๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 11:54:15



Konu Başlığı: İnsanların Durumu
Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 11:54:15
İnsanların Durumu


Resulüllah'ın İslâm davetine başladığı ve davetin konusu olan esasların, olumlu veya olumsuz yankılar bulduğu, fakat olumsuz tepkilerin henüz fiilî tepkilere dönüşmedigi bir zamanda, Fatiha sûresinin vahyolunuşundan sonra, Asr sûresi vah-yolundu. Asr, metin olarak son derece kısa, fakat oldukça geniş ve derin anlamlı bir sûredir.[130] Bu özeliği nedeniyle sahabeler, birbirleriyle karşılaştıkları zaman, ebedî hakikatleri hatırlatmak ve yanlışlıklar nedeniyle uyarıda bulunmak için bir­birlerine bu sûreyi okurlardı. Sûre şöyledir: 'Asra yemin ederim insan hüsran içindedir. Ancak iman edip, salih işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler istisna.[131] Şimdi bu sûre ile bildirilen ilke ve öl­çüleri, verilen bilgileri tespit etmeye çalışalım.

Asra yemin ederim ki! însan hüsran içindedir. [132] Sûre yeminle başlıyordu. Yemin eden, herhangi birisi değil, alemlerin yaratanı ve rabbı olan Allah'tı. Bu dikkat çeken bir durumdu. Allah niçin yemin etmişti?

Üstelik sûrenin daha ilk cümlesi yemindi. Neden? Allah'ın yemin etmesi her açı­dan önemlidir. Fakat risâlet zamanının Arapları için daha da önemliydi. Onlar için yeminle başlanan bir sözün önemi büyüktü. Yemin, yeminden sonra söylene­cek şeyin çok önemli ve doğru olduğunun ifadesiydi. Böylesi bir sözü işiten kişi anlardı ki, kendisine çok Önemli bir şey söylenecek. Bunun için sonraki ifadeler dikkatle dinlenmeli ve anlaşılmalıdır.

Allah, Asr sûresinde, asıl bildireceği şeylerden önce yemin ederek dikkatleri yemin sonrasında bildireceklerine çekiyordu. Yeminin hemen arkasmdan da bir gerçeği bildiriyordu: 'insanlar hüsrandadır'. Bu kısa, fakat bir o kadar çarpıcı ifa­de, yaşayan veya gelecekte yaşayacak herkesin hüsran içinde olduğunu ve olaca­ğını ilan ediyordu. Ayet genel anlama sahipti. Ayette açıkça bildiriliyordu ki, tüm insanlar ziyandadır, zarardadır, kaybetmektedir, kaybedeceklerdir. Bir ömür yaşa­makla bir şey elde edemediler, edemeyecekler. Ne bilgi imkânları, ne de güçleri mutlak kurtuluşu elde etmelerine yetti; yetmeyecek de. Felsefeleri, siyasetleri, ekonomileri, bilimleri, sanatları, inançları. kurtuluşu sağlamadı; sağlamayacak da. Peki bu hiç mi değişmeyecek? İnsanlık hep hüsran için de mi kalacak? Hüsrandan kurtuluşun yolu ve yöntemi hiç olmayacak mı?

Ancak iman... edenler istisna. [133]

Asr sûresinde tüm insanlığın hüsranda olduğunu açıklayan ve insanı korku­tup, çaresiz bırakan ihtar ve bilgilendirmenin hemen arkasından bir istisna geti­rildi: 'Ancak' deniyordu. Buna göre bazıları, hüsrana uğrama konusunda istisnay­dı. Yalnız şurası çok önemliydi ki, istisna olanlar belirli cins, ırk, soy gibi bazı özelliklere sahip kişi veya kişiler değildi. Halbuki insanlığın genel eğilimi, istisna­ları hep böyle belirli cins, ırk, soy gibi ölçülere göre gerçekleştirmek biçiminde­dir. Dolayısıyla, insanlığın hüsranda olduğunu yemin ederek bildiren Allah, istis­naları belirtirken insanlığın bireysel ve toplumsal hayatında yaygın olan ölçüleri dikkate değer bulmadığını da bildirmiş oldu. Evet bazıları hüsrana uğramayacak­tı, ancak bunlar belirli cinsin, ırkın, statünün adamları değil; bazı özellikleri ken­disinde bulunduran herkesti. Bu özellikler, hiç kimsenin tekelinde değildi. Kim bu özelliklere sahip olursa, hüsran içindeki kimselerden ayrılacak ve hüsran için­de olmayanların safına geçecekti. Kimdi bunlar? Bunların birinci ve temel vasfı 'îman eden' olmalarıdır. Hüsrana uğrayanlardan olmamak için öncelikle ve mu­hakkak 'iman eden' olmak gerekmektedir.

Mensuplarım hüsrana uğramaktan kurtaracak 'iman' neye ve nasıl bir imandı? Asr sûresinden önce vahyolunmuş ayetlerden anlaşıldığı üzere, Kur'an açısından salt iman etmek bir değer ifade etmiyordu. Çünkü herkes muhakkak bir şeylere iman etmektedir. Herkes iman ettiği şeyin etkisi ve kontrolü altındadır. Kimileri paranın, makamın, şanın, şöhretin, kimileri kadının veya erkeğin, kimileri yeme-nin-içmenin, kimileri kılığm-kıyafetin, kimileri ise Allah'ın kudretine iman etmiş ve iman ettiğinin etki ve kontrolünde hayatını tanzim etmektedir, işte böylesi ol­dukça farklı boyutta iman unsurlarının olduğu bir ortamda, vahiy ile bildirildi ki, insanların imanlarının esasını sadece Allah bildirir. Diğerleri, yani para, makam, şan, şöhret, kadm-erkek, yeme-içme, kılık-kıyafet... birer metadır, araçtır. Onlar hiçbir zaman gaye haline dönüşmemeli ve eğer gaye haline dönüşürse anında red­dedilip araç haline getirilmelidir. Resulüllah bir konuşmasında bunu şöyle açıkla­dı: 'Paraya-pula tapan yok olsun. Giyim-kuşam hastası olan yok olsun. Çünkü varsa ne ala, ne hoş; yoksa kızar, köpürür. Böylesinin burnu sürtülsün, başı devrilsin. Ayağına diken batarsa çıkmasın.[134] Yanlış imanın bu unsurları terk edilmeli ve iman olması gereken mecrasına döndürülmelidir. Yoksa reddedilmedikleri takdirde, in: sanlar için en korkulan şey açığa çıkar: Küfür, şirk. imanın önemli olması ve doğru olan imanın da mutlak hakikâtlere, Allah'ın bildirdiği bilgi ve esaslara dayanması nedeniyledir ki, vahiy iman üzerinde, doğru imanın özellikleri üzerinde ısrarla durdu. İnsanları mutlak hakikâtlere uygun bir imana sahip olmaya çağırdı. Bu iman ise, tevhid hakikâtine dayanan ve bu esasm çevresinde şekillenip gelişen imandı. İşte bu iman, yani Allah'ın bildirdiği, Resu­lünün açıkladığı tarzda ve anlamdaki iman, insanların hüsrana uğramamaları için yegâne teminattı.

Tevhidi anlamda Allah'a iman etmek, bu imana bağlı olarak da adette bildiri­len diğer şeylerin hak olduğuna iman etmek önemli ve iman eden için güzel, iyi sonuca götürücüdür. Ama bu iman kişinin bütün inanç ve hayatını kuşatıp, sar­malıdır; sadece sözde kalmamalıdır. Tabiî ki hüsrana uğrayanlardan olmak isten­miyor ve ebedî saadete ulaşmak kararma sahip bulunuluyorsa. Kur'an'm üzerinde durduğu ve açıkladığı, temel konulardan birisi, hep budur. Resulüllah da açıkladı ki, doğru bir imanın özellikleri üç aşamada açığa çıkar: 'Kim Kabb olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı ve Resul olarak ta Muhammed'i kabul ediyorsa imanın tadına var­mış demektir. [135] Bir başka seferinde de bu esasları şöyle açıkladı: 'Üç özellik vardır ki, bunlar kimde bulunursa o imanın tadına varmıştır; Allah ve Resulü kendisine baş­kasından daha sevgili olan kimse, bir kulu yalnız Allah için seven kimse, Allah ken­disini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak kadar kötü, kaçınılması gereken şey olarak gören kimse. [136]

Asr sûresinde, hüsrana uğrayanlardan olmamanın birinci ve temel şartı olarak iman ifade edilerek, imanın önemine dikkat çekilmişti. îmanın cennete, imanın karşıtını ifade eden küfrün ise cehenneme götürücü olduğu açıklanmıştı. Mümin sahip olduğu sorumluluk bilinciyle hareket ederken yanlış yapmaktan, sapmak­tan, iyi işkr yaparken tökezlemekten korkarken; kafirin geçici zevklerin peşinde, sorumluluğunu göz ardı etmiş bir halde hayatını sürdürdüğü açıklanmıştı. Bu du­rum daha sonraları vahyolunan bir ayette daha da açıklığa kavuşturuldu: İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar, cennette nimetlere ve sevince mazhar olacak-

lavdır. înkâr edenler, âyetlerimizi ve ahir et buluşmasını yalan sayanlar ise, işte onlar azapla yüzyüze bırakılacaklardır.[137] Asr sûresinden sonra vahyolu-nan bir başka ayet ise imanın önemini, onun niteliğini ortaya koyarak açıkladı. Onun sadece bir söylem, salt 'inanmışhk' hali olmadığını bildirdi: 'insanlar, imti­handan geçirilmeden, sadece 'îman ettik' demeleriyle bir akılıv ereceklerini mi sandılar?.[138] Salt söylem imanın gerçekliğine tanık olmak açısından ye­terli olmadığı için Kur'an her 'iman ettim' diyeni mümin kabul etmedi: 'Bedeviler 'iman ettik' dediler. De ki: 'Siz iman etmediniz, ama 'Boyun eğdik' deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez-  Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.[139] Zira 'iman ettim' sözü gerçeği yansıtabileceği gibi, aslı olmayan bir duru­mu da ifade edebilirdi. Bu nedenle salt söylem önemli olmadığının açıklanması­nın yanı sıra, 'iman ettim' söyleminin hakikati ifade edip etmeyeceğinin ölçütü de açıklandı. İman söyleminin hakikati ifade edip etmeyeceğini ortaya çıkaracak öl­çü imtihandı; ama kapsamlı bir imtihan; tüm hayatı kuşatan bir imtihan: 'O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.[140]

Ancak iman edip, salih işler yapanlar... istisna. [141] iman, esenliğe ulaşmak için olmazsa olmaz bir şarttı; kurtuluş yolunun başlan­gıcıydı. Ancak onun, tutum ve davranışlarda; hâl ve gidişattaki etkileriyle kendi­sini göstermesi gerekiyordu. Bu ise amelle ilgili bir durumdu. Asr sûresi bu ger­çeği risâlet sürecinin daha ilk anlarında açıkladı.

Allah, Asr süresiyle, hüsrana uğrayan insanlar arasından bazılarını istisna ederken, bu istisna ettiklerinin özelliklerini ayrı ayrı değil, birbirine bağlı olarak ifade etti. Yani, 'iman edenler veya salih amel işleyenler' demedi. 'îman edenler ve salih amel işleyenler' dedi. 'Kurtuluşun' gereklerini birbirine bağlı olarak ifade et­ti ve hepsine birden sahip olanların hüsrana uğramayacaklarını bildirdi. Bu du­rumda, hüsrana uğrayanlardan olmamak için temel özellik olan 'iman'a bağlı ol­mak üzere ikinci özellik olan 'amelin bulunması gerekiyordu. Davranış, iş, ey­lem, çaba, emek, çalışma, aksiyon anlamlarına gelen 'amel bilinçli ve maksatlı olarak bir davranışta bulunmayı ifade etmektedir. Bilinçsiz ve maksatsız yapılan davranışlar amel kategorisinde yer almaz. Fakat bir amel sadece olumlu değil, olumsuz da olabilir. Bu nedenle emredilen ve sahibini kurtaracak 'amel', herhan­gi bir şekilde olmamalı, sadece ve sadece 'salih ameV olmalıdır. Kurtuluşa ermek için şart olarak belirlenen 'amel' değil, 'salih amel'âir. Önemi nedeniyle, Kur'an, amelin salih olması ve salih bir amelin imanla ilişkisi üzerinde o kadar çok ve ıs­rarla durmuştur ki, bu ikiliyi birbirinden ayırmanın mümkün olmayacağını gös­termiştir:

İman eden ve salih amel yapanlar, insanların en hayırlılarıdırlar. Onların Rabb-leri katındaki mükafatları, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan (gör­dükleri mükafatlar nedeniyle) razı olmuşlardır. Bu Rabb'ine saygı gösterene mahsustur. [142]

Yalnız iman edip salih ame-ller yapanlar hariç. Onlar için ardı arkası kesilmez bir mükâfat vardır. [143]

iman eden ve salih amel yapan kimseler için de altlarından ırmaklar akan cen­netler vardır, işte büyük kurtuluş budur.

Ancak iman edip salih amel yapan kimseler için ardı, arkası kesilmez bir mü­kâfat vardır. [144]

'Salih amel' neydi, nasıldı? Bu da diğer bazı ayetlerle açıklandı. Bu konuda ör­nek olarak, inanıp 'salih amel' yapanların cennetle mükafatlandırılacağım bildiren ayeti takiben, 'salih ameî'in neler) olduğunu açıklayan ayet önemli bir örnektir: 'İyilik, yüzlerinizi doğu veya batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki: Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır; ya­kınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyaç sahiplerine ve kölelere sevdi­ği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir; antlaşma yaptığı zaman sökünü yerine getirir; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıf­ları taşıyanlardır. Müttakiler ancak onlardır.[145] Fakat bu, risâletin sonraki yıllarında vahyolunmuş bir ayettir. Acaba, Asr sûresi vahyolunduğu za­man Resulüllah ve diğer müminler 'salih amel'den ne anladılar? Bunu tespit etmek için, Asr sûresinden önce vahyolunan Kalem sûresinin bazı ayetleri dikkate alına­bilir. Zira, Kalem sûresinde, hem iman etmenin nasıl olması gerektiği ve hem de salih amelin ne olduğu bir örnek üzerinde açıklamıştı.

Kalem sûresinde, bir grup insanın başından geçen bir olay anlatılmıştı. Sahip oldukları bahçelerinde yetişmiş bulunan ürünleri toplamak arzusunda olan bu ki­şilerin bir problemi vardı; ürünleri toplamaya giderken yoksulların kendilerini görmesinden ve böylelikle o yoksullara da topladıkları üründen bir şey (pay) ver­mek zorunda kalmaktan çekiniyorlardı. Halbuki mallarından hiç kimseye bir şey vermek istemiyorlardı. Sahip oldukları şeylerden, yoksullara bir şeyler vermek zorlarına gidiyordu. Bu nedenle aralarında görüşüp, sabahın oldukça erken bir sa­atinde, hiç kimsenin görmeyeceği bir vakitte bahçelerine gitmeye karar verirler. Kararlaştırdıkları gibi de yaparlar ve bol ürün toplama umuduyla bahçelerine var­dıkları zaman, bahçelerinin yanıp, harap hale geldiğini görürler. Şaşırıp, perişan olurlar; bütün zenginliklerini kaybederler.

Sûrede, söz konusu topluluğun hikayesi, hangi topluma mensup oldukları ve­ya nerede ve ne zaman yaşadıkları konusunda herhangi bir bilgi verilmeden, baş­larından geçen olay sadece genel hatlarıyla anlatılmıştı. Çünkü Kur'an açısından önemli olan olayın ayrıntıları değil, bu olayın gösterdiği amaçtı. Kıssada dikkat çeken birçok özellik vardı. Bunlardan birisi ve belki de en önemlisi, söz konusu zenginlerin inançlarına/imanlarına hiç değinilmemiş olmasıydı. Onların mümin mi yoksa müşrik mi oldukları dolaylı bir şekilde dahi belirtilmemişti. Ayete konu olacak kadar önemli bir yanlışlığa sahip olduklarına ve ürünlerini kaybetmekle cezalandırıldıklarına göre mümin olmadıkları düşünülebilirdi. Buna karşılık, bela başlarına geldiği zaman içlerinden birisinin 'Ben size, 'Rabbinizi teşbih etmeniz ge­rekir' dememiş miydim?[146] demesinden ve diğerlerinin de hatalarını fark edip; 'Rabbimizi teşbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz... Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz. Belki Rabbimiz bize bunun ye­rine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi (O'nun rızasını) arzuluyoruz, (Onun istediği gibi olacağız) [147] demelerinden de, bu kişilerin mümin olduğunu çıkarmak mümkündür. Fakat, aslında onların mümin olup ol­madıkları konusundaki çaba ve araştırmalar, onların hikayesini nakleden ayetle­rin amacını anlamamanın en önemli göstergesidir. Bu ayetlerde, kişiler bir inanç sistemine sahip olmaya veya inançlarmdaki bazı yanlışlıkları terk etmeye çağırıl-mıyorlardı. Verilmek istenen mesaj çok daha farklıydı; toplumun iki kesiminin ilişkilerinden hareketle 'salih amelin niteliği açıklanıyordu. Verilen örnekte, zen­ginlerin sahip oldukları şeylerden yoksullara bir pay vermesi gerekirken buna ya-naşmayıp, bencil davranmalarına dikkat çekiliyordu. Allah'ın zenginlere yükledi­ği yoksullara yardım sorumluluğunun gereklerini yerine getirmeyen ve bu sorum­luluğu bilinçli bir şekilde terk eden bir topluluktan ve onların bu yaptıklarının büyük bir yanlışlık olduğundan bahsediliyordu. Kur'an açısından bunu yapanla­rın ismen mümin veya müşrik olması ise hiç önemli değildi. Söylem olarak Al­lah'a, Allah'ın varlık olarak birliğine ve diğer sıfatlarına inanmaları veya inanma­maları önem ifade etmiyordu. Çünkü bunlar sadece birer söylemdi. Uygulamada açığa çıkan ise yanlış olandı ve Allah onları, o tamamına sahip olmayı planladık­ları bütün ürünlerini mahvederek cezalandırmıştı. Halbuki onlar eğer gerçekten Allah'a iman ediyor olsalardı, ekonomik durumlarına bağlı olarak imanlarının ge­rektirdiği sorumluluklarına uygun davranırlardı; iyi bir iş yapar ve yoksulların hakkım verirlerdi. Demek ki salih amel, imanın gerektirdiği doğru işlerdi ve bu işler kişilerin durumlarına göre değişiyordu; her iman edenin yapacağı salih iş muhakkak vardı.

Daha sonraları vahyolunan diğer bazı ayetlerde [148] Allah'a kulluk etmek, namaz kılmak, zekat vermek özellikle emredilen ameller arasında yer almıştır. Fakat bu arada bir ayette önemli bir hususa dikkat çekilmiş­tir. Nasıl ki sadece iman etmiş olmak, daha doğrusu hiçbir amel olmaksızın iman etmiş olmak iddiası bir anlam ifade etmiyorsa, yine aynı şekilde doğru bir imana sahip olmadan ayetlerde belirtilen ana-babaya iyilik, fakirlere yardım, yetime yardun vs iyi işler de bir önem ifade etmeyeceği açıklanmıştır.[149] Çünkü doğru iman ip salih amel bir arada bulunduğu zaman bir anlam ifade etmektedirler. Bunun pdeni ise ayette çarpıcı bir örnekle şöyle açıklanmıştır: (Allah) gökten su indirdi dereler kendi ölçüşünce (o su ile) çağlayıp aktı. Sel(ise), üste çıkan köpüğü yüklenip götürdü. (Biliyorsunuz süs yahut eşya yapmak için ateşte yak(ıp erit)üen madenler­de de bunun gibi bir köpük vardır. Allah, hâk ile bâtılı böyle bir benzetme ile anlatır. Kovuk yok olup gider, insanlara yararlı olan ise yeryüzünde kalır. îşte Allah, (her şey daha iyi anlaşılsın diye) böyle örnekler verir.[150]

Ancak iman edip, salih işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler... istisna.[151]

Doğru imana sahip olmak ve salih amel işlemek, hüsrana uğramamak için ol­mazsa olmaz şartları oluşturmaktaydı. Ancak, bu aşamada bir problem açığa çıkı­yordu. Kişi bu temel özelliklere sahip ise, fakat toplumdan uzakta, tamamıyla de­necek kadar kendi bireyselliği içerisine hayatını sürdürüyorsa ne olacak? Böylesi bir durum mu daha doğru ve hatta takdire değerdi; yoksa söz konusu temel özel­liğe toplumun içerisinde yaşayarak sahip olmaya çalışmak mı? Kur'an bu sorunun da cevabını verdi. Asr sûresinde açıklandığı üzere, iman ve salih amel hüsrandan kurtulmanın teminatı olmaya yeterli değildi. Üçüncü bir özellik daha gerekmek­teydi. O da, doğru iman ve salih amel özelliğine sahip kişilerin, sahip oldukları bu doğruları (ilahî hakikati) başkalarına tavsiye etme sorumluluğuydu. Elbette ki bir şeyin haklılığının veya bâtılhgmın yegâne ölçüsü; Resulün insanlara ilettiği vahiy bilgisidir; yani Kur'an'dır. Dolayısıyla bu bilginin bildirdiklerine iman eden ve ki­şisel olarak gereklerini yerine getiren bir kişinin, aynı zamanda topluma da yönel­mesi ve insanları, Kur'an'm bildirdiği doğrulardan haberdar etmesi gerekmekte­dir. Her mümin, sözleriyle, yaşantısıyla, tutum ve tavırlarıyla, insanlarla olan iliş­kilerinde hakkı temsil etmekte olabildiğince aktif olmalıdır.[152] Hakikatten haber­siz olan veya yeteri kadar haberi olmayanlara hakikati bildirmeli ve tavsiye etme­lidir. Onları hakka uymaları için zorlamamalı, öncelikle ve çoğu zaman sadece tavsiye etmelidir. Tavsiye ise anlatmakla, yaşayıp göstermekle ve hatta daha çok da yaşamakla ilgilidir.

Ancak ima? edip, salık işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler istisna.

Fakat şu  önemlidir ki, insanlara hakkı tavsiye etmek her zaman kabul gör­mez Özellikle yanlış yollardan menfaat elde edenler ve menfaatlerinin devamı yanlışın devan bağlı olanlar, hakikat karşısında tepkide bulunurlar; hakikati tavsiye edenleri susturmanın, durdurmanın yöntem ve çarelerini ararlar. Onların bu yöndeki yöntem ve çareleri de hemen her zaman sora başvurmak, zorbalıkla­rını göstermek biçimindedir, işte bu aşamada, hüsrana uğramamak gibi ayrıcalık­lı bir özellik yan kişi yol ayrımındadır. Ya o ana kadar ki düşünce ve hareket­lerinde iman ve hayat tarzındaki hakka uygunlukta ısrar edip direnecek; ya da bulunduğu hâl üzerinden gerisin geri dönüp hüsrana uğrayanların safına katıla­cak. Olması gereken birincisidir. Bu ise sabretmeyi, yani olumsuz etki ve tepkiler karşısında seb^t ve kararlılıkla direnmeyi gerektirmektedir. Bu hüsrana uğrayan­lardan olmam#nm yegâne çaresidir. Zaten sabır müminin olmazsa-olmaz Özelliği­dir.[153]

Sabır önemlidir, gereklidir, fakat Asr sûresinde sabırla ilgili bir özelliğe bilhas­sa dikkat çekiliyordu: Hakikate davet eden şahsiyetler birbirleriyle yardmılaşma-lıdırlar. Kendi aralarında organik bir bütünlük sağlamalıdırlar. Bu organik bütün­lük ise aynı veya yakın evlerde oturmakla, aynı yerlerde çalışmak ve toplanmakla değil; hakkı tetnsil etmek yönünde organize bir faaliyet yürütmek ve bu faaliyetin neden olacağı zorluklar karşısında kararlı direniş konusunda birbirlerine yardım­cı olmakla mümkündür. Bu alandaki zorunlu olan kararlılık ise, ancak ve ancak sabrı sürekli ve karşılıklı olarak hatırlatıp, tavsiye etmekle mümkün olabilir. Fa­kat bu, iş olsun türünden bir tavsiye değil, gereken sorumlulukları yerine getir­dikten, eldeki bütün imkânları kullandıktan sonra gelişmelerin sonucunu Allah'a bırakıp bu sonucu büyük bir kararlılıkla beklemek için yapılan bir sabırdır. Resulüllah'm ifadesiyle 'Zafer' ise ' sabırdadır.[154]


[130] imam Şafiî, anlayabilenler için, bu sûreyi; 'Sadece bu sûre vahyolunsa ve başka hiç bir sûre vahyolunmasaydı dahi, idrak edebildikten sonra insanların hakkı ve batüı ayırt et­meleri için yeterdi' biçiminde tanımlamıştır (Sabunî, Safvetü't Tejasir, VII/417; Mev-dudî, Tejhimu'l Kur'an, VII/223).

[131] Asr: 103:1-3

[132] Asr: 103:1,2

[133] Asr: 103:3

[134] Buharı, Cihad 70, Rihak 10; îbn Mâce, Zühd 8.

[135] Ahmed, Müsned 111/470,471; Darimî, Sünen, 1/441.

[136] Buharı, îman 14; Müslim, îman 10; Neseî, îman 2.

[137] Rûm, 30:15,16

[138] Ankebut, 29:2

[139] Hucurât, 49:14

[140] Mülk, 67:2

[141] Asr: 103:3

[142] Beyyine, 98:7,8

[143] Tin, 95:6

[144] Inşikak, 84:25

[145] Bakara, 2:177

[146] Kalem, 68:28

[147] Kalem, 68:29,31,32

[148] Kehf, 18:110; Bakara, 2:277

[149] Amelsin iman kabul edilmez; imansın amel de kabul edilmez' (Heysemî, Mecma'ü'z Ze-vâid, 1/3). Bu hadisi destekleyen ve daha ayrıntılı, somut örnekler veren diğer hadis­ler için bkz: Buharı, Cezau's-Sayd 10, Mezalim 30, Eşribe 1, Hudûd 1; Müslim, îman 100-103.

[150] Rad, 13:17

[151] Asr. 103:3

[152] Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan adil şahitler olun.' (Maide, 5:8) '(insanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve 'Ben Müslüman!ardanım' diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?' (Fussilat, 41:33)

'İçinizden hayra çağıran, marufu emredip, münkerden men eden bir topluluk olsun, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.' (Al-i İmran, 3:104)

[153] Asra yemin ederim ki! İnsan hüsran içindedir. Ancak, iman edip, iyi İşler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler istisna.' (Asr, 103:1-3)

[154] Ahmed, Mûsrıed, 1/307.