu de­ğildi. Gerçi bedeviler arasında kadının kısmî bir değeri bulunuyor ise de bu kadı­nın insan olmasından değil, yerine getirdiği vazifelerden, gördüğü işlerden kaynak­lanıyordu. Bedevilerde, kadın erkeğin rahatlığının ve zevk ve sefasının yegâne te­minatıydı. Kadın olmadığı zaman, yaşanılan zor şartlar nedeniyle birçok iş erkeğin sorumluluk alanına giriyordu. Yerleşim birimlerinde bilhassa da şehirlerde yaşama şartlarının çöldeki göçebe hayatına oranla daha kolay olması ve ayrıca kölelerin de çok olması nedeniyle kadının hiçbir değeri bulunmuyordu. Çünkü, şehirli erkek­ler açısından, kadının bulunmaması halinde bazı işleri yapma sorumluğu söz ko­nusu olmuyordu. Kadının yapması gereken her işi köleler kolaylıkla yerine getiri­yorlardı. Dolayısıyla şehirlerde kadının insanî hiçbir değerinin olmaması, yaşanı­lan şartların da etkisiyle oluşmuş bir zihniyetin gereğiydi. Kadının değeri, erkeğin bazı bedeni ihtiyaçları karşılamasında ve dolayısıyla fiziki güzelliğindeydi.

Kadın erkeğin mülkiyetine dahildi. Bir erkek öldüğü zaman, o erkeğin sahip olduğu karıları, varislerine miras olarak kalıyordu. Mirasçılardan kim erken dav­ranır da elbisesini kadının üzerine atarsa o kadın, o mirasçının olurdu. Eğer ka­dın kocasının ölümünden sonra acele davranırda, hiç kimsenin kendisinin üzeri­ne elbise atmasına fırsat vermeden ailesinin yanına kaçabilirse, mirasçılara miras olarak kalmaktan kurtulabilirdi. Kadının, ölen babasının mirası üzerinde hiçbir hakkı yoktu; miras alamazdı.

Kur'an'daki birçok ayette açıklandığı üzere, Cahiliye dönemi Araplarmda, bir baba açısından kız çocuğa sahip olmak, en büyük aşağılanma nedenlerinden biri­siydi.[47] Bu nedenle kız çocuklarını diri diri toprağa gömme uygulamalarına sık ol­masa da rastlanırdı. Bunu yapmadaki amaç, ileride kız nedeniyle uğranılacağı düsünülen şerefsizlik ihtimalinden kurtulmaktı. Çünkü kız köle olabilir, tecavüze uğrayabilir, kaçmlabilirdi. Kız çocuğunu toprağa gömerek öldürme işi doğumun hemen sonrasında olabileceği gibi altı yaşma kadar büyüttükten sonra da olabili­yordu.[48]

Bir erkek istediği kadar kadınla evlenebilirdi; herhangi bir sınırlama yoktu. Sa­yının sınırını erkeğin sahip olduğu maddî imkân belirlerdi. Zenginlik oranına bağlı olarak, evlenilen kadınların sayısı da değişiyordu. Erkek karısını boşayacak olsa dahi, kadın üzerindeki hakları devam eder; isterse boşadığı karısının evlen­mesini uzun bir süre engelleyebilirdi. Veya boşadığı karısını istediği zaman tekrar alırdı. Bu süreçte kadının görüşü hiçbir şekilde dikkate alınmazdı. Zaten evlilik­lerde, kadının düşünce ve görüşünü dikkate almak, öğrenmek gibi bir uygulama söz konusu değildi. Baba, kendi öz kızını, himayesindeki (velisi olduğu) kızı ve­ya kadını istediği kişiyle evlendirir ve mehirini de kendisi alır, kadına hiçbir şey vermezdi.

Kadın konusuna değinince, evlilik konusuna değinmemek eksiklik olur. Çün­kü kadının değeri ile evlilik anlayışı arasında doğrudan bir ilgi söz konusudur:-Cahiliye dönemi Araplarmın nikah anlayışları ve uygulamaları ahlâkî erdemler­den uzak özelliklerle iç içeydi. Hatta nikah ile fuhşun karışıp, aralarında kayda de­ğer bir farklılığın kalmadığı dahi söylenebilir. Konu hakkında ayrıntılı bilgiler ve­ren Hz. Aişe'ye ait bir rivayet şöyledir:

Cahiliye döneminde nikah dört şekilde yapılırdı: Bunlardan bir tanesi, bu gün­kü insanların yaptıkları gibiydi. Yani bir kimse diğer kimsenin bir yakınını ve­ya kızını ister, kabul ederse mehirini verir ve sonra da evlenirdi. İkinci nikah şekli de şöyleydi: Erkek, karısı aybaşı halinden temizlenince, Talan kimseye git ve onunla ilişkide bulun' derdi. Bundan sonra o koca, ilişkide bulunduğu yaban­cı erkekten hamile kahp kalmadığı kesin olarak anlaşılmcaya kadar karısıyla ilişkide bulunmazdı. Bunu, daha çok doğacak çocuğun asil bir kimseden olma­sını sağlamak için yaparlardı. Bu tür nikaha Hstibda nikahı' adı verilirdi. Üçün­cü nikah şekli ise şöyleydi: On kişiden az olmak şartıyla bir grup erkek topla­nır, bir kadının yanma varırlardı. Sonra erkeklerin hepsi de o kadınla ilişkide bulunurdu. Kadın hamile kalıp çocuk doğurunca, doğumun üzerinden bir kaç yıl geçtikten sonra adamlara haber gönderip, çağırırdı. Onlardan hiçbirisi gel-mezlik yapmazdı. Hepsi de kadının yanında toplanınca, kadın onlara şöyle.der­di; 'Siz yaptığınız işi biliyorsunuz. Ben çocuk doğurmuş bulunuyorum. Bu çocuk senindir ey falan!' Bu tercihi yaparken en sevdiği erkeğin adını verirdi. Çocuğu o adama verirdi ve adam almazhk edemezdi. Dördüncü tarz nikah ise şu şekil­deydi: Birçok adam toplanır ve bir kadının yanma varırlardı. Bu kadın gelen hiç kimseye yok demezdi. Bunlar fahişelerdi. Onların kapılarının üzerinde bezden işaretler bulunurdu. Böylece fahişe oldukları herkesçe bilinirdi. Kim istese ya­nına varabilirdi. Bu kadınlardan biri hamile kalıp, çocuk dünyaya gelince, bü­tün o erkekler kadının yanında toplanırlardı. Bilirkişi (KâiO çağınlıp, çocuğun babası tespit edilmeye çalışılırdı. Çocuk uygun görülen şahsa verilirdi. Adam çocuğu almazhk yapamazdı. Çocuğu alır ve götürürdü. Çocuk artık o adamın adıyla çağırılırdı.[49]

Bu rivayette, islâm açısından meşru olan birinci tür nikahın yanında, Cahiliye dönemi Arapları arasında yaygın durumdaki diğer üç nikah biçimini daha bulu­yoruz. Bunlardan ikincisi ıNikah-ı istibdd gibi özel isim de almıştı. Üçüncüsü ise bugün sosyal bilimlerce 'poliandrie' olarak isimlendirilen nikahtır. Dördüncüsü ise bugünün dünyasında bilhassa kapitalist devletlerde yasal' olan fahişelikten çok farklı bir şey değildi. Ancak konu rrlvKinda ayrıntılı bilgiler veren kaynaklar Araplar arasındaki diğer bazı nikah biçimlerinden de söz etmektedirler. 'Sigar ni­kahı' ismiyle anılan nikaha göre bir kişi (erkek) kızını veya velisi olduğu kızı bir başkasının kızıyla değiştirir ve böylelikle karşılıklı olarak kızlarım kullanırlardı. Ayrıca, bir kişinin (erkeğin) ölen babasının karısı olan üvey annesiyle evlenmesi­ni ifade eden 'makt nikahı', belirli bir süre için gerçekleşen mut'a nikahı', iki erkeğin karşılıklı olarak karılarım değiştirmeleri biçiminde gerçekleştirilen 'bedel nika­hı' bugünkü anlamıyla metres tutmayı ifade eden 'haden nikahı' ve ayrıca çok is­tisna olarak görülebilen erkek kardeşlerin bir kadınla evlenmesi biçimindeki ni­kah da mevcuttu. Anne, bacı, teyze, hala, yeğen, evlatlığın kızı ve boşadığı eşi ile evlenmenin yasak olmasına karşılık, iki veya daha fazla kız kardeşle aynı anda ev­li olmak meşru kabul ediliyordu. Üvey anne ise anne kabul edilmiyor, bir kişi ölen babasının karısı olan üvey annesiyle evlenebiliyordu. Eğer mirasçı olan erkek he­nüz küçük yaşta bir çocuksa büyüdüğünde evlenebilmek için üvey annesinin baş­kasıyla evlenmesini engelleyebilirdi. Üvey annesiyle evlenenlere 'dayzen' denirdi. Cahiliye dönemi Araplarmın ahlâkî sefaletlerini ve bu kapsamda olmak üzere gerek aile kurumunun, gerekse kadının düştüğü ahlâkî yozlaşmayı ifade etmesi açısından Mekke'nin eşrafından Ebû Cehil'in Kureyşîlerle anlaşma yapan Evs ka­bilesinden birisine karşı ifade ettiği sözler önemlidir. Ebû Cehil, anlaşmanın ger­çekleştiği toplantıda bulunamadığı için anlaşmaya dahil edemediği bir isteğini şöyle ifade etmiştir: ıKureyşle ittifak yapmışsınız. Ben o toplantıda bulunamadığıma üzüldüm. Eğer bulunsaydım ben de size katılır, söz verir, gerekince yardımınıza ge­lirdim. Kabul ederseniz anlaşmayı yeniden gözden geçirebiliriz. Kızlarımızı ve karı­larımızı sizden esirgemeyelim. Cariyelerimizin çarşıda, pazarda gezip tozmalarına, erkeklerinizle oynaşmalarına müsaade edelim; sizde bu yolda hareket eder, yani kız­larınızla karılarınızla bizim de oynaşmamıza müsaade ederseniz, size yardım ede­lim.

Aile kurumu ile ilgili olarak nikahtan sonra, önemli olan bir diğer husus, bo­şanma, yani nikah akdinin sona erdirilmesidir. Cahiliye dönemi Arapları arasında boşanma oldukça yaygın ve çok sıradan sayılabilecek kadar sık gerçekleşen bir uy­gulamaydı. Boşanma ile ilgili önemli husus, boşama 'hak'kmm sadece erkeğe ait olması ve kadının nikahta olduğu gibi boşanmada da hiçbir hakkının bulunma-masıydı. Bu konuda sadece küçük bir azınlığı ilgilendiren istisna bir durum var­dı. 'Hû olarak isimlendirilen bu istisna duruma göre, babası veya velisi zengin olan bir kadın, belirli bir bedel karşılığında memnun olmadığı kocasından boşa-nabilirdi. Ancak dikkat edileceği üzere, bu boşanmada da erkeğin rızası esastı. Er­kek istediği zaman karısını boşar, boşadığı karısının başkasıyla evlenmesini uzun süre engelleyebilir ve yine isterse karısını tekrar alabilirdi. Evlenmenin sınırı ol­madığı gibi, boşanmanın da sınırı yoktu.

Bütün bu bilgiler, Mekke toplumunun uyum ve istikrarı, birlik ve beraberliği konusunda önemli ipuçları vermektedir. Böylesi toplumsal tabakaların bulundu­ğu ve tabakalar arası geçişin söz konusu olmadığı her toplumda, eğer birileri sta­tükonun devamı anlamında birlik ve beraberliğin öneminden bahsediyorsa, onlar muhakkak ki, sorumluluk sahibi olmayan, fakat sınırsız yetkileri ellerinde tutan, toplumsal tabaka piramidinin en üst kesimini oluşturan kişilerdir. Onlar, elbette ki bu haksız imkânlarının ve bu imkânları sağlayan toplumsal yapılaşmanın deva­mını isterler. İsteklerinin gerçekleşmesinin ise belirli şartlara bağlı olduğu açıktır. Bunlar öyle şartlar olmalıdır ki, toplumu teşkil eden kitleler tarafından yerine ge­tirilmesi zorunlu görev olarak telakki edilsin, böylelikle o kitleler, toplumsal ya­pının devamı için gerekirse her şeylerini feda etsinler. Sonuçta da o küçük azınlı­ğın çıkarları korunmuş olsun, işte bu süreçte, istenilen fonksiyonu yerine getiren en önemli gerekçe, birlik ve beraberlik gerekçesidir. Kitleler genellikle durumla­rını kabullendikleri ve değiştirmeye fazla eğilimli olmadıkları için, ayrıca o küçük azınlık da eğer şartlar değişirse, durumun daha da kötü olacağının propagandası­nı büyük bir beceriyle gerçekleştirdikleri için, gerekli ortam kolaylıkla hazırlan­mış olur. Bu aşamada birileri çıkar ve bir şeylerin değişmesi gerektiğini; bir kısım insanların çok yemekten rahatsızlanmasına karşılık, toplumu oluşturan diğer ço­ğunluğun açlıktan kıvranmasının veya ölmesinin doğru olamadığını; bazıları en lüks şartlarda yaşarken, diğer bazılarının sefalet içerisinde olmasının kabul edile­meyeceğini ilan etmeye başlarsa; birlik, beraberlik çığırtkanlığı olanca hızı ve gü­cüyle devreye girer. O mutlu azınlık hemen bağırmaya ve mutsuz çoğunluğu, can­ları, namusları pahasına yurtlarım, düzenlerini korumaya davet ederler, idrakleri tahrip edilmiş, akletme becerilerini kaybetmiş (Müstez'af) kitleler ise, çoğu zaman bu çağrıya olumlu cevap vererek meydanlara, savaş alanlarına dökülürler.[50] Neyi, ne adına koruduklarım, ne için savaştıklarım bilmeden canlarını, ellerindeki son mallarını ve hatta namuslarını feda ederler. Üstelik savaşı kazanırlarsa, asıl kaza­nanın ve kaybedenin kimler olacağını bilmeden yaparlar tüm bunları. Bunlar olup biterken, sınırsız denebilecek haksız menfaatlerin sağladığı en lüks şartlarda yaşa­yan o küçük azınlık ise, kendilerinin haksız konumlarını yok etmeye, değiştirme­ye aday olanları, toplumun huzur ve saadetinin katilleri olarak-niteleyip, o en iyi ekonomik şartlara sahip olan durumlarını korumaya devam ederler.



[47] Çölde hayat zordur. Özellikle yağmacılığın büyük oranda meşru görüldüğü Cahiliye çağında daha da zordu. Her an bir saldırıya uğramak ihtimal dahiîindeydi. Bu neden­le kız çocukları aileleri için yüktü; çünkü aileyi ve sahip olunan malları yağmacılara karşı savunabilecek güce yoktur. Kız çocuğu aileye güç katkısında bulunmadığı gi­bi, korunmaya muhtaç olduğu İçin güç kaybıydı. Halbuki erkek çocuk öyie değildi. Erkek çocuk ailenin mevcut gücüne ilave güçtü. Bu nedenle birisine kız çocuğu ol­duğu bildirildiğinde bundan dolayı üzülür, rahatsız olurdu. Bu durumdan Kur'an'da şöyle bahsedilmiştir: 'Onlardan biri, Rahmân'a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir' (Zuhruf, 43:17). Ancak ne var ki, yaşanan şartla­rın zorluğu nedeniyle gerçekleştirilen ayrım, kız ve erkek çocukların özüne de yan­sıtılmış ve kız çocuklarını her durumda aşağı görme anlayışı yaygın bir kabul gör­müştü. Kur'an, kız-erkek çocuk ayrımının saçmalığım şöyle açıkladı: 'Göklerin ve ye­rin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek ço­cuktan bahşeder. Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir' (Şura, 42:49,50).

[48] Araplar arasında, bir gün şerefini lekeleyeceği düşüncesiyle veya yoksulluk nedeniy­le kızını öldürenlere rastlanırdı. Elbette ki ne kadar canileşirlerse canileşsinler, onlar için de bu âdet yerine getirilmesi son derece zor bir uygulamaydı. Ancak buna rağ­men küçük kızını öldüren babalara, sık olmasa da rastlanıyordu. Bu âdet, özellikle Kureyş, Kinde ve Temim kabilesine mensup olanlar arasında görülüyordu. Bu kabi­lelerde öldürülmek istenmeyen bir kıza yünden örülmüş cübbe giydirilerek koyun, deve güttürülürdıi. Öldürülmek istenen kızı ise ya doğar doğmaz öldürürler, ya da cinayetlerini çocuğun altı yaşma ulaşmasına kadar ertelerlerdi. Altı yaşma gelmiş ve öldürülecek olan kızı öldürmeye götürürken yeni elbiselerini giydirir, çöie götürüp bir çukura gömerlerdi. Eğer çocuk doğar doğmaz öldürülecekse, doğum yapacak ka­dın çöle gider ve bir çukurun başında doğururdu. Doğan çocuk kız ise onu çukura gömer, erkek ise kucağına alıp evine gelirdi. Bu kötü âdete karşılık, öldürülmek is­tenen kız çocuklarını satın aiıp ölümden kurtaran, onları büyütüp evlendirenler de vardı. Kays b. Asım bunlardan birisiydi. Kays, İslâm davetini duyunca kabul edip müslüman oldu.

[49] Buharı, Nikah, 36; Ebû Davud, Talâk, 33.

[50] Kitlelerin, başlarındaki zorba yöneticiler tarafından sürüye dönüştürülmesi Kur'an'm dikkat çektiği konulardan birisidir. Firavun'un toplumun sürüleştirmesi bunun ör­neklerinden birisini temsil eder: 'Firavun kavmini adam hesabına koymayıp, hafife al­dı, ahmaklaştmp aldattı da, onlar da ona boyun eğer hale geldiler' (Zuhruj, 43:54).